İçinde yaşadığımız çağ, hurafelerin putlaştığı, kutsalların içi boşaltılarak halkı uyutan bir masal anlatıcılığına dönüştüğü bir çağdır. Bu masal anlatıcılığının merkezinde, İslam’ın en büyük devrimcisi, Allah’ın elçisi Muhammed (s.a.v.) yer almaktadır. Ancak onun gerçek kimliği; adaletin, özgürlüğün, tevhit mücadelesinin, insan onurunun yılmaz savunucusu olması; Ehli Sünnet anlayışı başta olmak üzere birçok geleneksel mezhebi algının “uyutan peygamber” modeline kurban edilmiştir. Bu yazım, Resul'ün hakiki konumunu yeniden inşa etmek, onu yere indirmek ve halkı uyandıran elçi olarak konumlandırmak için bir sorgulama çağrısıdır.
Mitolojik Bir Peygamber İnşası-Göğe Kanatlanıp Uyumak
Bugün birçok Müslüman, Resul'ü, mucizeler gösteren, parmaklarından su akıtan, ayı ikiye bölen, göğe yükselen ve sürekli olarak çevresindekilere 'sevap' dağıtan bir figür olarak tanıtır. Bu anlayışın temelinde, Resul'ün yeryüzündeki mücadelesini mitolojik ve metafizik bir zemine taşıma arzusu vardır. Ancak bu yaklaşım, onun asıl görevini, yani karanlıkta yaşayan insanlara ışık tutma ve onları uyandırma misyonunu gölgede bırakmaktadır. Oysa Resul, göğe çıkmak için değil, yeryüzünü değiştirmek için gönderilmişti.
Peygamber’in Görevi-Uyandırmak, Devrim Yapmak
Muhammed (s.a.v.)’in en büyük mucizesi, yoksulun, yetimin, kölenin, kadınların, ezilmişlerin yüreğine umut eken sözleriydi. O, Kur’an ile konuşuyor, Kur’an ile yürüyordu. Mekke'de doğduğu toplumda insanlar diri diri kız çocuklarını gömüyor, köleler eşya gibi alınıp satılıyor, zenginler serveti tekeline alıyordu. İşte tam da bu tabloya karşı gelen bir ses yükseldi: "Lâ ilâhe illallah" – Allah’tan başka hiçbir otorite, hiçbir egemen güç, hiçbir put kabul edilemez. Bu söz, yalnızca metafizik bir kabul değil, yeryüzünü sarsan devrimci bir sözdü.
Kur’an’ın Peygamberi ile Rivayetlerin Peygamberi Arasındaki Uçurum
Kur’an’da bize anlatılan peygamber, acı çeken, düşündüren, ağlayan, mücadele eden, tehdit edilen, taşlanan, dışlanan bir elçidir. Ona indirilen Kur’an’da “Seni uyarmak için gönderdik” denilir (Yasin, 6). Fakat hadis külliyatında ve birçok geleneksel kaynakta ise karşımıza neredeyse 'tanrılaştırılmış' bir peygamber çıkar. Geleceği bilen, hiçbir zaman hata yapmayan, sürekli tebessüm eden, savaşmaktan çekinen, güya insanların işlerini kolaylaştırmak için her şeye katlanan bir Resul portresi… Bu çarpık algı, toplumun direncini kırmak, insanlara kendi kaderini değiştiremeyeceği fikrini telkin etmek için idealleştirilmiştir.
Gerçek Resul-Ebu Zer’i Sarstı, Bilal'i Özgürleştirdi
Resul'ün yanında sadece büyük kabile liderleri, zengin tüccarlar değil, toplumun en alt tabakasındaki insanlar yer aldı. Çünkü Resul, onların insan olduğunu, onurlu olduğunu hatırlattı. Ebu Zer’e, servetin paylaşılması gerektiğini söyledi. Bilal’i özgürleştirdi. Ammar bin Yasir’e sabır değil, direniş telkin etti. Resul'ün İslam’ı, kapitalizmin, ırkçılığın, köleliğin ve erkek egemenliğin karşısında duran bir duruştu. Peki, bugün Resul'ü anlatanlar, neden bu yönlerini göz ardı ederler?
Ehli Sünnet Paradigması-Uyutulan Peygamber, Uyuşturulan Halk
Ehli Sünnet anlayışı, birçok konuda ümmete denge kazandırmış, bazı aşırılıkları törpülemiş olabilir. Ancak peygamber algısında ciddi bir tehlike barındırmaktadır. Bu anlayışta Resul, sürekli itaat edilen, sorgulanmayan, insanüstü bir varlık gibi sunulur. Onun hayatı, bir rehber olmaktan çıkar, uzak bir yıldız gibi erişilmez hale gelir. Oysa Kur’an’da peygamber, “sizin gibi bir beşer” olarak tanımlanır. (Kehf, 110)
Bu 'sürekli övülen ama hiç örnek alınmayan' peygamber tasavvuru, yöneticiler için biçilmiş kaftandır. Halk, Resul'ün göğe çıktığına inanırken, zalimlerin yeryüzündeki tahakkümünü sorgulamaktan uzaklaştırılır.
Ebu Hanife-Hakikat Karşısında Eğilmeyen Bir Peygamber Sevdalısı
İslam tarihi içinde bazı büyük şahsiyetler, bu uyutulmuş peygamber anlayışına karşı durmuşlardır. Onlardan biri de Ebu Hanife’dir. Abbasi halifesinin maaşlı kadılığını kabul etmemiş, işkence görmüş ama onurundan taviz vermemiştir. Çünkü onun Resul anlayışı, saraylara danışmanlık yapan değil, sarayları sorgulayan bir elçidir. Bugün onun mezhebini sahiplenenler, ne yazık ki bu tavrı miras almış görünmemektedir.
Peygamberin Görevine Dönüş-Uyarıcılığı İhya Etmek
Resul'ün asıl görevi, uyarmaktır. Toplumu, bireyi, topluluğu… Zalimlere karşı hakikati haykırmak, mustazaflara umut olmak, haksızlık karşısında susmamak. Resul'ü yeniden anlamak, onu yalnızca namazda salavat getirilen bir figür değil; yaşantısıyla rehber olan, yeryüzü adaletini kurmak için çabalayan bir insan olarak kavramaktır. Onun sözü, Mekke'nin kalın duvarlarına çarparak yankılanan bir çağrıydı. O çağrı, bugün hâlâ ihtiyaç duyulan bir direniş çağrısıdır.
Bugünün Müslümanı İçin Rehberlik
Bugün bir Müslüman, Resul'ü örnek alacaksa, onu hurafelerde değil, Kur’an’da ve onun gerçek yaşam mücadelesinde aramalıdır:
Bir genç, üniversitede haksızlığa uğrayan bir arkadaşının hakkını savunarak Resul'ün izinden gider.
Bir kadın, toplumun dayattığı rollerin dışına çıkarak onurunu koruduğunda, Resul'ün Fatıma’ya verdiği özgüveni yaşatır.
Bir işçi, alın terinin karşılığını ararken, Resul'ün "işçinin hakkını alın teri kurumadan verin" sözüyle yola çıkar.
Bir öğretmen, öğrencilerine doğruluk aşılayarak Resul'ün "ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" sözünü yaşatır.
Resul'ü Uyandırmak, Toplumu Uyandırmaktır
Allah’ın Resulü, yeryüzünü uyandırmak için gönderildi. Onun sözleri, karanlıkları delen birer meşaleydi. O, halkı uyutmak için değil, diriltmek için geldi. Bugün onu sadece övmekle yetinenler, onun misyonunu yaşamaktan kaçanlardır. Oysa gerçek sevgi, örnek almakla başlar.
O halde gelin, Resul'ü masal kitaplarının raflarından indirip sokaklara, meydanlara, vicdanlarımıza taşıyalım. Onu, ezilenin yanında duran, zulme karşı dimdik duran bir önder olarak yeniden tanıyalım. Göğe çıkmış peygamber değil, yeryüzünü adaletle sarsan bir elçidir O.
Ve unutmayalım ki, Hakikat, ancak uyananların dünyasında yeşerir. Resul'ü uyandırmak, kendimizi uyandırmaktır.
Erol Kekeç/18.03.2025/Namazgah/İST