Toplumların tarihinde, gücün yanına sığınarak varlık gösterenler, çoğu zaman hakikatin en büyük düşmanı olmuşlardır. Güç, sadece maddi bir otorite ya da siyasi bir erk olarak değil, aynı zamanda insanların vicdanlarında ve zihinlerinde şekillenen bir kavram olarak da kendisini gösterir. Ne yazık ki günümüzde, hakikate ulaşmaktan çok, gücün etrafında pervane olan bir anlayış egemen hale gelmiştir.
İnsanların büyük çoğunluğu, güçlü olanın yanında durmayı, ona yamanmayı, onunla özdeşleşmeyi bir nevi iman meselesi olarak görmeye başlamıştır. Bu zihniyetin temelinde ise körü körüne bağlılık ve biat kültürü yatmaktadır. Öyle ki, bağımsız ve özgür düşünen, herhangi bir otoritenin gölgesine sığınmayan ve sadece hakikatin peşinden giden insanlar, bu güce tapan topluluklar tarafından büyük bir tehdit olarak algılanmaktadır. Oysa hakikat, hiçbir güce boyun eğmez; doğruluk, makam ve mevkiden bağımsızdır. Ancak ne yazık ki bu düşünce, günümüz toplumlarında gittikçe daha fazla unutulmakta, hakikatin yerini güç sahiplerine duyulan sadakat almaktadır.
Bağımsız düşünen insanlar, kimseye diyet borcu olmayanlar, hür bir akla ve vicdana sahip olanlar, büyük bir çoğunluk tarafından tehlikeli bulunmakta, bu yüzden sistematik bir şekilde sindirilmeye çalışılmaktadır. Bugün, kendini dindar olarak tanımlayan geniş kitlelerin, hakikat karşısında nasıl savrulduğunu görmek üzücüdür. Din, özünde adalet, merhamet ve haktan yana bir duruşu temsil ederken, ne yazık ki çıkar odaklı bireyler tarafından bir araç haline getirilmiş, güç sahiplerine methiyeler düzülen bir sisteme evrilmiştir.
Bu durumun en net örneklerinden biri, hakikati haykıran insanlara yöneltilen ölçüsüz hakaretlerdir. Bireyler, kendilerini yönetenleri sorgulamak yerine, eleştirenleri hedef almaktadır. Bu anlayış, bireyin düşünme yetisini köreltmekte ve hakikate olan mesafeyi artırmaktadır. Kendisini 'Müslüman' olarak tanımlayan bir bireyin, kendi tabularına yönelik en ufak bir eleştiriyi bile tahammülsüzlükle karşılaması, hakikate değil, güce iman ettiğinin göstergesidir. Hakikatin peşinden gidenlere karşı saldırganlaşan, hakareti bir ibadet aşkıyla yapan insanlar, ne yazık ki körleşmiş ve hakikatten uzaklaşmıştır.
Bu zihniyetin yaygınlaşmasının arkasında yatan en temel sebeplerden biri, güç kaybetme korkusudur. Tarihte, gücü elinde bulunduran toplulukların, bu gücü koruyabilmek adına nasıl bir savrulma yaşadıklarını görmek mümkündür. Gücü kaybetme korkusu, insanları adaletten, haktan ve doğrudan uzaklaştırır. Çünkü onların ölçüsü, hakikat değil, güçtür. Güçlü olanın yanında olmak, onun söylediklerini tekrarlamak, onu her koşulda haklı görmek, bir tür inanç sistemine dönüşmüştür. Böylesi bir ortamda, bireyin hakikati araması, bağımsız düşünmesi, güç sahiplerine karşı duruş sergilemesi imkânsız hale gelir.
Bu durumun trajikomik bir örneğini, “eşek ile kurt” hikâyesinde görmek mümkündür. Hikâyede, yemyeşil bir çayıra bakan eşek, çimenlerin kırmızı olduğunu iddia etmektedir. Kurt ise hakikati savunarak, çimenlerin yemyeşil olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. Tartışma büyüdüğünde, meseleyi çözmek adına aslanın huzuruna çıkarlar. Ancak aslan, kurdun haklı olduğunu bildiği halde, eşeği haklı ilan eder. Kurt, şaşkınlıkla neden böyle bir karar verildiğini sorduğunda, aslanın cevabı çarpıcıdır: "Senin dediğin doğrudur; çimenler gerçekten de yeşildir. Ama senin hatan, bir eşekle tartışmış olmandır." İşte günümüz toplumlarında da yaşanan tam olarak budur. Hakikat arayışı içinde olan insanların en büyük hatası, yanlış kişilerle tartışmaya girmeleridir. Çünkü hakikate ulaşmak için bilgi, bilinç ve adalet gerekirken, güç peşinde koşanların ihtiyacı olan tek şey, yalanı sahiplenmektir.
Ne yazık ki günümüzde, hakikati savunanlar yalnız kalmakta, adalet talep edenler susturulmaya çalışılmaktadır. Çoğunluğun oluşturduğu yanlış algılar, bireylerin cesaretini kırmakta ve onları sindirmeye yönelik baskılar artmaktadır. Ancak tarih göstermiştir ki hakikat er ya da geç galip gelir. Her ne kadar güçlü olanın yanında durmanın avantajlı olduğu düşünülse de, hakikatin yanında durmak en büyük kazançtır.
Bu noktada, Rabbime yöneliyorum ve diyorum ki: "Rabbim, tasamı, dertlerimi, duygularımı, içimdeki ve dışımdaki tüm sıkıntılarımı sana havale ediyorum. Çünkü sen mutlak galipsin, sen en adil hükmedensin. Beni senden başkasına muhtaç etme. Kalemimi, üzerine yemin ettiğin kalemlerden eyle. Hakka şahitlik etmeyen tek kelime bile bana yazdırma. Benim mücadelem, sadece senin rızanı kazanmak içindir. Beni tartışmalarla vakit kaybedenlerden değil, hakikati anlatanlardan eyle. Beni, hakikate kulak tıkayanlarla uğraşmak zorunda bırakma. Yüreğimi, aklımı ve kalemimi, yalnızca senin hakikatini anlatmak için kullanmama vesile ol. Çünkü en büyük güç sensin ve en büyük kudret yalnızca sana aittir."
İnsanlık tarihi boyunca hakikat uğruna mücadele edenler, her zaman baskıyla karşılaşmış, her zaman yalnız bırakılmışlardır. Ancak onlar, bu yalnızlıklarında dahi en büyük güce sahip olduklarını bilmişlerdir. Hakikati arayanlar, gücün değil, adaletin yanında olmayı seçerler. Ve adalet, er ya da geç yerini bulur.
Bu yüzden diyorum ki: Hakikatin peşinden gitmekten asla vazgeçmeyelim. Gücün değil, doğrunun yanında olalım. Çünkü hakikat, ne kadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın, gün gelir, en güçlü ışık gibi parıldar ve hak eden herkesin kalbine ulaşır.
Erol Kekeç/20.01.2025/Sancakteepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder