Toplumların ayakta kalması, bireylerin adalet duygusuyla bağlantı kurmasına bağlıdır. Adaletin en can alıcı noktalarından biri ise vergi sistemidir. Vergi, halktan toplandığında ya adaletin terazisi olur ya da zulmün kılıcına dönüşür. Bu durum, yalnızca ekonomik bir gerçeği değil, aynı zamanda toplumsal vicdanın sesi de olur:
"Vergi servetten alınır. Fakir fukaranın ekmeğinden değil. Azdan az, çoktan çok alınır. Çoktan az, azdan çok almak zulümdür."
Vergi Sistemi Kimden, Ne Kadar?
Vergi, sosyal devletin temel direğidir. Yol, hastane, eğitim gibi kamu hizmetlerinin finansmanı için kullanılması gereken bu kaynak, kimden alındığı ve ne şekilde alındığına bağlı olarak ya toplumun refahına hizmet eder ya da yoksulluğu derinleştirir.
Gelişmiş ülkelerde vergi, gelir düzeyine göre kademelendirilmiştir: Zengin daha çok, fakir daha az öder. Oysa geri kalmış ya da kötü yönetilen toplumlarda bu sistem tersine işler. Fakir, tükettiği her şeyde orantısız vergi öderken, zengin servetinden çok az şey kaybeder. Bu da derin bir toplumsal adaletsizliğe yol açar.
Yaşama Tutunmaya Çalışanlar Sessiz Mağdurlar
Garibanlar, asgari ücretle çalışan, emekli maaşıyla ay sonunu getirmeye çalışan, pazarda limon satarak hayatını döndürmeye uğraşan insanların hikâyesiyle doludur bu memleket. Bu insanlar sabahın köründe işe gider, gece yorgun döner; çoğu zaman vergi kaçıramaz, çünkü maaşından otomatik kesilir. Markete gittiğinde aldığı ekmekten, deterjandan, elektrikten, su faturasından KDV öder. Geliri düşüktür ama harcadığı her kuruşta vergi vardır.
Mesela bir kasiyer düşünelim. Asgari ücretle çalışıyor. Aldığı maaşın içinde gelir vergisi zaten otomatik kesilmiş. Kirada oturuyor, pazardan domates alıyor, çocuğuna bir ayakkabı almak istiyor. Bütün bunlarda dolaylı vergiler gizli gizli cebinden alınıyor. Şu soruyu kendimize sormalıyız: Fakirin bu ülkede yaşama hakkı sadece tüketici olarak mı var?
Mütref Sınıf Servetinden Servet Kazananlar
Bir de öbür uç var: Lüks yatlarda yaz tatili yapanlar, vergi cennetlerinde hesapları olanlar, şatafatlı rezidanslarda yaşayanlar... Bu insanlar gelirlerini ya gayrimenkulden ya borsadan ya da banka faiziyle kazanırlar. Çoğu zaman bu kazancın vergisi ya yoktur ya da semboliktir. En büyük servetlerin en düşük vergiyle korunduğu bu sistem, halkın vicdanında derin bir yara açar.
Örnek olarak büyük bir holding sahibini düşünelim. Yılda milyonlarca lira kâr ediyor, vergisini "istismar edilen yasal açıklardan" faydalanarak minimuma indiriyor. Öte yandan, fabrikasında çalışan işçiler maaşlarından gelir vergisini eksiksiz ödüyor. Çünkü onlar sistemin "yük" tarafında, patron ise sistemin "korunan" tarafında yer alıyor.
Fakirin Vergisi Yaşamın Her Alanında
Vergi sadece maaştan kesilmez. Elektrik faturandaki enerji fonu, özel iletişim vergisi, akaryakıttaki ötv, marketteki kdv... Bunların tamamı fakirin günlük yaşamında karşısına çıkan dolaylı vergilerdir. Fakir, nefes aldığı her an devlete vergi öder; zengin ise hukuk düzeninin arka kapılarından sessizce sıvışır.
Bu sistem, "azdan az, çoktan çok" ilkesine terstir. Adil olmayan bu düzen, toplumsal huzursuzluğun kaynağıdır.
Sosyal Devlet Olmak Sadece Anayasal Tanım Mı?
Anayasada yazar: "Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir." Ama bu sadece bir söylem olduğunda, halk bunu yaşamında hissedemez. Sosyal devlet, zengine vergi cennetleri sunan, fakiri dolaylı vergilerle ezen değil; tam tersine zenginden alıp fakirin hayatını kolaylaştıran devlettir.
Yani bir çocuğun okulda aç kalması, bir annenin evladına mont alamaması, bir babanın elektrik faturasını yatıramaması, sistemsel bir sorundur. Bu sadece bireysel bir yoksulluk değil, toplumsal adaletin eksikliğidir.
Zulme Sessiz Kalma
Çoktan az, azdan çok almak zulümdür. Ve bu zulüm, sadece ekonomiyle ilgili değil; vicdanla, adaletle, insanlıkla ilgilidir. Bir toplum, en çaresizini gözetemiyorsa; en güçlüsünü denetleyemiyorsa; o toplumun geleceği sönmeye mahkûmdur.
Bu yüzden, vergi adaleti sadece ekonomi politikalarının değil, vicdan politikalarının da konusu olmalıdır. Fakirin ekmeğinden kesmek kolaycılıktır; zor olan, güçlün karşısına dikilmek ve adaleti gözetmektir. Ve biz, adaleti gözetmediğimiz her an, yarınımızı bir parça daha kaybediyoruz.
Erol Kekeç/14.07.2025/Sancaktepe/İST