Bu Blogda Ara

21 Ocak 2025 Salı

Akp Iktidar Analizi

AKP iktidarının savunma, kolluk, hukuk ve ekonomik gücü elinde bulunduruyor olması, onu hukuk dışı uygulamaları gerçekleştirerek bunları hukuk çerçevesinde savunma ve koruma yoluna gitmeye itmiştir. Bu durum, bir sistemin yıkılışının çarpıcı bir göstergesidir. Geldiğimiz noktada, insanın temel değerlerine ve hukuk kurallarına aykırı olan bu uygulamaların meşrulaştırılması için hukukun bir paravan olarak kullanıldığını ve geniş kitlelerin manipüle edilerek ikna edildiğini görmekteyiz.

Hukukun Araçsallaştırılması ve Algı Yönetimi

AKP iktidarı, hukuku kendi lehine dönüştürülebilir bir araç haline getirerek bu gücü kitleleri kontrol altında tutmak için kullanmıştır. Hukuk dışı uygulamaların dini referanslarla meşrulaştırılma çabası, toplumsal ahlak ve din üzerinde derin bir yozlaşmaya neden olmuştur. Muhalif bireyler ve gruplar, ekonomik, sosyal ve psikolojik baskılarla susturulmaya çalışılmış, bu baskılar sistematik bir şekilde devreye sokulmuştur.

Muhaliflere yönelik bu baskılar, şu şekillerde ortaya çıkmıştır:

  1. Ekonomik Baskılar: Muhalif kişiler ve kurumlar üzerinde ekonomik yaptırımlar uygulanarak, ayakta kalmaları engellenmiştir. Özellikle bağımsız medya organlarına reklam ambargoları konulmuş, bu da birçok medya kuruluşunun kapanmasına veya tarafsız yayın yapma imkanını yitirmesine yol açmıştır. İş insanlarına yönelik vergi incelemeleri ise maddi baskı yaratarak muhalefetin ekonomik destek mekanizmalarını ciddi şekilde zayıflatmıştır. Örneğin, belli medya kuruluşlarının reklam gelirleri kesilerek susturulmaya çalışıldığı veya iş insanlarının ticari faaliyetlerinin engellenerek iflas sürecine itildiği pek çok vaka yaşanmıştır. Bu yöntemler, ifade özgürlüğünü baskılayan bir sistemin parçası haline gelmiştir.

  2. Hukuki Manipülasyonlar: Bağımsız yargının zayıflatılması ve hukukun siyasallaştırılması sonucu, çok sayıda muhalif isimlere uzanan süreçlerde, adil olmayan nedenlerle hapsedilmiş veya yıllarca yargı sürecinde sürünmeye terk edilmiştir. Bu davalar, ulusal ve uluslararası kamuoyunda geniş yankı uyandırmış ve hukuk sistemine olan güveni derinden sarsmıştır.

  3. Medyatik Linç ve Algı Operasyonları: Muhaliflerin itibarsızlaştırılması için medyada yürütülen karalama kampanyaları, toplumsal algıyı şekillendirmek amacıyla yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Örneğin, İktidara yönelik her eleştiri ve yanlışı söyleme vatan hainliği gibi bazı bireylerin "terörist" olarak damgalandığı veya muhalif gazetecilere yönelik itibarsızlaştırma çabalarının, onların mesleki kariyerlerini sonlandırdığına dair pek çok örnek bulunmaktadır. Bu durum, birçok bireyin toplum nezdinde tamamen dışlanmasına neden olmuş ve ifade özgürlüğünü ciddi şekilde kısıtlamıştır.

Sayıştay Raporları ve Denetim Mekanizmaları

Devletin denetim mekanizmaları da bu dönemde zayıflatılmış ve etkisiz hale getirilmiştir. Sayıştay raporlarının önemsizleştirilmesi, raporları hazırlayanların hain ilan edilmesi ve bu çalışmalara kulp takılması gibi uygulamalar, denetim mekanizmasının işlevsiz hale geldiğini göstermektedir.

Denetimsiz bir yönetim, beraberinde suiistimalleri ve toplumsal yozlaşmayı getirir. Bu durum, devletin meşru otoritesini ciddi şekilde zedelemiş ve kamu kurumlarına olan güveni sarsmıştır.

Dini Referanslarla Meşrulaştırma ve Toplumsal Yozlaşma

AKP iktidarının dini referansları sıkça kullanarak uygulamalarını meşrulaştırma çabaları, dini değerleri yozlaştırmış ve toplumda dine karşı bir nefret oluşturmuştur. Özellikle, ülkedeki dindar olmayan kesimler, dini sembollerin siyasallaştırıldığını ve dini manipülatif bir araç olarak kullanan iktidarın bu yaklaşımıyla uzaklaşmıştır. Bu durum, toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesine yol açmıştır.

Bir Çağrı- Toplumsal Sorumluluğa Sahip Çıkmak

Bugün geldiğimiz nokta, sadece bireysel hak ve özgürlüklerin kaybının ötesinde, bir toplumun etik, ahlaki ve hukuki anlamda yıkılışını ifade etmektedir. Bu durum, herkesin sorumluluk alarak harekete geçmesini gerektiren bir çağrıdır. Hangi siyasi görüşe sahip olunursa olunsun, bu çürümüş yapıya karşı durmanın bir insanlık görevi olduğu açıktır.

Özetle:

  • Hukukun siyasallaştırılması ve manipüle edilmesi toplumun adalet algısını yıkmıştır.

  • Muhaliflere yönelik ekonomik, sosyal ve psikolojik baskılar, toplumsal dayanışmayı zedelemiştir.

  • Dini değerlerin siyasallaştırılması, dini yozlaşma ve kutuplaşmayı artırmıştır.

  • Devletin denetim mekanizmalarının işlevsiz hale gelmesi, hesap verilebilirliği ve şeffaflığı yok etmiştir.

Toplumsal dayanışmanın, adaletin ve ahlakın yeniden inşası için, her birey ve kurumun bu yozlaşmaya karşı durması gerekmektedir. Ancak bu şekilde, geleceğe daha umutla bakabileceğimiz bir toplumsal yapı oluşturabiliriz. Bu mücadele, hem bireysel bir sorumluluk hem de kolektif bir görevdir. İnsanlık onuru ve toplumsal barış için herkesin bu çağrıya kulak vermesi hayati önem taşımaktadır.

Bahadır Hataylı/21.01.2025/Namazgah/İST

Semercinin Sarayları ve Sessiz Eşekler-Bir Toplumun Acı Tablosu


Kıymetli Dostlar,

Bugün burada konuşacaklarım, yalnızca bir atasözünün değil, aynı zamanda insanlığın binlerce yıllık tecrübesinin ve bugünün dünyasında derinleşen bir çelişkinin izahıdır. Şöyle denir: "Semercinin saraylarda yaşadığı bir diyarda eşekler çok olmasa, semer bu kadar kazanç sağlayabilir mi?" Bu söz, yalnızca bir durum tespiti değil, aynı zamanda bir isyan çığlığıdır. Bir toplumun hakkını korumaktan aciz yöneticilerle, o hakların savunulamadığı bir düzeni gözler önüne serer. Peki, semercinin saraylarda yaşaması nasıl mümkün olur? Ve neden bu kadar çok eşek, yani itaat eden, sorgulamayan, kendi yükünü omuzlamaktan başka çaresi olmayan insanlar var?

Bu metaforun derinliğini anlamak için önce "semerci"yi ve "eşek"i temsil ettiği kavramlarla açıklayalım. Semerci, otoriteyi elinde tutanlar, yani yöneticiler, sermaye sahipleri, hatta toplumun adaletsiz yapılarına hükmeden güçlerdir. Eşekler ise, maalesef, susturulmuş, boyun eğmiş ya da susturulmaya mahkûm edilmiş halk kitleleridir.

Bugün dünyanın farklı köşelerine baktığımızda, bu sözün haklılığını ispat eden sayısız örnek görürüz. Bir yanda, lüks içinde yaşayan, milyon dolarlık saraylarda halkın alın teriyle beslenen yöneticiler, diğer yanda ise açlık sınırında yaşayan milyonlar. Bu eşitsizlik nasıl oluşur? Daha da önemlisi, nasıl sürdürülür? Bu noktada, yönetim biçimlerinin, kapitalizmin ve toplumsal sessizliğin birbirine zincirlenmiş yapısını anlamalıyız.

Bir Yönetim Anlayışının Çöküşü

Yönetimlerde, adalet ve eşitlik sağlanmadığında, semerciler güçlerini artırır. Halkın, kendisine sunulan "semeri" kabullenmekten başka seçeneği kalmadığında, bu adaletsizlik derinleşir. Örneğin, Orta Doğu’da ve Afrika’da, petrol gibi doğal kaynaklar açısından zengin olan ülkelerde, bu kaynaklardan elde edilen kazanç halkın refahına harcanmaz. Bunun yerine, bu kazanç, belirli bir zümrenin lüks yaşamını finanse eder. Halk, bu sömürü düzenine karşı ses çıkaramaz, çünkü otoriter rejimler her türlü muhalefeti bastırır.

Ancak mesele sadece otoriter rejimlerle sınırlı değil. Demokratik olduğunu iddia eden birçok ülke de bu sistemin bir parçasıdır. Halkın vergileri, toplumsal refah için kullanılmak yerine, askeri harcamalara, gereksiz projelere ya da siyasi elitlerin keyfi isteklerine yönlendirilir. ABD gibi ülkelerde, milyarlarca dolarlık bütçeler savunma sanayisine aktarılırken, aynı ülkede milyonlarca insan temel sağlık hizmetlerine erişemez. Halk, eşek misali, bu yükü sırtlanır, fakat sorgulama cesaretinden yoksun bırakılmıştır.

Toplumların Sessizliği Eşekleşme Süreci

Bu noktada sorulması gereken en kritik soru şudur: Halk, neden bu kadar sessizdir? Toplumların susturulma süreci, yalnızca fiziksel bir baskı mekanizmasıyla değil, aynı zamanda psikolojik, ekonomik ve kültürel araçlarla gerçekleştirilir. Eğitim sistemlerinin niteliksizleştirilmesi, halkı sorgulama yeteneğinden yoksun bırakır. Medya, gerçekleri yansıtmak yerine, semercinin çıkarlarını koruyan bir propaganda aracına dönüşür.

Bunun yanı sıra, ekonomik bağımlılık da halkın özgürlüğünü kısıtlar. Borçlandırılmış bir toplum, sesini yükseltemez. Küresel kapitalizm, halkı borçlandırarak kontrol altında tutmanın bir yolunu bulmuştur. Bugün dünya genelinde milyarlarca insan, yalnızca hayatta kalmak için çalışmak zorunda olduğu bir sistemin parçasıdır. Bu insanlar, kendi haklarını aramaktan çok, yaşam mücadelesi vermekle meşguldür.

Çıkış Yolları-Eşekler Ne Zaman Ayaklanır?

Peki, bu düzen nasıl değişir? Halklar, nasıl sessizlikten kurtulur ve adalet talep eder? Burada öncelikle farkındalığın artırılması gerekmektedir. Eğitim, medyanın bağımsızlaştırılması ve ekonomik eşitliğin sağlanması, bu farkındalığın temel taşlarıdır.

Eğitim sistemi, insanları yalnızca teknik becerilerle donatmakla kalmamalı, aynı zamanda eleştirel düşünme yeteneğini de kazandırmalıdır. Eğitimli bir toplum, semerciye boyun eğmez. Bağımsız medya ise, halkın gerçekleri öğrenmesini sağlar. Bugün, sosyal medya gibi alternatif platformlar, bu noktada önemli bir rol oynasa da, manipülasyondan arındırılması gerekmektedir.

Ekonomik eşitlik sağlanmadan, gerçek bir özgürlük mümkün değildir. Bu noktada, adil bir vergi sistemi, yolsuzlukla mücadele ve kaynakların adil dağılımı gibi politikalar önemlidir. Halk, yalnızca temel ihtiyaçlarını karşılayabildiği bir düzen içinde değil, aynı zamanda insanca yaşayabildiği bir sistemde var olmalıdır.

Sarayları Terk Eden Semerci

Kıymetli dostlar,

Semerci, saraylarda yaşamaya devam ettiği sürece, eşekler bu yükü taşımak zorunda kalacak. Ancak bu düzenin değişmesi, halkın farkındalık kazanmasına bağlıdır. Semerciler, yalnızca halkın sessizliğiyle güçlenir. Halk, sesini yükselttiğinde, sarayların duvarları çatlar ve yıkılır.

Bu noktada, hepimize düşen bir görev vardır: Adaleti talep etmek, sorgulamak ve susmamak. Unutmayalım ki, bir semerci, ancak eşekler sustuğunda hükmünü sürdürür. Ama eşekler konuşmaya başladığında, o saraylar birer birer çöker.

Bahadır Hataylı/20.01.2025/Çekmeköy -Ümraniye Arası/İST

Toplumsal Çöküşün İşaret Fişekleri-Cinnetin Sesi ve Sessizliği


Kıymetli kardeşlerim, bugün ele alacağımız mesele, ne sadece sokaklarda bağırarak türkü söyleyen insanların artışı ne de toplumun bir köşesinde sessizce büyüyen rahatsızlık. Bugün konuşacağımız konu, toplumun kalbinde yükselen bir çığlık: Çöküşün ayak sesleri.

Her gün geçip gittiğimiz çarşılarda, sokaklarda, hatta mahalle aralarında karşılaştığımız görüntüler, artık sıradan bir manzara olmaktan çıkıp derin bir sorun yumağına işaret ediyor. Bağırarak türkü söyleyenler, aniden horon tepmeye başlayanlar, hiç durmadan gezenler… Bu insanlar neden böyle? Bu eğlencenin, dışa vurulan coşkunun, hatta kontrolsüz hareketlerin ardında nasıl bir gerçek yatıyor? Daha da önemlisi, bu görüntüler, toplumun derinlerinde nelerin kaynadığını gösteriyor?

Bu yazıda, bu tür davranışların arka planına inerek, toplumsal cinnetin ekonomik sıkıntılar, ahlaki çöküntü, aile yapısının bozulması, uyuşturucuya yönelim, gasp, yalan ve hırsızlık gibi birçok etkisini kapsamlı bir şekilde irdeleyeceğiz. Sadece yüzeydeki belirtilere değil, bunların arkasındaki sebeplere ve çözüm yollarına odaklanacağız.

Bir Toplumun Nabzı-Sokaklarda Bağıran Türküler

Bağırarak türkü söyleyen insanların artışı, ilk bakışta basit bir olay gibi görünebilir. Ancak bu davranış, toplumsal bir alarmdır. Sokaklarda bu şekilde dışavurumlarda bulunan insanlar, genellikle iki uç durumda olabilirler: ya kontrolsüz bir mutluluk haliyle, tüm toplumsal kuralları hiçe sayarak kendilerini dışa vururlar, ya da derin bir içsel sıkıntının dışavurumu olarak bu şekilde davranırlar.

Bir düşünün: İnsan neden sokakta bağırarak şarkı söyler? Eğlenmek mi, dikkat çekmek mi, yoksa içinde biriken bir öfke ya da çaresizlikten kurtulmak mı? Aslında bu soruların her biri, bu davranışların altında yatan temel sorunları işaret ediyor. Çünkü toplumsal düzende bireyler, genelde sınırlarını bilir. Ancak bu sınırların yıkılması, toplumsal düzenin çöküşüne ve bireylerin kontrolsüz bir hal almasına neden olur.

Ekonomik Sıkıntılar-Çatlakların Derinleştiği Yer

Toplumun alt tabakasındaki ekonomik sıkıntılar, bu tür davranışların temel nedenlerinden biridir. İnsanlar, borçlarla boğuşurken, faturalarını ödeyemez hale gelirken ya da günlük yiyeceğini bile karşılamakta zorlanırken, bu baskıyı bir şekilde dışa vurma ihtiyacı hissederler.

Örneğin, Türkiye gibi ülkelerde giderek artan enflasyon, temel gıda fiyatlarının yükselmesi, işsizlik oranlarının artması gibi sorunlar, bireylerin sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik sağlığını da etkiliyor. Bir anne, çocuklarının karnını doyuramadığında; bir baba, kirayı ödeyemediğinde bu baskının bir yerden patlaması kaçınılmaz hale gelir.

Bu patlamanın bir sonucu, sokakta bağırarak gezmek, türküler söylemek ya da toplumsal normları umursamadan hareket etmek olabilir. Ancak bu, sadece bireylerin değil, aynı zamanda toplumun çatlaklarının derinleştiğini de gösterir.

Ahlaki Çöküş-Dalgaların Kıyıya Vurduğu An

Ekonomik sıkıntılar, genellikle ahlaki çöküşün zeminini hazırlar. Bir toplumda adalet duygusu zedelenmeye başladığında, bireyler arasında güven duygusu da azalır. İşte bu noktada, yalan, hırsızlık, gasp gibi suçlar artmaya başlar.

Özellikle büyük şehirlerde, sokaklarda işlenen suçlar, gasp olayları, dolandırıcılık gibi sorunların artışı, bireylerin sadece ekonomik değil, aynı zamanda ahlaki çöküntü içinde olduğunu da gösterir. Toplum, bireylerin güvenliğini sağlayamadığında, bireyler kendi çıkarlarını korumak için her yolu mubah görmeye başlar. Bu durum, toplumsal düzenin daha da bozulmasına yol açar.

Bir diğer önemli sorun, uyuşturucuya yönelimdir. Gençler arasında giderek artan uyuşturucu kullanımı, sadece bireysel bir problem değil, toplumsal bir çöküşün göstergesidir. Umutsuzluk ve çaresizlik içinde olan bireyler, geçici bir kaçış yolu olarak uyuşturucuyu tercih eder. Ancak bu durum, sadece bireyin değil, aynı zamanda ailesinin ve çevresinin de çökmesine neden olur.

Aile Yapısının Dağılması-Çöküşün Merkez Üssü

Bir toplumun temel taşı ailedir. Ancak ekonomik sıkıntılar, ahlaki çöküntü ve bireyler arasındaki güvensizlik, aile yapısını da derinden etkiler. Evliliklerin boşanmayla sonuçlanması, çocukların ihmal edilmesi ya da istismara uğraması gibi sorunlar, toplumsal çöküşün merkezinde yer alır.

Örneğin, bir aile düşünün: Baba işsiz, anne çocuklarıyla ilgilenemeyecek kadar depresyonda, çocuklar ise sokaklarda başıboş dolaşıyor. Bu durumda, o çocukların suça yönelmesi ya da uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar edinmesi kaçınılmaz hale gelir.

Toplumun Çözülüşü-Üstten Gelen Dalgalar ve Alttan Gelen Tazyik

Toplumun üst katmanlarındaki yozlaşma, alt katmanlardaki tazyiki artırır. Bir ülkede yöneticiler, halkın refahını düşünmek yerine kendi çıkarlarını gözettiğinde, bu durum toplumun tüm katmanlarını etkiler. Adaletsizlik, yolsuzluk, nepotizm gibi sorunlar, halkın sisteme olan güvenini sarsar. Bu güvenin sarsılması, bireylerin daha radikal davranışlar sergilemesine neden olur.

Bir düşünün: Eğer bir genç, eğitimle ya da çalışarak bir yere gelemeyeceğine inanıyorsa, ne yapar? Büyük olasılıkla, ya suça yönelir ya da topluma tamamen sırtını döner.

Çözüm-Toplumsal Farkındalık ve Adaletin Sağlanması

Bu noktada, sorunun çözümü için öncelikle toplumsal farkındalığın artırılması gerekmektedir. İnsanlar, yalnız olmadıklarını, sorunlarının sadece kendi hatalarından kaynaklanmadığını anlamalıdır.

Eğitim, bu farkındalığın temel taşıdır. Eleştirel düşünmeyi öğreten, bireylerin haklarını savunmayı öğrenmesini sağlayan bir eğitim sistemi, toplumsal çöküşü engellemenin en önemli yoludur.

Bunun yanı sıra, adaletin sağlanması ve yolsuzlukla mücadele, toplumun güvenini yeniden kazanması için gereklidir. Halk, sistemin adil olduğuna inanmadığı sürece, toplumsal huzur sağlanamaz.

Bir Toplumun Sessiz Çığlığı

Sokaklarda bağırarak türkü söyleyenler, horon tepenler ya da umursamaz davranışlarda bulunanlar, aslında toplumsal bir çöküşün sessiz çığlığıdır. Bu çığlığı duymazdan gelmek, toplumsal düzenin daha da bozulmasına neden olur. Ancak bu çığlık, aynı zamanda bir fırsattır. Sorunları görmezden gelmek yerine, onları çözmek için adımlar atmalıyız.

Unutmayalım ki, toplumun üstündeki dalgalar ne kadar şiddetli olursa olsun, alttaki tazyik bir gün o dalgaları aşacak güce ulaşabilir. O noktada, ya yeni bir düzen kurarız ya da hep birlikte bu çöküşün altında kalırız. Seçim, hepimizin elindedir.

Erol Kekeç/20.01.2025/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!