Bir İnsanlık EMAR’ı Üzerine Derin Bir Okuma
İnsan, anlamın kıyısında doğar ama çoğu kez anlamın merkezine hiç ulaşamaz. Çünkü doğmakla yaşamak, yaşamakla anlam bulmak aynı şey değildir. İnsan, kalbiyle değil cüzdanıyla ölçülür hâle geldiğinde, ruhu bedeninden önce ölür. Bu çağ tam da o çağdır: Ruhların cansız, kalplerin donuk, vicdanların susturulduğu bir çağ.
Böylesi bir çağda “anlamlı yaşamak” sadece bir erdem değil, bir direniş biçimidir.
Anlamsızlığın Kuşattığı Dünya
Bugün dünya büyük bir gemiye benziyor, dışı parlak, içi çürümüş. Gemi ilerliyor gibi görünüyor ama aslında su alıyor. Herkes batışı görüyor, ama kimse gemiden inmeye cesaret edemiyor. Çünkü herkes geminin kaptanına, yani sistemin efendilerine inanıyor. Onların ellerinde olmayanı dağıttıklarını, kurtuluş bileti sattıklarını zannediyor.
Oysa gerçekte onlar, batmakta olan geminin üstünde kadeh kaldıran, sahte ışıklarla gecenin karanlığını süsleyen düzenin bekçileri.
Bu düzende insan, artık kendi anlamının öznesi değil, başkalarının kurguladığı bir hikâyenin figüranı hâline getirildi.
Sahip olduklarını kaybetme korkusu, insanı kimliğinden, vicdanından ve inancından uzaklaştırdı.
Anlamlı yaşamak yerine, başkalarının anlam diye sunduğu yapay hayatları satın alır olduk.
Oysa bir hayatın anlamı, içindeki “neden” sorusunun cevabında gizlidir.
Ve bugün çok az insan neden yaşadığını gerçekten biliyor.
Sadece “nasıl yaşarım” diyenlerin dünyasında “niçin yaşamalıyım” diyenler azaldı.
Bu azalanlar, toplumun gözünde tuhaf, anlaşılmaz, hatta delidir.
Ama hakikatin tarihine baktığınızda, bütün devrimleri deliler yapmıştır;
çünkü onlar, herkesin uyuduğu yerde uyanmayı tercih etmişlerdir.
Batmayan Yolcuların Yanılgısı
Batan geminin yolcuları arasında kendini kurtarılmış sananlar vardır.
Kaptanın, “merak etmeyin, bu gemi batmaz” sözüne iman ederler.
Oysa tarih, aynı cümleyi “Titanic”in kaptanının da kurduğunu yazar.
Ve batmayan gemi, ilk seferinde sulara gömülmüştür.
Bugünün insanı da kendi “Titanic”inde yaşamaktadır.
Paranın, makamın, şöhretin, teknolojinin üzerine inşa ettiği gemide…
Ama suyun altında başka bir dünya vardır; o dünyanın sakinleri balıklardır.
Yani doğallığını koruyan, suyun içinde yaşamayı bilenler.
Yani fıtratına uygun yaşayanlar.
İnsan, bu fıtratını unuttuğu için batmaktadır.
Yani gemi değil, insanın ruhudur batan.
Birçoğu o kadar derine batmıştır ki, artık suyun yüzünü bile göremez hâle gelmiştir.
Ve batışını yüzüş sanmaktadır.
Anlamlı Yaşamın Anatomisi
Bir yaşamın anlamlı olup olmadığını gösteren en büyük ölçü, o yaşamın neye hizmet ettiğidir.
Eğer yaşam, sadece bireysel hırsların, geçici arzuların, başkalarını ezerek var olma tutkularının esiriyse, o yaşam bir mezarın süslenmiş hâlidir.
Ama eğer yaşam, bir hakikatin, bir vicdanın, bir iyiliğin hizmetindeyse; o yaşam, ölse bile yaşamaya devam eder.
Anlam, süslerde değil, derinliktedir.
Tıpkı denizin üzerindeki köpüklerin geçici ama altındaki akıntının kalıcı olması gibi.
Bugün çoğu insan köpüklere âşık; akıntıdan habersiz.
Yani görünene sarılıyor, görünmeyeni unutuyor.
Oysa anlamlı yaşamak, görünmeyenle bağ kurmak demektir.
Yani kalbinin sesini duymak, vicdanının aynasına bakabilmektir.
İnsan, kendi iç dünyasına inmeden dış dünyanın esaretinden kurtulamaz.
Bu nedenle anlamlı yaşamak, bir “yolculuk” değil, bir “dönüştürme sürecidir.
İnsan, önce kendi içinde yol alır.
Korkularını, tutkularını, sahte inançlarını, yalanlarını bir bir tanır.
Sonra o karanlıklarıyla yüzleşir.
Ancak o zaman yolun sonunda ışığı görür.
Efendilerin Dağıttığı Bahşiş, Zihinsel Esaret
Bugünün insanı, efendilerinin bahşişiyle mutlu olmayı öğrendi.
Biraz alkış, biraz para, biraz takdir...
Ve ruhlar satıldı.
Düşünceler kiralandı.
Vicdanlar susturuldu.
Bir insanın aklına hükmetmek, onu zincirle bağlamaktan daha kolay hâle geldi.
Zihin, modern çağın en çok işgal edilen toprak parçası oldu.
Beyinler, medya denen görünmez imparatorluklar tarafından yönetilirken, insan kendini özgür sanıyor.
Oysa farkında bile olmadan yönlendiriliyor.
İnsanlık, kendi yönünü kaybettiğinde; her yön gösteren sahte bir pusulaya inanmak zorunda kaldı.
Bu pusulalar, insanı hakikate değil, tüketime yönlendiriyor.
Ve insan, ne kadar tüketirse o kadar “var olduğunu” sanıyor.
Ama varlık, sahip olmakla değil, anlamakla mümkündür.
Bir şeyi anlamadan sahip olmak, onu kaybetmenin en kısa yoludur.
Bugün insanlar anlamadan inanıyor, anlamadan seviyor, anlamadan öfkeleniyor.
Ve anlamadan yaşayıp anlamadan ölüyorlar.
Korkunun İman Gibi Göründüğü Zamanlar
Korku, en eski efendidir.
Korkutanlar, hep yönetenler olmuştur.
İnsanlar özgürlükten değil, yalnızlıktan korktukları için biat eder.
Bir toplumu yönetmenin en etkili yolu, onu korkularla terbiye etmektir.
Böylece insan, efendisinin zincirini bile kutsal bir takı gibi taşır.
Ama hakikat, korkak kalplere inmez.
Anlamlı yaşam, cesur bir kalbin eseri olabilir ancak.
Çünkü anlam, bedel ister.
Ve bedel ödemeden hakikate ulaşılmaz.
Nuh’un gemisinde yer almak, o dönemin toplumunda delilik sayılıyordu.
Çünkü herkes suyun ne olduğunu biliyordu, ama tufanın ne demek olduğunu anlayamamıştı.
Bugün de aynı: İnsanlar teknolojiyi biliyor ama tufanı görmüyor.
Tufan, ekranların arkasında, kalplerin içinde başladı bile.
Modern Çağın Nuh’u Olmak
Bugünün Nuh’u, gemisini tahtadan değil, vicdandan yapar.
Gemisinin direği imandır, yelkeni sabırdır, pusulası hakikattir.
Ve o gemiye binenler, ne sayıyla çoğalır ne de kalabalıkla güçlenir.
Onlar inançla ayakta kalır.
Ben, anlamlı bir yaşamın kollarında kulaç atarak bu sularda yol almak için yola çıkanlardanım, diyorsunuz…
İşte tam da bu, modern çağın Nuh gemisine binmektir.
Yani batmayan bir inançla yola çıkmak, suların ortasında bile umudu korumaktır.
Kurtuluş, gemide yer bulmakta değil, o geminin ruhuna sahip olmaktadır.
Yönünü Kaybedenlerin Pusulası
Bugün birçok insan, yönünü kaybetmiş olmanın farkında bile değil.
Kendi iç dünyasına yabancılaşmış insan, artık başkasının rehberliğinde yürümek zorunda kalıyor.
Ama yönünü bilmeyen, başkasına yön tayin edemez.
Bu nedenle, birinin size “gel bu tarafa” demesi, onun gerçekten yolu bildiği anlamına gelmez.
“Ben yön bulamamış olanların bana yön tayini etmelerinden yol bulacağına inananlardan değilim.”
Bu, hem bireysel hem toplumsal anlamda bir uyarıdır.
Çünkü bugün dünyayı yönetenlerin büyük kısmı yönünü kaybetmiş, ama hâlâ başkalarına yön göstermeye çalışıyor.
Kendi karanlığında ışık sattıklarının farkında bile değiller.
Gerçek yol, başkalarının gösterdiği değil, insanın içinden doğan ışıktır.
Ve o ışığın kaynağı, Rabbine teslim olmuş bir kalptir.
Hakikatin Rotası, “Rabbim Ancak Doğru Yola İletir”
Bu cümlenin içindeki kudret, bütün felsefi kitapların, bütün ideolojik manifestoların ötesindedir.
Çünkü yönü insandan alır, Allah’a verir.
İnsan hata yapabilir, yanılabilir, yönünü şaşırabilir.
Ama doğru yolun sahibi Allah’tır.
İnsanın en büyük yanılgısı, kendi aklını mutlaklaştırmasıdır.
Oysa akıl, imanla birleştiğinde rehber olur; imandan ayrıldığında kibir doğurur.
Ve kibir, anlamlı yaşamın en büyük düşmanıdır.
Gerçek anlamlı yaşam, Allah’ın gösterdiği yolda yürümektir.
O yol bazen dikenlidir, bazen ıssızdır, bazen de karanlıktır.
Ama o yolun sonunda bir nur vardır; hakikat nuru.
Ve o nur, ancak temiz kalplere görünür.
Yaşamın EMAR’ı, İç Dünyanın Taraması
Eğer bir yaşamın EMAR’ını çekmek istiyorsak, önce kalbin atışlarına bakmalıyız.
Kalp sadece kan pompalamaz; anlam pompalar, vicdan pompalar, merhamet pompalar.
Eğer bir kalp sadece kan pompalıyorsa, o kalp yaşamıyor, sadece çalışıyordur.
İnsanın ruhsal EMAR’ı çekildiğinde, bazı bölgelerin karardığını görürsünüz:
-
Merhamet lobu sönmüş,
-
Vicdan dokusu incelmiş,
-
Hakikat sinirleri kopmuş,
-
Empati kasları körelmiş…
İşte bu, modern insanın anatomisidir.
Ve bu anatomiyi düzeltmek için ilaç değil, iman gerekir.
Çünkü ruhsal yaralar ancak manevi güçle iyileşir.
Anlamlı Yaşamak Bir Lüks Değil, Mecburiyettir
İnsan, kendine ve Rabbine sırtını döndüğünde; anlamı da, yönü de, huzuru da kaybeder.
Bugün anlamlı yaşamak, sadece bir tercih değil, bir zorunluluktur.
Çünkü anlamsız bir yaşam, sadece bireyi değil, toplumu da zehirler.
Batan geminin yolcuları, hâlâ geminin batmadığına inanmakla meşgul.
Ama hakikat, suların altından sesleniyor:
“Gerçek kurtuluş, gemide değil, gemiyi inşa eden inançta gizlidir.”
Ben, o inancın izinden gidenlerdenim.
O inanç ki insanı korkudan özgürlüğe, sahtekârlıktan hakikate, bataktan yüceliğe taşır.
Ve o inançla yaşamak, sadece yaşamak değildir —
Bu, yeniden doğmaktır.
Erol Kekeç/09.10.2025/Namazgah-Çamlıca/İST
