Beyinleri,
geçmişin pas tutmuş raylarında, tarihi kalıntıların tortusunu taşıyan bir vagon
gibi sürüklenen bir gençlik değilse aradığımız;
O hâlde
bugünden geç kalamayız.
Ayağa kalkmalı,
kendimize bir ayna tutmalı, kendimizi yoklamalı ve silkelenmeliyiz.
Çünkü gençlik;
sadece konuşularak çözülecek bir mesele değil,
hayatın tam
ortasında, inandırıcı eylemlerde, merhamette, sevgide ve kuşatıcılıkta filiz
veren bir gerçektir.
Bugün ülkemin
her köşesinde —düşünce, inanç, ideoloji fark etmeksizin—
her sivil
oluşumun bir “gençlik çalışması” vardır.
Peki, böylesine
geniş bir yankıya rağmen neden hâlâ arzulanan sonuçlara ulaşamıyoruz?
Cevabı dışarıda
değil, zihinlerimizin içinde aramalıyız.
Çünkü bazı
zihinler, tıpkı paslı bir mıknatıs gibi, hiçbir uyarıcıyı çekmez;
duymaz,
anlamaz, kıvılcımı göremez.
Önce bu
zihinlerin haritasını çıkarmalı,
bilginin,
eylemin ve düşüncenin hangi atmosferde soluk alıp verdiğini sorgulamalıyız.
Ancak o zaman
doğru bir denklem kurabiliriz.
Gençliği bir
fizikçinin laboratuvarda incelediği madde gibi ele almak,
onu anlamanın
değil, kaybetmenin ilk adımıdır.
Çünkü gençlik,
laboratuvarların soğuk tüplerinde değil,
hayatın sıcak
damarlarında dolaşan canlı bir akıştır.
Ne zaman,
nerede, ne yapacağını kestiremezsiniz;
karmaşıktır,
çünkü anlaşılmak için ön hazırlık ister.
Ama aynı
zamanda sadedir, çünkü ikna olacağı değerlere açık bir kalptir.
Direnişi azdır,
çünkü değişimi kolay kabullenir —
işte bu onun en
kıymetli yanıdır.
Hayatın
doğasına aykırı her çırpınış, çırpınanı kendi gölünde boğar.
Kimi hayvanlar,
harekete duyarlıdır —
bir kedinin
bakışını nereye çekmek istiyorsanız, orada bir hareket yeterlidir.
İnsanı da
sadece harekete duyarlı bir varlık gibi görmek,
onu basit bir
refleks canlısına indirgemektir.
Oysa biz,
“nerede tıngırtı varsa orada buluntu” mantığından kurtulmak zorundayız.
Gençliği; kendi
dünyasını keşfeden, zaaflarını bilen,
yetilerini
tanıyan, içten yanmalı bir motor gibi
kendi gemisinin
kaptanı olacak bilinçte yetiştirmeliyiz.
Ama önce bu
bilinci taşıyacak bir öncü ruh inşa etmeliyiz.
Eğitim ve
yönlendirme, herkesin işi değildir;
çünkü herkes
kendi karanlığını aydınlatmayı bile beceremezken
başkasına ışık
olamaz.
Kendi ideolojik
saplantılarını, kendi başarısızlıklarını “hayatın gerçeği” gibi sunanlar,
gençliği sadece
kendi gölgelerine zincirler.
Bu zinciri
kırmanın zamanı geldi.
Zira insan
üzerine projesi olanlar,
insanın anlama,
sevme, kavrama, kendini ifade etme ve özgürce yaşama hakkını
temel almak
zorundadır.
Çünkü birey olmadan
toplum olmaz;
ferdi inşa
etmeden cemiyeti inşa edemezsin.
Tıpkı bazı anne
babaların çocuklarını kendilerinin kopyası gibi görmek istemeleri gibi,
kurumlar da
çevrelerindeki insanlardan kendi kalıplarını taşımalarını bekler.
Ve bu yüzden “insan”,
sistemin içinde boğulur.
Oysa insanın
doğası; özgürlüğü, kendini ifade edebilmeyi ve ait hissedebileceği bir alanı
arzular.
Bu yönü
görmezden gelen ebeveynler,
çocuklarının
başarısızlığından yakınırken aslında kendi tahakkümlerini fark etmezler.
Çocuk, kendi
potansiyelini sergileyemediği yerde
kendi içinde
çatışır, sessizce uzaklaşır,
ya kendi yolunu
açar ya da başkasının gemisine atlar.
Sorun gençte
değil, geçmişin dogmalarını kutsayan zihinlerdedir.
O hâlde,
gençleri bir masal kahramanı gibi yetiştirmekten vazgeçelim.
Çünkü
masallaşan bir hayatın, gerçek dünyada bir karşılığı yoktur.
Gerçek olan,
inandırıcı olandır.
Ve
inandırıcılık, ancak bilgiyle yoğrulmuş adımlarla mümkündür.
Doğru bir yapı,
sağlam bir düşünce zemini olmadan kurulmaz.
Söylemlerimiz,
hayatta görmek istediğimiz dünyanın izdüşümüdür;
eğer söz
çelişkili, davranış güvensizse,
ekranın
arkasındaki hayat da bir yalandan ibarettir.
Bu yüzden,
“Bir başlayalım
bakalım, belki olur” türü anlayışlar
ancak
çaresizliğin ve zihinsel dağınıklığın sesidir.
Sağlam
düşünceler, net hedefler ve yönteme dayalı istikrar olmadan
yol almak,
kumdan kaleler kurmaktır.
Unutmayalım:
Kervan yolda
dizilmez; kervan yolda ancak büzülür.
Kendi kabuğuna
çekilir, korkularına esir olur,
çaresizlik
sendromlarıyla gölgelenir.
Oysa biz,
düşünceyle eylemi birleştiren gençlerle,
aynı gök
kubbenin altında
farklı
nefeslerle ama aynı yürek atışıyla buluşabiliriz.
Yeter ki,
herkes kendi
göğünde parlayan yıldızını fark etsin.
Yolunuz açık
olsun.
Dağlar yoldaşınız,
umutlarınız pusulanız olsun.
Ve unutmayın:
Gençlik, bir
yaş değil; bir uyanıştır.
09.10.2018 –
Erol Kekeç