Hukukun Bağımsızlığı ve Düşünce Özgürlüğü Üzerinden Türkiye’de Güncel Siyasi Gelişmelerin Değerlendirilmesi
Son dönemde Türkiye’de yaşanan gelişmeler, hukukun bağımsızlığı ve düşünce özgürlüğü açısından ciddi endişeleri beraberinde getirmiştir. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması, birçok akademisyen ve gazetecinin ifadeye çağrılması veya tutuklanması, ülkede demokrasinin temel taşlarından biri olan ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin sorgulanmasına neden olmuştur. Bu yazıda, herhangi bir siyasi tarafı dikkate almadan, tamamen hukukun bağımsızlığı ve özgür düşünce ekseninde bu gelişmeleri ele alacağız.
Hukukun Üstünlüğü ve Bağımsızlığı Neden Önemlidir?
Hukuk devleti ilkesinin en temel yapı taşlarından biri, yargının bağımsız ve tarafsız olmasıdır. Yasaların, her birey için eşit ve adil şekilde uygulanması, demokratik bir toplumun sürdürülebilirliği açısından hayati önem taşır. Hukukun bağımsız olması, yalnızca siyasetten değil, aynı zamanda ekonomik, ideolojik ve toplumsal baskılardan da arındırılmış olması gerektiği anlamına gelir. Bir ülkede hukuk, siyasi iradenin veya belirli çıkar gruplarının elinde bir araç haline geldiğinde, toplumsal güven sarsılır ve bireylerin hak ve özgürlükleri tehdit altına girer.
Türkiye’de yaşanan son gelişmeler, hukukun ne derece bağımsız olduğu konusunda ciddi tartışmalara yol açmıştır. Özellikle seçilmiş bir belediye başkanının görev süresi içinde siyasi gerekçelerle gözaltına alınması, bu durumun yalnızca hukuki bir süreç mi olduğu yoksa siyasi bir hamle mi olduğu sorusunu akıllara getirmektedir. Yargının bağımsızlığına dair oluşan şüpheler, kamuoyunda bir güven kaybına yol açarken, bu tür durumlar hukukun üstünlüğü ilkesine zarar vermektedir.
Düşünce Özgürlüğü ve Medyanın Baskı Altına Alınması
Demokrasinin en önemli unsurlarından biri, bireylerin düşüncelerini özgürce ifade edebilme hakkına sahip olmasıdır. Bu bağlamda, gazeteciler, akademisyenler ve sivil toplum temsilcileri, toplumun farklı kesimlerine ulaşan bilgi akışını sağlamak ve kamuoyunun doğru bilgilendirilmesine katkıda bulunmak açısından kritik bir role sahiptirler. Ancak son dönemde birçok gazeteci ve akademisyenin gözaltına alınması veya ifadeye çağrılması, Türkiye’de düşünce özgürlüğünün sınırlarının daraltıldığına dair ciddi endişelere sebep olmaktadır.
Basının bağımsız olması, halkın yöneticiler hakkında objektif bilgiye ulaşabilmesi açısından önemlidir. Eğer basın, yalnızca belirli bir ideolojinin veya siyasi yapının çıkarlarını gözeten bir araç haline gelirse, kamuoyunun bilgilendirilme hakkı ihlal edilir. Türkiye’de, özellikle eleştirel habercilik yapan medya kuruluşlarının baskı altına alınması, hükümete yakın medya organlarının ise daha fazla imtiyaz kazanması, basın özgürlüğünün ciddi şekilde zedelendiğini göstermektedir. Bu durum, yalnızca Türkiye’de değil, dünya genelinde de hukukun bağımsızlığı ve özgür basın konularında kaygı uyandırmaktadır.
Toplumsal Kutuplaşma ve Çatışma Ortamlarının Yaratılması
Son yıllarda Türkiye’de siyaset giderek daha fazla kutuplaşmaya sahne olmaktadır. Farklı siyasi görüşler arasında sağlıklı bir tartışma ortamının bulunmaması, toplumun bir bütün olarak ilerlemesini zorlaştırmaktadır. Bu tür gelişmeler, yalnızca bireysel özgürlükleri tehdit etmekle kalmaz, aynı zamanda toplumda güven bunalımına neden olarak sosyal dokuyu da zedeler. Seçilmiş yöneticilerin ve bağımsız düşünce üreten kişilerin çeşitli gerekçelerle baskı altına alınması, halkın demokratik süreçlere olan inancını da zayıflatmaktadır.
Türkiye’deki mevcut durum, toplumda korku ikliminin oluşturulmasına neden olabilir. Eğer insanlar, belirli bir düşünceyi ifade ettiklerinde cezalandırılacaklarına inanırlarsa, bu durum otosansürü teşvik eder. Korku ortamı, bireylerin sorgulayıcı düşünme yetisini baskılar ve toplumun daha az demokratik bir yapıya evrilmesine yol açar. Bu tür uygulamalar, genellikle istibdat yönetimlerinde görülür ve toplumun yönetime olan güvenini sarsar.
Halkın Dikkatini Dağıtma Stratejileri ve Gerçek Sorunların Üstünün Örtülmesi
Türkiye’de yaşanan bu gelişmelerin, ekonomik ve sosyal sorunlardan dikkatleri başka yönlere çekmek amacıyla kullanıldığı yönünde de çeşitli görüşler mevcuttur. Enflasyonun yüksek seviyelerde seyretmesi, işsizlik oranlarının artması, dış borçlanmanın büyümesi gibi temel ekonomik sorunlar gündemin en önemli maddeleri olması gerekirken, siyasi tartışmalar ve hukuki krizler çoğu zaman daha fazla ön plana çıkmaktadır. Bu durum, halkın gerçek gündeminden uzaklaştırılarak, daha fazla kutuplaştırılmasını amaçlayan bir stratejinin parçası olabilir mi? Bu soru, sorgulanması gereken önemli noktalardan biridir.
Bir ülkede hukukun siyasi bir araç olarak kullanılması, yalnızca muhalefeti değil, toplumun tamamını etkileyen bir problemdir. Hukukun üstünlüğüne dayalı bir sistemde, hiçbir siyasi figür veya grup, yargının bağımsız işleyişini kendi lehine yönlendiremez. Eğer böyle bir yönlendirme gerçekleşiyorsa, bu durum demokratik süreçlerin ihlali anlamına gelir.
Sonuç ve Öneriler
Türkiye’de hukukun bağımsızlığı ve düşünce özgürlüğü konusunda yaşanan son gelişmeler, hukukun siyasetle ne derece iç içe geçtiği konusunda ciddi sorular doğurmaktadır. Hukukun tarafsızlığını kaybetmesi, yalnızca belirli bir kesimi değil, tüm toplumu olumsuz etkileyecek sonuçlar doğurur. Bu bağlamda şu önerileri sıralayabiliriz:
Yargının Bağımsızlığı Sağlanmalı: Yargı mekanizmasının tamamen bağımsız çalışmasını teminat altına alacak yapısal reformlar gerçekleştirilmelidir.
Düşünce Özgürlüğü Güvence Altına Alınmalı: Gazetecilerin ve akademisyenlerin özgürce çalışmalarını sürdürebilmesi sağlanmalı, basın üzerindeki baskılar kaldırılmalıdır.
Toplumsal Kutuplaşma Azaltılmalı: Farklı görüşlerin bir arada yaşayabileceği demokratik bir ortam tesis edilmeli, kutuplaşma politikalarından kaçınılmalıdır.
Gerçek Sorunlar Üzerine Odaklanılmalı: Ekonomik kriz, işsizlik ve sosyal adalet gibi konuların çözümüne yönelik gerçekçi politikalar geliştirilmelidir.
Sonuç olarak, demokratik bir toplumun temel dayanağı, hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğüdür. Bu değerler korunmadığında, toplumun tüm kesimleri zarar görür. Hukukun siyasetten bağımsız hale getirilmesi ve düşünce özgürlüğünün güvence altına alınması, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin devamlılığı açısından büyük önem taşımaktadır.
Bahadır Hataylı/19.03.2025/Sancaktepe/İST