Bu Blogda Ara

7 Mart 2025 Cuma

Gücün Gölgesinde Vicdanın Çığlığı

Toplumların tarihinde, gücün yanına sığınarak varlık gösterenler, çoğu zaman hakikatin en büyük düşmanı olmuşlardır. Güç, sadece maddi bir otorite ya da siyasi bir erk olarak değil, aynı zamanda insanların vicdanlarında ve zihinlerinde şekillenen bir kavram olarak da kendisini gösterir. Ne yazık ki günümüzde, hakikate ulaşmaktan çok, gücün etrafında pervane olan bir anlayış egemen hale gelmiştir.

İnsanların büyük çoğunluğu, güçlü olanın yanında durmayı, ona yamanmayı, onunla özdeşleşmeyi bir nevi iman meselesi olarak görmeye başlamıştır. Bu zihniyetin temelinde ise körü körüne bağlılık ve biat kültürü yatmaktadır. Öyle ki, bağımsız ve özgür düşünen, herhangi bir otoritenin gölgesine sığınmayan ve sadece hakikatin peşinden giden insanlar, bu güce tapan topluluklar tarafından büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır. Oysa hakikat, hiçbir güce boyun eğmez; doğruluk, makam ve mevkiden bağımsızdır. Ancak ne yazık ki bu düşünce, günümüz toplumlarında gittikçe daha fazla unutulmakta, hakikatin yerini güç sahiplerine duyulan sadakat almaktadır.

Bağımsız düşünen insanlar, kimseye diyet borcu olmayanlar, hür bir akla ve vicdana sahip olanlar, büyük bir çoğunluk tarafından tehlikeli bulunmakta, bu yüzden sistematik bir şekilde sindirilmeye çalışılmaktadır. Bugün, kendini dindar olarak tanımlayan geniş kitlelerin, hakikat karşısında nasıl savrulduğunu görmek üzücüdür. Din, özünde adalet, merhamet ve haktan yana bir duruşu temsil ederken, ne yazık ki çıkar odaklı bireyler tarafından bir araç haline getirilmiş, güç sahiplerine methiyeler düzülen bir sisteme evrilmiştir.

Bu durumun en net örneklerinden biri, hakikati haykıran insanlara yöneltilen ölçüsüz hakaretlerdir. Bireyler, kendilerini yönetenleri sorgulamak yerine, eleştirenleri hedef almaktadır. Bu anlayış, bireyin düşünme yetisini köreltmekte ve hakikate olan mesafeyi artırmaktadır. Kendisini 'Müslüman' olarak tanımlayan bir bireyin, kendi tabularına yönelik en ufak bir eleştiriyi bile tahammülsüzlükle karşılaması, hakikate değil, güce iman ettiğinin göstergesidir. Hakikatin peşinden gidenlere karşı saldırganlaşan, hakareti bir ibadet aşkıyla yapan insanlar, ne yazık ki körleşmiş ve hakikatten uzaklaşmıştır.

Bu zihniyetin yaygınlaşmasının arkasında yatan en temel sebeplerden biri, güç kaybetme korkusudur. Tarihte, gücü elinde bulunduran toplulukların, bu gücü koruyabilmek adına nasıl bir savrulma yaşadıklarını görmek mümkündür. Gücü kaybetme korkusu, insanları adaletten, haktan ve doğrudan uzaklaştırır. Çünkü onların ölçüsü, hakikat değil, güçtür. Güçlü olanın yanında olmak, onun söylediklerini tekrarlamak, onu her koşulda haklı görmek, bir tür inanç sistemine dönüşmüştür. Böylesi bir ortamda, bireyin hakikati araması, bağımsız düşünmesi, güç sahiplerine karşı duruş sergilemesi imkânsız hale gelir.

Bu durumun trajikomik bir örneğini, “eşek ile kurt” hikâyesinde görmek mümkündür. Hikâyede, yemyeşil bir çayıra bakan eşek, çimenlerin kırmızı olduğunu iddia etmektedir. Kurt ise hakikati savunarak, çimenlerin yemyeşil olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. Tartışma büyüdüğünde, meseleyi çözmek adına aslanın huzuruna çıkarlar. Ancak aslan, kurdun haklı olduğunu bildiği halde, eşeği haklı ilan eder. Kurt, şaşkınlıkla neden böyle bir karar verildiğini sorduğunda, aslanın cevabı çarpıcıdır: "Senin dediğin doğrudur; çimenler gerçekten de yeşildir. Ama senin hatan, bir eşekle tartışmış olmandır." İşte günümüz toplumlarında da yaşanan tam olarak budur. Hakikat arayışı içinde olan insanların en büyük hatası, yanlış kişilerle tartışmaya girmeleridir. Çünkü hakikate ulaşmak için bilgi, bilinç ve adalet gerekirken, güç peşinde koşanların ihtiyacı olan tek şey, yalanı sahiplenmektir.

Ne yazık ki günümüzde, hakikati savunanlar yalnız kalmakta, adalet talep edenler susturulmaya çalışılmaktadır. Çoğunluğun oluşturduğu yanlış algılar, bireylerin cesaretini kırmakta ve onları sindirmeye yönelik baskılar artmaktadır. Ancak tarih göstermiştir ki hakikat er ya da geç galip gelir. Her ne kadar güçlü olanın yanında durmanın avantajlı olduğu düşünülse de, hakikatin yanında durmak en büyük kazançtır.

Bu noktada, Rabbime yöneliyorum ve diyorum ki: "Rabbim, tasamı, dertlerimi, duygularımı, içimdeki ve dışımdaki tüm sıkıntılarımı sana havale ediyorum. Çünkü sen mutlak galipsin, sen en adil hükmedensin. Beni senden başkasına muhtaç etme. Kalemimi, üzerine yemin ettiğin kalemlerden eyle. Hakka şahitlik etmeyen tek kelime bile bana yazdırma. Benim mücadelem, sadece senin rızanı kazanmak içindir. Beni tartışmalarla vakit kaybedenlerden değil, hakikati anlatanlardan eyle. Beni, hakikate kulak tıkayanlarla uğraşmak zorunda bırakma. Yüreğimi, aklımı ve kalemimi, yalnızca senin hakikatini anlatmak için kullanmama vesile ol. Çünkü en büyük güç sensin ve en büyük kudret yalnızca sana aittir."

İnsanlık tarihi boyunca hakikat uğruna mücadele edenler, her zaman baskıyla karşılaşmış, her zaman yalnız bırakılmışlardır. Ancak onlar, bu yalnızlıklarında dahi en büyük güce sahip olduklarını bilmişlerdir. Hakikati arayanlar, gücün değil, adaletin yanında olmayı seçerler. Ve adalet, er ya da geç yerini bulur.

Bu yüzden diyorum ki: Hakikatin peşinden gitmekten asla vazgeçmeyelim. Gücün değil, doğrunun yanında olalım. Çünkü hakikat, ne kadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın, gün gelir, en güçlü ışık gibi parıldar ve hak eden herkesin kalbine ulaşır.

Erol Kekeç/20.01.2025/Sancakteepe/İST

Adalet Liyakat ve Devlet Yönetimi Üzerine Bir Değerlendirme

Toplumların huzur ve refah içinde yaşayabilmesi için adaletin temel bir ilke olarak benimsenmesi gerekir. Devlet, bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence altına almak, tüm vatandaşlarına eşit mesafede durmak zorundadır. Ancak ne yazık ki tarih boyunca birçok yönetim, adalet ilkesinden saparak kendi çıkarlarını önceleyen bir anlayışı benimsemiştir. Bugün ülkemizin siyasal sisteminin geldiği noktada da benzer bir durum gözlemlenmektedir. Liyakat yerine sadakatin ön planda tutulması, hukukun üstünlüğü yerine bireysel çıkarların ve güç odaklarının belirleyici olması, toplumsal dengenin bozulmasına neden olmaktadır. Bu yazıda, adaletin, liyakatin ve hukukun devlet yönetimindeki yerini ve bu ilkelerden sapmanın doğurduğu sonuçları ele alacağım.

Adaletin Önemi ve Devletin Sorumluluğu

Adalet, bir devletin ayakta kalmasını sağlayan temel unsurlardan biridir. İslam'ın da omurgası olan tevhit, adaletle anlam kazanır. Bir toplumda adalet yoksa, o toplumun uzun vadede ayakta kalması mümkün değildir. Devlet, tüm vatandaşlarına eşit şekilde yaklaşmak zorundadır; çünkü devlet, belirli bir kesimin değil, tüm toplumun refahını sağlamakla yükümlüdür.

Devlet yönetiminde adaletin sağlanması için hukuk sisteminin bağımsız olması, yasaların herkes için eşit şekilde uygulanması gerekir. Ancak günümüzde hukukun siyasal güçler tarafından yönlendirildiği, yasaların keyfi şekilde yorumlandığı ve kişisel çıkarlara göre işlediği bir düzen ile karşı karşıyayız. Bir devlet, eğer kendi yasalarına dahi uymaz hale gelirse, vatandaşlarına adalet vaat edemez.

Hukukun üstünlüğü, yalnızca iktidarda olanlar için değil, tüm vatandaşlar için sağlanmalıdır. Kimsenin, elinde gücü bulundurduğu için yasaları kendi lehine eğip bükme hakkı yoktur. Eğer bir ülkede hukuk bağımsız değilse, adalet duygusu kaybolur, bireyler devlete olan güvenini yitirir ve kaos kaçınılmaz hale gelir.

Liyakat Yerine Sadakat- Devletin Çöküşü

Tarihte güçlü devletlerin yıkılış nedenlerine baktığımızda, en önemli sebeplerden birinin liyakatsiz yöneticilerin devlet kadrolarını ele geçirmesi olduğunu görürüz. Bir devletin ayakta kalabilmesi için en önemli unsurlardan biri, göreve getirilen kişilerin işin ehli olmasıdır. Eğer bir devlet, yönetici atamalarında liyakati değil de kişisel bağlılığı esas alırsa, o devletin kurumları işlevsiz hale gelir.

Ülkemizde son yıllarda yaşanan en büyük sorunlardan biri, devlet kadrolarının ehliyet ve liyakat sahibi insanlardan uzaklaştırılmasıdır. Devleti yönetenler, geçmişten günümüze bir gelenek olarak kendileriyle aynı düşünmeyen insanları sistem dışına iterek, sadece kendilerine bağlı kişileri kritik pozisyonlara getirme eğilimindedir. Ancak devlet yönetimi, bir kişinin özel mülkü değildir. Bir şirket sahibi kendi işletmesinde dilediğini çalıştırabilir, ancak devlet tüm vatandaşların ortak malıdır ve yönetiminde farklı düşüncelere sahip insanların yer alması doğaldır.

Devletin kendi ideolojisini tüm topluma dayatmaya çalışması, uzun vadede sosyal çatışmaları körükler. Otoriterleşmeye giden her devlet, ilk olarak düşünce özgürlüğünü kısıtlar, muhalif sesleri susturur ve tek tip bir toplum oluşturma çabasına girer. Ancak bu tür yönetimler, eninde sonunda çökmeye mahkumdur. Çünkü farklı fikirlerin olmadığı bir devlet, zamanla yenilik üretme kapasitesini kaybeder ve kendi içine çökerek yozlaşır.

Hukuk Devleti ve Meşruiyet Sorunu

Bir devletin meşruiyeti, hukuk içinde hareket etmesine bağlıdır. Eğer bir yönetici, hukuku kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmaya başlarsa, halkın gözünde meşruiyetini kaybeder. Hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı davranan bir yönetim, kendi varlığını tehdit eden en büyük hatayı yapmış olur. Meşruiyetini kaybetmiş bir iktidarın uzun süre ayakta kalması mümkün değildir; çünkü toplum, eninde sonunda adalet talebiyle ayağa kalkar.

Güç, kontrol edilmediği takdirde yozlaştırır. Bir yöneticinin elindeki gücü nasıl kullandığı, onun adalet anlayışıyla doğrudan ilişkilidir. Eğer bir iktidar, gücünü baskı ve zor yoluyla kullanarak muhaliflerini susturmaya çalışıyorsa, o devletin adil bir yönetimden uzak olduğu açıktır. Oysa hukukun üstünlüğünün sağlandığı bir sistemde, iktidarların değişmesi doğal bir süreçtir ve bu süreç, baskı ve zorlamalarla değil, demokratik yollarla gerçekleşmelidir.

Halkın Gücün Dini Üzerine Kurulu Olması

Tarih boyunca halk, gücü elinde bulunduranları alkışlamaya meyilli olmuştur. Kim iktidara gelirse, onun etrafında bir destekçi kitlesi oluşur. Ancak bu destek, çoğu zaman gerçek bir inançtan değil, menfaat ilişkilerinden kaynaklanır. Oysa adaletli bir toplumda bireyler, güç sahiplerini değil, hakikati savunmalıdır.

Gücün peşinden koşanlar, zamanla güce tapan hale gelirler. Ancak bir toplum, sadece güç ve çıkar ilişkileri üzerine inşa edilirse, orada adaletin ve ahlakın varlığından söz edilemez. Gerçek anlamda adaletli bir devlet düzeninde, bireyler kendi çıkarlarını değil, toplumsal faydayı düşünerek hareket etmelidir.

Adalet, Ahlak ve Tevhit Üçgeni

İslam'ın temel ilkelerinden biri olan tevhit, yalnızca Allah'ın birliğini kabul etmek değil, aynı zamanda adalet ve ahlak ilkeleri doğrultusunda yaşamayı da gerektirir. Adaletin olmadığı bir sistemde tevhit anlayışı da eksik kalır. Eğer bir yönetim, kendisini ilah gibi görerek kendi fikirlerini zorla dayatmaya çalışıyorsa, o sistemde zulüm kaçınılmazdır.

Ahlak, adaletin sürdürülebilir olmasını sağlar. Eğer yöneticiler ahlaki değerlerden yoksunsa, adaletin sağlanması mümkün değildir. Bugün birçok ülkede olduğu gibi, bizim ülkemizde de ahlaki yozlaşmanın en büyük göstergesi, hukukun siyasallaşmasıdır. Hukukun tarafsız olmadığı bir sistemde ne adalet ne de güven duygusu ayakta kalabilir.

Adaletin Kaçınılmaz Zaferi

Adalet, uzun vadede mutlaka galip gelir. Tarih, adaletsiz yönetimlerin eninde sonunda yıkıldığını ve toplumların adalet talebiyle ayağa kalktığını göstermektedir. Eğer bir devlet, vatandaşlarına eşit muamele etmiyor, liyakati göz ardı ediyor ve hukuku sadece kendi menfaatleri doğrultusunda kullanıyorsa, o devletin çöküşü kaçınılmazdır.

Bizim üzerimize düşen, adaleti, ahlakı ve liyakati savunmaktır. Hakikat, her zaman güçten üstündür. Bir toplum, gücün değil, adaletin peşinden gitmeyi öğrendiğinde, gerçek anlamda özgürlüğe kavuşacaktır. İşte o zaman, adalet konuşacak, zulüm susacaktır.

Bahadır Hataylı/14.02.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!