Bu Blogda Ara

11 Mayıs 2025 Pazar

Çoban Yolunu Kaybettiğinde Sürünün Haberi Olmaz

 


Bir Toplumsal Muhasebe

"Çoban Yolunu Kaybettiğinde Sürünün Haberi Olmaz "

Tarih boyunca halkla yöneticiler, topluluklarla önderleri arasındaki ilişki çoğu zaman bu temsille anlatılmıştır. Ancak "Çoban yolunu kaybettiğinde sürünün bundan haberi olmaz" sözü, bu ilişkinin en kritik kırılma noktalarından birini gözler önüne serer. Zira bu söz, sadece bir yön kaybını değil, aynı zamanda bir yönsüzlük sürecinin nasıl sıradanlaştığını, nasıl fark edilmediğini ve hatta kimi zaman nasıl sistematikleştirildiğini anlatır. Burada bu metaforu merkeze alarak hem yöneten-yönetilen ilişkisini, hem de toplumsal farkındalık eksikliklerini  sorgulayacağız.

Çoban ve Sürü İlişkisinin Kökeni

İnsanlık tarihi boyunca toplumlar bir arada yaşamak için liderlere, yani çobanlara ihtiyaç duymuştur. Bu çobanlar; kabile reisi, hakan, padişah, cumhurbaşkanı, başbakan ya da belediye başkanı şeklinde tezahür etmiştir. Her dönemde, bu kişilere yöneten vasfı sadece makamla değil, aynı zamanda bilgiyle, ahlakla, erdemle ve öngörüyle verilmiştir. Bir çobanın asli görevi, sürüyü güvenli otlaklara götürmek, tehlikelerden korumak ve yön duygusunu yitirmemektir. Peki ya çoban kendi yönünü kaybederse? İşte işin kırılma noktası burasıdır.

Bir çoban yolunu kaybettiğinde, sürü ilk anda bunu anlamaz. Zira sürü, güvendiği liderin peşinden sorgulamadan gitmeye alışıktır. Burada dikkat çeken husus, sürünün bu kayboluşu hemen fark etmemesidir. Çünkü sürü, çoğu zaman liderin yön bilgisine, sezgilerine ve kararlarına fazlasıyla bağımlı hâle gelmiştir. Yani birey olma özelliğini yitirmiş, düşünme, sorgulama ve alternatif üretme kapasitesini askıya almıştır.

Toplumun Gözünü Bağlayan Etkenler

Çobanın yönünü kaybettiğini fark etmeyen sürünün durumu, bugünkü toplumlara çok benzerdir. Modern toplumlarda insanlar, medyanın, ideolojilerin, partizanlık duygularının, sosyal medya balonlarının ve tüketim kültürünün etkisiyle gerçeklikten uzaklaşmıştır. Liderleri sorgulamak yerine yüceltmek, yanlışı görmek yerine gerekçelendirmek, susmak yerine kutsamak tercih edilmiştir.

Toplumun bir bölümü, "Bizim liderimiz hata yapmaz" duygusu ile hareket eder. Bu yaklaşım, çobanın yönünü kaybetmesini bile bir bilgelik gibi algılamaya neden olur. Böyle bir ortamda, çobanın gerçekten kaybolup kaybolmadığı bile tartışılamaz hale gelir. Çünkü sürü, artık birey olmaktan çıkmış; sorgulayan değil, itaat eden, düşünen değil, takip eden bir kitleye dönüşmüştür.

Tarihten Örnekler

Bu durum sadece günümüz toplumlarına özgü değildir. Tarih boyunca benzer vakalara sıkça rastlanmıştır.

  • Osmanlı'nın Son Dönemi: Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında, padişahlar halktan kopmuş, saray entrikaları devlet işlerinin önüne geçmiştir. Yöneten kadrolar Batı karşısında ne yapacağını bilemezken, halk bu yönsüzlüğün farkına ancak imparatorluk dağıldığında varmıştır.

  • Almanya’da Hitler Dönemi: Almanya’da Hitler’in izlediği yol, toplumun büyük bir bölümünce sorgulanmaksızın desteklenmiştir. Çoban yolunu kaybetmiş, ülkeyi felakete sürüklemiş, ancak sürü bunu uzun süre görememiştir. Sonuç, yıkım ve insanlık suçları olmuştur.

  • Saddam Hüseyin Dönemi: Irak halkı, uzun yıllar boyunca bir diktatörün gölgesinde yaşadı. Çoban kendi şahsi hırslarına yönelmişti, ancak sürü bunu fark etmedi ya da dile getiremedi. Nihayetinde çöküş kaçınılmaz oldu.

Günümüzden Kesitler

Bugün de dünyada benzer süreçler yaşanıyor. Popülist liderlerin yükselişi, gerçeğin yerine gösterinin geçmesi, söylemin eylemin önüne geçmesi, yön kaybının bir halkla ilişkiler kampanyası gibi sunulmasını mümkün kılmaktadır. Liderler yolunu kaybettiğinde, bunu fark edenlerin sesi bastırılıyor, susturuluyor veya itibarsızlaştırılıyor.

Özellikle sosyal medya çağında, bireyler kolaylıkla yönlendirilebiliyor. Algı yönetimi, medya manipülasyonu, bot hesaplarla yaratılan sanal destekler çobanın yolunu kaybetmiş olsa bile sürüyü yönlendirmeye devam edebilmesini sağlıyor. Gerçeklik, yerini izlenime bırakıyor.

Liderin Sorumluluğu

Bir çobanın en büyük sorumluluğu, yolunu kaybetmemektir. Zira onun yön kaybı sadece kendini değil, tüm sürüyü etkiler. Bu sorumluluğun bilincinde olmayan liderler, kendi tutkuları, arzuları, korkuları ve çıkarları doğrultusunda hareket ettiğinde, toplumları uçuruma sürükleyebilir.

Liderlik bir ayrıcalık değil, ağır bir emanettir. Bilgelik ister, öngörü ister, adalet ister. Aksi hâlde, çoban rolündeki kişi, sürüyü değil, yalnızca kendi egosunu güdüyor demektir.

Sürünün Sorumluluğu

Ancak sorumluluk sadece liderde değil, sürüde de vardır. Her birey, kendi aklını, vicdanını ve sorgulama yeteneğini devre dışı bıraktığında, çobanın yolunu kaybetmesine katkı sağlamış olur. Toplumun düşünmeyen bireyleri, yanlışa göz yuman fertleri, sadece çobanı değil, geleceği de karanlığa sürükler.

Bilinçli bir toplum, liderini sorgular, hatasını dile getirir, yönünü kontrol eder. Bu, çatışma değil, gerçek bağlılıktır. Zira gerçek bağlılık, susmakla değil, doğruyu hatırlatmakla olur.

Alternatif Bir Yaklaşım-Sürü Değil Topluluk

Belki de temel sorun, kendimizi sürü gibi görmekte başlıyor. Sürüde bireysellik, farkındalık, tercih, tartışma yoktur. Oysa topluluk olmak başka bir şeydir. Topluluk, birbirini anlayan, sorgulayan, katkı sunan bireylerin oluşturduğu bilinçli bir bütündür.

Toplumlar, çobanın her hareketine kayıtsız şartsız uymak zorunda değildir. Gerektiğinde yeni yollar aramalı, yeni yönler tayin edebilmeli, hatta gerekirse yeni çobanlar seçebilmelidir. Bu, toplumun iradesini ortaya koyması açısından sağlıklı ve gereklidir.

Yön Arayışı Bitmeyen Bir Süreçtir

"Çoban yolunu kaybettiğinde sürünün haberi olmaz" burada, hem bir uyarı hem de bir çağrı vardır. Uyarıdır; çünkü yönetenin gafleti, yöneltilenin felaketidir. Çağrıdır; çünkü birey olmanın, düşünmenin, sorgulamanın, sorumluluk almanın önemini hatırlatır.

Unutulmamalıdır ki, yolunu kaybeden bir çoban da yeniden yön bulabilir. Ama bu ancak sürünün uyanışıyla, toplumun sorumluluk bilinciyle, ortak aklın devreye girmesiyle mümkündür. Sürü uyanmadıkça, çobanın kaybolduğu sonsuz bir karanlıkta yürümeye devam ederiz.

O yüzden her birey bir meşale olmalı, kendi ışığıyla hem yolunu hem de toplumun yönünü aydınlatmalıdır. Zira bir çoban kaybolduğunda, bunu ilk fark edenin biz olmamız gerekir. Sessizce uçuruma yürümek yerine, birlikte yeni yollar çizmek en büyük vazifemizdir.

Bahadır Hataylı/08.05.2025/Sancaktepe/İST

Yalakalık Çağında Doğru Söz Bir Devrimdir

"İktidarın doğrularını söyleyecek insanlara değil; iktidara doğruları söyleyecek insanlara ihtiyacımız var."

Günümüz dünyasında hakikat, sık sık makyajlanıyor. Gerçekler, rejimlerin çıkarlarına göre yeniden yazılıyor. Kimse yanlışları dile getirmeye cesaret edemiyor; çünkü sistem, doğruları söyleyenleri değil, güçlülerin doğru dediği şeyleri söyleyenleri ödüllendiriyor. Bakanlık koltukları, medya mikrofonları, akademi kürsüleri ve hatta vaaz minberleri, hakikatin değil, kudretlilerin sesi olmuş durumda.

Bir televizyon programında, maaşını devletten alan bir gazeteci, iktidarın her kararını övüyor. İşsizliği “dinamik ekonomi”, yoksulluğu “sabır imtihanı”, enflasyonu ise “büyüme belirtisi” diye açıklıyor. Alkışlar yükseliyor stüdyodan. Hakikat değil; adaptasyon ödüllendiriliyor.

Oysa her çağın laneti bu değil midir zaten? Firavunların saraylarında, Nemrutların kulelerinde, Ebu Cehillerin pazaryerlerinde de aynıydı. Hakikat, iktidarın duymak istemediği bir çığlıktı. Ve ne acıdır ki her çağda bu çığlığı bastırmak isteyen bir 'alkış topluluğu' da eksik olmamıştır.

Gerçeği Söylemek Cesaret İster

Doğruları söylemek kolay değildir. Hele ki iktidara karşı... Çünkü iktidar, alışkındır putlaştırılmaya. Güce bağımlı akıllar, gerçeği değil rızayı ararlar. Bu yüzden susmak konforludur. Ama her susuş, zalime biraz daha cesaret, mazluma biraz daha acı verir.

Düşün! Eğer Musa, Firavun’a “Sen ilah değilsin” demeseydi, İsrailoğulları kurtulur muydu? Eğer İbrahim, Nemrut’un ateşine karşı yürümese, ateş su olur muydu? Eğer Peygamberimiz, müşrik düzenin putlarını yıkmak için söz söylemeseydi, hakikat yeryüzüne iner miydi?

Bugün biz de aynı imtihandayız. Susacak mıyız? Yoksa doğruları, iktidarın öfkesini göze alarak mı haykıracağız?

İktidarın Doğruları mı, Hakikatin Doğruları mı?

Siyasi otorite, zamanla bir tür tapınma nesnesine dönüşür. Partiler, liderler, sistemler... Hepsi dokunulmazlık zırhına bürünür. Eleştiren hain ilan edilir. Sorgulayan dışlanır. Farklı düşünen yaftalanır.

Bu durum sadece totaliter rejimlerde değil, sözde demokratik ülkelerde de böyledir. “Bize dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı, toplumun ahlaki temellerini çürütür. Herkes, kendi çıkarı için gerçeği eğip bükmeye başlar. Ve sonunda bir ülke, bir toplum değil; bir yalanlar topluluğu ortaya çıkar.

Gerçek, sadece özgür zihinlerde yaşar. Hakikat, sadece bağımsız vicdanlarda kök salabilir. Ve bu vicdanlar, kimsenin kölesi olmayan, alkışa değil anlamaya koşan insanlardır.

Medya, Akademi ve Din Kurumları-Gerçeğin Gardiyanı mı, İktidarın Kuklası mı?

Bir ülkede hakikat kurumları; medya, üniversite ve dini yapılar olmalıdır. Fakat bugün bu kurumlar, gerçekleri savunmak yerine, iktidarın propagandasına dönüşmüştür. Yandaş gazetecilik, kayyum rektörlük ve saray vaizliği, artık norm haline geldi.

Gazeteci, hükümeti değil muhalefeti denetliyor. Akademisyen, bilgi değil ideoloji üretiyor. Vaiz, ahlakı değil hükümet politikasını anlatıyor. Oysa olması gereken tam tersi değil mi?

Bir gazetecinin görevi, mikrofonu muktedire uzatmak değil, mikrofonu halkın çığlığına çevirmektir. Bir akademisyenin görevi, iktidarın yanlışlarını bilimsel olarak ortaya koymaktır. Bir din adamının görevi, sultanlara methiye değil, halka rehberlik etmektir.

“Ya Bizdensin Ya Düşmansın” Sarmalı

İktidarlar, zamanla herkesi ya destekçi ya düşman olarak kodlamaya başlar. Ortası yoktur. Eleştirenler 'hain' ilan edilir. Uyarıda bulunanlar 'terörist' ya da 'dış güç ajanı' olur.

Bu siyah-beyaz algı, toplumu parçalar. Akıl yerini korkuya bırakır. İnsanlar, sırf iktidara karşı söz söylediği için işten atılır, linç edilir, susturulur. Oysa hakikatin rengi çoktur. Gerçekler, iktidarın bayrağına sığmaz. Ve her sesin bir yankısı vardır. Farklı sesler, demokrasinin müziğidir.

Hakikatin Bedeli Vardır, Ama Onuru da

Elbette doğruları söylemenin bedeli vardır. Ama susmanın da faturası çok daha ağırdır. Bugün bize uzak gibi görünen çöküşler, yarın başımıza çöken felaketlere dönüşebilir. Bir millet, yalanlarla uzun süre yaşayamaz. Bir devlet, doğruyu söyleyenleri düşman bellediği anda çürümeye başlar.

Bugün her şehirde bir Yüce Divan kurulsa, halktan yana olup da yargılanmaktan korkmayacak kaç yönetici çıkar? Kaç akademisyen ve din kurumu verdiği fetvalardan utanmaz? Kaç gazeteci, yazdıklarının altına imzasını gönül rahatlığıyla atabilir?

İşte bu yüzden, hakikat uğruna yürüyenler önemlidir. Çünkü onlar, karanlıkta bir fenerdir. Korkunun hakim olduğu yerde cesaretin ismidirler.

Yeni Bir Toplum İçin Yeni Bir Ahlak

Yeni bir düzen istiyorsak, önce hakikate sadık bir ahlak geliştirmeliyiz. Yalakalığı meziyet, biatı erdem sayan anlayışı reddetmeliyiz. Çocuklarımıza dürüstlüğü öğretmeliyiz. İktidarların değil, hakikatin yanında duran rol modeller inşa etmeliyiz.

Ve evet, en önemlisi şudur:

Sistemin doğrularını değil, doğrunun sistemini kurmalıyız.

Bir lider, ancak ve ancak eleştirilebildiği oranda değerlidir. Bir toplum, ancak ve ancak kendi iktidarını denetleyebildiği kadar özgürdür.

Ne Yapmalı? (Eylem Planı)

  • Korkma, konuş. Sessizlik, zulmü meşrulaştırır.

  • Soru sor. Her dogma, ilk soruyla çözülür.

  • Dayanış. Hakikati savunan yalnız kalmamalı.

  • Yaz, çiz, üret. Gerçeği dillendirmek devrimdir.

  • Çocuklara dürüstlük öğret. Çünkü geleceği onlar inşa edecek.

  • Dinle, anla, saygı duy. Farklı fikirler düşman değil zenginliktir.

Doğru Söz, Zamanın Zırhıdır

Artık sustukça çoğalan yalanlara, diz çöktükçe büyüyen sahtekârlıklara yeter demeliyiz. İktidara dalkavukluk değil, vicdanlı bir ayna lazım.

Ve unutma:

Gerçeği söyleyen bir kişi bile olsan, karanlığa karşı yakılmış bir mum olursun.

Yalnızsan bile, cesursun. Azsan bile, adilsin. Susturulursan bile, iz bırakırsın.

Ve o izler, bir gün yeni bir sabahın yolu olur.

Bahadır Hataylı/28.12.2024/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!