Bu Blogda Ara

22 Ocak 2025 Çarşamba

Yetkiden Sorumluluğa-Gerçeği Örtmenin Bedeli

Bu tür bir yönetim anlayışını ele alırken öncelikle temel bir soruyla başlamak gerekir: Gerçekten de bir lider ya da yönetim, tüm yetkilerin kendisinde toplandığını iddia ediyorsa, bu yetkilerin sorumluluğunu da alabiliyor mu? Yoksa, yalnızca başarıları sahiplenip, başarısızlıkların veya olumsuzlukların sorumluluğunu başka aktörlere mi yüklüyor? İşte bu soru, hem bir yönetimin samimiyetini hem de şeffaflığını sorgulamak için başlangıç noktasıdır.

1. Yetki ve Sorumluluk Dengesi

Bir yönetim, bütün yetkileri kendi elinde topladığını iddia ettiğinde, bu durumun beraberinde çok büyük bir sorumluluk da getirdiğini kabul etmelidir. Yetki, her zaman sorumluluğu da beraberinde getirir. Eğer bir lider, karar alma süreçlerinde tek otorite olduğunu söylüyorsa, bu kararların sonuçları üzerinde de doğrudan hesap verebilir olmalıdır. Ancak bu tür yönetimler, genellikle başarıyı yalnızca kendilerine mal ederken, başarısızlıkları dış mihraklara, muhalefete, geçmiş yönetimlere veya halkın yanlış tutumlarına bağlama eğilimindedir. Bu yaklaşım, yalnızca halkın zekâsını küçümsemekle kalmaz, aynı zamanda hesap verebilirliği tamamen ortadan kaldırır.

Bir örnekle açıklayalım: Eğer bir ekonomik kriz yaşanıyorsa, bu kriz, “dış güçler” veya “muhalefetin engellemeleri” gibi soyut bahanelerle açıklanır. Ancak aynı yönetim, ekonomik bir büyüme yaşandığında bunu tamamen kendi başarılarına dayandırır. Oysa bu çelişki, yönetimin aslında bir kriz karşısında yeterli çözüm üretemediğini, fakat halkın algısını manipüle ederek durumu lehine çevirmeye çalıştığını gösterir. Böyle bir yaklaşımda yetki ve sorumluluk arasında bir kopukluk oluşur ki bu da yönetime duyulan güveni zedeler.

2. Samimiyet ve Şeffaflık Testi

Bir yönetimin samimiyetini ve şeffaflığını ölçmenin en iyi yolu, onun eleştiriye ne kadar açık olduğuna bakmaktır. Şeffaf yönetimler, halkın karşısına çıkıp mevcut sorunların sebeplerini açıkça ifade edebilir ve çözüm önerilerini sunabilir. Ancak manipülatif yönetimler, sorunları gizlemek veya örtbas etmek için sürekli bir suçlu arayışına girerler. Bu suçlu bazen geçmiş yönetimler, bazen halkın davranışları, bazen de tamamen hayali düşmanlar olabilir. Örneğin, “Biz her şeyi doğru yapıyoruz ama dış güçler bizi engelliyor” söylemi, hem halkın gerçek sorunlarını göz ardı eder hem de bir yönetimin samimiyetini sorgulatır.

Şeffaflık, yalnızca hesap vermekle değil, aynı zamanda karar alma süreçlerine halkı dâhil etmekle de ilgilidir. Eğer bir yönetim, halkın kendisini sorgulamasına veya eleştirmesine tahammül edemiyorsa, bu, otoriter bir zihniyetin göstergesidir. Şeffaf olmayan bir yönetim, genellikle kapalı kapılar ardında karar alır ve bu kararların sonuçlarını halka dayatır. Bu durumda, halkın yönetim üzerindeki denetim mekanizması tamamen ortadan kalkar.

3. Halkı Aldatma Stratejileri

Bu tür yönetimlerin en sık başvurduğu yöntemlerden biri, halkın algısını yönetmektir. Algı yönetimi, gerçeklerden çok, insanların neye inanmasını istediğinizle ilgilidir. Bir yönetim, sık sık propaganda araçlarını kullanarak kendi başarısızlıklarını unutturmaya çalışır. Örneğin, büyük bir ekonomik çöküş yaşanırken, bu çöküşün nedenlerini tartışmak yerine, halkın dikkatini başka bir yere çekmek için yeni projeler açıklanabilir ya da “milli birlik ve beraberlik” gibi soyut kavramlar üzerinden duygu sömürüsü yapılabilir.

Halkı aldatmanın bir diğer yolu ise bilgiye erişimi kısıtlamaktır. Bağımsız medya organları susturulur, alternatif görüşler bastırılır ve yalnızca hükümetin söylemleri yayılır. Bu durumda halk, yönetimin sunduğu bilgiyi sorgulamadan kabul etmek zorunda kalır. Ancak bilgiye erişimin kısıtlanması, uzun vadede halkın bilinçlenmesini engeller ve manipülatif yönetimlerin daha da güçlenmesine yol açar.

4. Manipülasyonun Etkileri

Manipülatif bir yönetim anlayışı, halkı kısa vadede ikna edebilse de uzun vadede toplumsal güvenin çökmesine neden olur. Eğer bir yönetim, sürekli olarak halkı kandırmaya çalışıyorsa, bu durum, halkın yönetimle olan bağını zayıflatır. İnsanlar, yönetimin samimiyetine ve dürüstlüğüne olan inancını kaybeder. Bu da toplumsal kutuplaşmayı ve çatışmayı artırır.

Bir diğer önemli nokta ise, manipülasyonun yalnızca bugünü değil, geleceği de etkilediğidir. Halk, zamanla gerçek sorunları görememeye başlar ve bu sorunlara yönelik çözüm üretme kapasitesini kaybeder. Yönetim, kendi hatalarını örtbas etmek için halkı sürekli bir belirsizlik ve korku içinde tutar. Bu durum, yalnızca bireylerin psikolojisini değil, aynı zamanda ülkenin genel gelişimini de olumsuz etkiler.

5. Alternatif Bir Yönetim Anlayışı

Manipülatif bir yönetim anlayışının karşısına, hesap verebilirliği ve şeffaflığı esas alan bir yönetim anlayışı koymak gerekir. Bu anlayışta, bir yönetim, yalnızca başarılarını değil, başarısızlıklarını da açıkça ifade edebilir. Halkla gerçekçi bir iletişim kurar ve sorunların çözümüne halkı dâhil eder.

Bu tür bir yönetim, propagandaya değil, gerçek verilere dayanır. Örneğin, ekonomik bir kriz yaşandığında, bu krizin sebepleri açıkça ortaya konur ve bu sebepleri çözmek için somut adımlar atılır. Halk, alınan kararların gerekçelerini anlar ve bu kararlara destek verir.

Ayrıca, alternatif bir yönetim anlayışı, eleştiriye açık olmayı gerektirir. Eğer bir yönetim, kendisini eleştirenleri susturmak yerine onların görüşlerini dikkate alırsa, bu durum, halkın yönetime olan güvenini artırır. Eleştiriye açık bir yönetim, kendi hatalarını düzeltme kapasitesine de sahiptir.

Bir yönetimin samimiyeti ve şeffaflığı, yalnızca söylemleriyle değil, eylemleriyle ölçülür. Eğer bir yönetim, bütün yetkileri kendisinde topladığını iddia ediyor ama bu yetkilerin sorumluluğunu üstlenmiyorsa, bu yönetimin halk için iyi bir gelecek oluşturacağına inanmak mümkün değildir. Manipülasyon ve algı yönetimi, kısa vadede başarılı olabilir ancak uzun vadede toplumsal güveni zedeler ve ülkenin gelişimini engeller.

Dolayısıyla, halkın böyle bir yönetim anlayışına karşı bilinçli olması ve sorgulayıcı bir tavır sergilemesi hayati önem taşır. Sorgulayan bir toplum, manipülasyona karşı dirençli olur ve gerçek sorunların çözülmesini sağlar. Yönetimlerin görevi, halkı kandırmak değil, halkın sorunlarını çözmek ve geleceği inşa etmektir. Bu bilinçle hareket eden bir yönetim, hem halkın güvenini kazanır hem de ülkenin kalkınmasına katkı sağlar.

Erol Kekeç/22.01.2025/Namazgah/İST

Din İktidar Eleştirisi

Ülkemizde dini değerlerin, yönetim eliyle sahiplenildiği ve bu sahiplenmenin çoğu zaman tek taraflı bir anlayışla topluma dayatıldığı bir gerçeklik ile karşı karşıyayız. Örneğin, belirli dönemlerde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın fetvaları veya resmi açıklamaları üzerinden topluma belli bir din yorumu empoze edilmeye çalışılmış, bu da farklı inanç gruplarını rahatsız eden sonuçlar doğurmuştur. Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla dinin devlet eliyle yorumlanması ve halka sunulması, bu süreçte yanlışlara fetva bulunmasını kolaylaştıran bir mekanizma olarak işlev görmektedir. Örneğin, belirli siyasi dönemlerde, Diyanet'in bazı toplumsal meselelerde tek taraflı açıklamalar yaparak farklı görüşlere yer vermemesi, bu mekanizmanın eleştirilmesine neden olmuştur. Bu durum, toplumda dinin itibarını ciddi şekilde zedelemektedir. Örneğin, yapılan bir ankete göre gençler arasında ateizm ve deizm oranlarının son on yılda belirgin bir şekilde arttığı görülmüş, bu artışın önemli bir kısmı siyasi ve toplumsal uygulamalara duyulan güvensizlikle ilişkilendirilmiştir.

İktidar, kendi hatalarının üstünü örtmek veya bu hataları meşru kılmak için dini söylemleri ve sembolleri sıkça kullanmaktadır. Örneğin, seçim dönemlerinde miting alanlarına dini semboller yerleştirilmesi ya da hutbelerde dolaylı olarak siyasi mesajların verilmesi, bu durumun belirgin örneklerindendir. Ancak, bu söylemlerle birlikte ortaya çıkan sonuç, dinin toplumsal gözdeki yerini zayıflatmak olmuştur. Dini benimsemeyen bireyler için, iktidarın dine sahip çıkıyormuş gibi davranması, dine karşı bir mesafe yaratmış ve hatta bir fitne kaynağı haline gelmiştir. Örneğin, belirli dini bayramlarda veya önemli günlerde yapılan açıklamalarda siyasetin dinle iç içe geçmesi, hem dini değerlerin araçsallaştırıldığı algısını güçlendirmiş hem de toplumun farklı kesimlerinde tepkiye yol açmıştır. Bu fitne, yalnızca dini benimsemeyenleri değil, aynı zamanda samimi dindar bireyleri de rahatsız eden bir boyuta ulaşmıştır.

Toplumda iktidarın yanlışlarının din üzerinden meşrulaştırılması, dindar insanların algısını da olumsuz etkilemiştir. Örneğin, ekonomik kriz dönemlerinde dini söylemlerle yapılan açıklamalar, halkı sabırlı olmaya ve mevcut durumu kabullenmeye teşvik ederken, bu söylemler iktidarın ekonomi politikalarına yönelik eleştirilerin önünü kesmek için kullanılmıştır. Kendilerini dindar olarak tanımlayan insanların büyük bir kısmı, iktidara laf kondurmamak adına yapılan hataları görmezden gelmekte ya da bu hataları savunmaktadır. Bu durum, uzun vadede dinin toplumsal itibarını sıfırlama noktasına getirmiştir. Din, artık birleştirici bir unsur olmaktan uzaklaşarak, kutuplaştırıcı bir araç haline gelmiştir. Örneğin, seçim dönemlerinde farklı mezheplerin veya dini grupların hedef alındığı söylemler, toplumda kutuplaşmayı derinleştiren bir etki yaratmıştır. Dini kabullenmeyenlerin yanı sıra dindar insanlar arasında bile bu durum ciddi rahatsızlıklara yol açmaktadır.

Bir diğer sorunlu alan ise Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) üzerinden yapılan uygulamalardır. Okullara "manevi önder" adı altında din adamlarının gönderilmesi ve derslerde öğrencilerin dini öğrenmeye teşvik edilmesi, özellikle genç nesiller arasında antipati oluşturmuştur. Bu dayatmacı yaklaşım, dini öğrenmeyi bir zorunluluk gibi sunmakta ve gençlerin dini değerlere karşı soğuk yaklaşmasına neden olmaktadır. Halbuki dinin bireyin özgür iradesiyle öğrenilmesi ve yaşanması gerektiği unutulmaktadır.

Dini değerleri araçsallaştırarak insanlara "doğal aromatik" bir din anlayışı sunmak, bu anlayışı hakiki dinmiş gibi göstermek, toplumsal algıları manipüle etmeye yönelik bir strateji olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu strateji, dini ve dindar insanları uzun vadede itibar kaybına uğratmakla kalmayıp, aynı zamanda toplumsal huzursuzlukların da temelini oluşturmaktadır. Gerçek dinin ve samimi dindarların anlamını yitirmesi bir yana, bu durum toplumsal düzeyde bir patolojiye dönüşmektedir.

Toplumsal sorumluluk sahibi her birey, ister dindar ister dindar olmayan bir perspektiften olsun, bu olumsuz tabloyu değiştirmek adına harekete geçmelidir. Örneğin, Martin Luther King Jr.'ın liderlik ettiği sivil haklar hareketi, toplumsal eşitliği cesur bir duruş sergileyerek aydınlanmaya öncülük etmiş ve adalet arayışında dünya çapında bir örnek olmuştur. Bu çağrı, yalnızca dini değerlere saygı duyan bireyler için değil, toplumun genel huzurunu ve geleceğini önemseyen herkes içindir. Özellikle genç nesillerin eğitim ve bilinçlenme süreçlerine katkı sağlamak isteyen akademisyenler, sivil toplum kuruluşları ve farklı toplumsal gruplar bu çağrının doğal hedef kitlesini oluşturmaktadır.

İktidarın uygulamaları, genç nesillerin inanç sistemlerini doğrudan etkilemektedir. Özellikle dindar bir görüntü sergileyen iktidarın, kendi hatalarıyla dini değerleri de yıpratması, gençlerin ateist, deist ve agnostik yönelimlerini artırmıştır. Bu durum, gelecekte ülke gençliğinin inanç sistemlerinin ciddi şekilde değiştiğini görmemize neden olacaktır. Bu değişim, yalnızca bireylerin inanç dünyasını değil, toplumsal dokuyu da derinden etkileyecek sonuçlar doğuracaktır.

Din, samimi bir şekilde yaşandığında ve bireylerin özgür iradesiyle kabul gördüğünde toplumu birleştiren bir unsur olabilir. Ancak, siyasi bir araç olarak kullanıldığında, toplumda bölünmelere ve huzursuzluklara yol açmaktadır. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde dinin, farklı milletlerin bağımsızlık arayışlarını bastırmak için bir meşruiyet aracı olarak kullanılması, hem toplumdaki huzursuzlukları artırmış hem de dini değerlerin yıpranmasına neden olmuştur. Toplumun her kesiminden insanın bu duruma karşı duyarlı olması ve hakikatin şahidi olarak hareket etmesi gerekmektedir. İktidarın din üzerinden meşruiyet sağlamaya yönelik politikaları, toplumun büyük bir kesiminde güven kaybına neden olmuştur. Örneğin, 2023 yılında yapılan bir araştırmaya göre, gençlerin %30'u iktidarın dini söylemlerinin samimiyetine inanmadığını belirtmiş, bu da dini değerlerin politik amaçlarla kullanılmasının toplumdaki güven zedelenmesini artırdığına dair somut bir kanıt sunmuştur. Bu politikaların, yalnızca iktidarın kendi itibarını değil, aynı zamanda dinin itibarını da zedelediği göz ardı edilmemelidir. Örneğin, iktidar yanlısı söylemlerin yer aldığı bazı hutbelerin ardından, farklı kesimlerden gelen eleştiriler bu politikalara olan güveni ciddi ölçüde sarsmıştır.

Dini yanlış anlayan ve yanlış yansıtan bu zihniyete karşı, bireylerin Allah'ın yasalarını ve adaletini hatırlaması gerekmektedir. Kutsal metinlerde de belirtildiği gibi, geçmiş toplumların helakine neden olan yasalar bugün için de geçerlidir. Örneğin, Kur'an'da anlatılan Lut kavminin ahlaki yozlaşması ve bunun sonucunda uğradıkları helak, toplumsal değerlerin çöküşünün nelere yol açabileceğini açıkça göstermektedir. Bu gibi örnekler, yasaların değişmezliğini ve tarih boyunca benzer sonuçların doğabileceğini gözler önüne sermektedir. Bu bağlamda, toplumsal dönüşüm ve tevbe çağrısı her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Örneğin, artan çevre felaketleri ve toplumsal kutuplaşma, bireylerin hem doğaya hem de birbirine karşı sorumluluklarını yeniden gözden geçirmelerini gerektiren somut örneklerdir. Bu tür olaylar, dönüşüm ve tevbenin yalnızca bireysel değil, toplumsal düzeyde de ne kadar kritik olduğunu ortaya koymaktadır. Allah'ın yasasında bir değişim bulamayacağımız gerçeği, bugün karşılaştığımız sorunların çözümünde bize rehberlik etmelidir. Örneğin, iklim değişikliğiyle mücadelede alınan yetersiz önlemler, doğal felaketlerin artmasına neden olmakta ve insanlık olarak bu tür sorunlarla başa çıkmak için daha adil ve sürdürülebilir çözümlere yönelmemizi gerektirmektedir.

Son olarak, bu yazıyı kaleme alırken cesaretimi sorgulayacak olanlara İbrahim Peygamber'in sözleriyle cevap veriyorum: "Siz, bir ve tek olan, yerin ve göklerin Rabbi, eşi benzeri olmayan Rabbimden korkmuyorsunuz da, ben sizin düzmece ilahlarınızdan mı çekineceğim?" Unutulmamalıdır ki, hangi yoldan gidilirse gidilsin, insan nihayetinde Allah'a varan bir yol üzerinde çabalamaktadır. Nihai dönüş yalnızca O'nadır.

Bu çağrı, samimiyetle ve hakikati arama niyetiyle yapılmıştır. Toplumdaki bu paradoksların ve çelişkilerin üstüne giderek, eleştirel bir yaklaşım geliştirilmesi gerekmektedir. Örneğin, farklı siyasi söylemlerle aynı zamanda dini söylemlerin de kullanıldığı mitinglerde, dinin siyasete alet edilmesi, toplumun bazı kesimlerinde hayal kırıklığı yaratmış ve bu durum, paradoksal bir biçimde dindar bireylerin de tepkisini çekmiştir. Allah'ın gazabından ve adaletinden korkan her bireyin, kendi vicdanıyla yüzleşerek bu meselelerde sorumluluk alması elzemdir. Örneğin, yakın geçmişte bazı sivil toplum örgütlerinin toplumsal adaletsizliklere karşı düzenlediği barışçıl protestolar, bireylerin vicdanlarıyla yüzleşip harekete geçtiği somut bir örnek olarak gösterilebilir. Dindar ya da dindar olmayan herkes, toplumun huzuru ve geleceği için bu gerçeklere duyarlı olmalıdır. Örneğin, akademisyenler bilimsel çalışmalarıyla, sivil toplum kuruluşları ise sosyal projelerle bu farkındalığı artırabilir. Ayrıca, dini liderlerin dinin birleştirici mesajlarını vurguladığı açıklamaları, toplumsal duyarlılığın güçlenmesine önemli katkılar sağlayabilir.

Bahadır Hataylı/18.01.2025/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!