Tarih boyunca zulmeden yöneticiler, sadece kaba kuvvet ve askeri güce dayanarak değil, aynı zamanda susturulan halkların sessizliğiyle iktidarlarını sağlamlaştırmışlardır. Firavunlar, mutlak otoritelerini halkın korkusuna, bürokrasinin itaatine ve devletin resmi ideolojisi haline gelen baskıcı politikalarına dayandırmışlardır. Peki, halkın büyük bir çoğunluğu, zulmü görmesine rağmen nasıl oluyor da zulmeden bir azınlığın yönetimi altında kalabiliyor? Bunun cevabı, psikolojik, sosyolojik ve politik dinamiklerde yatmaktadır.
1. Gücün Meşruiyet Kaynağı Olarak Sessizlik
Bir yönetici yanlışlarını doğru olarak görmeye başladığında, etrafındaki danışmanlar ve halk da bunu kabullenmeye eğilim gösterir. Çünkü otorite figürleri, doğrudan eleştirildiğinde ya da karşı çıkıldığında sert önlemler alabilirler. İnsan doğası gereği hayatta kalma güdüsüyle hareket eder ve birçok insan zulme karşı çıkmaktansa, sessiz kalmayı tercih eder. Sessizlik, zamanla yöneticinin meşruiyetini perçinler ve zulmün devam etmesine zemin hazırlar.
Firavunlar, sadece ordularıyla değil, aynı zamanda insanların korkularını yöneterek iktidarlarını sürdürmüşlerdir. Onların gücü, halkın itaatinden ve en önemlisi de sessizliğinden beslenmiştir. Zulme boyun eğen toplumlar, zamanla zulmü normalleştirir ve onu bir yönetim biçimi olarak kabullenir. Böylece, zulmeden kişi veya kurumlar daha fazla cesaretlenir ve baskının dozunu artırır.
2. Zulmün Sistemleştirilmesi
Zulüm, bireysel bir olgu olmanın ötesinde, devlet mekanizmalarıyla iç içe geçtiğinde çok daha yıkıcı bir hale gelir. Firavunlar, sadece fiziksel güçle değil, aynı zamanda bürokrasiyi ve kanunları kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde kullanarak zulümlerini sistemleştirmişlerdir. Devletin yasaları ve kurumları, yöneticinin otoritesini pekiştirecek şekilde düzenlendiğinde, halkın karşı çıkma şansı giderek azalır.
Örneğin, zulmü yasalar aracılığıyla meşru hale getirmek, toplumun geniş kesimlerini pasif bir direniş yerine, edilgen bir kabullenmeye iter. Hukukun tarafsız olması gerektiği fikri, yerini otoritenin mutlak doğruluğuna bıraktığında, adalet mekanizması baskının bir aracı haline gelir. Firavunlar, yasaları halkın lehine değil, kendi yönetimlerini pekiştirecek şekilde düzenleyerek, zulmü bir yönetim biçimi olarak kalıcı hale getirmişlerdir.
3. Halkın Korku Kültürü İçinde Yoğrulması
Bir toplum, baskı altında uzun süre yaşadığında, korku kültürü içinde şekillenir. İnsanlar, kendi çıkarlarını koruyabilmek adına, yanlışları görmezden gelmeye başlarlar. Zamanla bu korku, yalnızca yöneticilere karşı bir çekinme değil, bireyler arasında da güvensizlik doğurur. Herkes birbirinin potansiyel bir tehdit olduğuna inandırılır ve toplumsal dayanışma zayıflar. Böyle bir ortamda zulme karşı çıkmak neredeyse imkânsız hale gelir.
Firavunlar, halkın arasına nifak sokarak, onları birbirine düşürerek yönetme sanatında ustalaşmışlardır. Onların en büyük stratejisi, insanların birbirinden şüphe duymasını sağlamak ve kolektif direnişi imkânsız hale getirmek olmuştur. Toplum içinde yaygınlaşan korku, insanların bireysel menfaatlerini korumak adına susmalarına neden olmuştur. Böylece, zulüm giderek daha az sorgulanır hale gelir ve otorite karşı konulmaz bir güç olarak kabul edilir.
4. Propaganda ve Algı Yönetimi
Zulmeden yöneticilerin en etkili silahlarından biri propagandadır. İnsanlar zulmü fark edemeyecek hale getirildiğinde, zulmü sürdürenler daha güçlü olurlar. Firavunlar, kendilerini tanrılaştırarak ve halkın bilinçaltına mutlak otoritenin ancak kendi varlıklarıyla sağlanabileceği fikrini işleyerek, yönetimlerini sorgulanamaz hale getirmişlerdir.
Bugünün dünyasında da otoriter rejimler benzer yöntemler kullanmaktadır. Medya araçları, propaganda aygıtları ve resmi söylemlerle zulmün bir tür adalet olduğu algısı yaratılmaya çalışılır. Bu algı yönetimi, insanların zulmü içselleştirmesine ve karşı koymamasına neden olur. Firavunların güçlerini koruyabilmelerinin en önemli sebebi, yalnızca ordularıyla değil, halkın düşüncelerini kontrol edebilmeleriyle mümkün olmuştur.
5. Çıkış Yolu-Zulme Karşı Sessiz Kalmanın Sonuçları
Zulmü sürdüren en büyük etken, ona karşı sessiz kalmaktır. Firavunlar ve onların benzeri yöneticiler, halkın sessizliğinden ve korkusundan beslenirler. Ancak tarih boyunca her otoriter rejimin bir sonu olduğu da unutulmamalıdır. Zulme karşı çıkmayan toplumlar, sonunda o zulmün kurbanı haline gelirler.
Özgürlük ve adalet, ancak insanlar zulme karşı durduklarında mümkün olabilir. Zulmü sürdüren sistemlerin en büyük korkusu, halkın bilinçlenmesi ve ses çıkarmasıdır. Firavunlar, halkın kendilerine itaat etmesi için baskıyı artırmış, ancak sonunda bu baskı ters tepmeye başlamıştır. Zulmü devam ettirmek mümkün olsa da, tarih boyunca hiçbir zalim sonsuza kadar ayakta kalamamıştır.
Firavunların iktidarlarını sürdürebilmesinin temel sebeplerinden biri, halkın sessizliğidir. Zulüm, yalnızca yöneticilerin acımasızlıklarıyla değil, aynı zamanda halkın korkularıyla da beslenir. Yöneticiler, kanunları ve bürokrasiyi kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde kullanarak zulmü sistematik hale getirmişlerdir. Ancak tarih bize göstermiştir ki, zulüm ne kadar güçlü görünürse görünsün, halk bilinçlendiğinde ve birlik olduğunda her türlü baskıcı rejim yıkılmaya mahkûmdur.
Bugün de dünyanın farklı yerlerinde benzer yönetim anlayışları devam etmektedir. Zulme karşı sessiz kalmak, yalnızca zalimlerin gücünü artırır. Özgürlük ve adalet ancak insanların seslerini çıkarmasıyla mümkündür. Firavunlar, halkı sessizleştirerek güç kazandılar, ancak sonunda susturulan sesler bir çığlık olarak geri döndü. Bu yüzden zulme karşı ses çıkarmak, yalnızca bir hak değil, aynı zamanda bir sorumluluktur.
Bahadır Hataylı/22.02.2025/Sancaktepe/İST