Bu Blogda Ara

7 Nisan 2025 Pazartesi

Türkiye Israil Çelişki Analizi

Türkiye'nin Gazze ve İsrail arasındaki konumu, sadece vicdani değil, aynı zamanda siyasi, stratejik, ekonomik ve ahlaki açıdan derin bir çözümlemeyi hak eden karmaşık bir meseledir. Türkiye’nin Filistin meselesi konusundaki tutumu, uzun süredir halkın duygularıyla siyasi realiteler arasında bir yerde salınan, retorik ile eylem arasındaki uçurumu derinleştiren bir çelişkiler yumağına dönüşmüş durumda. Gelin bu çelişkileri, nedenlerini ve olası sonuçlarını farklı başlıklar altında, muhalif ve tutarlı bir analizle  değerlendirelim:

1. Söylem-Eylem Uyuşmazlığı- Kudüs Davası mı, Siyasi Tiyatro mu?

Türkiye’de iktidarın yıllardır sürdürdüğü retorik, Kudüs’ün, Gazze’nin ve Filistin’in korunmasına dair güçlü sözlerle bezeli. Cumhurbaşkanlığı seviyesinde “Kudüs kırmızı çizgimizdir”, “Bir gece ansızın gelebiliriz”, “Dünya beşten büyüktür” gibi cümleler sık sık kullanılıyor. Ancak bu söylemlerin arkasında fiili bir yaptırım, caydırıcı bir adım ya da somut bir müdahale göremiyoruz.

Retorik varsa, icraat nerede?

  • İsrail’le yapılan askeri anlaşmalar,

  • Mavi Marmara sonrası özür, tazminat ve diplomatik ilişkilerin hızla onarılması,

  • 7 Ekim sonrası yaşanan katliamlar karşısında dahi İsrail’e giden gemilerin durdurulmaması,

  • Gazze’ye yardım bahanesiyle aslında mülteci planlamaları yapılması gibi eylemler bu söylemleri boşa çıkarıyor.

2. Ticaret ve Diplomasi- Kudüs İçin Kınayıp Tel Aviv’le Ticaret Yapmak

2023 yılında Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi 9 milyar doları geçti. Türkiye’den İsrail’e ihraç edilen malların arasında çelik, inşaat malzemesi, gıda ürünleri gibi temel yapısal ürünler var. Aynı dönemde İsrail’in Gazze’de altyapıyı bombaladığı, gıda ve su yollarını kestiği düşünüldüğünde, Türkiye’den giden bu mallar hangi vicdana, hangi “İslami dayanışma”ya sığıyor?

Çarpıcı örnek:

  • Bir yandan İsrail’in sivillere saldırdığı söylenirken, diğer yandan Türkiye limanlarından çıkan malların Ashdod Limanı'na indirildiği ve İsrail ordusunun lojistiğine katkı sağladığına dair sızan bilgiler basına yansıyor.

Bu noktada halktan yükselen “Bu nasıl anti-Siyonizm?” sorusu haksız mı?

3. Ordu ve Güç Kullanımı- Slogan Var, Caydırıcılık Yok

Türkiye, NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip. SİHA teknolojisiyle, drone ihracatıyla övünen bir savunma sanayi var. Ancak Gazze’de çocuklar katledilirken bu teknolojilerin caydırıcılık için hiçbir şekilde devreye sokulmaması ciddi bir irade sorununa işaret ediyor.

Peki neden?

  • ABD ile diplomatik dengeleri bozmamak,

  • İsrail’le ticari ilişkileri kaybetmemek,

  • İç politikada “dış güçler” kartını canlı tutmak için düşmanı söylemde diri tutarken gerçekte eylemsizlik tercih ediliyor olabilir.

4. Bağımsız Eylemcilere Müdahale- Hangi Ümmet, Hangi Dayanışma?

Gazze için yürüyüş yapmak isteyen sivil toplum kuruluşları, öğrenciler, kadınlar sık sık polis baskısıyla karşılaşıyor. “Ümmet için mücadele” ettiğini söyleyen iktidar, neden bağımsız insanlara tahammül edemiyor?

  • Çünkü sahici bir halk hareketi, mevcut sistemin “tek elden yönetim” mantığını tehdit ediyor.

  • Tıpkı Gezi'de olduğu gibi, Gazze için sokağa çıkan herkes potansiyel bir “iç tehdit” olarak görülüyor.

5. Gazze'yi Türkiye’ye Getirmek- Sürgün mü, Kurtuluş mu?

Gazze halkını Türkiye’ye getirme fikri, ilk bakışta insani görünebilir. Ancak bu planın ardında “Gazze'yi boşaltma” gibi Siyonist bir stratejiye hizmet etme riski de var. “Yaralıları getirelim” demekle başlayıp, “Gazze'yi tahliye edelime varabilecek bu süreç, Filistinlilerin kendi topraklarına dönme hakkını elinden alabilir.

Sürgün, işgalin tamamlayıcısıdır.

Eğer Gazze boşaltılırsa İsrail için işgal etmek çok daha kolay hale gelir. Türkiye bu planda aktif rol oynarsa, “koruyucu ülke” değil, “pasif suç ortağı” konumuna düşer.

6. “Kınama Diplomasisi”- Ne Uluslararası, Ne Yerel Etki

Her saldırıdan sonra kınama mesajları yayınlanıyor. BM’de etkisiz, İİT’de sembolik, Batı'da ise göz ardı edilen bu açıklamalar artık içeride de inandırıcılığını yitirmiş durumda.

Kınama, eylemsizliğin makyajıdır.

Gazze bombalanırken İsrail büyükelçisinin gönderilmemesi, ticaretin askıya alınması, askeri anlaşmaların iptali gibi adımlar atılmıyor. Bu durumda yapılan her kınama, sadece halkı oyalamak için atılmış bir tiyatro repliği gibi görünüyor.

7. Muhalefetin Suskunluğu- Herkes Mi Susturulmuş?

Ana akım muhalefet partileri bile bu süreçte yeterince ses çıkaramıyor. Çünkü Gazze meselesi, sadece insani değil, aynı zamanda siyasi mayınlarla dolu. Bir kesim “İslamcı görünmekten korkuyor”, diğer kesim “iktidarı çok fazla kızdırmaktan çekiniyor”.

Sonuçta ortaya sessiz, etkisiz, vizyonsuz bir muhalefet kalıyor.

8. Türkiye'nin Asıl Fonksiyonu- Denge Unsuru mu, Sistem İçi Muhalefet mi?

Türkiye’nin İsrail’e doğrudan müdahale etmeyen, ama iç kamuoyunu rahatlatmak için sözde tepkiler gösteren tutumu; Batı'nın gözünde onu “dengeleyici” bir oyuncu haline getiriyor. Yani:

  • Ne Filistin’i kurtarıyor,

  • Ne de İsrail’i gerçekten rahatsız ediyor.

  • Sadece Orta Doğu halklarını uyutan bir “makyaj” görevi görüyor.

 HAKİKATİN YÜZÜNE BAKMAK GEREK

Türkiye’nin Filistin politikası, gerçek bir direniş değil, içi boşaltılmış bir retorik balonuna dönüşmüş durumda. Gazze’de her bomba düştüğünde, Türkiye'de yapılan açıklamalar “taziye” değil, bir nevi “algı yönetimi” haline geldi. Tüm bu süreçte:

  • Kınamalar hayata dokunmuyor,

  • Ticaret vicdanı zedeliyor,

  • Güvenlik politikaları halkı bastırıyor,

  • Diplomasi çelişkilerle dolup taşıyor.

Ve sonunda, en büyük kayıp Filistin halkına değil, insanlığın ortak vicdanına oluyor.

Eğer gerçekten Filistin için bir şey yapılmak isteniyorsa:

  • İsrail ile tüm askeri ve ekonomik ilişkiler kesilmeli,

  • Filistinliler zorla tahliye edilmemeli,

  • Gazze'deki saldırılar karşısında uluslararası yaptırım öncülüğü yapılmalı,

  • Bağımsız halk eylemleri desteklenmeli, bastırılmamalı,

  • Ve en önemlisi: söylemler değil, eylemler konuşmalı.

Çünkü Filistin'e ağlayan gözlerin samimiyeti, İsrail'e giden gemilerden çok daha kıymetlidir.

Bahadır Hataylı/07.04.2025/Sancaktepe/İST


Dünyanın Sessizliği


“Bir çocuğun çığlığı, bir medeniyeti çökertmeye yeter.”
Ama bu çağda değil. Bu çağda, çocuk çığlıkları gökyüzüne değil, beton duvarlara çarpıyor. İçimizden biri değilmiş gibi. Bizden biri değilmiş gibi. Sanki onların canı, bizimki kadar kıymetli değilmiş gibi.

I. Sessizlik Çağının İçindeyiz

Bir ülkenin meclis başkanı, “İsrail bizimle çatışmayı göze alamaz,” diyebiliyor. Onlarca çocuğun cansız bedeni hâlâ toprağın altında sıcak. Bir annenin kucağında tuttuğu, başı kopmuş bebeğini gördük mü? Gördük. Unutmadık. Ama unuttular.

Zulüm olurken gurur konuşulmaz. Çocuklar ölürken siyaset yapılmaz. Fakat bugün, insanlık denen mefhum bir kenara bırakılmış; yerini hesaplara, PR stratejilerine ve liderlerin şişirilmiş egolarına bırakmış.

Bir halk yok ediliyor. Filistin'in çocukları gözümüzün önünde katlediliyor. Tüm dünya yalnızca “endişeliyiz” diyebiliyor. Bu ne biçim endişe? Hangi endişe bir bebeği ölümden alıkoymaz? Hangi “kınama” bir çocuğun başını yerine koyar?

II. Modern Çağın En Acımasız Sözlüğü

Bu çağın sözlüğü şöyle:

  • “Meşru müdafaa”: Bir halkın köylerini yok etmek.

  • “Orantılı güç kullanımı”: Savaş uçaklarıyla bir kampı bombalamak.

  • “İki taraf da acı çekiyor”: Katil ve kurbanı eşitlemek.

  • “İsrail bizimle çatışmayı göze alamaz”: Bizim iktidarımızın gölgesinde zulmün pazarlığını yapabiliriz.

Bu dili yaratanlar, insanlığa değil, çıkarlarına hizmet ediyor. Vicdanın dili böyle konuşmaz. Vicdan, “Bir çocuk ölüyorsa, herkes suçludur,” der. Ama ne yazık ki vicdan artık dış politikada bir seçenek değil, sadece şiirlerde kalan bir kelime.

III. Bir Toplumun Yıkımı, Tüm Dünyanın Yüzsüzlüğü

Gazze’de çocuklar ölümle tanışmadan önce gökyüzüne bakamıyor. Gözleri korkuyla büyüyor. Oysa biz ne demiştik şiirlerde?

“Bir gün çok bunalırsan, gökyüzüne bak…”

Onların gökyüzü parçalanmış.
Gökyüzüne baktıklarında üstlerinde süzülen yalnızca yıldızlar değil, füzeler.

Yemen’de açlıktan ölen bebekler… Suriye’de evleri başlarına yıkılan çocuklar… Lübnan’da yıllar süren ambargo altında boğulan insanlar… Ve biz hâlâ “barış masası” hayalleri kuruyoruz.

Barış, bombalar eşliğinde kurulmaz. Vicdanlar uyanmadan gelmez.

IV. Sözde Kahramanlar, Gerçek Mazlumlar

Bu çağın sahnesinde bir figür var: Sahte Kahraman.
İçi boş, sesli, güçlüymüş gibi, ama sadece kendi halkına güçlü.
Sözde “ümmetin lideri” diye pazarlanıyor. Oysa ümmetin çocukları katledilirken “denge politikası” yapıyor. Kınamalarla koca bir halkı mezara gömüyor.

Buna biz “kibirin yamyam hali” diyelim.
Bir lider, kendi halkı için ne yaparsa yapsın, başka halkların acılarına gözlerini kapatıyorsa insanlığını yitirmiştir.
Gazze’de her bomba düştüğünde, bazı liderler alkış topluyor içeride. Çünkü insanlar gerçekleri değil, sunulan tiyatroyu izliyor.

Bir yanda yıkım, bir yanda yaldızlı konuşmalar.
Bir yanda ölü çocuklar, bir yanda açılış törenleri.
Bir yanda “Ben dünyaya meydan okuyorum,” diyenler, öbür yanda “Ama İsrail’le ekonomik ilişkilerimiz sürüyor,” diyenler.

V. İnsanlık Dedikleri Ne Kadar Ucuz?

Hiçbir hayvan kendi türünü böyle acımasızca yok etmez.
Bu yüzden bazen “insanlık” kelimesi bile ağır geliyor.
Bu çağda insan olmak, çoğu zaman zalime göz yummak, katliamlara susmak, ekran başında kahve yudumlarken “çok kötü şeyler oluyor” demek.

Gerçekten bir daha düşünelim:
Bu çağın insanı, Hitler’in zamanındaki sessiz çoğunluktan daha mı farklı?
Bir toplumun çocukları her gün katlediliyorken, sessiz kalan herkesin eli kirli değil mi?

VI. Çocukların Gözünden Bakın Dünyaya

Haydi bir anlığına gerçek bir empati kuralım.
Bir Gazzeli çocuk olalım.
Gece füzeyle uyanalım.
Kardeşimiz parçalanmış, annemiz cansız…
Gökyüzüne değil, artık sadece toprağa bakıyoruz.
Ve sonra... dünya liderleri konuşuyor: “Bu kabul edilemez.”
Ama durmuyorlar.
Hiçbir şey değişmiyor.

Bu çocuklar bir sabah uyanamayacaklarını biliyorlar.
Bu çocuklar umut nedir, bilmeden büyüyorlar.
Ve bu çocuklar, bir gün insanlık adına bizim utancımız olacaklar.

VII. Kınamak Ne Zaman Dur Dedi?

İsrail’in on yıllardır süren soykırımı karşısında söylenen en sık kelime şu: Kınıyoruz.
Siz gerçekten kınadığınız her şey için harekete geçiyor musunuz?
Kınamak, vicdanın eylemsiz şeklidir.
Kınamak, zalime susarak prim vermektir.
Kınamak, aslında bir aldatmacadır.

Kınamak bir politikadır.
Kınamak, “bakın biz de rahatsızız” demek içindir.
Ama Gazze’nin çocukları rahatsız değil, ölü!
Kınamayla dirilmiyorlar.
Mezar taşlarına “kınandınız” yazılmıyor.

VIII. Bu Çağın En Büyük Günahı: Unutmak

Bu çağ her şeyi çok çabuk unutuyor.
Bir gün Gazze için ağlıyoruz, ertesi gün indirim kovalıyoruz.
Bir çocuğun cesedi karşımıza çıkınca tüylerimiz ürperiyor, ama sonra hemen dizi izliyoruz.
Zulmü unutmak da, zulme ortak olmaktır.

Bu çağda adalet arayan herkes yalnız.
Bu çağda hakikati söyleyen herkes sürgünde.
Bu çağda “insan” kalmak, bedel istiyor.
Ama biz bedel ödemekten de korkuyoruz.
Konforlu koltuklarımızda “acı” tüketiyoruz.
Ama bir çocuğun acısını hissetmek istemiyoruz. Çünkü o acı, bizim güvenli hayatımızı sorgulatır.

IX. Hesap Günü Varsa?

Sahi, bir gün hesap varsa?
Bir gün, herkes yaptığının karşılığını görecekse?
O çocukların gözyaşları, kulakları sağır olan liderleri mahkemeye çağıracaksa?
Korkmuyor musunuz?
Gerçekten bir gün herkesin maskesi düşerse, ne olacak?

Savaş uçaklarını değil, bakışlarını yönetenler sorguya çekilecekse…
Mikrofonlardan değil, vicdandan seslenenler galip gelecekse…
Ve Allah bir gün, “Bu çocukların hesabını kim verecek?” diye sorarsa…
Kim cevaplayacak?

X. Bir Medeniyetin Ölümü, Bir Bebeğin Kalbinde Başlar

Bir bebek, kalbi durduğunda sadece bir aile değil, tüm insanlık ölmüş olur.
Gazze’de on binlerce insanın canı, dünyanın en büyük mezarlığını oluşturuyor.
Bu mezarlık sadece fiziksel değil;
Orada gömülü olan şey: İnsanlığımız.

Bir çocuğun gülüşünü koruyamayan bir dünya, hiçbir başarıya imza atmış sayılmaz.
Siz gururla koltuklarda oturun,
Siz şatafatla protokollerde yürüyün,
Siz ekonomiyi büyütün, diplomasiyi pazarlayın…
Ama bilin ki;
O toprağın altındaki bir çocuk, sizin bütün kariyerinizden daha değerlidir.

Bahadır Hataylı/06.04.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!