Her gün Muhafazakâr ortamlarda aile dağılıyor, ne oluyoruz gibi tedirgin edici sorularla karşılaşıyoruz. Bu sorunların olduğu ve her gün artarak devam ettiği muhakkak… Yalnız ben bu muhafazakâr kesimlerin tedirginliklerini anlamakta zorlanıyorum. Bu sürece toplumu taşıyan unsurlar neler, kimler bu işte en önemli rolü oynadılar, toplum bu hale hazırlıklı hale nasıl getirildi, insanların böyle bir tercihe yönelmelerinde hangi saikler etkili oldu, küresel entegrasyon diye insanları bu hale yıllardır hazırlayanlar kimler, Tek devlet tek vatan gibi kavramlar neden hiç sorgulanmadı vs. gibi etkenler bu kesime hiç yabancı değil, bunlar olurken alkışlayan da bunlar, bu gün ortalığa çıkıp bağıranlar da bunlar, sahiden siz ne olduğunuzu anladığınız gün bu sorunların hiçbiri olmayacak…
Hoca Nasrettin’e demişler ki,
mahallende fuhuş var, ben kendi evimi bilirim demiş, kendi evinde var
dediklerinde ise, ben kendimi bilirim demiş, geldiğimiz nokta şu an bu olmasına
rağmen, konuşmaların ve vaazı nasihatlerin haddi hesabı yok… Ancak toplumsal
çöküş, freni patlamış bir araç gibi nereye gittiği belli olmayan bir hızla dibe
doğru çakılıyor…
Yıllar öncesini hatırlıyorum ülkenin
birinci ağzından söylenen şu söz, maddi göstergelerimiz iyi oldu düzeldi ama
kültürel ve manevi alanda ciddi boşluklar oluştu, bundan sonra, o alana
yöneleceğiz dediği günde doğan çocuklar, on yaşına geldi, âmâ doğduğuna
neredeyse pişman olmuş bir ortama geldi. Bu binalar Gökdelenler ne zaman yapıldı,
İstanbul’un doğal yapısı bozuldu biz İstanbul’a ihanet ettik dediği gün
alkışlar yeri göğü inletti. TOKİ’nin,1+1,1+0,sütüdyo daireler yaparak aileyi
parçalamaya başladığı günler 20 seneye dayandı. Aile Bakanlığı diye Ailenin
temeliyle oynayan Bakanlığın, Kadının beyanı esastır şahide gerek yok, aile
bakanlığımız kadınlarımıza pozitif ayrıcalık uygulayacaktır dediği günlerin
üzerinden 12 Yıl geçti. Kârı koca resmen ayrıldıklarında kadının yanında kalan
çocukları için set yardımları adı altında kadınlara, aile birliğinin
dağıtılması için arkası düşünülmeden verilen primler, ailenin üzerine bomba
gibi düştü. Ancak resmi olarak ayrılmamış ama çocukları ile birlikte yaşayan
kadınlar bu haklardan mahrum bırakılarak, resmen ayrılmanın dolaylı olarak
teşvik edildiği kurumun adı aile Bakanlığı… Çocuklarına anne olan kadınların
insan muamelesi görmediği, ancak çalışan kadınlara teşvik olarak desteklerin yapıldığı,
kadının en büyük sorumluluğu olan anneliğin ayaklar altına alındığı günler çok
gerilerde kalsa da, faturasını bugün öderken neden rahatsızlıklar olur ki
anlamış değilim(!)
Bu çalışmaların hepsi öylesine
olmadığı ve belli bir plan ve program içinde, ailenin değişimine dönük çabalar
olduğunu ben anlamayacak kadar beyin özürlü değilim. Toplumsal değişmenin en
önemli unsuru, değişimi zor ve köklü olan bu kurumun yapısı değiştiği zaman,
diğer kurumların bu değişimden etkilenerek değişimin hız kazanacağı muhakkak.
İşte bunu bilen ve Toplum mühendisliğine soyunmuş olanlar toplumu avutarak,
bunu çok iyi becerdiler. Bunların hepsi alenen yapılırken vardır bunda bir
keramet diye bakıldı, ancak geldiğimiz noktada fatura çok kabarık çıktı; hatta
sonraki nesiller bu faturayı asla ödeyemeyeceği görününce bağırtılar başladı.
Ben bu bağırmaların ve yakınmaların gerçekçi olduğuna inancım yoktur kimse
kusura bakmasın…
Gökdelenler yapıldığı zaman herkes
gelişmişlik sandı, insanlar arasındaki dayanışma kardeşlik komşuluk imha
olduğunda ve aynı apartmanda oturup kimsenin karşı komşusunun durumundan haberi
olmadığı zaman bunu medenileşmek olarak anladı. Çünkü her yapılanma biçimi
kendi kültür kodlarını oluşturur ve kültür ona göre biçimlenir. Bundan 8 ay
önce Başkent Ankara’da canlı tanık olduğum bir olayı sizinle paylaşayım. Ankara
Keçiören’de bir arkadaşın evinde misafirim, sanıyorum misafirliğimin ikinci günüydü.
Sabah erkenden kalktım dışarı çıkarken kapı önünde itfaiye ekipleri Polis
arabaları özel giyimli apartmana girdiler, ben biraz meraklıyım hemen bekledim
ve oradaki Polis Memuruna sordum ne olmuş burada, bu kadar insan neden birikmiş,
cenaze mi var yoksa bir baskın mı oldu dediğimde, hayır, yalnız yaşayan biri
vefat etmiş dedi. Şimdi mi oldu dedim, hayır bilmiyoruz diye cevap aldım. Evde
kalan arkadaşları aradım sizin binada bir cenaze var nedir bir öğrenin
dediğimde, akşama kadar konuyu tam anlamıyla öğrenen olmadı ve kimin vefat
ettiği de bilinmiyordu. Akşam döndüğümde, Belediyenin büyük arabaları evin tüm
eşyalarını çıkarmışlar apartmanda ilaçlama yapmışlar yorgun ve bitap düşerek
kaldırıma en az 15-20 kişi oturmuştu. Acaba Corona salgını mı var apartmanda
diye düşünürken, sonucu öğrenmek istedim ve yaklaştım, onların başında duran
kişiye ne olduğunu sordum. En az iki ay önce apartmanda yalnız yaşayan 50’li
yaşlarda bir kadının öldüğünü, âmâ pencereler açık olduğu için kargaların
kadının cesedini yiyerek sadece iskeleti kaldığını, uzun süre kendisine ulaşamayanların
sorgulamasıyla olayın anlaşıldığını söylediler. Oysa 4. Katta oturan bu hanım
fendinin komşusu ile kapı mesafesi, en fazla 1,5 metreydi, ama iki ay ceset
tükenene kadar kimsenin haberi olmamış, zaten ben gittiğimde de hiçbir koku
yoktu yoksa hissederdim. İşte İnsanlarımız bu kadar birbirinden uzaklaştı,
bunun sebebinin ne olduğunu çok ararız, ama kendi beyin değişimimizde olduğunu
asla düşünmeyiz. Zihin yapımız değiştikçe, eylemlerimiz, ilişki biçimlerimiz,
olumsal algı dünyamız değişti ve herkes kendi gettosunda varlığını sürdürür
oldu sonuç ortada…Tam18 yıl önce Kadıköy’de bir eğitim öğretim kurumunda
yöneticilik yapıyordum… Muhafazakâr bir ailenin Yasin isminde bir çocuğu öğrencimizdi.
Aile ekonomik olarak çökmüş, Maltepe’nin üst kısımlarında bir gecekonduda oturuyorlardı.
Çocuk zengin aile çocukları arasında okuyordu ve şartları onlara uymadığı için
psikolojik bunalıma girmiş, sürekli uyuşturucuların ortamına gidiyor, ailesine baskı
yapıyor ve kimseyi dinlemiyor ben de onlar gibi yaşamak istiyorum, bizim
onlardan neyimiz eksik diyerek, anne ve babasını Lüks bölgelere göçmeye
zorluyor, onlar da zavallı duruma düşmüşler ne yapacaklarını şaşırmışlar.
Benden yardım istediler ben evime gitmedim çocuklarım küçüktü onu o sokaklardan
alıp kaç defa şaka ciddiyet arasında tokatladım ama beni çok seviyordu, onun
için dediklerimi dikkate alıyordu, gariban annesi yalvarıyordu hocam ne olur
bize yardım edin diye… Onu çözüme kavuşturmamıştım ki, Bir Hanım efendi,
Tepe Ören'de çok önemli zengin bir kolejin, en başarılı öğrencisi oğlunu aldı ve
geldi, Pendik’te oturuyorlardı. O gençleri hayata katmak için nasıl üstümüze
gelen dalgalarla mücadele ettiğimizi ben biliyorum. Ancak geldiğimiz nokta
itibarıyla bu dalgalar herkesi kuşattı kim ben bu dalgaların dışındayım diyorsa
kendim de dâhil inanmıyorum… Çünkü yaşarken bize ne olduysa oldu ve yeni yaşamımızın
kültürünü oluşturduk, şimdi onunla boğuşurken bu da nereden çıktı diyoruz. Bir
yerden çıkmadı, ”Başımıza gelenler kendi ellerimizle yapıp ettiklerimiz
yüzündendir.”
Her ortamda dağılmış aileler ve
onların geride kalan çocukları ile karşılaşıyoruz. Yakın günlerde takriben 15
gün öncesi, Sosyal medyada küçük çocuğunun beşiğini, çocuğuna süt almak için
satılığa çıkarmış bir annenin paylaşımını gördük. Eşime hemen yazmasını ve
bilgilerini almasını söyledim. Eşim bilgi ve telefonunu aldı, biraz rahatsızdım
ve acayip bir fırtına vardı o gün bir arkadaşı aldım tam akşam ezanı okunmaya
yakın o adresi bulmaya gittik. Acil ihtiyaçlarını temin ettik eve gittik ve bulduk.
Pencereden görünüyor, 16 yaşlarında bir erkek çocuk, kucağında bir yaşında var
yok, küçük bir bebek onu avutmaya çalışıyor, kapıyı açtı eve girdim kadın yok evde,
gelinceye kadar durumu öğrenmeye çalıştım. Ablası 20 yaşında yetiştirme
yurdunda büyümüş, anne baba ayrı, çocuklar dedelerinin yanında büyümüşler ve bu
yaşa gelmişler. Kız biriyle kaçarak evlenmiş, maalesef Corona illeti 22
yaşındaki eşini onlardan ayırmış ve genç delikanlı vefat etmiş. Şimdi o iki küçük
yürek bir de küçük sabileriyle birlikte hayat sürüyorlar. Evlerinin içi insaf
sahipleri tarafından görmeye değer. Ben iki gün kendime gelemedim.4 Yıl önce
kurduğumuz ve benimde yönetiminde olduğum dernekteki arkadaşları aradım, sağ
olsunlar acil yardımı yapıldı, aylık karınca kararınca bir aylık bağlandı.
Kendimi vicdanen onların o sorunlarına küçükte olsa yardımcı olmayı rabbim
nasip ettiği için rahatladım. Ancak her durumda bu tarz bir çok insan
tarafından arandığım için imkanım olmadığından ciddi bir travma yaşıyorum. Oysa
insanlar Yüksek binalarıyla yarış halindeler, ondan sonra aile neden bu durumda
diye köşelerinden konuşuyorlar; ayıptır yazıktır günahtır. Hesap var kendimize
gelelim…
Verdiğim örnekler canlı olarak
yaşadıklarım olduğu için veriyorum. Evet, aile hakikaten yerlerde sürünüyor. On
tane aile büyüğüyle konuşunuz, hepsinin çocuklar hakkında söyledikleri
birbirinin aynısı. Farklı şeyler duymaya hasret kaldım. Aile danışmanı olarak
para kazanmayı düşünüyordum ancak insanların bu içler acısı yaşamlarına şahit
olunca, cebimde olanları da onlarla paylaşayım da acıları biraz olsun
hafiflesin demeye başladım. Aile geri dönüşü olmayan bir yolda, tek taraflı çok
hızlı bir yol gidiyor. Bu yolun oluşumunda yukarıda saydığım ve daha
anlatmadığım çokça faktör etkili olmuştur. Bu faktörleri oluşturan ana
değişkeni bulmadığınızda ya da onu görmek istemediğinizde yan değişkenlerle
hiçbir sorunun kaynağına inemeyeceğiniz gibi çözümü de bulamazsınız. Bir Devlet
politikası olarak 1+1 tarzı evlerin nerelerde yapıldığına bir bakın Allah
aşkına, neden ve niçin yapıldı. Fakir insanları ev sahibi yapmak gibi bir
manipülasyonla insanların algıları yönetildi. Oysa bunlar tamamıyla aile dışı
ilişkilerin daha rahat yaşanması amacıyla kullanıldığına herkes şahitti ama
kimse oralı olmadı. Ben bir toplum Bilimci olarak, Sosyal paylaşım ağlarından
gerçek yaşama kadar toplumu sarsacak nitelikteki değişimleri yakından takip etmeye
çalışıyorum… Mesela, İki Telli de M…Off diye bilinen bir yer var, oradaki yaşam
ve ona benzeyen birçok yerlerdeki yaşamlar bir araştırma konusudur. Bu yazımla
yetkililere de bilmiyorlarsa bilgi veriyorum, buralar hangi amaçlarla
kullanılmaktadır ve bunlara bu imkânları oluşturan kimdir.
İnsan bedeninin kutsallığının
kalktığı ve bir sermaye aracına dönüştüğü ortamlarda, ailenin varlığından söz edemezsiniz.
Aile, kutsal tenlerin meşru daireler içinde birbiriyle buluşmasından doğar. Oysa toplumsal yaşam alanlarımız bu
kutsallığın ortadan kalkması için, her yönüyle uygun hale getirildi, ondan
sonra bunlar nasıl oluyor diye kendi kendimize boş zamanlarımızda geviş
getirerek sorunları çözdüğümüzü sanıyoruz. Allah aşkına gerçekçi ve inandırıcı olalım.
Aynı ortamlarda farklı tüketim robotlarından oluşan bir yaşam ile
imkânsızlıklar içinde boğuşan yaşamlar bir arada olursa orada infilak olur. Ve patlamanın
şiddeti 9,9 şiddetindeki depremden daha etkili sonuçlar doğurur. Ne yazık ki
bizim toplumda bu acı sonuçlar fazlasıyla yaşanıyor. Tüketim nesnesine dönüşen
nesiller yetiştiriyoruz ve bunun sorumlusu da insan yaşamını ruhsuz kadavraya
çeviren yönetim ve planlama erkidir.
Küresel entegrasyona dâhil olmak demek,
kendini yok ederek onlar gibi bir oluşum ortaya koymaksa bu kadar bağırmanın
çabalamanın anlamı nedir? Küresel entegrasyon dışında kalmak istemiyorsak onlar
hareketli iken bizim durağan ve pasif olmamamız gerekir. Demek ki biz entegrasyonu,
o değerler içinde kendimizi imha ederek değersizleşmek olarak anladık ki,
toplumsal yaşamın temelini oluşturan kurumumuz iflas etmiş durumda. Ziya Gökalp’ın,
Türkleşmek, Muasırlaşmak ve İslamlaşmak dediği yaşam tarzını hepimiz biliyoruz.
Kendi kültürünle var olacaksın, muasır dünyada yaşayacaksın, bilim ve teknoloji
olarak; ama inancın da, yaşamında karşılık bulacak. Bunlarla birlikte bir
katılım olsaydı, böyle bir sorunu şu an konuşmamış olacaktık.
Yerleşik geniş ve üretici aile
yapımızı yeniden canlandırmadığımız müddetçe, bu kibrit kutuları gibi yükselen
gökdelenler içindeki ailenin, temelindeki dinamitlerin hepsi tutuşarak patlayacaktır.
Aile bir kuşun iki kanadı veya gece ve gündüzün bir günü oluşturması olarak
görülmelidir. Kuşun kanatlarından biri diğerine düşman ve rakip olamaz, öyle
bir algı oluşursa, kuş asla uçamaz. Sadece gece, bir gün oluşturmuyor, sadece
gündüz de bir günü tanımlamaz ama ikisi bir araya geldiği zaman gün oluşur. Ailede,
türleri aynı cinsiyetleri farklı olan iki unsurun birlikte olmasıyla anlam
kazanır. Birbiriyle rakip değiller tamamlayıcı iki unsurlar. Oysa bizim Yönetim
erkimizin oluşturduğu Bakanlık her ortamda bunları karşı karşıya getiren iki
rakip düşman olarak tanımladı. Birini ötekileştirdiği zaman diğeri özgürlüğüne
kavuştuğunu sandı, oysa uçuşu durdurulmuştu ama bunu anlayamadı. Çocuklar hacz
edilecek bir nesne olarak görüldü oysa bu iki cinsin emeğiyle açan bir tomurcuktu,
âmâ aşağılandıkça aşağılandı. Yani ailenin kutsallığı planlı olarak imha edildi,
sonrasında oluşacak hayat için yeni, ortamlar hazırlandı ve oluşturulmak
istenen yeni hayatın yansımaları genişledikçe toplumsal omurganın çatırdadığını
gören bizim muhafazakârlar, acelecilikle bunun önüne geçebilmenin yollarını
aramaya başladılar. Oysa bu şekildeki kıytırıktan fark edişler kaybedilmiş
zamanı ve imha olmuş nesilleri geri getirmek için yeterli değil… Dolayısıyla
geri dönüşümü olmayan bu işin mimarlarının katkısından uzak yeni bir değişim modelini,
ailenin kültür ve coğrafi kodları iyi tanımlanarak onun yaşam alanları
oluşturulmalıdır. Ayrıca o yaşam alanlarını benimseyecek ve içselleştirecek
zihinsel devrimler de gereklidir. Bunun için medya araçlarının ifsat yolları
imha edilerek onların programları bilinçli ve objektif, insani değerleri
barındıran ve bunların gelişimine katkı sunacak birikimlerle yeniden programlanmalıdır.
Bir toplumu yok etmek istiyorsanız, aile üyeleri arasında uzaklaşmayı ve
aralarına duvarlar örerek sadece biyolojik yakınlığı bırakın diğerlerini yok
edin. O toplum kendiliğinden çürür ve yok olur. Mangal kömürünü üretirken önce
ağaçları çatarsınız ne güzel sıvadığınızı söylersiniz, ardından küçük bir
delikten onu içerden tutuşturursunuz, ağaçlar tutuşunca o deliği de
kapatırsınız kimse içerde ateşin yandığını bilmez ama içerdeki tütsü ve
dumanlarla o güzelim ağaçlar simsiyah kömüre döner. İşte aile yapımız, o
yakılan ateşlerin ailelerimizin içine atılmasıyla tüterek bu gün kömür haline
geldiyse bu çok önemli ve yabana atılmayacak bir durumdur. O zaman tüm
yöneticilerimizin psikologlarımızın, sosyologlarımızın, pedagoglarımızın,
ailelerimizin aydınlarımızın ve sorumluluk duyan toplumsal bilinç sahibi her
insanımızın ve aydınlarımızın acilen bu konulara el atması ve sorunların doğru
tespitini yaparak, acil uygulama eylem planlarının oluşturulması için kamuoyu
oluşturmaları kaçınılmazdır.
Hiçbir şey bitmiş değildir, yaşıyor,
bunları görüyor ve bunların nasıl çözüleceğiyle alakalı zihin yoruyor ve o
konularda çaba harcıyorsak; bunlar değişir demektir. Önemli olan bunları
değiştirebilecek dinamizmin kendimizde olduğuna inanmamızdır. Benim naçizane önerim,
tüm ülkemiz insanlarını ayrım gözetmeksizin ve herkesi işin içinde olmak
kaydıyla, olan olduğu kadar, kimsenin kimseye üstünlük taslamasına fırsat
vermeden, yaşamak için insani duruş ve gelecek nesillerin imhasını önleme
seferberliği başlatarak; her alan da üretime ve dayanışmaya geçmemiz lazım.
Bunu başarırsak ki, Bizim milletimiz gerçekten inanırsa, tekeden süt sağar,
taşı parçalar su kaynağına ulaşır, buna inanmamız için baştakilerin gerçekten
baş olmaya ihtiyacı var. Hayatları güllük gülistanlık olanların aynı gemideyiz
diye bize, nerede olduğumuzu anlatmasına ihtiyacımız yoktur. Birileri geminin gövertisinde
büyük çoğunluk geminin altında gemiye güç veren pervanelerin dişlileri arasında
doğranırken aynı gemideyiz demek bize hiç inandırıcı gelmiyor. Onun için biz
başımızda bizimle dertlenen ve bizim sorunlarımızı sorun edinen, bizim
acılarımız dinmeden acılardan kendini kurtaramayan başlar istiyoruz. İşte o
zaman Bu toplumun yeniden şaha kalktığı gün olacaktır. Bu milletle bunu
veremeyenler ne olur bu hakkımızı elimizden almayın ya da olun…
“Siz insanlara iyiliği söyler,
kendinizi unutur musunuz, oysa kitabı da okuyorsunuz hala aklınızı başınıza
almayacak mısınız?”
“Ey İman edenler yapamayacağınız
şeyleri neden söylersiniz, Allah katında en sevilmeyen şey yapmadıklarınızı
söylemenizdir.”
Bu ayetlerin bizlerin hayatına yeni
bir başlangıcı getirmesi ve dosdoğru yaşayarak toplumsal imha sürecimizi
durdurmak ümidiyle, herkesi Merhametlilerin en merhametlisine emanet ederek, bu
gün zihinlere farklı bir yükleme yapmaya çalıştığım için rabbimden bunları
hayra çevirmesini niyaz ediyorum…
Selam saygı muhabbet ve dualarımla…
Erol KEKEÇ/08.04.2022/00.54
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder