Taraf olanlar bertaraf oldu diye anlatılan bir söz vardı ama kimse taraf olmayanların bertaraf olacağı günlere gelinebileceğinden bahsetmiyordu. Oysa taraf olmakla taraf olmamak arasında gidip gelen insanların her dönemde bozuk para gibi harcanacağı, taraftarlıklarından belli oluyordu. Medeni insan, her zaman bir taraftadır o hakkın adaletin doğrunun yanındadır. Doğruyu doğru olarak seçebilmek, sizin doğrunun yanında olmanızı gerektirir. Omurga taşıyan insan bir duruşa göre yaşar. Duruşu olan insanlar bulundukları her ortamda herhangi bir ideolojinin, grubun, liderin, partinin ya da gücü kontrolünde bulunduran otoritenin tarafında değildir. Onlar hep aydınlık tarafta bulunurlar ve insanları gölgelerinde bırakmak istemezler. Eğer insanlık bir gölgede kalacaksa o gölgenin de ancak doğruluk ve hakikatin gölgesi olmasını isterler. İnsanın olduğu yerde doğrunun ve hakikatin gölgesi nasıl olacak, mutlaka herkes kendi menfaatlerine göre belirleyici ve biçimlendirici olacak diyenlerin olacağını biliyorum. Ancak doğruluk yaşanmayacak ve yeryüzünde bir gelenek olarak devam etmeyecekse, yaratıcı neden doğruluk hakikat diye bir yaşamı var kıldı. Yaşanmayacak bir oluşumu insanlığın hayatının ortasına bomba gibi bırakarak insanlara zulmetmiş olmaz mı?(!) Böyle düşünen bir anlayışa verilecek en güzel karşılık bu olsa gerek…
Descartes’in deyimiyle, “Tanrı kavramı onun var olduğunun
kanıtıdır. “olmayan bir şeyin bir kavramla anlatılması da mümkün değildir.
Varlık evreninde ontolojik olarak Yaratıcı vardır ve o fani olan varlıkların
içinde oluşan sonsuzluk düşüncesinin ta kendisidir. Çünkü sonlu bir varlığın
sonsuzluğu arzulaması, ancak o sonsuzluğu onun ruhuna sonsuz bir varlığın
koymasıyla mümkündür. Dolayısıyla sonsuz varlık mutlak hakikatlerin, doğruluğun
iyiliğin, güzelin kendisidir diyen Platon’da bu evrende bir hakikat yaşamın
olmasının mümkün olduğunu anlatmaktadır. Bunları örneklendirmemin sebebi,
olmayan bir şeyin varlığını konuşmakta abesle iştigal olacağı için, hakikate
uygun bir yaşam bu evrenin varlığının bünyesinde Tevhidi gerçekleştirmesinin
yegâne nedenidir.
İnsanlık yaşamı, olumsuzlukları referans göstererek, onlardan
daha ilerde olduğunu söyleyerek oluşturulacak bir hayat asla olamaz.
İyiliklerin havarisi ve güzelliklerin yeryüzüne taşıyanı olup, adalet sancağını
zulmün ortasına dikebilmenin yolu, olumsuzlukların hayatın hiçbir noktasında
referans alınmamasından geçer. Bir yolun kendisi doğru ve istikamet üzere olduğu
zaman yol üzerinde olumsuzluklar olsa da o olumsuzluklar yolun hakikat olmasını
olumsuz etkilemez. Ancak yolun kendisi hakikatten uzak ve zulme dayanan bir yol
ise yol üzerinde bazı olumlu sonuçların olması o yolun kendisini istikamet yolu
asla yapmayacaktır. Bu durum Pis fosseptik kuyundan gelen kokuları gidermek
için, rögardan akan atıklara temiz çeşme sularını akıtarak onları
temizleyeceğini söyleyenin zamanı ve elindeki imkânları boşa harcamasından hiç
farklı olmayacaktır.
Hakikat denklemi kurulmadan bu yaşamdaki varlık evreninde
sorunların çözümü kolay olmayacak ve istenilen sonuca varılmayacaktır. Hangi
inanç ve ideolojide olursa olsun yeryüzü yaşamını mutlu etmeyi düşünmeden
insanların yaratıcıya gittiği zaman verilecek hesaplar üzerinden insanlara bir
yaşam sunmayı düşünenler, asla doğruluk haritasının içinden bir koordinat
seçemeyeceklerdir, dolayısıyla bulundukları yer onların hakikatle
yüzleşmelerini engelleyecektir.
İnsanların dünyalarını imar edemeyen hiçbir düşünce ve inanç
onların ahiretini kurtarmayı vaat etmesin, yalan söylemiş olur. Dünyada
mutsuzluk, ıstırap, kahrolmuşluk, zulüm, cinayet, adaletsizlik, liyakatsizlik
vicdansızlık egemen olan bir yaşamdan, geleceği aydınlatmasını beklemek sadece
insanın kendi aklıyla alay etmesidir. Bundan dolayıdır ki, Ortaçağ Avrupa’sında
skolastik anlayışa sahip olan batı insanları kilisenin girdabında boğarak,
onlara cennet vaat etmeye devam etmiştir. Yani dünyalarını karanlığa gömenler,
insanların sonrasını asla aydınlatamazlar. Allah Resulünün geldiği döneme
bakarsanız, Mekke’de tefeciliğin egemen olduğu bir ortamda, insanları onların
pençesinden kurtarmaya çalıştı, diri diri toprağa gömülen kızları hayata
kavuşturdu, gasp ve haramiliği ortadan kaldırmak için mücadele etti, hatta buna
en iyi örneklerden biri o gün Güç ve iktidar sahibi Ebu Cehilden bir yabancının
malını alıp teslim etmesi de var… Hayvan muamelesi gören insanların boyunlarına
yular takılarak Pazar Pazar satışlarını yok etti ve o zalimleri Hakka boyun
eğdirdi. Mekke’den Medine’ye Hicret sonrası Medine’de Ensar ve muhacir
kardeşliğini oluşturdu paylaşımcılığı ortaya çıkardı… Bunların birçok
örneklerini verebiliriz, tüm bunlar insanlara ahiret vaat ederek değil,
dünyalık zulümlerden insanlık kurtarıldığı zaman ahireti konuşma hakkının
olacağını bilen bir elçinin uygulamalarıydı.
Allah’ın Resulünden sonraki ilk 50 yıl sonrasında oluşan
anlayış, insanların dünyalıklarını cehenneme çevirerek onları ahirette güzel
bir hayatın beklediğini söyleyerek oyun kuran zalimlerin elinde insanlık
paçavraya döndü. Sonradan gelenler de, dünyalıklarına hizmet ettiği için, bu
anlayışı sihirli bir buluş gibi gelenek haline getirdi ve İslam toplumu denen
ortamların tüm yöneticileri tarafından bayraklaştırıldı. Geldiğimiz noktada ise
tamamıyla dünyası harap olmuş, yaşamları zindandan, dışarıdaki aydınlığa hasret
kalmış mahkûmların hayatına döndü. Yani üstü açık mahkûmlar olarak yaşar hale
geldiler. Burada insanlığa anlatacağınız manevi değerler anlatılmadan iflas
etmiştir, ne kadar şişirirseniz şiriniz patlamış balonun şişme umudu nasıl ki yoksa
böylesi yaşamlarda sizin anlatacağınız manevi değerlerin cazibesi de
olmayacaktır. Batı ile kıyasladığımız zaman, batı bu karanlık dehlizi
aydınlanma ile deldi biz ise onların aydınlandığı dönemlerden başlayarak, hala
çıkma ihtimali olmayan karanlık tünellerde, insanları aydınlığa çıkarmanın
hayalleri ile insanlığın umudunu tükettik. Umudu tükenmiş insanlarda, sizin savurgan
hayalleriniz bir göverme gerçekleştirir mi dersiniz(!)…
Dünyayı imar etmek ve dünyayı aydınlatmak için yaşadığınız
ortamdan başlayarak insanların düşünmesinin önündeki tüm engelleri imkânlar
ölçüsünde ortadan kaldırmanız gerekir, düşünmenin önünde dağdan yüksek ve
insanların umutlarını kıran ve güçlerinin ötesinde barikatlar varsa ve bunlar
gün geçtikçe katlanarak yükseliyorsa, düşünsel anlatımların ve manevi iklime
insanları taşıyarak onları rahatlatmanın yolları kapanmış demektir. Bizim
toplum için bir örnek verecek olursak, asgari bir yaşam standardı ile açlık
sınırında yaşayan bir insan sabahtan akşama kadar mesai yaparak haftanın 6 günü
aynı işi yaparak ailesini geçindirmek zorunda ise, bu insanın düşünebilmesinin
önündeki tüm kapılar kapanmıştır. Olağanüstü bir sürprizle karşılaşması hariç…
Dolayısıyla, taraftarlık veya taraf dışı olarak sorunları
görmek istememek, insanlığa hizmet etmek anlamına gelmiyor. Adalet ile
adaletsiz sorunları çözmek, insan olmanın gereğidir. Adaletin olduğu
toplumlarda az da olsa insanlık yararına bilimsel, felsefi, kültürel ve
sanatsal etkinliklerin ortaya çıktığına şahit olursunuz ancak adaletin yerlerde
süründüğü ortamlarda ancak insanlığın yerde süründüğüne şahit olursunuz. Doğu
toplumlarının Batının geldiği noktanın ötesine geçebilmesinin tek yolu,
yeryüzünde her canlının yaşama hakkının olduğu en yüksek düzeyde
dillendirilecek ve yeryüzü imkânlarının tüm insanlık için paylaşımının önü
açılacak, her varlığın yaşam kalitesi yükselecek, yaşam kalitesi yükselen
insanlara ahiretin önemini anlatın, o zaman sözlerin bir anlamı olacak yoksa
size tekrar iadesi gerekecek…
Ben bir insan olarak ve ayrıca sorumlu duyarlı bir Müslüman
olarak Hakikate şahitlik etmeyenlerin hangi tarafta olurlarsa olsunlar gazabın
kapsam alanından çıkamayacaklarını düşünüyorum… Neden 17 bin Tanzanyalının bir
yılda tükettiğini bir Amerikalı bir günde tüketsin, bunu sorumlu duyarlı
hakikate şahitlik edecek yeryüzünde adaletin sancağını taşıyan insanlar
yaşamlarıyla ortaya koymazlar ve karşı oldukları anlayışlardan daha debdebeli
hayat yaşayarak hangi kurtuluşa insanlığı götüreceklerdir. Bugün dünyanın ilk
100 zengininin yarıdan fazlası, İslam ülkesi dediğimiz toprakların yöneticileri
ise, hangi kurtuluşu anlatacaksınız insanlara…
Acaba neden Göçmenler hep Batıya gider, hiç doğuya gelen bir
göçmen görmedim ama sömürmek amaçlı ve turist olarak gelenler çok… Almanya’nın
gayrisafi Milli hasılası 57 İslam Ülkesi dediğimiz ülkelerin milli gelirinden
fazlaysa o zaman insanların nereye neden göçmen olarak gittiğini sorgulamaya
gerek yok sanırım… Bu ülkeler içinde yine ele ayağa dokunan kaşığa gelen biri
varsa o da Türkiye, tüm olumsuzluklara rağmen yeryüzü mazlumlarına kol kanat
açarak onların yardımına ulaşmayı ihmal etmiyor… Bu istek ve sorumluluk kendi
halkı ile barışık yaşam ortamı oluşturmasına engel değildir. Kendi vatandaşının
ihtiyaçlarını giderip onlara insanca
yaşayacağı ortamı oluşturamıyorsa dünyanın en ücra uçlarına kadar gitse de
onlar her zaman gölgede kalmaya mahkûmdur. Yani diyeceğim o ki, Toplumsal
dayanışma kardeşlik toplumsal adalet olmayan bir ortamın tüm ampulleri patlamış
demektir. Karanlıkta bir tünelden çıkarken acaba daha kaç tünel kaldı diye
karanlık tünellerin hesabını yaparak yaşamak istemiyorsak kendimize gelmek
zorundayız.
Toplum olarak taraftarlık uyaranlarıyla harekete geçmeyi
bırakalım ve hakikatin tarafı olarak yaşamaya yemin edelim ki, yarınlarımız
karanlıklardan kurtulmuş olsun… Bu güne kadar ki yaşamlarımız bir karanlıktan
bir başka karanlığa geçerek geldi, bunun temel dinamiği adaletin dışında ne
varsa hepsini yaşam alanımıza çekmemiz ve adaleti hayattan uzaklaştırmamız oldu…
Onun içindir ki batı dünyasına özenmeyi bırakıp kendi bünyemizdeki omurgayı
diriltelim bu omurga sadece ve sadece adalettir diğerleri bunun üzerine oturur…
Adaleti inşa edersek o zaman dünyaya yön veren olabiliriz ve diğer tüm imkânlar
bizim şemsiyemiz altında toplanır. Adalet yoksa yeryüzünün imkânsızlıklarına da
sahip olsanız, yaşam alanlarınız bir cazibe alanı olamaz. Onun içindir ki
adaletin ayağa kalkması ve doğrulması yeryüzünün batışını az da olsa
geciktirecektir. Bunun dışında kalan tüm yaşamlar dine dayansa ve bu dinin de
ilahi olduğunu söylese de yok olmaya mahkumdur.”…Zalimler yakında nasıl bir
devrilişle devrileceklerini bileceklerdir….”Şuara:227
Tüm bu açıklamaların üzerine daha
fazla söz söylemek istemiyorum sözlerin en güzelini Allah söyler…”Onlar sözü
dinler ve onun en güzeline uyarlar ”Rabbim bizleri sözlerin en güzeline uyan ve
yeryüzünde adalete şahitlik eden kullarından eylesin… Selam saygı muhabbet ve
dualarımla…
Bahadır Hataylı/23.01.2022/14.00
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder