Bir ülkenin geleceği, adaletin, ahlakın ve güvenin hüküm sürdüğü bir kamusal yaşamın varlığına bağlıdır. Ancak ne yazık ki, günümüz toplumlarında bu değerlerin sistemli bir şekilde tahrip edildiğine tanıklık ediyoruz. Denetim mekanizmalarının çıkar gruplarına peşkeş çekildiği, yolsuzlukların devlet kademelerinde kök saldığı, hesap verebilirliğin yerini kayıtsızlık ve sorumsuzluğun aldığı bir yönetim anlayışı, toplumu geri dönüşü zor bir çöküşe sürüklemektedir.
Eğer bir ülkede, denetim eksikliği nedeniyle bir otelde meydana gelen yangında 76 kişi yaşamını yitiriyor ve sorumlular herhangi bir hukuki yaptırımla karşılaşmıyorsa; aynı ay içerisinde sahte içki nedeniyle 100’e yakın insan ölüyor, buna rağmen yetkililer hala görevlerinde kalabiliyorsa, bu durum yalnızca bir yönetim krizinin değil, aynı zamanda toplumsal ahlak ve güvenin çöküşünün açık göstergesidir.
Bu tür trajedilerin ardından istifa etmeyen, halkın karşısına çıkıp özür dilemek yerine koltuğunu koruma derdine düşen yöneticiler, bir ülkenin nasıl içten içe çürüdüğünü gözler önüne seriyor. Halkın huzur ve güven içinde yaşayabilmesi için devletin asli görevi, kamu düzenini sağlamak, bireylerin yaşam hakkını korumak ve topluma karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmektir. Ancak yaşanan bu tür olaylar, bu görevlerin ihmal edildiğini, hatta birçoğunun bilerek ve isteyerek göz ardı edildiğini göstermektedir.
KAMU GÜVENİRLİĞİNİN ÇÖKÜŞÜ-NEDENLER VE SONUÇLAR
1.Denetim Mekanizmalarının İşlevsizliği
Bir toplumun huzur ve refahını koruyan denetim mekanizmalarının, çıkar gruplarına hizmet eden bir araca dönüşmesi, kamu düzenini temelinden sarsar. Örneğin, otel faciasına neden olan denetim eksikliği, yalnızca bir ihmal değil, aynı zamanda sistemin çürümüşlüğünün açık bir yansımasıdır. Denetim raporlarının sahte verilerle doldurulması, imar ve işletme izinlerinin liyakat yerine rüşvet karşılığı verilmesi, bu tür faciaların zeminini hazırlar.
Bu noktada sorulması gereken kritik soru şudur: Bu denetimsizlik zincirinde yer alan herkes sorumluluk almaktan kaçarken, bir devletin halkına karşı olan sorumluluğu nasıl yerine getirilir? Eğer bir devletin tüm kurumları halkın yaşam hakkını değil, yalnızca belli başlı çıkar gruplarını koruyorsa, o devletin meşruiyetinden söz etmek mümkün müdür?
2. Hesap Verebilirliğin Yok Edilmesi
Bir ülkede, yöneticiler hiçbir şekilde hesap vermek zorunda olmadığını hissettiğinde, bu yalnızca bir yönetim krizi değil, aynı zamanda ahlaki bir çöküştür. Halkın ödediği vergilerle maaşlarını alan kamu görevlilerinin, yaşanan her trajediden sonra “kader planı” diyerek suçu metafizik olgulara yıkması, halkla dalga geçmekten başka bir şey değildir.
Kamusal görevlerin amacı, toplumun güvenliği ve refahı için çalışmaktır. Ancak yaşanan her trajediden sonra yöneticilerin birbirlerini koruyarak sorumluluk almaktan kaçınması, halkın devlete olan güvenini tamamen yitirmesine neden olur. Bu güven kaybı, yalnızca toplumsal düzeni değil, aynı zamanda bir ülkenin geleceğini de tehlikeye atar.
3. Toplumsal Ahlak ve Dayanışmanın Çöküşü
Denetimsizlik ve hesap verebilirlik eksikliği, yalnızca yöneticilerle sınırlı kalmaz; aynı zamanda toplumun geneline de yayılır. Eğer halk, sorumsuz yöneticilere oy vermeye devam ediyorsa, bu durum, halkın da aynı sorumluluk zincirinin bir parçası olduğunu gösterir. Bir yöneticinin liyakatsizliği kadar, o yöneticiyi göreve getiren halkın tercihleri de sorgulanmalıdır.
Bu noktada, toplumun şu soruyu kendine sorması gerekiyor: “Bir otel yangınında 76 kişi öldüğünde sessiz kalıyorsam, sahte içki nedeniyle 100 kişi öldüğünde bir şey yapmıyorsam, ben de bu sistemin bir parçası haline gelmiyor muyum?” Halkın sessizliği, yalnızca yöneticilerin pervasızlığını artırır ve daha büyük trajedilerin yaşanmasına zemin hazırlar.
BİR ÇAĞRI-HEM TOPLUMA HEM YÖNETİCİLERE
Toplumun her bireyi, bu karanlık tablo karşısında bir tercih yapmak zorundadır. Ya mevcut düzenin çarklarına dahil olarak bu çürümeye ortak olacağız ya da bu düzeni değiştirmek için bir mücadele başlatacağız. Bu noktada yapılması gerekenler şunlardır:
1. Sivil Toplumun Güçlendirilmesi
Toplumun sesi, yalnızca seçim sandığında değil, aynı zamanda sokakta, sosyal medyada ve her türlü meşru platformda yükselmelidir. Sivil toplum kuruluşları, bu tür trajedilere karşı daha güçlü bir duruş sergilemeli, halkın bilinçlenmesi için çaba göstermelidir.
2. Hukukun Üstünlüğünün Tesisi
Sorumluların cezasız kalması, yalnızca yeni suçları teşvik eder. Hukuk sistemi, hiçbir ayrım gözetmeksizin, en küçük memurdan en büyük yöneticiye kadar herkesin hesap vermesini sağlamalıdır.
3. Halkın Bilinçlendirilmesi
Bir toplum, yalnızca bilinçli bireyler sayesinde ayakta kalabilir. Halk, yalnızca kendi çıkarlarını değil, toplumun genel refahını gözeten bireyleri seçmelidir. Oy kullanırken liyakat, ahlak ve dürüstlük gibi kriterler göz önünde bulundurulmalıdır.
4. Yöneticilerin Sorumluluk Alması
Bir yönetici, bulunduğu makamın yalnızca bir imtiyaz değil, aynı zamanda büyük bir sorumluluk olduğunu unutmamalıdır. Bu sorumluluk bilinciyle hareket etmeyen bir yönetim, yalnızca meşruiyetini değil, aynı zamanda toplumun geleceğini de tehlikeye atar.
MEŞRUİYETİN SONU, MÜCADELENİN BAŞLANGICI
Bir toplumun değerlerini, güvenini ve ahlakını koruyacak olan yine o toplumun kendisidir. Bugün yaşanan denetimsizlikler, hesap verebilirlik eksiklikleri ve toplumsal çöküş, yalnızca kötü bir yönetimin değil, aynı zamanda halkın bilinçsizlik ve ilgisizliğinin de bir sonucudur.
Eğer bu gidişata dur demezsek, yarının trajedileri bugünkünden çok daha büyük olacaktır. Toplum olarak, yöneticilerden hesap sormanın bir hak değil, aynı zamanda bir sorumluluk olduğunu unutmamalıyız. Aksi halde, yalnızca bugünün değil, yarının da vebalini üstlenmiş olacağız.
Bu bir meydan okuma değil, bir çağrıdır: Hem yöneticilere hem topluma... Çünkü bu ülkenin kaderi, yalnızca seçilmişlerin değil, aynı zamanda seçenlerin de elindedir. Ve unutulmamalıdır ki, karanlığa teslim olan bir toplum, yalnızca kendi ışığını değil, gelecek nesillerin umutlarını da söndürür.
Bahadır Hataylı/23.01.2025/Namazgah/İST