Bu Blogda Ara

2 Şubat 2025 Pazar

Dinin Gölgesinde Adaletsizlik-Hakikat mi İstismar mı?



Burada dinin ikiyüzlü bir sınıf tarafından nasıl istismar edildiğini ve toplumsal adaletin nasıl çarpıtıldığını  anlatıyorum. Burada temel mesele, dinin özüyle değil, onu kendi çıkarları doğrultusunda kullananlaradır.

Dinin Araçsallaştırılması ve Sosyal Adaletin Çarpıtılması

Dinin tarih boyunca bireyleri manevi olarak arındıran, onlara vicdan, adalet ve sorumluluk duygusu kazandıran bir unsur olması beklenir. Ancak ne zaman ki din, bir grup insanın kendi dünyevi çıkarlarını meşrulaştırma aracı hâline gelir, işte o zaman ahlaki çürüme başlar. Dini kullanarak insanları yöneten, onlara cenneti vaat edip dünyadaki tüm nimetleri kendilerine ayıran bu zihniyet, aslında dinin özüne tamamen savaş açar.

Bu tür bir din anlayışı, sadece bir zümrenin refahını garanti altına alır ve geri kalanları, ahiret vaatleriyle avutulan bir sürüye dönüştürür. Kendi ellerinde iktidarı ve maddi gücü tutanlar, halkı “sabır” ve “tevekkül” kavramlarıyla pasifize ederken, kendileri lüks ve ihtişam içinde yaşamlarını sürdürür. Tarih boyunca kralların, sultanların, din adamlarının ve aristokratların bu yöntemi kullanarak halkı kontrol altında tuttuklarına defalarca tanık olduk.

Peki, din neden ve nasıl bu kadar güçlü bir araç hâline geldi?

Çünkü din, insanın en temel varoluşsal korkularına cevap verir: Ölüm, belirsizlik ve adalet arayışı. İnsan, öldükten sonra yok olup gitmek istemez, bir anlam arayışı içindedir ve yaşarken karşılaştığı adaletsizliklerin bir gün telafi edileceğine inanmak ister. İşte tam da burada, dini çıkarları için kullananlar devreye girer. “Burası geçici, gerçek ödül ahirette” diyerek insanları dünyadaki eşitsizliklere karşı itiraz etmeyen, haklarını aramayan bir kitleye dönüştürmek, iktidar sahiplerinin en eski yöntemlerinden biridir.

Dünyevi Cennetlerini İnşa Edenler

İktidar sahipleri için din, sadece bir yönetim aracıdır. Kendi dünyevi cennetlerini inşa ederken, yoksullara ahirette verilecek nimetlerden bahsederler. Onlar için dünya, tat alınması gereken bir ziyafet sofrasıdır; halk ise bu sofranın kırıntılarıyla yetinmelidir. Saraylarda yaşayan, lüks araçlara binen, milyon dolarlık mücevherlerle süslenen, en pahalı restoranlarda yemek yiyen bu kesim, aynı zamanda insanlara “şükredin” telkininde bulunur.

Bir yanda devasa camiler yaptırıp cömert bağışlarla kendilerini dindar gösterirken, diğer yanda bu camilerin önündeki dilencileri görmezden gelirler. Lüks otellerde iftar açanların, sokakta bir tas çorba için bekleyen insanlara “sabret, imtihandasın” demesi tam da bu anlayışın bir yansımasıdır. Dini, kendi menfaatleri doğrultusunda kullananlar için din, bir vicdan temizleme aracı, halk içinse bir uyuşturucu hâline getirilir.

Burada önemli olan nokta şudur:

Eğer din, sadece bir avuç insanın çıkarlarını koruyorsa ve diğerlerine sadece sabır ve tevekkül öğütlüyorsa, bu artık hakikatin dini değil, bir baskı mekanizmasına dönüşmüş demektir. Hakiki bir inanç sistemi, adaletin ve hakkaniyetin dünyada sağlanmasını da ister. Kur’an’ın birçok ayetinde adaletin önemi vurgulanır, haksızlık yapanların cehennemi hak edeceği söylenir. Peki, bu sözde “dindar” kesimler neden tam tersini uyguluyor?

Çünkü onlar için din, bir hakikat değil, bir araçtır. Eğer din, sadece bir avuç zenginin, bir grup elitin elinde dünyadaki nimetleri tüketmek için bir meşruiyet kaynağına dönüşmüşse, o din artık yozlaşmış demektir. Bu noktada, dini anlatanların kim olduğu, onların yaşam tarzı ve gerçek niyetleri sorgulanmalıdır.

Din Bezirgânları-Şeytanın Temsilcileri mi?

Tarih boyunca din tüccarları her toplumda ortaya çıkmıştır. İnsanların en saf duygularını, en derin inançlarını kullanarak onları manipüle etmişlerdir. Bu kişiler, Allah’ın adını anarak zenginleşen, halkın saf inançlarını sömürerek dünyevi makamlarını güçlendiren kimselerdir. İslam tarihi boyunca da bu tür insanlar olmuştur. Örneğin, Emevi ve Abbasi dönemlerinde din adamları, hükümdarların iktidarlarını sağlamlaştırmak için fetvalar vermiş, halkı susturmuş ve “halife Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir” diyerek iktidarı kutsamışlardır.

Bugün de durum farklı değildir. Büyük servetler edinen, milyonlarca dolarlık şirketleri olan, halktan sürekli bağış toplayan ancak kendi zenginliklerinden asla feragat etmeyen “din adamları” türemiştir. Lüks içinde yaşayan, özel jetlerle seyahat eden, gösterişli malikânelerde oturan bu insanlar, insanlara “kanâat edin” demekten çekinmezler.

Bu tür bir din anlayışı, halkın hakkını yiyen, adaleti ayaklar altına alan, dini sadece çıkarları için kullanan sahtekârların dinidir. Onlar için din, kendilerine dünya nimetlerini getiren, geri kalanlara ise sadece sabır ve ahiret vaat eden bir ideolojidir. Böyle bir din, insanları sadece cehenneme götürür. Çünkü bu anlayış, hakikati değil, menfaati temsil eder.

Hakiki din, zulmün karşısında duran, adaleti savunan ve herkes için eşit fırsatlar sağlayan bir inanç sistemidir. Eğer bir sistemde, birileri sadece dünya nimetlerini tüketirken, diğerleri sürekli ahiret vaatleriyle oyalanıyorsa, burada ciddi bir sorun vardır.

Hakikat ve Adalet İçin Ne Yapılmalı?

1. Din tüccarlarının maskesini düşürmek: Gerçek dindarlık, lüks içinde yaşayıp fakirleri ahiretle kandırmak değil, toplumda adaleti sağlamaktır. Halk, dini kendi çıkarları için kullananları teşhis etmeli ve onlara körü körüne inanmayı bırakmalıdır.

2. Dini, hakikati aramak için kullanmak: Eğer din, sadece bir grup insanın dünyevi refahını sağlıyorsa, orada hakikatten bahsedilemez. Gerçek bir din, adalet, merhamet ve eşitlik ilkeleri üzerine kurulmalıdır.

3. Dini, eleştirel bir bakış açısıyla incelemek: Dini anlatanların kim olduğu, onların yaşam tarzları, söyledikleri ile yaptıkları arasındaki çelişkiler sorgulanmalıdır. Eğer bir kişi size sürekli sabır ve tevekkülü öğütlerken kendisi ihtişam içinde yaşıyorsa, orada bir çelişki vardır.

4. Adaletin dünyada da sağlanması gerektiğini vurgulamak: Hakiki bir inanç sistemi, adaleti sadece ahirete bırakmaz. Adalet, önce dünyada sağlanmalıdır. Kur’an’da da zulme ve haksızlığa karşı durmak gerektiği defalarca vurgulanmıştır.

Sonuç olarak, dinin iktidar sahipleri tarafından araçsallaştırılması, insanları hakikatten uzaklaştırır. Eğer bir din, yalnızca bir grup insanın çıkarlarını koruyor ve diğerlerini sürekli oyalıyorsa, o din artık hakikatin değil, çıkarların hizmetindedir. Ve böyle bir din, insanları ancak cehenneme götürür.

Erol Kekeç/01.02.2025/Sancaktepe/İST

Gurur Kibir ve Yönetimde Azgınlık-Kanatlanan Karıncaların Sonu



Sözümüz açık, mesajımız nettir: "Allah, azan karıncaya kanat takar, kuşa yem edermiş."

Bu bir ikazdır. İnsan, gücü ele geçirdiğinde kendini vazgeçilmez, dokunulmaz ve hatta ölümsüz zanneder. Ama tarih, bunun ne büyük bir yanılgı olduğunu bize defalarca göstermiştir. Zira her yükselenin bir inişi, her büyüklük taslayanın bir çöküşü olmuştur. Firavunlar, Nemrutlar, Şeddatlar, Karunlar… Hepsi bir zamanlar güç sahibiydi. Ama şimdi onları yalnızca ibretle hatırlıyoruz.

Bugünün yöneticilerine, karar alıcılarına, halkın üzerinde tahakküm kurmaya çalışanlara söylüyorum: Unutmayın, kanat takılan karıncaların sonu, kuşlara yem olmaktır.

Kendi İlahını Yaratan İnsan

Yönetimde en büyük felaket, insanın kendini hak sahibi görmesidir. Yani, bulunduğu makam ona lütfedilmiş değil, kendi hakkı olduğunu sanmasıdır. Oysa hiçbir iktidar, hiçbir güç ve hiçbir yetki mutlak değildir. Mutlak olan sadece Allah’tır. Ama gurur, insanın gözünü kör eder. Kibir, kulağını sağır eder. Hakikati işitemez, halkın feryadını göremez hale gelir.

Bir insan, "Ben olmazsam bu devlet çöker" diyorsa…

Bir yönetici, "Benim sözüm kanundur, kimseye hesap vermem" diyorsa…

Bir idareci, "Ben yaptım, oldu" diyorsa…

İşte o kişi kanatlanan karıncadır. Çünkü artık kendisini halktan değil, haktan üstün görmeye başlamıştır.

Gücün Zehirlemesi-Haktan Sapış,

İktidar, doğru ellerde bir hizmet aracı olur. Ama yanlış ellerde bir zehire dönüşür. İşte asıl sorun burada başlar: Zehirlenmiş liderler!

Peygamber Efendimiz (sav) ne buyurmuştur?

"Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden mesulsünüz."

Bugünün yöneticileri bunu unuttu. Çoban olduklarını sandılar ama sürüyü unuttular. Merhameti, adaleti, istişareyi terk ettiler. Yüce Allah, Firavunu hemen helak etmedi. Çünkü ona fırsat tanıdı, uyarılar gönderdi. Ama o, bu uyarıları ciddiye almadı. Gün geldi, deniz ortasında boğuldu.

Bugünün yöneticileri için de aynı şey geçerli. Şimdi güç onlarda olabilir. Şimdi dilediklerini yapıyor olabilirler. Ama unutmasınlar: İlahî adalet mutlaka tecelli eder. Bugün alkışlayanlar, yarın taş atanlara dönüşebilir.

Yöneticinin Şaşması- Adaletin Yıkımı

Bir yönetici, adaleti bırakıp zulme kayarsa Allah ona kanat takar. Yani onun gücünü artırır, onu zirveye çıkarır. Ama bu yükseliş, bir ödül değildir. Bu, onun sonunu hazırlayan bir tuzaktır.

"Zalimlere mühlet veririz, ama asla ihmal etmeyiz." (Hud Suresi :11/15)

Düşünün, bir yönetici bir makamı ele geçirir ve orada kalıcı olacağını düşünür. Adaleti bırakır, torpili, rüşveti, adam kayırmayı yol edinir. Devletin malını babasının malı gibi harcamaya başlar. "Bu halk bana mahkûm" diyerek onları hor görür. İşte bu noktada, artık onun sonu yaklaşmıştır.

Çünkü kanatlanan karınca, uçmanın keyfini sürerken kuşun geldiğini fark edemez. Oysa o an çoktan tuzağa düşmüştür.

Süleyman ve Karun-İki Farklı Yükseliş, İki Farklı Son

Süleyman Peygamber de bir kraldı. Ama adaletiyle, tevazusuyla yükseldi. Karun da büyük bir servete sahipti, ama hırsıyla, kibriyle yükseldi.

Süleyman’ı Allah daha da yüceltti. Çünkü o, gücünü halka hizmet için kullandı.

Karun’u Allah yerin dibine geçirdi. Çünkü o, servetini halkın aleyhine kullandı.

Bugünün yöneticileri kendilerine sorsun: Ben Süleyman mıyım, yoksa Karun mu?

Eğer adaletle, liyakatle, tevazuyla yönetiyorsan, Allah seni destekler. Ama kibirle, israfla, halkı ezerek yükseliyorsan, Allah sana kanat takar… ve seni yere çalar.

Son Uyarı-Gücü Yanlış Kullananın Akıbeti

Bu sözleri, sadece bugünün yöneticileri için söylemiyorum. Tarihte de, gelecekte de kim olursa olsun, kim yanlış yaparsa aynı akıbete uğrar.

Bir belediye başkanı… Bir bakan… Bir milletvekili… Bir devlet başkanı… Kim olursa olsun, Allah’ın adaletine karşı gelemez.

Bu dünyada kanat takılan çok karınca gördük. Ama onların hepsi kuşlara yem oldu.

Bugün güç sende olabilir. Makam, servet, şöhret senin olabilir. Ama unutma, bu bir imtihandır. Eğer bu gücü doğru kullanmazsan, Allah senin de kanatlarını açar… Ve sen, farkına bile varmadan, bir av kuşuna yem olursun.

Bu yüzden diyorum ki: Her yükselişi hayra, her düşüşü şerre yormamak lazım.

Çünkü bazen yükseliş, insanın düşüşü içindir.

Ve bazen düşüş, insanın kurtuluşudur.

Allah, adaletle yönetenleri korusun, kibirle azanları da hak ettikleri sonla buluştursun.

Bahadır Hataylı/27.01.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!