Bu Blogda Ara

23 Mayıs 2025 Cuma

Kukla Yöneticiler ve Sessiz İşgallerin Hikâyesi



İçten Pazarlıklı Yöneticiler ve Halkın İflası

(Görünenin Ötesinde Bir Yönetim Gerçeği)

Modern ticaretin ve siyasetin iç içe geçtiği coğrafyalarda, yöneticilik artık yalnızca bir şirketi büyütmek veya bir halkı kalkındırmak anlamına gelmiyor. Yönetici pozisyonuna getirilen birçok kişi, aslında bir şirketin ya da kurumun değil, o bölge ticaretine yön veren derin ekonomik güçlerin taşeronudur. Görevi sadece organizasyonel verimlilik sağlamak değil; aynı zamanda bu ekonomik ağın, gölgede kalan mimarlarının stratejilerine sadakatle hizmet etmektir.

Bu yazıda, yöneticilik adı altında sistemli bir tasfiye ve yönlendirme süreci nasıl işletiliyor, bu sürecin arkasındaki niyetler nelerdir, buna neden olan yapılar nasıl çalışıyor ve sonuçta toplumlar nasıl kandırılıyor; tüm bu sorulara ikna edici, sorgulayıcı ve akılcı cevaplar sunacağız.

1. Yönetici mi, Taşeron mu? Görev Tanımının Ötesi

Bir şirkete, kuruma ya da kamu birimine atanan yönetici, görünüşte bağımsızdır. Fakat çoğu zaman bu bağımsızlık bir illüzyondan ibarettir. Özellikle "bölgesel ticaret"i belirleyen bir merkezin, çıkarlarını gözeterek yaptığı bir atama söz konusuysa, yöneticinin kaderi çoktan belirlenmiştir.

Bu tür yöneticilerden beklenen:

  • Rakip firmaların zayıflatılması,

  • Kendi destekledikleri firmaların güçlendirilmesi,

  • Kamuoyunda başka bir izlenim yaratılması,

  • Ve gerekirse “sistemle kavga ediyor” imajı verilmesidir.

Yani yöneticilik, sadece bir idari sorumluluk değil, aynı zamanda ekonomik manipülasyonun parçası haline getirilmiştir. İçten içe başka planların yürütücüsüdür.

2. "Ben Bildiğimi Okurum" Yanılgısı-Sözde Bağımsızlık

Birçok yönetici, ilk başta bu sistemin farkında olmayabilir ya da "Onların isteklerine tamam derim ama sonra kendi bildiğimi yaparım" gibi bir yanılgıya kapılır. Oysa sistem buna izin vermez.

Çünkü yöneticinin her icraatı, yukarıdan gelen “ticari menfaat” süzgecinden geçirilir. Her karar, bir başka taşın hareketini etkiler. Ve çoğu zaman “kendi bildiğini okuduğunu sanan” yönetici, yaptığı her şeyin aslında gölgelerde planlanmış senaryonun bir parçası olduğunu fark ettiğinde, iş işten geçmiş olur.

Yani aslında okuduğu kendi kitabı değil, eline tutuşturulan ezber metindir.

3. Rakip Firmalar-Sistem Dışı Olanların Tasfiyesi

Bu tür sistemde rakip firmalar, oyunun kurallarını bilmiyorsa kısa sürede tasfiye edilir. Çünkü yeni yönetici, görünürde tarafsız davranır ama icraatları hep belirli firmalara yarar sağlar. Rekabet gibi görünen süreç, aslında sistemin lehine kurgulanmış bir tasfiye planıdır.

Sistem şu şekilde işler:

  • Rekabet serbesttir ama rekabetin yönü belirlenmiştir.

  • Tedarik zinciri görünürde açıktır ama bazı firmalar hep önceliklidir.

  • Kredi ve destekler herkese sunulmuştur ama ulaşılabilirliği ayrılmıştır.

  • Medyada herkes konuşur ama algı bir merkezin elindedir.

İşte bu yapı, adeta görünmez bir ticaret diktatörlüğüdür.

4. Psikolojik Tuzak- “İki Arada Bir Derede Kaldım” Hissi

Bu sistemin içinde görev yapan bir yönetici, kısa sürede bir ikilem yaşamaya başlar. Çünkü rakip firmaların eleştirisi büyürken, yukarıdan gelen baskı da artar. Yönetici, bir yandan "kendi bildiğini yapıyor" gibi görünmek ister ama diğer yandan sistemin devamı için “uyumlu” olmak zorundadır.

Bu noktada sistem yöneticiyi yalnız bırakmaz. Hemen bir "yeni senaryo" devreye sokar:

  • "Bize istediğini söyleyebilirsin, istersen küfret bile…"

  • "Yeter ki bizim ticaretimize zarar verme."

  • "Sana güveniyoruz, sen bizim için bir önemlisin."

Yani yöneticiye "rol yapma hakkı" tanınır. Ama bu rol, sadece ticari çıkarların korunması için izin verilen bir maskedir. Bu, aynı zamanda halkın gözünde bir "bağımsız yönetici" imajı oluşturmanın yöntemidir.

5. Bayilere Mesaj: Sistemden Korkanlar İçin Yeni Umut

Birçok yönetici, pozisyonunu koruyabilmek için alt kademe iş ortaklarını da sistemin parçası haline getirmek zorunda kalır. "Bunlar zaten batacak, benimle yürürseniz sizi kurtarırım" diyerek sadakat sağlar.

Bu tavır, aslında şu mesajı içerir:

  • "Sistem çökecek, ama çöküşten önce en iyi pozisyonu alan kurtulur."

  • "Ben sistemin yöneticisiyim ama aynı zamanda sigortanızım."

  • "Ben gittiğimde sizi kimse tanımaz ama ben varsam sizi yeni düzene taşırım."

Bu tür yöneticiler, sistemin çöküşünün yükünü de alt kademelere taşıyarak kendilerini sağlamlaştırır. Aslında kendi kurtuluşlarını, başkalarının korkusuna bağlamışlardır.

6. Tablonun Coğrafyadaki Yansıması: Halkın Sessiz İflası

Bu süreç sadece bir şirket meselesi değildir. Aslında bu, coğrafyamızda yaşanan siyasi ve ekonomik yönetim anlayışının bir izdüşümüdür.

Yani:

  • Görünen liderler aslında atanmış kuklalardır.

  • Yapılan tüm politikalar, bölgesel veya küresel güçlerin çıkarına hizmet eder.

  • Halk, bu yönetimlerin ‘yerli ve milli’ olduğuna inanır ama onlar sadece sistemin onayladığı oyunculardır.

Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz yönetici gibi…

Onun yaptığı her şey sistemin işine yaramaktadır. Halk ise bu yöneticiyi bazen kahraman, bazen muhalif, bazen kurtarıcı zanneder. Oysa aslında o, halkı kandırmakla görevli bir ikna memurudur.

7. Gerçekle Yüzleşmek: Kurtuluş Nedir?

Bu yazının sonunda sorulması gereken en önemli soru şudur:

“Bu yöneticilerden, bu sistemden kurtulmanın yolu nedir?”

Cevap şudur:

  • Gerçek liderleri atanmışlar değil, seçilmişler belirler.

  • Ticari politikalar, halk yararına değil rant ağına hizmet ettiğinde sorgulanmalıdır.

  • “Bize hizmet ediyor” gibi görünen yöneticiler, aslında hangi çıkar ağlarına hizmet ediyor, bu sorulmalıdır.

  • Ve en önemlisi: Maskelere değil, maskenin altındaki gerçek yüzlere bakılmalıdır.

Kör Kuyuda Kandırılmış Bir Hayat

Yukarıda anlattığımız yöneticilik modeli, sadece ticari firmaları değil, ülkeleri, halkları, kurumları, eğitim sistemlerini, belediyeleri, medyayı ve hatta dini yapıları bile yönetmektedir.

Bugün yaşadığımız “modern sistem” aslında, küresel çıkar merkezlerinin yerli taşeronlar eliyle halkları sömürdüğü kurgulanmış bir sahnedir.

Bu sahnede yönetici, oyuncudur.

Halk, seyircidir.

Ve büyük illüzyon budur: Halk, kendi geleceğini izlediğini sanırken aslında başkalarının senaryosunda figüran olmayı seçmektedir.

Bahadır Hataylı/23.05.2025/Sancaktepe/İST

Dünyanın Taşıdığı En Ağır Yük Cahil İnsan

 “Dünyanın taşıdığı en ağır yük nedir?” diye sorarlar. Diogenes, cevaplar: “Cahil bir insan.”

Cahillik, yalnızca bilgi eksikliği değildir; irade felci, vicdan çürümesi ve aklın rehberliğini terk etmektir. Diogenes’in bu cevabı, aslında bir coğrafyaya ya da döneme değil, tüm insanlığa aittir. Çünkü cahil insan yalnızca cehaletiyle yaşamaz; çevresine cehaletiyle bulaşır. Ve o bulaşma, bazen bir halkı yoksullaştırır, bazen bir ülkeyi karanlığa gömer, bazen de bir çocuğun geleceğini ellerinden alır.

I. Taşınan Değil, Taşıtan Yük

Bir adam düşünün; hiçbir şey bilmez ama her şey hakkında konuşur. Televizyonda ahkâm keser, sosyal medyada yön verir, mahallede kanaat önderidir. Sorgulamaz, araştırmaz, ama hüküm verir. Hakkı da haksızı da kendi çıkarına göre biçimlendirir.

Bu insan yalnızca cehaletiyle yaşamaz; toplumu da kendisiyle birlikte aşağı çeker. Siyasette, cahil seçmen oy verirken sadece kendi hayatını değil, milyonların kaderini de belirler. Eğitimde, cahil bir veli öğretmene baskı yapar; bilgi değil, not ister. Sağlıkta, cahil bir hasta hekimin sözünü değil, komşunun tavsiyesini dinler. Ve bu örnekler çoğaldıkça, toplumsal omurgamız eğrilir.

II. Tarihi Cahil Taşır, Bilge Sürüklenir

Tarih boyunca bilgeler geri plana itilmiş, cahiller yüceltilmiştir. Mevlana’nın “Nice cahiller gördüm, ünvanı profesör” sözü, bugünün akademi dünyasında dahi yankılanır. İbni Sina’yı tıp cahilleri zehirlemiş, Galileo'yu cehaletin kilisesi susturmuş, Sokrates’i de cehalet yargılamıştır.

Bugün de aynı değil mi?

Bir ülkenin en liyakatli doktoru göç yollarına düşerken, torpilli cahiller yönetim koltuklarını işgal ediyor. Bilge insanlar sustukça, cahil konuşkanlık ödül alıyor. Çünkü bilginin dili ağırdır; cehaletin dili ise popüler.

III. Modern Cehalet Okumuş Cahil

Bugünün en tehlikeli figürü, okumuş cahildir. Diploması vardır, ama ahlakı yoktur. Bilgiyi araç olarak kullanır, değer olarak değil. Bir profesör, bilimi baskıya hizmet ettirmekten çekinmez. Bir gazeteci, kalemini yalanla beslemekten hicap duymaz. Bir bürokrat, kuralları eğip bükerek sadece kendi çevresini besler.

Okumuş cahil, sadece bilgisiz değildir; bilgiyi kötüye kullanan kurnazdır. Onun cehaleti, karanlıkla bilinçli bir iş birliğidir. Ve bu cehalet, sıradan halkın cehaletinden daha yıkıcıdır. Çünkü halkın cehaleti kurtulabilir; okumuş cahilin cehaleti organize ve sinsidir.

IV. Bir Şehir Düşünün, Cahil Yönetiyor

Bir şehir hayal edin… Belediye başkanı cahil. Kültür müdürü kitap kapağı açmamış. Müdürlükler akrabalara zimmetlenmiş. İhaleler, bilgiye değil sadakate göre dağıtılıyor. Park yerine AVM, okul yerine plaza, kitap fuarı yerine tarikat standı kuruluyor.

Sonra halk şikâyet ediyor:

  • “Yollar bozuk!”

  • “Su akmıyor!”

  • “Çocuklarımız madde bağımlısı oldu!”

Ama o halk, sandıkta yine cahile oy veriyor. Çünkü onu "bizdendir" diye görüyor. Çünkü bilgeliği "elitist", cehaleti "samimi" sanıyor.

İşte cehalet yalnızca bir bireyin değil, bir toplumun kaderini belirler. Ve bu kader, taşınacak değil, değiştirilmesi gereken bir yüktür.

V. Vicdansız Cahil En Ağır Yük

Cahilliğin en tehlikeli hali, vicdansız olanıdır. Ne zaman bir kadın şiddete uğrasa, “Hak etmiştir” diyen… Ne zaman bir çocuk yoksulluktan ölse, “Takdiri ilahidir” diyerek sıyrılan… Ne zaman bir gazeteci tutuklansa, “Devlete karşı gelmiş” diyen cahiller…

Onlar sadece bilmiyor değil; bilmek de istemiyor. Ve her toplumu çökerten işte bu "kutsanmış cehalettir.

VI. Bir Öğrenci, Bir Sandık, Bir Adam

Cahilin yükü bazen bir öğretmenin omzundadır; ders anlatamaz çünkü velisi “Bu konu günah” der.
Bazen bir hâkimin vicdanındadır; karar veremez çünkü başındaki "üst akıl" korkusuyla elini bağlar.
Bazen bir seçim sandığındadır; içinden çıkan oylar bir ülkenin geleceğini belirler.

Ve bazen… bir adam, tıpkı Diogenes’in sırtında çizilen resim gibi, hayatı boyunca bir cahili taşır. Onun yanlış kararlarının, önyargılarının, iftiralarının, inançsız dogmalarının yükünü taşır.

VII. Çözüm Ne?

Çözüm, bilgiyi kutsallaştırmak değil; onu yaşatmaktır.
Çözüm, diplomayı değil, irfanı önemsemektir.
Çözüm, cehalete karşı savaşı bir eğitim politikası olarak değil, bir ahlak borcu olarak görmektir.

Her birey, önce kendindeki cehaleti tespit etmeli.
Her toplum, cehaleti ödüllendirmekten vazgeçmeli.
Her iktidar, cahil kalabalıkları manipüle etmek yerine, aydın bir toplumun önünü açmalı.

Dünyanın taşıdığı en ağır yük gerçekten de cahil bir insandır. Çünkü onun sırtında taşınmazsın; onunla birlikte yere çakılırsın. Ve o düştüğünde senin de kanatlarını keser.

O yüzden bu yükü hafifletmenin yolu, bilgiyi paylaşmak, vicdanı çoğaltmak ve cehaleti kutsayan düzeni ters yüz etmektir.

Unutma:

Cehaletin yaktığı bir dünya, sadece karanlık olmaz.
O dünya, aynı zamanda ağırdır. Ve biz, onu sırtımızda taşımaya mecbur değiliz.

Erol Kekeç/22.05.2025/Sancaktepe/İST 

Halka Hizmet Hırsızlık Değildir

 


Jose Mujica'nın İzinde Bir Çığlık-Siyaset Nedir, Ne Olmalıdır?

Siyaset, para biriktirmek için değildir. Bu sözü söyleyen adam, lüks saraylarda yaşamamış, halktan kopmamış, koruma ordularıyla değil; gönüllerde kurduğu tahtla anılan Uruguay’ın eski devlet başkanı Jose Mujica’dır. O, 90’lı model arabasıyla, mütevazı çiftlik evinde yaşayan bir halk lideriydi. Eşiyle birlikte yaşadığı bu sade hayat, milyonlarca dolarlık bütçeleri yöneten bir liderin nasıl da halktan kopmadan, hizmet aşkıyla dolu bir yolda yürüyebileceğini tüm dünyaya gösterdi.

O yüzden, bu yazı; Jose Mujica’nın sade ama devrimsel anlayışıyla, vicdanını kaybetmiş, halkın sırtına binmiş, saray meraklısı siyasetçilere bir uyarıdır. Bu yazı, salt bir eleştiri değil; halkın sesi, ahlakın çağrısı, toprağın bağrından kopup gelen bir isyandır. Bu vicdani ültimatom, siyasetin asli misyonunu unutanlara, halkı değil parayı sevenlere, koltuğa tapanlara hitaben yazılmıştır.

I. Siyasetin Aslı- Hizmet Etmek, Soymak Değil

Siyaset, halkın temsilidir. Temsil makamında oturan her birey, halkın malını, emeğini, umudunu ve geleceğini emanet almıştır. Bu emanet, tapulu mülk değil; geçici bir sorumluluktur. Fakat bugün ne görüyoruz? Siyasetçiler, lüks araç konvoylarıyla, beş yıldızlı otellerdeki danışma toplantılarıyla, özel uçaklarda verilen ihalelerle değil halkı temsil etmek, halktan izole yaşamlar kuruyorlar. Bu halk, her ay faturalarını ödemek için çocuklarının okul masraflarından kısarken; onlar, birkaç saatlik makam seyahatine milyonlar harcıyor.

Jose Mujica’nın yıllık maaşı yaklaşık 12 bin dolardı, fakat o maaşının %90’ını bağışlıyordu. Neden? Çünkü halk açken tok gezmek utanılacak bir durumdu onun için. Bu ne yalnızca ahlaki bir duruştur ne de bir siyasi şov; bu, gerçek liderliğin resmidir.

II. Gösterişin Peşinden Koşanların Yol Açtığı Yıkım

Türkiye’deki pek çok siyasetçi, siyasi kariyerini servete tahvil etmenin yollarını arıyor. Bir dönem belediye başkanlığı yapmış bir kişi, milyonluk arabalara biniyor, yurt dışında yazlıklar alıyor. Nasıl? Nereden bu paralar? Maaşla mı biriktirildi? Elbette hayır. İhale kılıfları, komisyonlar, yakın çevreye kurulan şirketler, arka kapıdan yürütülen menfaat ağları... İşte yozlaşmanın ve halktan kopuşun karanlık aynası.

Bu halk, 85 milyonluk ülkesinde yoksulluğa terk edilirken, bazı belediye başkanlarının 3-4 makam aracı birden kullandığı bir sistem; artık ne ahlakîdir ne de sürdürülebilir. Bu bir çürümedir, bu bir hırsızlıktır. Ve bu hırsızlık, yalnızca maddi değil; maneviyatın, vicdanın, güvenin çalınmasıdır.

III. Siyasetçi Kimdir? Bir Tanımın Ardında Unutulan Hakikat

Siyasetçi, halkın aynası olmalıdır. Halk ekmeğini paylaşırken; o da maaşını paylaşmalıdır. Halk asgari ücretle ay sonunu getirmeye çalışırken; o, kendine ballı maaşlar yazdıramaz. Halk kar kışta sokakta yürürken; siyasetçi de halkın içinde olmalıdır.

Jose Mujica, "Ben zengin değilim ama zengin gibi yaşamadığım için mutluyum" der. İşte bu söz, siyasetçinin ruhunu anlamak için bir ölçüttür. Zenginlik malda değil; kalpte, sadelikte ve halkın duasındadır.

IV. Politikada Liyakat Değil, Yandaşlık: Çöküşün Eşiği

Bugün siyasetin merkezinde artık ehliyet değil, sadakat aranmaktadır. Bir kurumun başına, o işin eğitimini almış biri değil; o partinin il başkanının yeğeni, kuzeni, damadı, danışmanı geçmektedir. Peki sonuç ne oluyor? Hastaneler çöker, okullar rezil halde kalır, altyapı sistemleri patlar, doğa talan edilir. Halk çamur içinde yaşarken, sorumlu olanlar hiçbir şey olmamış gibi kamera karşısında sırıtmakta, suçu halkın üzerine atmaktadır.

Liyakatsizlik; yalnızca bir kişisel zafiyet değil, toplumsal bir ihanettir.

V. Sadeliğin Gücü-Saraylar Değil, Kulübeler Diriltir

Jose Mujica bir kulübede yaşadı. Gönlünde saraylar kurdu. Onun için zenginlik; halkla aynı sofraya oturabilmek, aynı sudan içebilmekti. Bugün Türkiye’de ise siyasetçiler en lüks lokantalarda halktan yalıtılmış sofralar kuruyorlar. Sekiz katlı villalarda, üç katmanlı güvenlik içinde yaşıyorlar. Ve bu yapay güvenlik, onları halktan koparıyor.

Oysa gerçek güvenlik, halkın kalbindedir. Halk sizi seviyorsa, hiçbir zırh sizi onun kadar koruyamaz. Ama halk sizi lanetliyorsa; en kalın duvarlar bile sizi kaderinizden koruyamaz.

VI. Politikacıya Bir Soru-Gece Yastığa Başını Koyduğunda Rahat Uyuyabiliyor musun?

Eğer bugün herhangi bir siyasetçi, gece rahat uyuyabiliyorsa; ya gerçekten çok temizdir ya da vicdanını çoktan kaybetmiştir. Çünkü bu ülkede çocuklar aç yatıyor. Gençler işsiz. Emekliler pazar artıklarıyla geçiniyor. Bu manzarada bir siyasetçi nasıl gülerek uyuyabilir?

Siyasetçinin rahat uyuması için değil, rahat ettirmesi için vardır siyasetin makamı. Eğer o makam, yalnızca birer servet biriktirme aracına dönüştüyse; orada halk yoktur, yalnızca maskeler, rol yapan kuklalar vardır.

VII. Halkın Gücü: Umutları Geri Almanın Vakti Geldi

Ey halk! Sana “görmezden gel” dediler. “Bize güven” dediler. “Söz verdik” dediler. Ama ne oldu? Her sözleri yalan çıktı. Sana refah dediler, sen sefalet gördün. Sana adalet dediler, sen zulümle karşılaştın. Sana kalkınma dediler, toprağını sattılar. Sana millet dediler, yandaşlarını kayırdılar.

Artık yeter! Umutlarımızı çalanlardan, geleceğimizi ipotek edenlerden, bize ihanet edenlerden hesap sorma vakti geldi.

VIII. Gerçek Liderlik-Gölgede Değil, Güneşte Yürümek

Gerçek lider; halkın önünde yürür, arkasına saklanmaz. Gölgeye değil, güneşe çıkar. Sorumluluk alır, bahane üretmez. Sessiz kalmaz, korkmaz. Haksızlık karşısında susmaz. Herkesin sustuğu yerde konuşan, herkesin korktuğu anda direnen, herkesin kaçtığı anda kalan insandır gerçek lider.

Jose Mujica bu yüzden bir efsanedir. Çünkü onun efsanesi, halkın gönlündeki sadeliği, dürüstlüğü ve cesareti temsil eder.

IX.Bu Yazı Bir  Bir Hesap Çağrısıdır

Bu yazı bir dua değil; çünkü artık dua yetmiyor. Bu yazı bir dilek değil; çünkü artık dilekler tükeniyor. Bu yazı bir ültimatomdur. Bu halk, artık aldatılmak istemiyor. Bu halk, vicdanı olan, gözü tok, cebi değil kalbi dolu liderler istiyor. Bu halk, Jose Mujica gibi sade, dürüst, şeffaf, halktan biri olan yöneticiler istiyor.

O yüzden ey siyasetçi! Yüzünü aynaya çevir. Eğer orada yalnızca bir makam görüyorsan; sen çoktan bitmişsin. Ama hâlâ bir insan görüyorsan, dön halkına... Onlara hizmet et. Bu hizmet, seni yeniden insan yapar.

Ve unutma, Halka hizmet etmek, en büyük zenginliktir. Soymak değil, sahip çıkmaktır siyaset...

Bahadır Hataylı/20.05.2025/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!