Bu Blogda Ara

2 Haziran 2025 Pazartesi

Uyandıran Elçi-Resulün Hakiki yüzünü yeniden Keşfetmek

İçinde yaşadığımız çağ, hurafelerin putlaştığı, kutsalların içi boşaltılarak halkı uyutan bir masal anlatıcılığına dönüştüğü bir çağdır. Bu masal anlatıcılığının merkezinde, İslam’ın en büyük devrimcisi, Allah’ın elçisi Muhammed (s.a.v.) yer almaktadır. Ancak onun gerçek kimliği; adaletin, özgürlüğün, tevhit mücadelesinin, insan onurunun yılmaz savunucusu olması; Ehli Sünnet anlayışı başta olmak üzere birçok geleneksel mezhebi algının “uyutan peygamber” modeline kurban edilmiştir. Bu yazım, Resul'ün hakiki konumunu yeniden inşa etmek, onu  yere indirmek ve halkı uyandıran elçi olarak konumlandırmak için bir sorgulama çağrısıdır.

Mitolojik Bir Peygamber İnşası-Göğe Kanatlanıp Uyumak

Bugün birçok Müslüman, Resul'ü, mucizeler gösteren, parmaklarından su akıtan, ayı ikiye bölen, göğe yükselen ve sürekli olarak çevresindekilere 'sevap' dağıtan bir figür olarak tanıtır. Bu anlayışın temelinde, Resul'ün yeryüzündeki mücadelesini mitolojik ve metafizik bir zemine taşıma arzusu vardır. Ancak bu yaklaşım, onun asıl görevini, yani karanlıkta yaşayan insanlara ışık tutma ve onları uyandırma misyonunu gölgede bırakmaktadır. Oysa Resul, göğe çıkmak için değil, yeryüzünü değiştirmek için gönderilmişti.

Peygamber’in Görevi-Uyandırmak, Devrim Yapmak

Muhammed (s.a.v.)’in en büyük mucizesi, yoksulun, yetimin, kölenin, kadınların, ezilmişlerin yüreğine umut eken sözleriydi. O, Kur’an ile konuşuyor, Kur’an ile yürüyordu. Mekke'de doğduğu toplumda insanlar diri diri kız çocuklarını gömüyor, köleler eşya gibi alınıp satılıyor, zenginler serveti tekeline alıyordu. İşte tam da bu tabloya karşı gelen bir ses yükseldi: "Lâ ilâhe illallah" – Allah’tan başka hiçbir otorite, hiçbir egemen güç, hiçbir put kabul edilemez. Bu söz, yalnızca metafizik bir kabul değil, yeryüzünü sarsan devrimci bir sözdü.

Kur’an’ın Peygamberi ile Rivayetlerin Peygamberi Arasındaki Uçurum

Kur’an’da bize anlatılan peygamber, acı çeken, düşündüren, ağlayan, mücadele eden, tehdit edilen, taşlanan, dışlanan bir elçidir. Ona indirilen Kur’an’da “Seni uyarmak için gönderdik” denilir (Yasin, 6). Fakat hadis külliyatında ve birçok geleneksel kaynakta ise karşımıza neredeyse 'tanrılaştırılmış' bir peygamber çıkar. Geleceği bilen, hiçbir zaman hata yapmayan, sürekli tebessüm eden, savaşmaktan çekinen, güya insanların işlerini kolaylaştırmak için her şeye katlanan bir Resul portresi… Bu çarpık algı, toplumun direncini kırmak, insanlara kendi kaderini değiştiremeyeceği fikrini telkin etmek için idealleştirilmiştir.

Gerçek Resul-Ebu Zer’i Sarstı, Bilal'i Özgürleştirdi

Resul'ün yanında sadece büyük kabile liderleri, zengin tüccarlar değil, toplumun en alt tabakasındaki insanlar yer aldı. Çünkü Resul, onların insan olduğunu, onurlu olduğunu hatırlattı. Ebu Zer’e, servetin paylaşılması gerektiğini söyledi. Bilal’i özgürleştirdi. Ammar bin Yasir’e sabır değil, direniş telkin etti. Resul'ün İslam’ı, kapitalizmin, ırkçılığın, köleliğin ve erkek egemenliğin karşısında duran bir duruştu. Peki, bugün Resul'ü anlatanlar, neden bu yönlerini göz ardı ederler?

Ehli Sünnet Paradigması-Uyutulan Peygamber, Uyuşturulan Halk

Ehli Sünnet anlayışı, birçok konuda ümmete denge kazandırmış, bazı aşırılıkları törpülemiş olabilir. Ancak peygamber algısında ciddi bir tehlike barındırmaktadır. Bu anlayışta Resul, sürekli itaat edilen, sorgulanmayan, insanüstü bir varlık gibi sunulur. Onun hayatı, bir rehber olmaktan çıkar, uzak bir yıldız gibi erişilmez hale gelir. Oysa Kur’an’da peygamber, “sizin gibi bir beşer” olarak tanımlanır. (Kehf, 110)

Bu 'sürekli övülen ama hiç örnek alınmayan' peygamber tasavvuru, yöneticiler için biçilmiş kaftandır. Halk, Resul'ün göğe çıktığına inanırken, zalimlerin yeryüzündeki tahakkümünü sorgulamaktan uzaklaştırılır.

Ebu Hanife-Hakikat Karşısında Eğilmeyen Bir Peygamber Sevdalısı

İslam tarihi içinde bazı büyük şahsiyetler, bu uyutulmuş peygamber anlayışına karşı durmuşlardır. Onlardan biri de Ebu Hanife’dir. Abbasi halifesinin maaşlı kadılığını kabul etmemiş, işkence görmüş ama onurundan taviz vermemiştir. Çünkü onun Resul anlayışı, saraylara danışmanlık yapan değil, sarayları sorgulayan bir elçidir. Bugün onun mezhebini sahiplenenler, ne yazık ki bu tavrı miras almış görünmemektedir.

Peygamberin Görevine Dönüş-Uyarıcılığı İhya Etmek

Resul'ün asıl görevi, uyarmaktır. Toplumu, bireyi, topluluğu… Zalimlere karşı hakikati haykırmak, mustazaflara umut olmak, haksızlık karşısında susmamak. Resul'ü yeniden anlamak, onu yalnızca namazda salavat getirilen bir figür değil; yaşantısıyla rehber olan, yeryüzü adaletini kurmak için çabalayan bir insan olarak kavramaktır. Onun sözü, Mekke'nin kalın duvarlarına çarparak yankılanan bir çağrıydı. O çağrı, bugün hâlâ ihtiyaç duyulan bir direniş çağrısıdır.

Bugünün Müslümanı İçin Rehberlik

Bugün bir Müslüman, Resul'ü örnek alacaksa, onu hurafelerde değil, Kur’an’da ve onun gerçek yaşam mücadelesinde aramalıdır:

  • Bir genç, üniversitede haksızlığa uğrayan bir arkadaşının hakkını savunarak Resul'ün izinden gider.

  • Bir kadın, toplumun dayattığı rollerin dışına çıkarak onurunu koruduğunda, Resul'ün Fatıma’ya verdiği özgüveni yaşatır.

  • Bir işçi, alın terinin karşılığını ararken, Resul'ün "işçinin hakkını alın teri kurumadan verin" sözüyle yola çıkar.

  • Bir öğretmen, öğrencilerine doğruluk aşılayarak Resul'ün "ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" sözünü yaşatır.

Resul'ü Uyandırmak, Toplumu Uyandırmaktır

Allah’ın Resulü, yeryüzünü uyandırmak için gönderildi. Onun sözleri, karanlıkları delen birer meşaleydi. O, halkı uyutmak için değil, diriltmek için geldi. Bugün onu sadece övmekle yetinenler, onun misyonunu yaşamaktan kaçanlardır. Oysa gerçek sevgi, örnek almakla başlar.

O halde gelin, Resul'ü masal kitaplarının raflarından indirip sokaklara, meydanlara, vicdanlarımıza taşıyalım. Onu, ezilenin yanında duran, zulme karşı dimdik duran bir önder olarak yeniden tanıyalım. Göğe çıkmış peygamber değil, yeryüzünü adaletle sarsan bir elçidir O.

Ve unutmayalım ki, Hakikat, ancak uyananların dünyasında yeşerir. Resul'ü uyandırmak, kendimizi uyandırmaktır.

Erol Kekeç/18.03.2025/Namazgah/İST

Hakikatin Üstünü Örtenlerin Çöküşüne Tanıklık

 


Bir Zamanlar Hakkı Anlatmak Suçtu… Şimdi Hâlâ Öyle

Hakikatin sesi, çağlar boyunca hiçbir zaman hoş karşılanmadı. Tarih, gerçeği dillendirenlerin ya ateşe atıldığını ya da susturulduğunu yazar. Bugün de farklı değil. İnsanın kendi elleriyle çarpıttığı din, Allah’ın tertemiz mesajının yerine, çıkar odaklı bir menfaat mekanizmasına dönüşmüş durumda. Kutsal olanla kirli hesapların iç içe geçtiği bir çağda yaşıyoruz. Ve bu çağ, hakikatin en çok ihtiyaç duyulduğu çağdır.

Bugün resmi dini yapıların kabul ettiği, ancak Allah’ın kitabıyla çelişen yüzlerce uygulama var. Bizzat Kur’an’ın kendisini anlamaya çalışanların ise üzerine bir linç kampanyası yürütülüyor. "Resmi onaylı değil" denilerek dışlanan Kur’an tercümeleri, esasen halkın Allah’ın mesajına doğrudan ulaşmasını engellemek için oluşturulan duvarlardan başka bir şey değildir. Çünkü birileri Allah'ın kelamı üzerinde otorite kurmak, aracı olmak ve bu aracılığı menfaatlere çevirmek istiyor.

Oysa hakikat aracısızdır. Allah konuşur, kul işitir. Ne hacıya, ne hocaya, ne şeyhe, ne de ruhsatlı bir din görevlisine ihtiyaç vardır. Kur’an açık, anlaşılır ve rehberdir.

Din Tüccarları Çağı - Şarlatanlığın Kurumsallaşması

Cennette huri dağıtanlar, günah çıkarma seansları düzenleyenler, peygamberle rüya âleminde istişare edenler, şeyhinin mezardan kendisine talimat verdiğini söyleyenler, Allah’ın yerine geçip insanların amelini yargılayanlar… Bunlar bugün ekranları işgal etmiş durumdalar. Onlara göre Kur’an sadece kendi dillerinden geçerse anlaşılır. Oysa Kur’an, her dili konuşur. Ama bunların kurduğu "dil", halkla Allah arasına konulan sahte bir duvardır.

Bunlar Kur’an’ı değil, kendi egemenliklerini anlatırlar. Kur’an’ın ayetlerini örtmek için yeni kutsal metinler yazar, yeni dualar, yeni ritüeller icat ederler. Biri çıkıp "Bunlar Kur’an’a aykırı!" dediğinde, linç edilir. Medyasıyla, yargısıyla, kamuoyu oluşturucularıyla susturulmaya çalışılır. Bugün, şeyhini Allah’tan daha çok seven bir cemaatin, gerçekte neye taptığını sorgulamak dahi suçtur. Onların kafasındaki din; kendi yanlışlarını aklayan, hatalarını örten, günahlarını yok sayan, zenginliklerini kutsayan, iktidarlarını meşrulaştıran bir dindir.

Din Üzerinden Kurulan Siyaset - Allah’ı Anmadan Cennet Pazarlığı

"Allah’a şükür dünya liderimiz var" diyenlerin aklı, diniyle iktidarı birleştirmiştir. Onlara göre lider ne yaparsa doğrudur. Allah, liderin gölgesinde anlatılır. Liderin arzusu, Allah’ın hükmünün önüne geçirilir. Bu anlayış, Yezidi'n "halife" olduğu dönemin birebir kopyasıdır.

Dini kullanarak halkı yönetenler, halkı da kendi politik çıkarlarına göre eğitirler. Eğer bir grubun müridiysen, oy veriyorsan, destekliyorsan, sen fırkai Naciye'sin. Aksi halde "vatan haini", "din düşmanı", "fitneci "sin. Bu anlayış, dini bir ceza mekanizmasına dönüştürmüştür. Dini bir lütuf olmaktan çıkarıp bir sopa haline getirmiştir.

Bugün sabah akşam ekranlarda dönen "dinî programlar", aslında birer hipnoz seansıdır. İktidarın istediği şekilde düşünen, istemediği her şeyi şeytanlaştıran, sorgulamayan, dua eder gibi oy veren, huşu içinde kendini pazarlayan bir toplum inşa edilmektedir. Ve bu toplum, kendi kanını emenlere minnettar olmayı bir ibadet zannedecek kadar kandırılmıştır.

Tarihsel Gerçeklikler - Hüseyinler ve Yezitler

Kerbela sadece bir tarih değildir; bugünün aynasıdır. Hüseyin, her dönemde hakikati söyleyenin sembolüdür. Yezid ise her çağın zalimidir. Bugün Hüseyinler susturuluyor, iftiraya uğruyor, yalnız bırakılıyor. Yezidler ise güç, para, medya ve kurumlarıyla alkışlanıyor. Oysa tarih, Yezid’i lanetle anıyor; Hüseyin’i ise özlemle. Bu gösteriyor ki, hakikat güce değil sabra, kana, bedene yazılır.

Bizim vazifemiz de Hüseyin gibi hakikati korkmadan haykırmak, yalnız kalmayı göze almak, sürgüne razı olmak, ama doğru bildiğinden asla vazgeçmemektir. Hakikat, çoğunlukla değil azınlıkla gelir. Kalabalıkların coşkusuyla değil, çöllerdeki yalnızlıkla beslenir.

Bugünün Cahiliyesi - Modern Cehennemin Maskeli Tiyatrosu

"Ey cahiller, siz istemiyorsunuz diye sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı geçelim?"

Bugünün cahilleri üniversite mezunu olabilir, ama hâlâ Allah’tan başkasına kulluk etmeyi savunur. Modern cahiliyede putlar plastikten değil; makam, para, ekran, reyting ve oy şeklinde karşımıza çıkar. İnsanlar sevdiklerinin peşinden cenneti terk eder. Dünyevi sevgiler Allah’ın sevgisinin önüne geçer. Bu da ayetin haber verdiği en büyük sapmadır.

Korkak liderler, dalkavuk cemaatler, satılık ilahiyatçılar, yapay cennet vaadleri... Hepsi bir tiyatronun sahne oyuncularıdır. Oysa sahne çökmek üzeredir. Allah günleri evirir, çevirir. Bugün parlayanlar yarın sönecek, bugün ezilenler yarın yükselecektir.

Ey Hakkı Arayanlar! Uyanın ve Direnin!

Bugün yaşadığımız karanlık, Allah’ın nurunun bastırılamadığı bir karanlıktır. Biz susarsak zulum büyür. Ama konuşursak, hakikat yankı bulur. Her ne kadar zor olsa da, her taraf kararmış olsa da, biz hakikatin diliyle konuşmalı, dini yalnızca Allah’a has kılmalı, hiçbir aracıya eyvallah etmemeliyiz.

Ey kardeşim! Din sana Allah tarafından bir emanettir. Bu emaneti hiçbir kuruma, cemaate, kişiye, partiye, siyasi lidere, şeyhe teslim etme. Din, Allah’tandır. Ve Allah, seni yalnız bırakmaz. Karanlık ne kadar koyuysa, sabah o kadar yakındır. Hüseyin’in kanı yere düşmedi; zulme karşı başkaldırının kıyametini başlattı. Sen de kendi Kerbela’nda, kendi Yezid’ine karşı konuş! Yalnızsan da konuş! Sustukça kaybeden sen olacaksın.

  • Allah’ım! Bizi, hakikati söylemekten korkmayanlardan eyle.

  • Bizi, senin kitabına sarılanlardan ve onu anlayanlardan eyle.

  • Bizi, dini sadece sana has kılanlardan eyle.

  • Bizi, Yezidlerin karşısında Hüseyin gibi dimdik duranlardan eyle.

  • Bizi, hidayet üzere sabit kıl, kalplerimizi eğriltme, hakikati yalanlamaktan bizi koru.

Ey Rabbimiz! Bize zulmü fark edecek feraseti, ona karşı direnecek cesareti, yalnız kaldığımızda bile seninle beraber olmanın huzurunu ver.

Ve ey kardeşim!

Kendini yalnız hissediyorsan, unutma: Hakikati savunanlar her zaman azdır. Ama azlar, Allah'ın tarafındadır. Ve Allah’ın tarafı, galip olan taraftır.

Bu yazı, yeryüzünün her karışında baskıya uğrayan, susturulan ama kalbinde Allah’ın nuru olanlara bir çağrıdır. Direnin. Anlatın. Uyarın. Susmayın. Çünkü hakikat, konuşuldukça dirilir.

Ve ey insanlar,

Siz istemiyorsunuz diye sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı geçelim? Siz bir gün anlayacaksınız. Keşke o gün gelmeden önce anlasaydınız…

Unutmayın:

“Allah günleri insanlar arasında evirir, çevirir…” (Âl-i İmrân, 3/140)

Bugün zalim olanlar, yarın zelil olacaklar. Bugün hakir görülenler, yarın yeryüzünün mirasçıları olacak. Allah’a inananlar için ümitsizlik yoktur.

Hakikat her zaman kazanır. Çünkü Hak, Allah’tır.

Ve Allah, nurunu tamamlayacaktır…

Erol Kekeç/29.05.2025/Namazgah/İST

Son perde kapanmadan Çığlıklarım Kesilmesin



Ey insan! Modern çağın parıltılı vitrinlerine aldanmış, gösterişli hayatların sahte gülüşlerine kanmış, dijital ekranlardan yayılan uyuşuklukla sessizce çöken sen... Bir dur ve bak! Görüyor musun neler olup bittiğini? Bir düşün: Bu çağ gerçekten insanlığın ulaştığı en yüce zirve mi, yoksa uçuruma doğru son adım mı?

Artık her şey ters yüz olmuş durumda. Gerçeğin yerini yalan aldı, merhametin yerini çıkar, adaletin yerini güç. Ve sen, tüm bu değişimin ortasında, hâlâ susuyorsun, hâlâ sıradanla yetiniyorsun. Oysa dünya, tarih boyunca hiç bu kadar ‘insanlıktan çıkmamıştı’. Özellikle eğlence adı altında yapılan o çılgınlıklar, Arap coğrafyasındaki yöneticilerin şatafatlı, şehvet yüklü maskaralıkları, toplumu uçurumdan aşağı yuvarlarken sadece izleyen, alkışlayan bir güruh haline geldik.

Bir toplum düşün ki, hayvani güdülerle hareket ediyor ama insanlık kelimesini dillerinden düşürmüyor. Bu ne büyük bir çelişki, ne büyük bir kandırmaca! Bugün yaşadığımız bu çağ; duygusuzluğun, ahlaksızlığın, vicdansızlığın zirve yaptığı bir çağdır. Eğlence merkezlerinde çılgınca dans eden, israf sofralarında hayvanlardan dahi farksız şekilde tüketen insan modeli, medeniyetin değil, çöküşün sembolüdür.

Enbiya Suresi'nin ilk ayeti tam da bu noktada tokat gibi iner yüreklerimize: “İnsanların hesap günü yaklaştı, ama onlar gaflet içinde yüz çevirmektedirler.” İşte budur gerçek! Gaflet…

Bu ayet, çağımızı en iyi özetleyen ifadelerden biridir. Çünkü insanlar ne olup bittiğini anlamak istemiyor. Gerçeklerle yüzleşmek acı veriyor, acı vermesin diye sanal dünyalara sığınıyor, eğlenceyle uyuşturulmuş kalpler, sorumluluktan kaçarak sahte cennetlerde yaşıyor. Ama o hesap günü, bir sabah güneş doğmadan önce gelecek. Ne bir dakika geri alınabilecek ne de bahane kabul edilecek.

Toplumsal yozlaşma sadece sokakta değil, evin içinde, okulda, devlet dairesinde, televizyon ekranında, camide, pazarda… Yani hayatın her yerinde karşımıza çıkıyor. İnsanlar birbirine güvenmiyor artık. Anne-baba çocuklarına yabancı, komşular birbirine selam vermez olmuş. Dostluk menfaatle ölçülüyor, sevgi gösterişle.

Ve sen, bu sistemin içine doğmuş bir birey olarak bir sabah uyanıyor, gün boyunca bir robottan farksız şekilde çalışıyor, akşam televizyonla uyuşturuluyor, gece uyuyorsun. Hayatın anlamını, amacını hiç sorgulamadan… Bu senin yaratılışına uygun mu gerçekten? Allah seni, sadece tüketmek ve izlemek için mi yarattı? Hayır!

Sana akıl verdi, kalp verdi, vicdan verdi. Bunları kullan diye… Ama sen, sana verilenleri kullanmak yerine sistemin sana sunduğu ‘kolay Hayat'ı seçtin. Düşünmemen gerektiği söylendiğinde sorgulamadın, konuşmaman istendiğinde sustun, görme denildiğinde gözlerini kapadın. İşte bu yüzden sistem işliyor. Çünkü sen sustun.

Zenginler daha zengin oldu, fakirler daha fakir. İnsani değerler yerini piyasa değerlerine bıraktı. “Kimin neye sahip olduğunun önem kazandığı bir düzende “kim olduğu” önemini yitirdi. Artık insanlar ne kadar ahlaklı olduklarıyla değil, ne kadar para kazandıklarıyla değer görüyor. Bu çarpık düzenin içinden çıkış yok gibi gözüküyor ama aslında en büyük çıkış, en derin fark ediştedir.

Çünkü hayat, sana sorular sorar: Neden yaşıyorsun? Kime hizmet ediyorsun? Neyin peşindesin? Eğer bu sorulara ‘gerçek’ cevaplar veremiyorsan, henüz yaşamamışsın demektir.

Unutma, her şeyin bir sonu var. Bu sistem de çökecek. O büyük perde inecek. Ve sen, o perdenin ardında kalırsan, sahnede olup bitenlerin hiçbir anlamı kalmaz senin için. Çünkü hayat dediğin şey, sandığın kadar uzun değil. Belki bu yazıyı okuduktan birkaç dakika sonra bile bir kırılma yaşayabilirsin. Çünkü insanın ‘uyanışı’ bir anda olur. Bir anda silkelenir, bir anda fark eder.

Fark etmek, ilk adımdır. Ardından değiştirmek gelir. Hayatını, ilişkilerini, düşüncelerini, değerlerini yeniden gözden geçirmek zorundasın. Çünkü zaman, tükeniyor. Çünkü gafletin sonu karanlıktır. Ve her karanlık, ancak hakikat ışığıyla aydınlanabilir.

Sen bu ışığın neresindesin? Hâlâ ekranlarda ünlülerin hayatını mı takip ediyorsun? Hâlâ birilerinin lüks yaşantısını kıskanıp kendi fakirliğine lanet mi ediyorsun? Hâlâ sosyal medyada ‘beğeni’ almak için sahte mutluluklar mı paylaşıyorsun? O zaman henüz uyanmamışsın demektir.

Uyan! Çünkü vakit çok dar. Çünkü hesap çok yakın. Çünkü Allah, yarattığını en iyi bilendir ve sana boş yere can vermemiştir. Sana düşen, o canı anlamlı bir hayatla şereflendirmektir.

O anlamlı hayat, yalnızca yaratılış kodlarına uygun yaşamakla mümkündür. O kodlar ise Kur’an’da, peygamberin sünnetinde ve vicdanında yazılıdır. Bu çağda en büyük cihat, insan kalabilmektir.

Bir sistem düşün, seni makineleştiriyor. Sabit bir hayat tarzı dayatıyor. Üretmeden, düşünmeden yaşamanı istiyor. Oysa insan, düşünen bir varlıktır. Ruhunu kaybetmiş bir bedenin yaşamı, sadece zaman öldürmektir.

Sen zamanını değil, cehlinle birlikte insanlığını da öldürüyorsun. Sen sadece kendini değil, senden sonrakileri de etkiliyorsun. Eğer bugün bir şey yapmazsan, yarın çocuklarına bırakacağın tek şey karanlık olacak.

Dünya bu hâliyle ‘medeniyetin zirvesi’ değil, ‘ahlakın çöküşüdür’. O yüzden seni bu yazıya çeken hissin peşini bırakma. O içindeki huzursuzluk, hâlâ diri olan vicdanındır. Onu susturma.

Bu yazı bir çığlık, bir uyarı, bir sarsıntıdır. Sana düşen, bu sesi duymak ve kendi içindeki sesi yükseltmektir. Haydi, şimdi kalk! Kitabını aç, sorularını sor, cevabını aramaya başla. Susma, suskunluk felakettir. Suskunluk, sistemin gıdasıdır. Sen konuşursan değişir, sen direnç gösterirsen çözülür.

Zaman daralıyor. Perde kapanıyor. Hesap yaklaşıyor.

Ve sen hâlâ susuyor musun?..

Erol Kekeç/01.06.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!