Bir içi boş büyünün peşinde harcanan coğrafyanın ağıdı
Bir zamanlar, çöl rüzgarlarının bir şehri bir başka şehre taşıdığı, gökyüzünün toprakla konuştuğu, ayın kurumuş palmiye yapraklarına şiir yazdığı bir coğrafyada, büyük bir gölge doğdu.
Gölge, bir insan suretindeydi ama daha çok bir tiyatro karakterini andırıyordu: yüksek sesle konuşur, kürsülerde kabarır, gözlerini patlatırcasına açar, eliyle göğsüne vurur, her hareketine bir anlam yüklenmesini isterdi.
Ve insanlar, yıllar boyu kandırıldıkları için artık kandırılmak ister hâle gelmişlerdi. O yüzden bu gölgeye sarıldılar. Ona ‘kahraman’ dediler. Ona ‘yiğit’ dediler. Onu ‘Doğu’nun son umudu’ ilan ettiler. Ümmetin başı, mazlumların hamisi, zalimlerin belası… Oysa bu figür, bir illüzyondu.
Bir boşluk, bir hayal… Ama gürültülüydü. Çünkü içi boş olanlar en çok sesi çıkaranlardır.
Büyünün Başlangıcı- Çöl Aynasında Sahte Işıklar
İnsanlar, çokça yanılmaktan usanmazlar. Hatta çoğu zaman, doğruyu aramak yerine, güzel yalanlara tutunmayı tercih ederler. Bu ‘kumdan kahraman’ da böyle bir ihtiyaçtan doğdu. Ortadoğu’nun perişan halkları, başlarına indirilen bombaların, açlıkla yoğrulmuş kaderlerinin ve suskun dünya karşısındaki çaresizliklerinin arasında, bir ‘surete tutunmak istediler.
Bu suret, “bizden biri” olacaktı. “Direnecek”, “yıkacak”, “kuracak”, “hesap soracak”, “dünyaya meydan okuyacaktı.
Peki, ne yaptı bu kahraman?
Kalabalıklara oynadı.
Daha çocuk yaşta taş atan Filistinli bir çocuğun ellerini öpmek yerine, o çocuğun üzerinden nutuk attı. Yemenli annenin ocaksız evinde pişmeyen çorbasına bir kaşık tuz atmak yerine, televizyonlara çıkıp “biz buradayız” dedi. Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Mısır’da gözyaşlarına boğulan çocukların bedenlerini değil, onların ölümlerini kendi karizmasına fonda müzik yaptı.
Sözde güçlüydü. Sözde yiğitti. Sözde ‘emperyalizme Karşı'ydı.
Ama pratikte?
Düğmelere bastı, timsah gözyaşı döktü, masalarda el sıkıştı.
Kumdan Taht-Mazlumların Üzerine Kurulmuş Bir Sahne
Kahramanımız (!) kendine bir taht kurdu. Ama bu taht, altınla değil; Gazze’nin çocuklarının kemikleriyle, Yemenli kız çocuklarının çığlıklarıyla, Suriye’nin harabeleriyle inşa edildi.
O bir lider gibi görünüyordu ama aslında bir figürandı. Perde arkasındaki kuklacılar, her hamlesini alkışlarla süslediler. Ne zaman ki sesi azaldı, biraz daha kan döküldü. Ne zaman ki etkisi düştü, yeni bir mazlum sahneye çıktı. Onun gözyaşıyla yeniden yüceltildi bu sahte kahraman.
Halklar öldü. O alkışlandı.
Koca bir coğrafya çöktü. O televizyonlara manşet oldu.
Çocuklar donarak öldü. O sahnede ışıltılı cümleler kurdu.
“Biz sizin sesiniziz!” dedi. Oysa onların sesi asla duyulmadı. Çünkü sesi en çok çıkan oydu. Sadece o konuştu. Sadece o parladı. Işıklar sadece onun üzerine tutuldu. Gerçek mazlumlar hep gölgede kaldı.
Siyonizm'in Gölgesinde Kükreyen Aslan-Ama Kime?
Sözde emperyalistlere karşıydı. Sözde Filistin’in dostuydu. Peki, neden her bombanın sesi duyulduğunda sadece tweet atmakla yetindi? Neden her çocuk cesedi karaya vurduğunda sadece poz verdi? Neden her diplomatik ihanette sadece nutuk çekti?
Çünkü o kahraman değil, bir gösteriydi. Sahteydi. Kurgu bir karakterdi. Arka plandaki güçlerin, Siyonist akılların, emperyalist planların işine gelen bir dekor.
Siyonizm, kahkahalarla bu tiyatroyu izliyordu. Çünkü onlar gerçek düşmanlarını bilirlerdi. Bu figür, sahte öfkesini gerçek düşmana değil, kendi halkına kusuyordu. İçeride baskı, susturma, sansür… Dışarıda tok sesli ama eylemsiz bir öfke.
Mazlumlar ağladıkça onun afişleri büyüdü. Çocuklar öldükçe onun popülerliği arttı. Anneler sustukça onun sesi daha gür çıktı.
Çünkü o gerçek değil, bir proje kahramanıydı.
Yemenli Çocuğun Gözyaşı- Büyünün Sustuğu An
Bir Yemenli çocuk düşün. Yüzünde kurumuş kan. Göğsünde kurşun izi. Elinde, kırık bir oyuncak ayı.
Bu çocuğun adı bilinmiyor. Belki Ahmed, belki Zeynep… Ama bu çocuk, ekranlarda kahraman ilan edilen figürün dünyasında hiç yer bulamadı.
Çünkü onun derdi çocuklarla değildi. Onun derdi, alkışlarla, kürsülerle, uluslararası manşetlerleydi. O, çocukların değil, kameraların gözüne bakıyordu.
Bir Yemenli anne, evladının bedenini kendi elleriyle toprağa verdiğinde göğe baktı. Gökyüzünde uçaklar değil, suskun yıldızlar vardı. Ve o an, sahte kahraman sustu. Çünkü artık kandıracak bir şey kalmamıştı.
Son Perde-Gölgenin Dağıldığı An
Tarihin tozlu sayfalarında her şey kayda geçer. Alkışlar unutulur, gözyaşları kalır.
Kumdan yapılmış kahramanlar, en ufak bir rüzgarda dağılırlar. Çünkü hakiki olmak, temel ister. Temel vicdandır. Temel cesarettir. Temel eylemdir.
Sözde kahraman, bu temellerin hiçbirine sahip değildi. O sadece bir ambalajdı. İçinde fazlasıyla boş, dışında abartılı bir süs.
Ve tarih, bu türlerini hep bilir:
Atına binip gürleyen ama cepheye hiç gitmeyenleri…
Yüksek sesle bağıran ama gerçekleri hep susturanları…
Mazluma umut vaat edip, zalime hizmet edenleri…
Ortadoğu, böyle çok ‘kahraman’ gördü. Ama hiçbiri, halkın gözyaşını silmedi. Çünkü silmek istemedi. Çünkü gözyaşı üzerinden iktidar kurmak, onların en güçlü becerisiydi.
Ve Şimdi?
Şimdi bir sessizlik var. Ama bu sessizlik, umutsuzluğun değil; uyanışın habercisi.
Çünkü insanlar artık göz alıcı sözlere değil, sessiz ama samimi ellere bakıyor.
Kumdan kahramanlar bir bir dökülürken, gerçekten yürüyen, yavaş ama dürüst adımlarla ilerleyenlerin kıymeti anlaşılıyor.
Bir çocuk, bir çiçek bırakıyor Gazze’nin harabelerine… Bir yaşlı adam, bir Yemenli yetime çorba uzatıyor… Bir genç, Suriye’deki harabelerde kitap okuyor…
Bunlar, yeni kahramanlar. İçleri dolu. Gürültüleri yok. Gösterişleri yok.
Ve tarihin gerçek tanıkları, artık bu sessiz kahramanlara kulak veriyor.
Kumdan Kahraman’ın Ardından
Gölgeler geçer. Geriye ışığın dokunduğu gerçeklik kalır.
Bir halk, kandırıldığı her anın hesabını bir gün mutlaka sorar.
Çünkü mazlumların alnındaki ter, bir gün zalimin yakasındaki saltanatı çözer.
Ve o gün geldiğinde,
Kumdan tahtlar devrilir, Yaldızlı sözler unutulur, Büyük gösterilerin ışıkları söner.
Geriye ne kalır bilir misin?
Bir annenin yorgun ama huzurlu bakışı… Bir çocuğun sıcak bir tas çorbayla gülümseyişi… Ve bir coğrafyanın yeniden doğrulma duası…
Kahramanlık, gölgede değil; ışıkta yürüyebilmektir.
Ve kumdan yapılan her şey, eninde sonunda rüzgarla dağılır.
Bahadır Hataylı/06.04.2025/Sancaktepe/İST