Burada dinin ikiyüzlü bir sınıf tarafından nasıl istismar edildiğini ve toplumsal adaletin nasıl çarpıtıldığını anlatıyorum. Burada temel mesele, dinin özüyle değil, onu kendi çıkarları doğrultusunda kullananlaradır.
Dinin Araçsallaştırılması ve Sosyal Adaletin Çarpıtılması
Dinin tarih boyunca bireyleri manevi olarak arındıran, onlara vicdan, adalet ve sorumluluk duygusu kazandıran bir unsur olması beklenir. Ancak ne zaman ki din, bir grup insanın kendi dünyevi çıkarlarını meşrulaştırma aracı hâline gelir, işte o zaman ahlaki çürüme başlar. Dini kullanarak insanları yöneten, onlara cenneti vaat edip dünyadaki tüm nimetleri kendilerine ayıran bu zihniyet, aslında dinin özüne tamamen savaş açar.
Bu tür bir din anlayışı, sadece bir zümrenin refahını garanti altına alır ve geri kalanları, ahiret vaatleriyle avutulan bir sürüye dönüştürür. Kendi ellerinde iktidarı ve maddi gücü tutanlar, halkı “sabır” ve “tevekkül” kavramlarıyla pasifize ederken, kendileri lüks ve ihtişam içinde yaşamlarını sürdürür. Tarih boyunca kralların, sultanların, din adamlarının ve aristokratların bu yöntemi kullanarak halkı kontrol altında tuttuklarına defalarca tanık olduk.
Peki, din neden ve nasıl bu kadar güçlü bir araç hâline geldi?
Çünkü din, insanın en temel varoluşsal korkularına cevap verir: Ölüm, belirsizlik ve adalet arayışı. İnsan, öldükten sonra yok olup gitmek istemez, bir anlam arayışı içindedir ve yaşarken karşılaştığı adaletsizliklerin bir gün telafi edileceğine inanmak ister. İşte tam da burada, dini çıkarları için kullananlar devreye girer. “Burası geçici, gerçek ödül ahirette” diyerek insanları dünyadaki eşitsizliklere karşı itiraz etmeyen, haklarını aramayan bir kitleye dönüştürmek, iktidar sahiplerinin en eski yöntemlerinden biridir.
Dünyevi Cennetlerini İnşa Edenler
İktidar sahipleri için din, sadece bir yönetim aracıdır. Kendi dünyevi cennetlerini inşa ederken, yoksullara ahirette verilecek nimetlerden bahsederler. Onlar için dünya, tat alınması gereken bir ziyafet sofrasıdır; halk ise bu sofranın kırıntılarıyla yetinmelidir. Saraylarda yaşayan, lüks araçlara binen, milyon dolarlık mücevherlerle süslenen, en pahalı restoranlarda yemek yiyen bu kesim, aynı zamanda insanlara “şükredin” telkininde bulunur.
Bir yanda devasa camiler yaptırıp cömert bağışlarla kendilerini dindar gösterirken, diğer yanda bu camilerin önündeki dilencileri görmezden gelirler. Lüks otellerde iftar açanların, sokakta bir tas çorba için bekleyen insanlara “sabret, imtihandasın” demesi tam da bu anlayışın bir yansımasıdır. Dini, kendi menfaatleri doğrultusunda kullananlar için din, bir vicdan temizleme aracı, halk içinse bir uyuşturucu hâline getirilir.
Burada önemli olan nokta şudur:
Eğer din, sadece bir avuç insanın çıkarlarını koruyorsa ve diğerlerine sadece sabır ve tevekkül öğütlüyorsa, bu artık hakikatin dini değil, bir baskı mekanizmasına dönüşmüş demektir. Hakiki bir inanç sistemi, adaletin ve hakkaniyetin dünyada sağlanmasını da ister. Kur’an’ın birçok ayetinde adaletin önemi vurgulanır, haksızlık yapanların cehennemi hak edeceği söylenir. Peki, bu sözde “dindar” kesimler neden tam tersini uyguluyor?
Çünkü onlar için din, bir hakikat değil, bir araçtır. Eğer din, sadece bir avuç zenginin, bir grup elitin elinde dünyadaki nimetleri tüketmek için bir meşruiyet kaynağına dönüşmüşse, o din artık yozlaşmış demektir. Bu noktada, dini anlatanların kim olduğu, onların yaşam tarzı ve gerçek niyetleri sorgulanmalıdır.
Din Bezirgânları-Şeytanın Temsilcileri mi?
Tarih boyunca din tüccarları her toplumda ortaya çıkmıştır. İnsanların en saf duygularını, en derin inançlarını kullanarak onları manipüle etmişlerdir. Bu kişiler, Allah’ın adını anarak zenginleşen, halkın saf inançlarını sömürerek dünyevi makamlarını güçlendiren kimselerdir. İslam tarihi boyunca da bu tür insanlar olmuştur. Örneğin, Emevi ve Abbasi dönemlerinde din adamları, hükümdarların iktidarlarını sağlamlaştırmak için fetvalar vermiş, halkı susturmuş ve “halife Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir” diyerek iktidarı kutsamışlardır.
Bugün de durum farklı değildir. Büyük servetler edinen, milyonlarca dolarlık şirketleri olan, halktan sürekli bağış toplayan ancak kendi zenginliklerinden asla feragat etmeyen “din adamları” türemiştir. Lüks içinde yaşayan, özel jetlerle seyahat eden, gösterişli malikânelerde oturan bu insanlar, insanlara “kanâat edin” demekten çekinmezler.
Bu tür bir din anlayışı, halkın hakkını yiyen, adaleti ayaklar altına alan, dini sadece çıkarları için kullanan sahtekârların dinidir. Onlar için din, kendilerine dünya nimetlerini getiren, geri kalanlara ise sadece sabır ve ahiret vaat eden bir ideolojidir. Böyle bir din, insanları sadece cehenneme götürür. Çünkü bu anlayış, hakikati değil, menfaati temsil eder.
Hakiki din, zulmün karşısında duran, adaleti savunan ve herkes için eşit fırsatlar sağlayan bir inanç sistemidir. Eğer bir sistemde, birileri sadece dünya nimetlerini tüketirken, diğerleri sürekli ahiret vaatleriyle oyalanıyorsa, burada ciddi bir sorun vardır.
Hakikat ve Adalet İçin Ne Yapılmalı?
1. Din tüccarlarının maskesini düşürmek: Gerçek dindarlık, lüks içinde yaşayıp fakirleri ahiretle kandırmak değil, toplumda adaleti sağlamaktır. Halk, dini kendi çıkarları için kullananları teşhis etmeli ve onlara körü körüne inanmayı bırakmalıdır.
2. Dini, hakikati aramak için kullanmak: Eğer din, sadece bir grup insanın dünyevi refahını sağlıyorsa, orada hakikatten bahsedilemez. Gerçek bir din, adalet, merhamet ve eşitlik ilkeleri üzerine kurulmalıdır.
3. Dini, eleştirel bir bakış açısıyla incelemek: Dini anlatanların kim olduğu, onların yaşam tarzları, söyledikleri ile yaptıkları arasındaki çelişkiler sorgulanmalıdır. Eğer bir kişi size sürekli sabır ve tevekkülü öğütlerken kendisi ihtişam içinde yaşıyorsa, orada bir çelişki vardır.
4. Adaletin dünyada da sağlanması gerektiğini vurgulamak: Hakiki bir inanç sistemi, adaleti sadece ahirete bırakmaz. Adalet, önce dünyada sağlanmalıdır. Kur’an’da da zulme ve haksızlığa karşı durmak gerektiği defalarca vurgulanmıştır.
Sonuç olarak, dinin iktidar sahipleri tarafından araçsallaştırılması, insanları hakikatten uzaklaştırır. Eğer bir din, yalnızca bir grup insanın çıkarlarını koruyor ve diğerlerini sürekli oyalıyorsa, o din artık hakikatin değil, çıkarların hizmetindedir. Ve böyle bir din, insanları ancak cehenneme götürür.
Erol Kekeç/01.02.2025/Sancaktepe/İST