Öyle zamanlarım oluyor ki yaşam içinde, kendimi kritik kütle gibi görüyorum… Işıklarda durmaktan yorulmuş olan yayalar kalabalıklaşınca nasıl ışığın yanmasını beklemeden hemen yola dökülerek üzerlerine gelen arabayı hesaba katmadan büyük bir cesaret sahibi oluyorlarsa, ben de öyle durumlarda üzerime gelen tehlikeleri hiç dikkate almadan dalmak istiyorum en tehlikeli noktalara!
Zaman çok hızlı ilerlerken, hayat
yolunda her an kırmızı ışık sürekli yanabilir endişesiyle kendimi kritik kütle
gibi görüp hayatın her noktasında olmak isteyen, önüne geçilmez kenetlenmiş bir
topluluk gibi hissediyorum. Bu duyguların, coşku ve heyecanımı zirvelere
çıkardığı bir anda kendimi, kendim dışındakilerle buluşturmak için sokaklara
çıktığım an, hayatın tüm ağırlığı üzerime çöküyor ve kendimi tam bir depresif
hasta gibi hissetmeye başlıyorum. Acaba benim gibi, farklı yerlerde mani
melankolik yaşayanlar var mı diye sormaktan da kendimi alamıyorum. Aslında anlatmak
istediğim kendimle yaşarken tam bir mani durumunda kritik bir kütle olup
çıkıyorum, âmâ başkaları için yaşamak gerektiğini de düşünerek, diğerleri için
düşündüklerimi gördüğümde, bir anda melankolik hasta oluyorum. Elim ayağım
tutmaz oluyor ve bunu hak etmeyenler için neden bu kadar kafa yoruyorum diye,
neredeyse Âdem aleyhi selama yüklenilen günahların hepsinin sorumlusu ben mişim
gibi kendimi kınamaktan gına gelmeye başlıyor.
Merhum Üstat Sezai Karakoç’un, “Her
hareket bir insanın ayağa kalkmasıyla başlar ”dediği bu güzel özlü sözü
düşündüğümde acaba reel ortamlardaki insanların sürü psikolojilerini hiç
dikkate almamış olabilir mi acaba, diye sorgulamaktan da kendimi alamıyorum.
Hakikaten, sözler söylendiği zaman çok güzel, ancak bunların yaşam alanında bir
testini yapmak istediğinizde, bu güzel sözler çoğu zaman elinizde patlıyor.
Her şeye rağmen kritik kütle olarak
kalmaya razıyım, yoksa kendimle savaşmaktan kendimi de imha edebilirim. Beynim,
yüreğim, duygularım, duyumlarım hayallerim ve yaşadığım ortam arasında, her an
durmayan ve dinlenme molasına hiç ihtiyaçları olmayan savaşların verildiğine
tanık oluyorum. Tek bir fert olarak düşündüklerimi, toplum gibi yaşayıp kendim
dışında olan olumsuzlukları dikkate almadan ve etkileşimden sarsılmadan bir
yaşam ortaya koymaya çalışsam da, fizik kurallarındaki sürtünme kuvveti bazen
bizi yavaşlatabiliyor, sonrasında yer çekiminin etkisine yenik düşerek,
mücadele ruhumu yaralayabiliyor. Bunlar olur mu yahu diyenlerin olması mümkün,
ancak olur mu soruna verilecek cevap ise mümkündür. Neden mümkün, Bir insan
olarak Yaşadığımız alan, bizim için verilen özellikleri etkileme gücüne sahip
olduğundan böylesi sonuçlarla karşılaşmakta gayet doğal olabiliyor. Ovanın
ortasında yapraklarıyla gürleyen bir kavak ağacı düşünün, kendi kökü üzerinde
durmasına rağmen öyle olur ki, esen rüzgârın etkileme yönüne doğru eğilir yatar
ve rüzgârdan sonra tekrar doğrulur. Ama onun hareketini sağlayan rüzgârdır. O rüzgârın
etkileme gücü olmasa, ağacın hareket kabiliyetine şahit olamazsınız. Rüzgârın
şiddeti çok olduğunda ağaç bazen kırılabiliyor, toplum ile fert arasındaki
ilişki durumu da böyledir.
Fikir insanları, yöneticiler, sosyal
ilişki yönü güçlü olması gereken mesleklerin durumu rüzgâr ile kavak ağacı
arasındaki ilişki gibidir. Toplum hep uyuma modundaysa, toplumdaki bir yönetici
ya da fikir adamı ürettiklerini kime sunması ve ne için mücadele etmesi gerekir
çoğu zaman bir paradoks yaşar. Âmâ toplum düşünen sorgulayan doğru ile yanlış
arasındaki çizgileri fark eden ve daima bu çizgilerin açıkta olması için çaba
harcıyorsa, yöneticileri onlardan bağımsız veya onları hiç dikkate almadan bir
yaşam ortaya koymaz ve de koyamaz. Aksi yönde bir tavır geliştirirse, rüzgârın
şiddetinin kavak ağacını söküp götürmesi gibi, toplumun rüzgârının da kendisini
yok edip imha edeceğini bilir. Onun için kendi yaşamını ve geleceğini durup dururken
riske atmaz. Toplumdaki homurdanmalar yönetenlerin ortaya koydukları
olumsuzluklardan kaynaklanıyorsa, o halde neden insanlar öylesi yöneticilerine
karşı hiçbir ses çıkarmazlar. Zaman zaman insan fizyolojisi içine sindiremediği
besinlerin verdiği rahatsızlıklardan kurtulmak için, içine biriken gazları
dışarı atıp rahatlamak ister, geğirir ve rahatlar bir daha ki gaz birikmesine
kadar. Dolayısıyla metabolizma bu yöntemle yaşamını devam ettirir.
Toplumsal yaşamda kitlelerin içinde
de buna benzer ciddi toplumsal gazlar oluşmaya başlar, bu gazlar atılmadığı
zaman rahatsızlık sizi yer bitirir. Bunların çabucak boşaltılması gerekir.
Toplumlarda oluşan bu gazları boşaltarak insanlara o gazın hiç etkisi olmamış
gibi farklı seçenekler sunarak onları normal alışılmış hayatlarına tekrar
döndürmenin yolu, yönetenlerin, tebaasının zaafını çok iyi tespit etmesiyle ilişkilidir.
Bu zaaflar her gaz birikmesi dönemlerinde ustaca kullanılır ve insanların gazı
alınır, toplum yeniden kaldığı yerden iki ileri üç geri adım atmaya devam eder,
körler sağırlar birbirlerini ağırlayarak, yol alıp giderler.
Dolayısıyla hiçbir olumsuzluk durup
dururken bir toplumun başına gelip talih kuşu gibi konmaz. O talih kuşunun
konacağı yuva hakikaten o kuşu ağırlamaya uygunsa talih kuşu gelip orada gönül
huzuruyla uykuya dalar. Ataların bazı sözleri, hakikaten yaşam deneyimlerimiz
oluştukça, daha bir anlam kazanıyor.” Böyle saça böyle tarak” gibi mesela.
Tarağın üzerinde üç dört tane diş kalmış, adam diyor ki, bu tarağı yeni mi
aldın, evet peki bunun hali ney dediğinde, siz ona diyorsunuz ki zaten kafamda
saç mı var, kafamı kaşımak için aldım diyorsunuz. Yani sizin kafanıza uygun bir
tarak almış oluyorsunuz. İşte, hayat tam da böyledir. Tarağın dişleri yoksa
sizin kafanızda da saç yoktur, tarak çok güzel ve görkemli ise, kafanızdaki
saça önem verdiğiniz için öyle bir tarağı almış olabilirsiniz.
Kendi toplumumuza biraz yaklaştığımız
zaman, nelere şahit olmuyoruz ki bu bağlamda. Halk devletin yaptığı zamlardan
şikâyet ediyor ama kendisi kiracısına 1000 liraya verdiği daireyi 3000 liraya
çıkarıyor. İnsanın alım gücü belli 4000 bin lira maaş alıyor, gelmiş sadece
oturduğu evden kira olarak bana 4000 lira vereceksin hayat zorlaştı diyor. Be
hey adam(san),hayat zorlaştı diyerek seninle ilişkili olan bir insana hayatı
daha da zorlaştıran sensin, sen ona kolaylaştır ki, bir başka yerden de senin
hayatın kolaylaşsın. Hale, sebze meyve geliyor, oradan alıp satıyor. Üçe
aldıysa 13’e satıyor yahu kardeşim bu nasıl iş, böyle bir satış mı olur
dediğiniz zaman, her şey pahalandı, gübre ilaç, nakliye, toplama işçiliği
aklınıza gelmeyen gerekçelerle kendisini haklı çıkarmaya çalışıyor. Oysa o
bahsettiklerinin hepsini üretici ödüyor ve ürettikten sonra, hale 2,5 liradan
vermiş bu da gidip halden alıp getirip tezgâhına koyup satıyor. Kendisi bunu üç
liradan almış, Halci kiloda 50 kuruş kazanmış, kendisi de 5 liradan satsa, o
ana kadar kazananlardan çok fazla kazanmasına rağmen, gözü aç, raf fiyatını
koyuyor 13 lira; be hey Allah’tan korkmaz kuldan utanmaz bari kendinden
birazcık utan, ama nerede!
Bir başka taraftan yönetime
bakıyorsunuz, otomatik ayarlama sistemi ile zamlar koyuyor, süratlendikçe zam
da süratleniyor. Ne kadar çok tüketirsen o kadar çok ödeyeceksin… Çok çarpık
bir algı var orada, mesela bir adam gitse lokantaya bir porsiyon yemek yese
sürekli müşteri ise normal fiyattan yer, ama adam her gittiğinde üç porsiyon
tüketiyorsa, normal fiyattan pazarlık yapar, satıcı sürümden kazandığı için
indirim yapar. Oysa bizim devlet tam bir mantık tutarsızlığı içinde uygulama
yapıyor ve herkeste bunu yiyor. Yahu bunlar deli Dumrul’da bile yok… Yani
şuraya getirmek istiyorum, rüzgâr çok yıkıcı, kavakta rüzgârla yarış halinde
ise, oradan size bir fayda olmaz. Sadece kendi kendinizi yer bitirirsiniz.
Böyle ortamlarda ne kırmızı ışık
belli ne yeşil ışık kimin ne zaman nereden geçeceği belli değil, her an
karşınıza bir tır çıkıp size toslayabilir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen,
içimdeki hislerim bana hep kritik kütle teorisine göre yaşamam gerektiğini
söyledi, o da bana yalan söylemiş; oysa kırılan sadece benmişim; bunu ancak
kütlelerin moloz yığını haline gelen inşaat atıkları gibi, onları toplayıp
atacak bir çöp kamyonunun gelmesini beklediklerini gördüğüm zaman anladım.
Fikirler, fikredenler içinde anlam
bulur. Bir eserin muhteşemliğini idrak edecek ve onun estetik uyumunu kavrayıp
ona muhteşem diyecek süjeler olduğu zaman anlam kazanır. Yani değerlendirme
kriterine uygun ölçeğin olmadığı bir yerde, herkes ölçüyü şaşırır ve ölçüsüz
bir hayat yaşar. Ölçüsüzlüğün olduğu yerde nesneye dönüşen hayatlardan, siz bir
hareket devinim ve tutarlılık beklerseniz sadece beklemiş olursunuz. Onun
içindir ki, öncelikle bu toplumda ölçünün şavkının kaydığı görülmeli ve o
düzelmeden, olumlu bir yola girmenin imkânsızlığı kavranmalıdır. Ben bunu fark
ettiğim anda, kritik kütle teorisinin hayatımda beni yoran en önemli bir kural
olduğunu anladım, ondan sonra kendimle barışan beni oluşturmaya çaba
harcıyorum. Bilmiyorum ömür yeter mi yetmez mi? Bildiğim bir şey oldu en
azından, bir varlık kendisi için Bila bedelsiz ne fedakârlıkların yapıldığının
farkına varmıyorsa idrak sahibi olarak, onlar için sarf edilen her eylemin
karşılığı sadece ömür tüketir. Ömrünüzü değmeyecek olanlara harcamayın anlamlı
hayatlar için harcayabileceğiniz sermayeniz kalsın…
Son olarak şu veciz sözle satırlarımı
noktalıyorum.” Demir tava geldi ateş tükendi, akıl başa geldi ömür tükendi…”Rabbim
kimsenin aklını ömrünün tükendiği dönemde çalışır duruma bırakmasın… Erken
kalkan yol alır, yol almak için, vakit geçmeden, henüz gün batıda seyrederken
kendimize gelmenin vakti olsun, yoksa gün batıdan doğarsa yapacak bir şey
bulamayacaksınız!
Selam saygı muhabbet hürmet ve
dualarımla…
Bahadır Hataylı/19.03.2022/02.43
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder