Bu Blogda Ara

18 Nisan 2025 Cuma

Su Uyur Rant Uyumaz

 


Kanal İstanbul'da Milletin Gözünden Kaçırılan Tehlike 

Türkiye son yıllarda yalnızca ekonomik ve siyasal krizlerle değil, aynı zamanda çevre ve ekolojik yıkımlarla da yüz yüze. Özellikle İstanbul gibi bir metropolde her karış toprağın rant aracına dönüştürüldüğü bir süreçte doğa ve su kaynakları üzerine yürütülen sistematik saldırılar artık örtülemez boyutlara ulaştı. Kanal İstanbul projesi bahanesiyle Sazlıdere Barajı etrafında başlatılan TOKİ inşaatlarını, Cumhurbaşkanlığı kararıyla barajın içme suyu oranının %100’den %0’a indirilmesini ve bu sürecin perde arkasında halktan neyin saklanmak istendiğini açıklamaya çalışacağız.

Sazlı dere Barajı İstanbul'un Hayat Damarı

1996 yılında hizmete giren ve yıllardır Avrupa Yakası’nın en önemli içme suyu kaynaklarından biri olan Sazlıdere Barajı, 49 milyon metreküp su kapasitesiyle yılda milyonlarca İstanbulluya hayat veriyordu. İSKİ verilerine göre bu baraj, İstanbul’un su ihtiyacının yaklaşık %10’unu karşılayacak büyüklükteydi. Çevresindeki mutlak koruma alanları yapılaşmaya tamamen kapalıydı. Ta ki Kanal İstanbul projesi gündeme gelene dek.

Kanal İstanbul Bir Çevre Cinayeti 

Kanal İstanbul projesi, bilim insanlarının ve çevre kuruluşlarının defalarca uyardığı üzere, İstanbul’un tüm ekolojik dengelerini altüst edecek, su kaynaklarını yok edecek bir talan projesidir. Türkiye'nin içinden geçtiği ekonomik darboğaza rağmen bu proje için çeşitli yollar deneniyor. En tehlikeli boyutu ise projenin henüz başlamadan su kaynaklarını kurutmaya ve bölgeyi ranta açmaya başlaması.

Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Skandal Düzenleme 

2024 sonlarında Cumhurbaşkanlığı kararıyla Sazlıdere Barajı’nın içme suyu kullanım oranı %100’den %0’a düşürüldü. Baraj artık içme suyu havzası olarak kabul edilmeyecek ve çevresinde yapılaşma serbest bırakıldı. Bu karar, İSKİ ve kamuoyuna duyurulmadı. İBB ve ilgili kurumların uyarıları yok sayıldı. 

TOKİ'nin Talan projesi ve Acele Başlayan İnşaatlar

Karar sonrası TOKİ, Sazlıdere Barajı çevresinde 24 bin konutluk dev projeyi başlattı. Dozerler mutlak koruma alanının içine, baraj kıyısına kadar sokuldu. ÇED raporu olmadan başlayan bu yapılaşmanın İstanbul’un ekosistemine, su kaynaklarına ve geleceğine vereceği zarar bilimsel raporlarla defalarca ortaya kondu.

Neden Acele Ediyorlar ?

  • Ekonomik Çıkmaz ve Rant Arayışı: Türkiye ciddi bir ekonomik krizde. Hükümet, İstanbul topraklarını satıp finansman sağlamak istiyor.

  • Yerel Seçimler Öncesi Bitirme Planı: Olası bir iktidar kaybında projeler durdurulabilir. Seçim öncesi ne kadar inşaat yapılabilirse o kadar rant kapısı açılacak.

  • Kanal İstanbul’un Arka Kapıdan Hayata Geçirilmesi: Resmi olarak yavaşlatılmış gibi gösterilen proje, su kaynakları kurutulup TOKİ aracılığıyla yapılaşarak arka kapıdan yürütülüyor.

Ne Gizlenmek İsteniyor?

  • İstanbul’un su kaynakları sistematik olarak yok edilip şehir susuzluğa sürüklenecek.

  • Kanal İstanbul için gerekli altyapı ve finansman TOKİ eliyle sağlanacak.

  • Bölge milyarlarca dolarlık rant alanına dönüştürülecek.

  • İklim krizinin ortasında İstanbul’un ekolojik dengesi tamamen çökecek.

Sazlıdere Barajının talanı sonrasında Olası Sonuçlar:

  • Su Krizi: İstanbul ciddi susuzluk tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

  • Ekolojik Tahribat: Bölge, kuş türlerinin ve doğal yaşamın yaşadığı nadir bir alan. Yapılaşmayla yok olacak.

  • Sel ve Su Baskını Riski: Barajın işlevsizleşmesi ve bölgenin betonlaşması büyük sel riskine yol açacak.

  • Demografik ve Sosyal Tahribat: Plansız nüfus artışıyla altyapı ve sosyal yapı çökecek.

Milletin Geleceği Çalınıyor

Bugün Sazlıdere’de yaşananlar, yalnızca bir barajın değil, İstanbul’un ve Türkiye’nin geleceğinin satılmasıdır. Su, hava, toprak bir avuç sermayedarın çıkarı için peşkeş çekiliyor.

Ne Yapmalıyız?

  • Kamuoyu baskısı artırılmalı.

  • Bağımsız bilim insanları ve çevre örgütleri halkı bilgilendirmeli.

  • Süreç uluslararası gündeme taşınmalı.

  • Yerel yönetimler hukuki süreci zorlamalı.

  • Bölgedeki çalışmaları halk gözlemleyip sosyal medyadan duyurmalı.

Bu mesele siyaset üstüdür. Su, toprak ve hava hepimizin ortak değeridir. Geleceğimize sahip çıkmazsak, yarın susuz ve topraksız bir İstanbul’a uyanabiliriz.

Tilhabeşlifilozof/14.04.2025/Sancaktepe/İST

Gazze Tehcir Senaryosu-Merhametin Maskesi Altındaki İhanet

2025 yılına girerken, Gazze'de yaşananlar artık yeni bir evreye taşınmıştır. Tehcir başlamış, yerinden yurdundan edilen insanlar bu defa bombalarla değil, merhamet süsü verilmiş ihanet planlarıyla sınanmaktadır. İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü zulüm artık yerini, sözde yardım ve kurtarma operasyonları adı altında gerçekleştirilen bir başka yok ediliş biçimine bırakıyor. Bu kez tanklar değil, diplomatik masalar yıkıyor şehirleri. Füzeler değil, sözler vuruyor halkı. Çünkü bu tehcir, “Biz onları İsrail’in zulmünden kurtarıyoruz” diyen bazı devletlerin, merhametli gözükerek yürüttüğü bir ihanet senaryosunun parçasıdır.

Gazze’nin kadınları, çocukları, yaşlıları ölümün eşiğinde bir hayat sürerken, bu senaryo “onları kurtarmak” adı altında hayata geçiriliyor. Sanki bir insani yardım harekâtıymış gibi sunuluyor, oysa bu bir boşaltma planıdır; bir toprağın sessizce, direnişsizce teslim edilme planı. Merhametin diliyle yürütülen bu plan, ihanetin en sofistike biçimidir. Çünkü bu oyunda merhamet, asıl hedefi gizleyen bir sis perdesi olarak kullanılmakta; yardım eli gibi uzatılan eller aslında Siyonist planın taşeronlarıdır.

Geçmişte de dile getirdiğim üzere, özellikle Mısır ve Türkiye bu süreçte kilit rol oynayabilecek konumdadır. Mısır, zaten uzun süredir Gazze halkının yaşadığı acılara sessiz kalmakla bu planın bir parçası olduğunu göstermiştir. Eğer böyle bir antlaşma masada olmasa, bu kadar zulme göz yumulamazdı. Mısır bu konuda “dünden razı”dır çünkü suskunluğu çoktan bir onay halini almıştır.

Türkiye ise daha temkinli bir duruş sergilemekte, ancak "çok az bir topluluğu alabiliriz" söylemiyle, bu tehcire kısıtlı da olsa kapı aralamaktadır. Ne var ki bu az sayıdaki mülteciye karşılık, Suriye’de daha önce inşa edilen 850 bin konutun hazır beklediği unutulmamalıdır. Bu konutlara yerleştirilmek istenen Gazze halkı, aslında Suriyelilerin kalıcılığını meşrulaştırmak adına bir araç haline getirilebilir. Türkiye’nin İsrail ile yürüttüğü görüşmelerde Gazze’den ziyade Suriye’nin gündemde oluşu da bu tezi güçlendirmektedir.

Bu aşamadan sonra İsrail, aldığı bu örtülü destek ve zımni ruhsatla, Batı Şeria için de aynı Gazze planını devreye sokacaktır. Çünkü artık önünde engel kalmamış, merhamet kisvesi altında yapılan tehcirler “insani yardım” olarak sunulmaya başlanmıştır. Bu sürecin nihai hedefi açıktır: Filistin’in İsrail toprağı haline gelmesi. Zaten Kudüs’ün başkent ilan edilmesi, bu planın önemli bir adımıydı. Hatırlanacağı üzere, İsrail Cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhurbaşkanı'nı Kudüs’te ağırlarken açıkça “İsrail’in başkenti Kudüs’e hoş geldiniz” mesajını vermiş, buna karşılık dişe dokunur hiçbir tepki gösterilmemişti.

Bütün bu gelişmeler, İslam dünyasının göbeğinde bir halkın sistematik şekilde yok edilmesine zemin hazırlıyor. Bir millet, canlı canlı tarihten silinmeye çalışılırken, dünya kamuoyuna bu durum “kurtuluş” olarak lanse ediliyor. Oysa bu kurtuluş değil, yer değiştirmiş bir soykırımdır. Bu defa kurşunla değil, kucak açarak yapılıyor tehcir. Bu defa bombalar değil, diplomatik anlaşmalar parçalıyor halkları.

Bu anlatılanlar bir senaryo değil; yaşananların, açıklamaların, uygulamaların mantıksal devamı olarak ortaya çıkan gerçektir. Ve bu gerçek, insanlık tarihine kara bir leke olarak geçmektedir. Sözde merhametli devletlerin ihanet planına dahil olarak yürüttüğü bu plan, Siyonist hedeflerin taşlarını döşemektedir.

Bundan sonraki süreç, insanlık onurunun değil, yalnızca çıkarların konuştuğu bir düzleme evirilecektir. Ancak bu süreç, aynı zamanda ilahi müdahalenin kapısını aralayacak kadar büyük bir küstahlık barındırmaktadır. İnsan eliyle yapılan bu zulüm, bir gün mutlaka Yaratan’ın doğrudan müdahalesini gerektirecek bir boyuta ulaşacaktır.

Ve işte o zaman, dünya kendi sarsıntısını yaşayacak; adalet, insanoğlunun kurduğu değil, Hakikat ’in haykırdığı bir biçimde yerini bulacaktır. O güne kadar, bizler bu ihaneti dile getirmeye, insanları uyandırmaya ve bu zulme "dur" demek için yazmaya, konuşmaya ve direnmeye devam edeceğiz. Çünkü susmak, bu planın ortağı olmaktır.

Vicdan sahibi herkesi bu süreci görmeye, merhamet perdesinin arkasındaki ihaneti fark etmeye ve daha büyük bir felakete dur demek için harekete geçmeye davet ediyorum.

Çünkü Gazze düşerse, insanlık düşer. Çünkü Filistin susarsa, adalet sonsuza dek susar.

Bahadır Hataylı/17.01.2025/Sancamtepe/İST

Gazze İçin Kükreyen Diplomasi-Gerçekte Kim Kimin Yanında

AKP Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in, İsrail’in “geleneksel dostumuz” olduğunu ifade eden sözleri, yalnızca diplomatik bir yaklaşım değil; aynı zamanda derinlerde yatan, yıllardır süren stratejik bir müttefikliğin ve ikiyüzlü politikaların da itirafı gibidir. Bu açıklama, Türkiye'nin dış politikasındaki çelişkileri anlamak açısından son derece önemli bir çıkıştır. Zira Türkiye, bir yandan Gazze’deki soykırımı kınarken, öte yandan İsrail'le olan ekonomik, askeri ve diplomatik ilişkilerini sürdürmekte, hatta geliştirmektedir. Bu da halk nezdinde ciddi bir güvensizlik ve samimiyetsizlik algısı yaratmaktadır.

Bu yazı, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin tarihsel arka planını, Gazze'deki trajedinin ortasında yürütülen ticaretin ve diplomatik temasların perde arkasını, AKP iktidarının söylemleri ile eylemleri arasındaki uçurumu ve bu durumun Ortadoğu’daki direniş hareketleri üzerinde nasıl bir etki yarattığını  ele almaktadır.

1. Türkiye-İsrail İlişkilerinin Tarihsel Arka Planı

Türkiye, 1949 yılında İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur. Ancak ilişkiler zamanla sadece diplomatik bir tanımanın ötesine geçmiş, ekonomik ve askeri iş birliklerine dönüşmüştür. Özellikle 1990’lı yıllarda imzalanan askeri anlaşmalar, ortak tatbikatlar ve istihbarat iş birlikleri iki ülkenin adeta stratejik ortak haline geldiğini göstermektedir.

AKP iktidarının ilk yıllarında bu ilişkilerde belirli bir soğuma gözlemlense de, 2008 Gazze Saldırısı sonrası yaşanan “One Minute” krizi dışında, ilişkiler genel itibariyle istikrarlı biçimde sürmüştür. Her ne kadar kamuoyuna İsrail karşıtlığı üzerinden bir politika izleniyor gibi sunulsa da, arka planda devam eden ticaret ve enerji iş birlikleri, bu söylemlerin büyük ölçüde iç kamuoyuna yönelik olduğunu ortaya koymaktadır.

2. Gazze’de Katliam, Türkiye’de Kınama, Ama Limanlarda Ticaret

7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’ye yönelik İsrail saldırılarında on binlerce insan hayatını kaybetmiş, şehirler yerle bir edilmiş, kadınlar ve çocuklar katledilmiştir. Tüm bu gelişmeler yaşanırken Türkiye’den sürekli “kınama” açıklamaları gelmiş, BM’de Filistin lehine oylamalarda oy kullanılmış, hatta Cumhurbaşkanı seviyesinde bazı çıkışlar yapılmıştır. Ancak bunların hiçbiri İsrail’in saldırganlığını durdurmaya yetmemiştir.

Peki, neden? Çünkü İsrail, Türkiye'nin bu söylemlerinin sadece göstermelik olduğunu biliyor. Zira bir yandan sert açıklamalar yapılırken, diğer yandan Mersin ve İskenderun limanlarından İsrail’e mal taşıyan gemiler sessiz sedasız gidip gelmekteydi. Üstelik bu gemiler, savaşın en kızgın dönemlerinde dahi rotalarını değiştirmeden yol almaya devam etmiştir.

İsrail'e ihraç edilen ürünler arasında demir-çelik, çimento, gıda ve hatta bazı elektronik parçaların bulunması, bu ticaretin sıradan bir alışveriş değil; savaş mekanizmasını ayakta tutan bir destek olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye’den giden çimentoların, Gazze'de yıkılan binaların yerine İsraillilerin kurduğu yeni yerleşim yerlerinde kullanıldığına dair iddialar, halkın vicdanını daha da sarsmıştır.

3. Söylem ve Eylem Arasındaki Derin Uçurum

AKP iktidarı, söylem düzeyinde İsrail'e karşı sert bir tutum takınsa da, fiiliyatta bunun tam tersi bir görüntü vermektedir. “PKK’ya bir gece ansızın gelebiliriz” diyen bir yönetimin, Karabağ’a doğrudan askeri destek sunarken, Ukrayna’ya Bayraktar SİHA’ları verirken, Gazze için yalnızca sembolik gıda gemileri göndermesi; bu durumu çok daha net bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Üstelik gönderilen gemiler aylarca limanlarda bekletilirken, İsrail'e giden ticari gemilerin anında dönüş yapması, bu kınamaların yalnızca halkı oyalamak amacıyla yapıldığını düşündürmektedir. “One Minute” çıkışı sonrası Davos’ta yaşanan gerilimin ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ben o çıkışı moderatöre yaptım” şeklindeki açıklaması da, bu tutarsızlığın bir başka göstergesidir.

4. Filistin Direnişine Giden Yolların Kapatılması ve Suriye Dosyası

Suriye meselesi, Filistin'e giden direniş hatlarının en önemli geçiş güzergâhlarından biridir. İsrail, Esad rejimi çöker çökmez, Suriye'deki savunma sistemlerini bombalayarak bu hata darbe vurmuştur. Türkiye’nin, Suriye muhalefetine verdiği destek ilk bakışta Esad karşıtlığı gibi görünse de, sonuç itibariyle İsrail’in işine yarayan bir tablo oluşmuştur.

Suriye’nin dağılmasıyla birlikte, Hizbullah ve Hamas gibi direniş örgütlerine ulaşan lojistik ve stratejik destek yolları kesilmiş; İsrail’in güvenliği sağlanmış; İran destekli milislerin önü kapatılmıştır. Bu gelişme, Türkiye’nin bölgedeki pozisyonunu sorgulatan önemli bir başlıktır. “Komşularla sıfır sorun” söylemiyle yola çıkan bir yönetimin, komşularını savaş alanına çevirmesi ve Filistin direnişine giden tüm yolların kapanmasına yol açması, başlı başına bir ironi olarak karşımızda durmaktadır.

5. Halkın Tepkisi Bastırılıyor, İsrail'le Aynı Masada Oturuluyor

Türkiye'de halk, Gazze'deki vahşet karşısında ciddi bir öfke içerisindedir. Protestolar, yürüyüşler, boykot çağrıları giderek yaygınlaşmış, özellikle gençler arasında bir bilinçlenme süreci başlamıştır. Ancak bu süreçte devletin güvenlik güçleri, İsrail’le ticareti protesto edenleri şiddetle bastırmış; bazı kadınların çıplak aramaya maruz kaldığı haberleri kamuoyuna yansımıştır.

Diğer yandan, İsrail’le Azerbaycan üzerinden görüşmeler sürdürülmüş; İsrail heyetleriyle aynı masada oturularak Suriye dosyası tartışılmıştır. Bu ikiyüzlü yaklaşım, halkın vicdanını derinden yaralamaktadır. “Mescid-i Aksa kırmızı çizgimizdir” diyen bir yönetimin, Aksa’da top oynayan siyonistlere karşı sessiz kalması, tüm bu söylemlerin ne kadar içi boş olduğunu göstermektedir.

6. Gerçekler Ne Diyor?

Gerçek şu ki, Türkiye ile İsrail arasında çok boyutlu ve stratejik bir ilişki vardır. Ticaret, savunma, teknoloji, enerji ve istihbarat alanlarında süren bu iş birlikleri; iktidarın İsrail karşıtı söylemlerini boşa düşürmektedir. Ömer Çelik’in “İsrail bizim geleneksel dostumuzdur, onların güvenliği bizim için önemlidir” sözleri, aslında bu ilişkinin şifresidir.

Bu açıklamayı hafife almamak gerekir. Çünkü bu sözler, bugün Gazze’nin neden yalnız bırakıldığını; neden hiçbir somut adım atılmadığını; neden Türkiye’nin Suriye politikasının Filistin davasına zarar verdiğini; neden halkın tepkisinin bastırıldığını anlamak açısından çok şey söylemektedir.

Türkiye’nin İsrail politikası, söylemler ve eylemler arasındaki uçurumu gösteren en çarpıcı örneklerden biridir. Bir yanda meydanlarda atılan sloganlar, öte yanda limanlarda İsrail’e gönderilen ürünler… Bir yanda Mescid-i Aksa’nın kırmızı çizgi olduğu iddiası, diğer yanda orada yaşanan hakaretlere sessizlik…

Bu ikiyüzlülük sadece Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili değil; aynı zamanda halkın aklıyla dalga geçmektir. Halk, artık söylemlere değil; somut adımlara bakmaktadır. Ve bu adımlar, Gazze için atılmamaktadır. Bu da Türkiye’nin Filistin davasına gerçekten sahip çıkıp çıkmadığını sorgulatan temel meselelerden biridir.

Dolayısıyla Ömer Çelik’in açıklaması, bir gaf değil; gerçeğin ta kendisidir. İsrail, Türkiye’nin geleneksel dostudur. Ama bu dostluk, Gazze’nin mezar taşıdır.

Tilhabeşlifilozof/17.04.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!