Bu Blogda Ara

24 Mayıs 2025 Cumartesi

Allah’a Ait Mirasın Önünde Bencilliğin Utancı



Kapitalist Çağda Müslümanların İnfakla İmtihanı

Kur’an-ı Kerim’de Hadîd Suresi 10. ayet, şu açık ve sarsıcı ifadeyle bizleri derin bir sorguya davet eder:

"Göklerin ve yerin mirası Allah’a ait olmasına rağmen, ne oluyor size ki infak etmiyorsunuz? İçinizden, fetihten önce infakta bulunup savaşan (kimse, böyle olmayanla) bir olmaz. Bunlar Allah katında, fetihten sonra infak edip savaşanlardan daha büyük bir dereceye sahiptir. (Bununla beraber) Allah, hepsine güzellik vadetmiştir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."

Bu ayet, infakın sadece maddi değil aynı zamanda ahlaki, vicdani ve imani bir sorumluluk olduğunu açıkça ortaya koyar. Ne var ki, günümüzde özellikle kendini Müslüman olarak tanımlayan toplumlar arasında, bu ilahi çağrının ruhuyla yaşamak bir yana, tam zıddı bir yaşam biçimi neredeyse makbul ve doğal hale gelmiştir.

Kapitalizmin Kutsadığı Eşya Tanrısı

İçinde yaşadığımız dünya, her şeyi meta haline getiren, değeri yalnızca piyasadaki fiyatıyla ölçen bir sistemin, yani kapitalizmin kuşatması altındadır. Bu sistemde başarı, yığmakla; değer, sahip olmakla; mutluluk, tükettikçe gelir. Ne yazık ki bu anlayış, İslam dünyasına da sirayet etmiş ve ayette sözü edilen infak ruhunu âdeta boğmuştur.

İnfak, Allah için vermek; malı, zaman ve emeği hak yolunda harcamaktır. Oysa bugün, Müslüman bireyler servetlerini artırma, mülk edinme ve zenginliği koruma yarışına girmiştir. Zekât bile, yılda bir kez verilen asgari bir yükümlülük olarak küçümsenmekte; sadaka, gösterişin aracı haline gelmektedir. Birçok zengin, lüks arabalarına bine bine camiye gelirken, caminin kapısında açlıktan yüzü sapsarı olmuş bir çocuk görse, belki ona acır ama cebindeki servetin binde birini vermeyi düşünmez.

Açlıkla Sınanan Kardeşler, İsyanla Boğuşan Kalpler

Bugün Gazze'de, Yemen'de, Somali'de, Afganistan'da, Sudan'da binlerce çocuk açlıktan, susuzluktan ölüyor. Peki bu çocuklara yardım elini kim uzatıyor? Müslüman ülkelerde milyar dolarlık savunma bütçeleri, lüks oteller, saraylar, futbol kulüplerine aktarılan paralar varken; neden bu kardeşlerimize adil bir infak ulaşmıyor? Cevap acı ama net: Kalplerimiz taşlaştı. Merhametimiz çıkarımıza bağlandı. Allah’ın verdiği malı, sanki kendi kudretimizle kazanmışız gibi sahiplendik.

Bu durum, Hadîd 10’un ruhuna doğrudan aykırıdır. Ayet, mülkün Allah’a ait olduğunu, bizimse sadece onun geçici emanetçileri olduğumuzu açıkça bildiriyor. O halde, kendini mülkün sahibi sanan kişi, aslında Allah’a karşı hırsızlık yapıyor demektir. Bu, sadece maddi bir suç değil; aynı zamanda imani bir ihanettir.

Fetihten Önce ve Sonra Müminin Sınavı

Ayetin dikkat çekici yönlerinden biri de, fetihten önce infakta bulunan ve mücadele eden müminlerin üstünlüğüne vurgu yapmasıdır. Çünkü gerçek imtihan, ortalık karanlıkken Allah’a güvenerek adım atmaktır. Zaferden sonra infakta bulunmak, herkesin alkışladığı bir ortamda iyilik yapmaktır ki, bunun değeri kuşkusuz fetihten öncekiyle bir tutulamaz.

Bu bağlamda, günümüz dünyasında fetihten önce infakta bulunmanın karşılığı, kriz zamanlarında, açlığın, zulmün kol gezdiği anlarda malı, zamanı ve enerjiyi Allah için harcamaktır. Bugün dünyada açlıktan kırılanların olduğu bir vakitte, alışveriş merkezlerinde binlerce liralık harcamalar yapan, evinde 3 klima, 4 televizyon, 2 araba olan Müslümanlar, acaba Allah katında fetihten önce infakta bulunanlardan mı sayılır, yoksa lüks ve rehavetle imtihanı kaybedenlerden mi?

Müslümanın Kapitalistleşmesi Ayetle Zıt Bir Hayat

Kapitalist sistemin en büyük etkisi, Müslümanların, hayatı kazanma-yığma döngüsüne sıkıştırmasıdır. Yani öyle bir anlayış oluşmuştur ki, insanlar zengin olmayı “Allah’ın lütfu” olarak görüp yoksulluğu “kendi suçu” gibi yorumlamaya başlamışlardır. Oysa İslam’a göre asıl lütuf, verilen nimeti paylaşma ahlakıdır.

Zenginliğin sınanması, infakla olur. Hz. Osman, Tebük Seferi’nde tüm servetini ortaya koyduğunda, Allah Resulü onu “cennetle” müjdelemişti. Bugün o servetin yüz katına sahip olanlar, bırakın servetini vermeyi, bir lokma paylaşmayı bile zül kabul eder hâle geldiler. Sosyal medya hesaplarında “yardım ettikleri” kişilerin görüntülerini paylaşarak, sadakalarını bile gösteriye çevirdiler.

Modern Müslümanın Bahaneleri

Bugün Müslümanların infak etmemesi için sayısız bahaneleri var:

  • “Kime yardım edeceğimiz belli değil, dolandırıcı çok.”

  • “Önce kendi ailemi geçindirmem lazım.”

  • “Zaten devlet yardımlar yapıyor.”

  • “Ben de zor geçiniyorum.”

Ancak bu bahaneler, ayetin önüne konduğunda buhar olur gider. Çünkü Allah sorar: “Göklerin ve yerin mirası bana aitken, siz neden infak etmiyorsunuz?”

Bu sorunun cevabı yoktur. Çünkü infak etmek bir seçenek değil; iman edenler için bir zorunluluktur. İmanı olanın, imkanı da vardır. Azdan verir, çoktan verir ama mutlaka verir.

Ne Yapmalı?

  1. İlk Adım: Gönül Temizliği – Malın gerçek sahibinin Allah olduğunu kabul ederek işe başlamalıyız. Her şeyin bir gün bizden alınacağını, bize sadece bir süreliğine verildiğini içselleştirmeliyiz.

  2. Düzenli İnfak Alışkanlığı – Maaş gelirinin veya kazancının belli bir kısmını düzenli olarak paylaşmak gerekir. Bu, yalnızca zekâtla sınırlı olmamalı; sadaka, vakıf, burs, yardım gibi alanlara da yönelmelidir.

  3. Gizli ve Sessiz Yardım – Yardım ettikçe reklamını yapmamalı. “Sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek” anlayışı içselleştirilmelidir.

  4. İsrafa Son Vermek – Lüks harcamalardan kaçınıp ihtiyaç fazlasını infaka yönlendirmek, gerçek bir dönüşüm sağlar. Bu, hem bireyi hem toplumu arındırır.

  5. Mazlumların Yanında Olmak – Gazze, Yemen, Afrika gibi yerlerde yardım bekleyen kardeşlerimiz için hem dua hem maddi destek esirgenmemelidir. Onlara yardım etmek, sadece insani değil; imani bir görevdir.

Hadîd Suresi 10. ayet, yalnızca bir nasihat değil; bir uyarıdır. Bugün lüks içinde yaşayan, mal yığan, infakı unutan Müslümanlar; yarın bu ayetin hesabıyla karşılaşacaklardır. O gün "ben bilmiyordum" demek kurtarmaz.

Unutmayalım:

“Kim Allah’a güzel bir borç verirse, Allah onu kat kat artırır.” (Bakara /245)

Bugün ihtiyacımız olan şey, kapitalizmin öğrettiği bencillikten sıyrılıp Kur’an’ın çağrısıyla kardeşliği yeniden inşa etmektir. İnfak etmeyen bir toplum, sonunda yığdığı malın altında kalır ve yok olur. Bu, sadece ekonomik bir çöküş değil; ahlaki ve imani bir iflastır.

O yüzden soralım:

Ne oluyor bize ki infak etmiyoruz?

Erol Kekeç/23.05.2025/Sancaktepe/İST

23 Mayıs 2025 Cuma

Kukla Yöneticiler ve Sessiz İşgallerin Hikâyesi



İçten Pazarlıklı Yöneticiler ve Halkın İflası

(Görünenin Ötesinde Bir Yönetim Gerçeği)

Modern ticaretin ve siyasetin iç içe geçtiği coğrafyalarda, yöneticilik artık yalnızca bir şirketi büyütmek veya bir halkı kalkındırmak anlamına gelmiyor. Yönetici pozisyonuna getirilen birçok kişi, aslında bir şirketin ya da kurumun değil, o bölge ticaretine yön veren derin ekonomik güçlerin taşeronudur. Görevi sadece organizasyonel verimlilik sağlamak değil; aynı zamanda bu ekonomik ağın, gölgede kalan mimarlarının stratejilerine sadakatle hizmet etmektir.

Bu yazıda, yöneticilik adı altında sistemli bir tasfiye ve yönlendirme süreci nasıl işletiliyor, bu sürecin arkasındaki niyetler nelerdir, buna neden olan yapılar nasıl çalışıyor ve sonuçta toplumlar nasıl kandırılıyor; tüm bu sorulara ikna edici, sorgulayıcı ve akılcı cevaplar sunacağız.

1. Yönetici mi, Taşeron mu? Görev Tanımının Ötesi

Bir şirkete, kuruma ya da kamu birimine atanan yönetici, görünüşte bağımsızdır. Fakat çoğu zaman bu bağımsızlık bir illüzyondan ibarettir. Özellikle "bölgesel ticaret"i belirleyen bir merkezin, çıkarlarını gözeterek yaptığı bir atama söz konusuysa, yöneticinin kaderi çoktan belirlenmiştir.

Bu tür yöneticilerden beklenen:

  • Rakip firmaların zayıflatılması,

  • Kendi destekledikleri firmaların güçlendirilmesi,

  • Kamuoyunda başka bir izlenim yaratılması,

  • Ve gerekirse “sistemle kavga ediyor” imajı verilmesidir.

Yani yöneticilik, sadece bir idari sorumluluk değil, aynı zamanda ekonomik manipülasyonun parçası haline getirilmiştir. İçten içe başka planların yürütücüsüdür.

2. "Ben Bildiğimi Okurum" Yanılgısı-Sözde Bağımsızlık

Birçok yönetici, ilk başta bu sistemin farkında olmayabilir ya da "Onların isteklerine tamam derim ama sonra kendi bildiğimi yaparım" gibi bir yanılgıya kapılır. Oysa sistem buna izin vermez.

Çünkü yöneticinin her icraatı, yukarıdan gelen “ticari menfaat” süzgecinden geçirilir. Her karar, bir başka taşın hareketini etkiler. Ve çoğu zaman “kendi bildiğini okuduğunu sanan” yönetici, yaptığı her şeyin aslında gölgelerde planlanmış senaryonun bir parçası olduğunu fark ettiğinde, iş işten geçmiş olur.

Yani aslında okuduğu kendi kitabı değil, eline tutuşturulan ezber metindir.

3. Rakip Firmalar-Sistem Dışı Olanların Tasfiyesi

Bu tür sistemde rakip firmalar, oyunun kurallarını bilmiyorsa kısa sürede tasfiye edilir. Çünkü yeni yönetici, görünürde tarafsız davranır ama icraatları hep belirli firmalara yarar sağlar. Rekabet gibi görünen süreç, aslında sistemin lehine kurgulanmış bir tasfiye planıdır.

Sistem şu şekilde işler:

  • Rekabet serbesttir ama rekabetin yönü belirlenmiştir.

  • Tedarik zinciri görünürde açıktır ama bazı firmalar hep önceliklidir.

  • Kredi ve destekler herkese sunulmuştur ama ulaşılabilirliği ayrılmıştır.

  • Medyada herkes konuşur ama algı bir merkezin elindedir.

İşte bu yapı, adeta görünmez bir ticaret diktatörlüğüdür.

4. Psikolojik Tuzak- “İki Arada Bir Derede Kaldım” Hissi

Bu sistemin içinde görev yapan bir yönetici, kısa sürede bir ikilem yaşamaya başlar. Çünkü rakip firmaların eleştirisi büyürken, yukarıdan gelen baskı da artar. Yönetici, bir yandan "kendi bildiğini yapıyor" gibi görünmek ister ama diğer yandan sistemin devamı için “uyumlu” olmak zorundadır.

Bu noktada sistem yöneticiyi yalnız bırakmaz. Hemen bir "yeni senaryo" devreye sokar:

  • "Bize istediğini söyleyebilirsin, istersen küfret bile…"

  • "Yeter ki bizim ticaretimize zarar verme."

  • "Sana güveniyoruz, sen bizim için bir önemlisin."

Yani yöneticiye "rol yapma hakkı" tanınır. Ama bu rol, sadece ticari çıkarların korunması için izin verilen bir maskedir. Bu, aynı zamanda halkın gözünde bir "bağımsız yönetici" imajı oluşturmanın yöntemidir.

5. Bayilere Mesaj: Sistemden Korkanlar İçin Yeni Umut

Birçok yönetici, pozisyonunu koruyabilmek için alt kademe iş ortaklarını da sistemin parçası haline getirmek zorunda kalır. "Bunlar zaten batacak, benimle yürürseniz sizi kurtarırım" diyerek sadakat sağlar.

Bu tavır, aslında şu mesajı içerir:

  • "Sistem çökecek, ama çöküşten önce en iyi pozisyonu alan kurtulur."

  • "Ben sistemin yöneticisiyim ama aynı zamanda sigortanızım."

  • "Ben gittiğimde sizi kimse tanımaz ama ben varsam sizi yeni düzene taşırım."

Bu tür yöneticiler, sistemin çöküşünün yükünü de alt kademelere taşıyarak kendilerini sağlamlaştırır. Aslında kendi kurtuluşlarını, başkalarının korkusuna bağlamışlardır.

6. Tablonun Coğrafyadaki Yansıması: Halkın Sessiz İflası

Bu süreç sadece bir şirket meselesi değildir. Aslında bu, coğrafyamızda yaşanan siyasi ve ekonomik yönetim anlayışının bir izdüşümüdür.

Yani:

  • Görünen liderler aslında atanmış kuklalardır.

  • Yapılan tüm politikalar, bölgesel veya küresel güçlerin çıkarına hizmet eder.

  • Halk, bu yönetimlerin ‘yerli ve milli’ olduğuna inanır ama onlar sadece sistemin onayladığı oyunculardır.

Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz yönetici gibi…

Onun yaptığı her şey sistemin işine yaramaktadır. Halk ise bu yöneticiyi bazen kahraman, bazen muhalif, bazen kurtarıcı zanneder. Oysa aslında o, halkı kandırmakla görevli bir ikna memurudur.

7. Gerçekle Yüzleşmek: Kurtuluş Nedir?

Bu yazının sonunda sorulması gereken en önemli soru şudur:

“Bu yöneticilerden, bu sistemden kurtulmanın yolu nedir?”

Cevap şudur:

  • Gerçek liderleri atanmışlar değil, seçilmişler belirler.

  • Ticari politikalar, halk yararına değil rant ağına hizmet ettiğinde sorgulanmalıdır.

  • “Bize hizmet ediyor” gibi görünen yöneticiler, aslında hangi çıkar ağlarına hizmet ediyor, bu sorulmalıdır.

  • Ve en önemlisi: Maskelere değil, maskenin altındaki gerçek yüzlere bakılmalıdır.

Kör Kuyuda Kandırılmış Bir Hayat

Yukarıda anlattığımız yöneticilik modeli, sadece ticari firmaları değil, ülkeleri, halkları, kurumları, eğitim sistemlerini, belediyeleri, medyayı ve hatta dini yapıları bile yönetmektedir.

Bugün yaşadığımız “modern sistem” aslında, küresel çıkar merkezlerinin yerli taşeronlar eliyle halkları sömürdüğü kurgulanmış bir sahnedir.

Bu sahnede yönetici, oyuncudur.

Halk, seyircidir.

Ve büyük illüzyon budur: Halk, kendi geleceğini izlediğini sanırken aslında başkalarının senaryosunda figüran olmayı seçmektedir.

Bahadır Hataylı/23.05.2025/Sancaktepe/İST

Dünyanın Taşıdığı En Ağır Yük Cahil İnsan

 “Dünyanın taşıdığı en ağır yük nedir?” diye sorarlar. Diogenes, cevaplar: “Cahil bir insan.”

Cahillik, yalnızca bilgi eksikliği değildir; irade felci, vicdan çürümesi ve aklın rehberliğini terk etmektir. Diogenes’in bu cevabı, aslında bir coğrafyaya ya da döneme değil, tüm insanlığa aittir. Çünkü cahil insan yalnızca cehaletiyle yaşamaz; çevresine cehaletiyle bulaşır. Ve o bulaşma, bazen bir halkı yoksullaştırır, bazen bir ülkeyi karanlığa gömer, bazen de bir çocuğun geleceğini ellerinden alır.

I. Taşınan Değil, Taşıtan Yük

Bir adam düşünün; hiçbir şey bilmez ama her şey hakkında konuşur. Televizyonda ahkâm keser, sosyal medyada yön verir, mahallede kanaat önderidir. Sorgulamaz, araştırmaz, ama hüküm verir. Hakkı da haksızı da kendi çıkarına göre biçimlendirir.

Bu insan yalnızca cehaletiyle yaşamaz; toplumu da kendisiyle birlikte aşağı çeker. Siyasette, cahil seçmen oy verirken sadece kendi hayatını değil, milyonların kaderini de belirler. Eğitimde, cahil bir veli öğretmene baskı yapar; bilgi değil, not ister. Sağlıkta, cahil bir hasta hekimin sözünü değil, komşunun tavsiyesini dinler. Ve bu örnekler çoğaldıkça, toplumsal omurgamız eğrilir.

II. Tarihi Cahil Taşır, Bilge Sürüklenir

Tarih boyunca bilgeler geri plana itilmiş, cahiller yüceltilmiştir. Mevlana’nın “Nice cahiller gördüm, ünvanı profesör” sözü, bugünün akademi dünyasında dahi yankılanır. İbni Sina’yı tıp cahilleri zehirlemiş, Galileo'yu cehaletin kilisesi susturmuş, Sokrates’i de cehalet yargılamıştır.

Bugün de aynı değil mi?

Bir ülkenin en liyakatli doktoru göç yollarına düşerken, torpilli cahiller yönetim koltuklarını işgal ediyor. Bilge insanlar sustukça, cahil konuşkanlık ödül alıyor. Çünkü bilginin dili ağırdır; cehaletin dili ise popüler.

III. Modern Cehalet Okumuş Cahil

Bugünün en tehlikeli figürü, okumuş cahildir. Diploması vardır, ama ahlakı yoktur. Bilgiyi araç olarak kullanır, değer olarak değil. Bir profesör, bilimi baskıya hizmet ettirmekten çekinmez. Bir gazeteci, kalemini yalanla beslemekten hicap duymaz. Bir bürokrat, kuralları eğip bükerek sadece kendi çevresini besler.

Okumuş cahil, sadece bilgisiz değildir; bilgiyi kötüye kullanan kurnazdır. Onun cehaleti, karanlıkla bilinçli bir iş birliğidir. Ve bu cehalet, sıradan halkın cehaletinden daha yıkıcıdır. Çünkü halkın cehaleti kurtulabilir; okumuş cahilin cehaleti organize ve sinsidir.

IV. Bir Şehir Düşünün, Cahil Yönetiyor

Bir şehir hayal edin… Belediye başkanı cahil. Kültür müdürü kitap kapağı açmamış. Müdürlükler akrabalara zimmetlenmiş. İhaleler, bilgiye değil sadakate göre dağıtılıyor. Park yerine AVM, okul yerine plaza, kitap fuarı yerine tarikat standı kuruluyor.

Sonra halk şikâyet ediyor:

  • “Yollar bozuk!”

  • “Su akmıyor!”

  • “Çocuklarımız madde bağımlısı oldu!”

Ama o halk, sandıkta yine cahile oy veriyor. Çünkü onu "bizdendir" diye görüyor. Çünkü bilgeliği "elitist", cehaleti "samimi" sanıyor.

İşte cehalet yalnızca bir bireyin değil, bir toplumun kaderini belirler. Ve bu kader, taşınacak değil, değiştirilmesi gereken bir yüktür.

V. Vicdansız Cahil En Ağır Yük

Cahilliğin en tehlikeli hali, vicdansız olanıdır. Ne zaman bir kadın şiddete uğrasa, “Hak etmiştir” diyen… Ne zaman bir çocuk yoksulluktan ölse, “Takdiri ilahidir” diyerek sıyrılan… Ne zaman bir gazeteci tutuklansa, “Devlete karşı gelmiş” diyen cahiller…

Onlar sadece bilmiyor değil; bilmek de istemiyor. Ve her toplumu çökerten işte bu "kutsanmış cehalettir.

VI. Bir Öğrenci, Bir Sandık, Bir Adam

Cahilin yükü bazen bir öğretmenin omzundadır; ders anlatamaz çünkü velisi “Bu konu günah” der.
Bazen bir hâkimin vicdanındadır; karar veremez çünkü başındaki "üst akıl" korkusuyla elini bağlar.
Bazen bir seçim sandığındadır; içinden çıkan oylar bir ülkenin geleceğini belirler.

Ve bazen… bir adam, tıpkı Diogenes’in sırtında çizilen resim gibi, hayatı boyunca bir cahili taşır. Onun yanlış kararlarının, önyargılarının, iftiralarının, inançsız dogmalarının yükünü taşır.

VII. Çözüm Ne?

Çözüm, bilgiyi kutsallaştırmak değil; onu yaşatmaktır.
Çözüm, diplomayı değil, irfanı önemsemektir.
Çözüm, cehalete karşı savaşı bir eğitim politikası olarak değil, bir ahlak borcu olarak görmektir.

Her birey, önce kendindeki cehaleti tespit etmeli.
Her toplum, cehaleti ödüllendirmekten vazgeçmeli.
Her iktidar, cahil kalabalıkları manipüle etmek yerine, aydın bir toplumun önünü açmalı.

Dünyanın taşıdığı en ağır yük gerçekten de cahil bir insandır. Çünkü onun sırtında taşınmazsın; onunla birlikte yere çakılırsın. Ve o düştüğünde senin de kanatlarını keser.

O yüzden bu yükü hafifletmenin yolu, bilgiyi paylaşmak, vicdanı çoğaltmak ve cehaleti kutsayan düzeni ters yüz etmektir.

Unutma:

Cehaletin yaktığı bir dünya, sadece karanlık olmaz.
O dünya, aynı zamanda ağırdır. Ve biz, onu sırtımızda taşımaya mecbur değiliz.

Erol Kekeç/22.05.2025/Sancaktepe/İST 

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!