Bu Blogda Ara

17 Şubat 2025 Pazartesi

Siyonist Çeteler ve Küresel Hakimiyetin Karanlık Yüzü

Bugün dünyanın her köşesinde insanlık ifsat edilirken, ulusal yöneticiler küresel Siyonist baronların taleplerini ve dayatmalarını bilimsel bir rapor gibi kendi halklarına sunarak hem halklarını kandırmakta hem de zalim Siyonist çetenin amaçlarının gerçekleşmesine hizmet etmektedirler. Bu çete, dünyanın tüm kaynaklarının başına oturarak istediğine istediği kadar, istemediğine ise hiç vermeyerek, ekonomik ve siyasi gücünü perçinlemekte ve toplumları kendi amaçlarına hizmet eder hale getirmektedir.

Sömürülmeyi bir kader olarak kabullenmiş, kendisine gösterilen yapay gülücüklere aldanan, benliğini tanımaktan aciz toplumlar, bu yönetimlerin elinde şamar oğlanına dönüşmektedir. Eğer bir toplumun tarım, sağlık, hayvancılık, su kaynakları, doğa ve ekolojik dengesi, ürün çeşitliliği küresel güçlerin belirlediği kurallar doğrultusunda mevzuat haline getirilmiş ve uygulanıyorsa, ifsat olmak için başka çabaya gerek yok demektir. Bugün dünyanın tohum üretiminin büyük bir bölümünü elinde tutan Siyonist çete, tüm gıda ürünlerini manipüle etmekte, sağlığımızı tehdit eden gıdalarla nesilleri dönüştürmektedir. "Gıdanız ilacınız olsun" özdeyişinin yerini "Gıdanız zehriniz olsun" anlayışı almıştır.

Küresel Çetenin Gıda ve Sağlık Üzerindeki Kontrolü

Siyonist çetenin en büyük silahlarından biri, gıda ve sağlık sektörleri üzerindeki tam kontrolüdür. Tarım sektöründe genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO), kimyasal gübreler ve pestisitler aracılığıyla doğallık yok edilmekte, insan sağlığı bilinçli bir şekilde zayıflatılmaktadır. Tohumların kontrol edilmesi, çiftçilerin bağımlı hale getirilmesi ve organik üretimin engellenmesi, küresel hakimiyetin en önemli adımlarından biridir. İnsanların doğal ve sağlıklı gıdaya ulaşımı bilinçli bir şekilde kısıtlanarak, bağımlı hale getirilmeleri sağlanmaktadır.

Sağlık sektöründe ise modern tıbbın büyük ilaç şirketlerinin (Big Pharma) çıkarları doğrultusunda şekillendiği aşikardır. İnsanlar, sürekli ilaç kullanımına yönlendirilerek bağışıklık sistemleri zayıflatılmakta, sağlık sektörünün kölesi haline getirilmektedir. Pandemiler, aşılama kampanyaları ve ilaç bağımlılığı üzerinden toplumların sağlığı küresel çetenin kontrolüne verilmiştir. Bugün ilaç sektörünün en büyük yatırımcılarının Siyonist kökenli sermaye sahipleri olduğu gerçeği göz ardı edilemez.

Ekonomi ve Finans Sistemi Üzerindeki Hakimiyet

Dünyanın finansal sistemine baktığımızda, en büyük bankalar, kredi kuruluşları ve borsaların küresel elitlerin kontrolünde olduğunu görürüz. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar, gelişmekte olan ülkeleri borç batağına sürükleyerek, ekonomik bağımsızlıklarını ellerinden almaktadır. Borçlandırma politikaları, ülkeleri ekonomik sömürge haline getirirken, hükümetler bu çetenin emirlerini yerine getiren birer taşeron olmaktadır.

Petrol, doğalgaz ve diğer doğal kaynaklar üzerindeki hakimiyet, küresel güçlerin dünyayı kontrol etmesinde kilit bir faktördür. Orta Doğu’daki savaşların, darbelerin ve kaosun temelinde hep bu enerji kaynaklarının paylaşımı vardır. Siyonist çete, bölgesel istikrarsızlığı körükleyerek, enerji kaynaklarının kontrolünü ele geçirmekte ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır.

Medya ve Kültürel Dönüşüm

Toplumların yönlendirilmesi ve algılarının kontrol altına alınmasında medya en büyük silahlardan biridir. Bugün dünyadaki büyük medya kuruluşlarının, eğlence endüstrisinin ve sosyal medya platformlarının büyük çoğunluğu Siyonist sermaye tarafından finanse edilmektedir. Hollywood filmleri, diziler, müzik ve dijital platformlar aracılığıyla, insanların zihinleri şekillendirilmekte ve belirli bir yaşam tarzına yönlendirilmektedir.

Eğitim sistemleri de küresel çetenin ideolojik kontrolüne hizmet etmektedir. Tarih, bilim, ekonomi ve sosyal bilgiler çarpıtılarak sunulmakta, genç nesillerin gerçeği görmesi engellenmektedir. Bu sistem, insanların sorgulama yetisini yok ederek, onları edilgen bireyler haline getirmektedir. Kültürel yozlaşma, aile yapısının bozulması, bireyselliğin kutsanması gibi unsurlar da küresel çetenin toplumu ifsat etme stratejisinin bir parçasıdır.

Dijital Kontrol ve Geleceğin Tehditleri

Teknoloji ve dijitalleşme, küresel elitlerin kontrol mekanizmalarını daha da güçlendirmektedir. Yapay zeka, büyük veri ve dijital para sistemleri aracılığıyla, bireylerin tüm hareketleri izlenmekte ve kontrol altına alınmaktadır. Sosyal kredi sistemleri, biyometrik takip sistemleri ve kişisel verilerin kontrolü, gelecekte bireylerin tamamen izlenebilir hale gelmesine yol açacaktır.

Küresel elitler, insanları dijital köleler haline getirmek için büyük bir çaba içerisindedir. Kripto paraların yükselişiyle birlikte geleneksel finans sistemlerinden bağımsız çözümler üretilmeye çalışılsa da, merkezi dijital para birimleri (CBDC) ile insanların ekonomik özgürlükleri tamamen ellerinden alınabilir.

Çıkış Yolu ve Mücadele

Bu küresel sistemden kurtulmanın yolu, toplumsal bilinci artırmak, ekonomik ve siyasi bağımsızlığı sağlamak ve alternatif çözümler üretmektir. Öncelikle:

  • Yerli ve milli üretimi teşvik ederek, tarımsal bağımsızlık sağlanmalıdır.

  • Sağlık alanında doğal yöntemler ve geleneksel tıbbın desteklenmesi gerekmektedir.

  • Bağımsız medya kuruluşları ve alternatif bilgi kaynakları teşvik edilmelidir.

  • Dijital dünyada bireysel mahremiyetin korunması için bilinçlendirme çalışmaları yapılmalıdır.

Bugün dünya, geri dönüşü olmayan bir cehennem yolculuğuna çıkmış gibi görünebilir. Ancak, bu sistemin farkına varan ve ona karşı bilinçli bir şekilde mücadele eden bireyler oldukça, hala umut vardır. İnsanlık, kendi kaderini belirleme gücünü yeniden eline almalı ve küresel çetenin dayatmalarına karşı bilinçli bir şekilde direnmelidir.

Bahadır Hataylı/16.02.2025/Sancaktepe/İST

Çelişkili Söylemler ve Toplumsal Algı Yönetimi


                            

 2002'den 2024'e kadar geçen 22 yıllık dönemde kullanılan siyasi söylemler, “Başlıyoruz, Şahlanıyoruz, Uçuyoruz, Kaçıyoruz” gibi umut vaat eden ifadelerden, “Dişinizi Sıkın, Şükredin, İnşallah, Maşallah” gibi daha pasif ve sabır telkin eden ifadelere doğru evriliyor. Bu değişim, ekonomik vaatlerin zamanla nasıl bir gerçeklikten kopuş yaşadığını ve toplumsal beklentileri nasıl yönlendirdiğini gösteriyor.

Bu tür çelişkili açıklamalar, halkın beklentilerini yönetmek, dikkat dağıtmak ve ekonomik zorlukları geçici söylemlerle örtmek amacıyla kullanılan siyasi stratejilerin bir parçasıdır. Özellikle ekonomik sorunların derinleştiği dönemlerde, “Dünya bizi kıskanıyor” veya “IMF bizden borç istedi” gibi abartılı söylemlerle halkın moralini yüksek tutma ve dikkatini başka yöne çekme amacı güdülür. Ancak bu durum, uzun vadede toplumsal güven kaybına ve ekonomik gerçeklikten kopmaya neden olmuştur.

Stalin’in Tavuğu ve Algı Yönetimi

Stalin’in tavuk örneği, gücü elinde tutanların, halkı nasıl manipüle edebileceğini çarpıcı bir şekilde gösterir. Anlatıya göre Stalin, tüylerini yolduğu tavuğu yere bırakır ve tavuk acı içinde olmasına rağmen, yiyecek vereni takip eder. Stalin burada şöyle der: “Halka istediğinizi yapabilirsiniz, yeter ki onlara ara sıra küçük ödüller verin. Size her zaman itaat ederler.”

Bu metafor, iktidar sahiplerinin ekonomik zorluklar veya siyasi baskılar karşısında halkın dikkatini dağıtmak için küçük ödüller ve umut vaatleri sunduğu stratejileri açıklar. Türkiye özelinde, ekonomik zorluklar yaşandığında, kısa vadeli ekonomik destekler (yardımlar, vergi indirimleri, kredi kolaylıkları) ve büyük vaatlerle halkın desteği kazanılmıştır. Ancak bu strateji, uzun vadeli ekonomik çözümler üretmek yerine, sorunları erteleyerek toplumsal bağımlılığı artırır.

Çelişkili Söylemlerin Ekonomik ve Toplumsal Etkileri

Yıllara göre sıralanan bu söylemler, ekonomik vaatlerin gerçekleşmemesi ve sürekli değişen söylemler nedeniyle toplumda güvensizlik yaratır. Özellikle “Uçuyoruz, Kaçıyoruz, Coştuk” gibi abartılı söylemlerle yükseltilen beklentilerin, ekonomik gerçeklerle çelişmesi, toplumsal hayal kırıklıklarına neden olmuş. Bu durum, ekonomik krizleri derinleştirmiş ve güven kaybını arttırmıştır.

“Dünya bizi kıskanıyor” veya “IMF bizden borç istedi” gibi söylemler, toplumun özgüvenini artırmak için kullanılsa da, ekonomik gerçeklerle uyuşmadığında toplumsal gerçeklikten kopuşa neden olur. Bu tür söylemlerle oluşturulan “büyük güç” algısı, ekonomik zorlukların gerçek nedenlerinin sorgulanmasını engelleyebilir ve toplumu geçici çözümlere yönlendirebilir.

2017'den itibaren kullanılan “Şükredin, İnşallah, Maşallah” gibi söylemler, ekonomik sorunların yükünü halkın sabır ve tevekkülüne yükleyerek, siyasi sorumluluktan kaçma stratejisi olarak görülür. Bu durum, ekonomik sorunların kaynağını sorgulamak yerine, halkı kaderciliğe yönlendirir ve mevcut durumu kabullenmeyi teşvik eder.

Stalin’in tavuk örneği, ekonomik sorunların yoğunlaştığı dönemlerde, kısa vadeli ekonomik desteklerle halkın kontrol altına alındığını gösterir. Türkiye özelinde de benzer bir strateji uygulanmıştır. Örneğin:

Kısa Vadeli Ekonomik Destekler: Seçim dönemlerinde verilen yardımlar, kredi kolaylıkları ve vergi indirimleri, halkın geçici olarak rahatlamasını sağlasa da uzun vadeli ekonomik çözümler getirmemiştir.

Umut Vaatleri ve Dikkat Dağıtma: “Uçuyoruz, Şahlanıyoruz” gibi umut vaat eden söylemlerle halkın geleceğe dair beklentileri yükseltilmiş, ancak ekonomik gerçekliklerle uyumsuz bu vaatler toplumsal hayal kırıklıkları yaratmıştır.

Duygusal Manipülasyon: “Şükredin, İnşallah, Maşallah” gibi söylemlerle ekonomik sorunların sorumluluğu, siyasi liderlerden alınıp halkın sabrına ve tevekkülüne yüklenmiştir.

Bu strateji, Stalin’in tavuk örneğindeki gibi, halkın yaşadığı zorluklara rağmen, geçici ekonomik desteklerle iktidara bağımlı hale getirilmesi ve sorgulamadan destek vermeye devam etmesini sağlamıştır.

Bu çelişkili söylemler ve Stalin’in tavuk örneği, toplumların ekonomik zorluklarla baş ederken nasıl manipüle edilebileceğini ve bu manipülasyonun uzun vadeli etkilerini gözler önüne seriyor. Türkiye özelinde, bu söylemlerle halkın ekonomik sorunlara karşı duyarsızlaştırıldığı ve kısa vadeli çözümlerle uzun vadeli sorunların üstünün örtüldüğü görülüyor.

Bu durumdan çıkış yolu, toplumsal bilincin artırılması, ekonomik sorunların gerçek nedenlerinin sorgulanması ve uzun vadeli sürdürülebilir ekonomik politikaların talep edilmesiyle mümkündür. Ayrıca, siyasi söylemlerin gerçeklerle örtüşüp örtüşmediğini sorgulamak, toplumun manipülasyona karşı daha dirençli hale gelmesini sağlayacaktır.

Bu analiz, sadece ekonomik söylemlerle sınırlı kalmayıp, siyasi stratejilerin toplumsal psikoloji üzerindeki etkilerini de gözler önüne seriyor. Bu sürecin anlaşılması, toplumların gelecekte benzer manipülasyonlara karşı daha bilinçli ve dirençli olmasını sağlayacaktır.

Bahadır Hataylı/16.02.2025/Sancaktepe/İST

Bir Çelişkinin Anatomisi

Gerçekleri Saklamadan Konuşalım,

Arkadaşlar, artık çarşafı biraz açmanın vakti geldi. İcra makamında olan yöneticiler, bize nasihat etmek cüretini nereden buluyorlar? Onların görevi, insanların hayatını kolaylaştırmak, mutlu ve huzurlu yaşamlar sürmelerini sağlamak, adaletli ve dürüst uygulamalarla topluma hizmet etmek olmalı. Ancak, bugün bulunduğumuz bu ülke düzeninde işler tam tersine işliyor. Bizlere “ahlaksızlık, rüşvet, yolsuzluk, fuhuş, pahalılık” gibi kavramları kınayıp, “faiz haramdır, hırsızlık çirkin” deyip dururken; onlar, paranın peşinden koşan, devlet garantili sistemlerin kurbanı olmuş ve bu sistemlere körü körüne bağlı yöneticiler haline gelmiş durumdalar. Artık bu çelişkili, yüzeysel nasihatlerin ötesine geçmek, gerçeği ortaya koymak gerekiyor.

Yöneticilerin Çifte Standartları ve Nasihatlerinin İkilemi

Düşünün ki, bir yönetici, halka “faiz kötü, ahlaksızlık kötüdür” derken, kendi menfaatleri için faizden yararlanıyor, devlet garantili sistemlere el atıyor. Bizim toplumda görevli olan bazı yetkililer, insanları faize, rüşvete, yolsuzluğa karşı koruyacaklarını iddia ederken, kendi elleriyle bu sisteme hizmet eden yapıları desteklemekte, devletten aldıkları imkanları kendi çıkarlarına dönüştürmektedir. Bu durum, o nasihatlerin içindeki çelişkiyi gözler önüne seriyor. Yöneticilerin bize “insanlar ahlaksızlık yapmasın, dürüst olsun” dedikleri sırada, arka planda onlardan beklenen hizmetleri vermek yerine, kendi menfaatlerini gözeten, görevinin aslına aykırı uygulamalar yapılmaktadır.

Ne söylemek isterim? Biz, yaşadığımız bu çıkmazın, bu ahlaksızlık yumağının, yöneticilerin kendilerini “usta” olarak görüp halkı kandırmalarına artık göz açtırmamalıyız. Çünkü önemli olan, sözlerin değil, eylemlerin tutarlılığıdır. Bir yönetici, halkın yaşamını düzene koyacak, adaleti sağlayacak, şeffaflığı tesis edecekse; önce kendi evinde, kendi işinde bunu uygulamalı, sonra başkalarına nasihat etmelidir.

Hepimiz biliyoruz ki, sözde ve laf kalabalığında “ahlak” dedikleri bir yerden geçmiyor. Eğer bir yönetici, “faiz haram, ahlaksızlık kötüdür” diyorsa, bu sözlerin peşinde kendi yaşam tarzı, ekonomi politikaları ve uygulamaları arasında kesin bir uyum aramalıyız. Ne yazık ki, ülkemizde bu uyumdan çok uzak durumdayız. Halkın yararına olması gereken icra işlemleri, adaletli hizmetler, toplumun çıkarlarına yönelik projeler yerine; bazı yöneticiler, kendilerine verilen geniş yetkileri kötüye kullanıyor, kendi çıkarlarını ön plana çıkarıyor.

Bunu şöyle düşünün: Bir bakanın “Biz işimizi yapıyoruz, siz arkamızdan hukuken bizi destekler, gerekli düzeltmeleri yaparsınız” demesi, adalet ve hukukun sağlanmasında ne kadar çelişkili bir yaklaşımdır? Çünkü o bakan, aslında uygulamada kendisi hatalı işler yaparken, eleştirileri başka yerlere yıkmaya çalışıyor. Böyle bir yönetim anlayışında, “doğru” ile “yanlış” arasındaki çizgi bulanıklaşıyor; yöneticiler, sözde ahlaklılıkla halka hitap ederken, arka planda aynı suçların ve hataların işlenmesine müsaade ediliyor.

Faiz Meselesi-Konuşulanla Yapılanın Çelişkisi

Arkadaşlar, faiz konusu aslında tarihsel olarak da hep tartışılan, farklı din ve kültürlerde ele alınan bir konudur. Ancak şu noktaya dikkat çekmek istiyorum: Faiz, tarihin zirvesini yaşamaya devam ediyor. İnsanların elindeki paraları faiz kurumlarına yatırıp, oradan yüksek faiz gelirleri elde etmek, devlet garantili bir sistemle destekleniyor. Yani, devletin vaaz ettiği “faiz haram, adaletsizlik kötüdür” sözleri ile devletin kendi politikaları arasında uçurumu görmekteyiz.

Düşünün ki, devlet garantili sistemler, hastaneler, okullar, yollar, köprüler, havaalanları gibi hayati öneme sahip altyapı yatırımları için kullanılıyor. Ancak bu yatırımların finansmanında faize dayalı sistemler, hem toplumun ekonomik refahını tehlikeye atıyor hem de ahlaki bir çelişki yaratıyor. Çünkü yöneticiler, halka “faiz kötü, adaletsizlik kötüdür” deyip dururken; kendi çıkarları için, devletin garantilediği sistemlere güveniyor, bu sistemlerle kazanıyorlar. Böyle bir çelişki, halkın hem güvenini zedeliyor hem de toplumda adaletin, dürüstlüğün yerini, paranın ve güç oyunlarının almasına neden oluyor.

Faiz sistemi, aslında sadece ekonomik bir mesele değildir; aynı zamanda sosyal yapıyı da derinden etkiler. İnsanlar, ellerindeki parayı faiz kurumlarına yatırıp, yüksek getiri beklentisiyle hareket ettikçe, toplumda adaletsizlik, eşitsizlik ve yoksulluk gibi sorunlar derinleşir. Devlet garantili faiz uygulamaları, sadece bireysel kazançları değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da zedeler. Çünkü, hepimiz biliyoruz ki; zenginlik, güç ve ayrıcalık sahibi olan kesimler, faize dayalı sistemlerden orantısız şekilde yararlanırken, sıradan vatandaşlar bu sistemin kurbanı konumuna düşer.

Halkın yararına olması gereken politikaların, öncelikle adaletli, eşitlikçi ve şeffaf şekilde yürütülmesi gerekirken; faiz sistemi, ekonomik çıkarların, güç odaklı politikaların ve yöneticilerin kendi menfaatlerini koruma çabasının aracı haline gelmiştir. Bu durum, hem ekonomik hem de sosyal anlamda büyük bir çelişki yaratmaktadır. Çünkü devlet, halkın yararına hizmet etmekle yükümlüyken, kendi çıkarlarını koruyan uygulamaları ön plana çıkarıyor, bu çelişki de toplumun genel refahını baltalıyor.

Yöneticilerin Uygulamadaki İkilemi-Söz ve İş Arasındaki Uçurum

Artık hepimiz farkındayız ki; nasihat verenlerin sözleri ile eylemleri arasındaki fark gözle görülür boyutlarda. İcra makamında olan bazı yöneticiler, halka “ahlaksızlık, rüşvet, yolsuzluk, fuhuş” gibi konularda sürekli uyarılarda bulunurken; kendileri adeta bu kuralları hiçe sayan uygulamalar yürütüyor. Örneğin, bir yandan halkı faize, yolsuzluğa ve haksızlığa karşı uyarmaya çalışırken; diğer yandan devlet garantili projelerle, faiz gelirleriyle, büyük meblağlarla beslenen bir sistemin parçası haline geliyorlar. Bu durum, sözde ahlakı ve gerçek uygulamayı birbirinden tamamen ayırıyor.

Gerçek şu ki; sözler basit, uygulamalar ise karmaşık. Yöneticiler, yüksek meblağlı bütçeler, devletten aldıkları destekler ve kendi güçlerini kullanarak, halkın acı çektiği noktaları asgari düzeyde tutmaya çalışmak yerine, kendi konumlarını koruma altına alıyor. "Adalet" ve "hakkaniyet" gibi kavramları savunmaları, sadece diksiyon, dil gösterisi ve medyada yer almak için söylenen sözlerden ibaret oluyor. Çünkü ne yazık ki; uygulamada yaptıkları, halkın yaşamını düzene koymaktan çok, kendi çıkarlarını maksimize etmeye yönelik oluyor.

Gerçeği Söylemekten Çekinmeyin

Artık, yöneticilerin bu ikiyüzlülüğü, toplum tarafından daha fazla kabul görmeyecek. Biz, adil, dürüst, halkın acısını, çektiği yaraları bilen ve yaşayan yöneticiler istiyoruz. Her gün tekrarlanan, aynı kaset sesi gibi duyduğumuz "faiz haram, ahlaksızlık kötüdür" söylemleri, aslında uygulamada tam tersinin yapıldığını gösteriyor. Eğer 24 saat boyunca bu tür nasihatleri dinlemek, bize fayda sağlayacaksa, o zaman 24 saat boyunca aynı çelişkili uygulamalara maruz kalmak, toplumun geleceğine zarar verecektir.

Siz de düşünün: Toplumun çektiği acıyı, haksızlığı ve adaletsizliği yaşayan, bu acıları derinlemesine hisseden, gerçek sorunlarla mücadele eden yöneticileri dinlemek, nasihatlerini kulağa hoş gelen fakat gerçekte halkı mağdur edenleri dinlemek, size ne fayda verecek? İster dinleyin, ister dinlemeyin; önemli olan, yöneticilerimizin gerçekten halkın yanında olup olmadığını, yaşadıkları sorunları çözüme kavuşturacak icraatlar yapıp yapmadıklarını sorgulamaktır.

Devlet Garantili Sistemler-Halkın Hizmet Aracı mı, Yöneticinin Oyuncağı mı?

Bir diğer çarpıcı konu ise devlet garantili sistemlerin, faiz kurumlarının devlet güvencesi altında faaliyet göstermesi. Yöneticiler, bize sürekli faiz karşıtı söylemler verirken, aynı zamanda devletin garantilediği faizli sistemlerden, bankacılık sektöründen büyük gelirler elde ediyor. Hastane, okul, yol, köprü, havaalanı gibi altyapı yatırımlarının finansmanında kullanılan bu sistem, aslında halkın yararına bir hizmet aracı olarak sunuluyor; fakat aynı zamanda, bu sistemlere yatırım yapanların kazançlarıyla yöneticilerin çıkarları da kesişiyor.

Burada bir paradoks mevcut: Devlet, halkın hizmetine sunulması gereken projeleri, faiz garantili mekanizmalar aracılığıyla finanse ederken, bu sistemler hem ekonomik hem de etik açıdan tartışma konusu oluyor. Çünkü; faiz, dini ve ahlaki değerlere aykırı olduğu kadar, toplumsal eşitsizlikleri de derinleştiriyor. Yöneticiler, bu sistemler sayesinde hem ekonomik güce ulaşabiliyor hem de devleti, kendi çıkarlarını koruma aracına dönüştürebiliyorlar.

Bu noktada en önemli soru şu: Devletin amacı, toplumun refahını sağlamak değil de, yöneticilerin kendi menfaatlerini korumak haline gelmişse, bu hangi noktada kabul edilebilir? Biz, gerçekten halkın yaşamını kolaylaştıran, adaleti tesis eden, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim istiyoruz. Ancak bugün, birçok uygulamada görüyoruz ki; yöneticiler, toplumun yararını iddia ettikleri sistemlerde, kendi çıkarlarını maksimize etme peşindeler.

Halkın elindeki paraların, devlet garantili faiz sistemlerine yatırılarak yüksek kazanç elde edilmesi, o paraların toplumun hizmetinde kullanılmasından çok, ekonomik çarpıklıklara ve eşitsizliklere yol açıyor. İşte bu yüzden, yöneticilerin "biz adaletli ve ahlaklıyız" deyip, toplumu kandırmaya çalıştığı söylemleri, gerçeğin tam tersini ortaya koyuyor.

Hukuk ve Adaletin Yerleştirilmesi

Geçmişte bir İçişleri Bakanı’nın “Biz işimizi yapıyoruz, siz arkamızdan hukukun desteğini sağlarsınız” şeklindeki ifadeleri, hukukun ve adaletin sağlanmasında ne kadar çarpık bir anlayışın hâkim olduğunu ortaya koyuyor. Hukuk, toplumun en temel değerlerinden biridir; ancak ne yazık ki, günümüzde birçok yönetici, hukuku kendi çıkarlarına hizmet eden, istek ve ihtiyaçlarına göre şekillendirmeye çalışıyor. Bu durum, adaletin yerleştirilmesi adına büyük bir problem teşkil ediyor. Çünkü hukukun gerçek anlamda işlemesi, yalnızca sözde kalmamalı, uygulamada da herkes için eşit ve adil olmalıdır.

Biz, yöneticilerin hukuka bağlılık gösterip, halkın yararına icraatlar yapmalarını istiyoruz. Ancak gerçek şu ki; yöneticiler, hukuk normlarını kendi lehlerine uydurmaya çalışırken, eleştirileri ve sorumluluklarını görmezden geliyorlar. Bu durum, toplumun adalet duygusunu ve hukuka olan inancını zedeliyor. Herkesin eceli vardır, herkes hatalıdır; fakat toplum, hatalarını kabul eden, adaletin sağlanması için çaba gösteren yöneticilere ihtiyaç duyar. Aksi halde, her şey kandırma taktikleri, yalancı nasihatler ve yüzeysel uygulamalarla devam eder.

Artık yeter! Yöneticiler, milletin çektiği acıları, yoksulluğu, adaletsizliği, yolsuzluğu görmezden gelip, hep aynı kaset kaydını tekrar ediyorlar. "Faiz haram, ahlaksızlık kötüdür" diye durdukça, aslında uygulamada tam tersini yapan, halkın acısını artıran, kendi menfaatlerini ön plana çıkaran bu yöneticilerin sözleri, hiçbir fayda sağlamıyor. Gerçek adalet, şeffaflık, hesap verebilirlik ve halkın ihtiyaçlarını gözetmekle mümkün olabilir.

Toplumu Gerçekten Anlayan ve Onun Yanında Olan Liderler

Biz, adam gibi konuşan, sözlerinin arkasında duran, halkın çektiği acıyı yaşayan, topluma hizmet eden gerçek liderler istiyoruz. Gün boyunca bize “faiz, ahlaksızlık, yolsuzluk” gibi konularda öğütler veren, yüksek sesle vaaz veren yöneticiler değil; aksine, toplumu derinlemesine hisseden, onun dertlerini, sıkıntılarını bilen, acılarına ortak olan, çözüme odaklanan gerçek liderler istiyoruz. Çünkü ancak o zaman, toplumun çektiği acıların aynı şekilde devam etmesi engellenebilir, adalet sağlanabilir.

Gerçek bir yönetim anlayışı, halkın çektiği acıları hafifletecek, hayatı kolaylaştıracak projeler ve politikalar üretmekle mümkün olur. Yöneticiler, “siz arkamızdan, hukukun desteğiyle…” gibi boş vaatlerle halkı kandırmak yerine, iş başında, sahada çalışmalı; halkın acısını, sıkıntısını kendi yüreklerinde hissetmeli, bunun için çaba göstermeli. Çünkü gerçek adalet, sadece sözde kalmaz, uygulamaya döküldüğünde anlam kazanır.

Doğru ve Yanlışın Sınırlarını Belirleyen Değerler

Unutmayalım ki; herkesin bir eceli vardır, her canın bir sınırı, her işin bir sonu vardır. Yöneticiler, bu geçici dünyada milletin yaşama hakkını ellerinden almaya çalışırken, sonunda hesap vereceklerdir. Kendinize yaratılmışlardan ilah edinmeyi bırakın; çünkü gerçek güç, Allah’ın kudretinde, yaratılmışın ötesindedir. Biz, yeryüzünde hakkın, adaletin ve doğru olanın savunucuları olarak varlık göstermeliyiz. Yaratılmışların oyununa gelerek, kendimizi kandırmamalıyız. Herkesin eceli vardır; gelince gider. O zaman, her daim gerçek, dürüst ve adaletli olmak, asla sahte nasihatlere, kandırma taktiklerine kanmamak gerekir.

Biz, sadece laf dolu vaatlerle, boş sözlerle yetinmeyiz. Kutsal değerlerimiz, adalet, dürüstlük, hakikat ve şeffaflık gibi kavramlar, toplumun temel taşlarıdır. Yöneticilerimiz, bu değerleri yaşatmadıkları sürece, hiçbir şekilde haklı sayılmazlar. Biz, sözde kutsalların, aralarında adeta bir "kaf dağı" kadar mesafe bulunan, yalnızca görünüme önem veren yönetim biçimine boyun eğmek zorunda değiliz. Toplumun acısını bilen, adil ve hesap verebilir yönetimleri savunan gerçek liderlerin sesi, eninde sonunda daha güçlü olacaktır.

Yapısal Çelişkiler ve Toplumsal Çöküş

Günümüzde, yöneticilerin uygulamadaki ikiyüzlülüğü, devlet garantili faiz sistemleri, adaleti sağlamak yerine, kendi çıkarlarını korumaya yönelik yapılan hamleler, ülkemizin yapısal sorunlarını ortaya koyuyor. Devletin en temel görevi, halkın refahını sağlamak, adaletli bir düzen kurmak olmalıdır. Ancak, mevcut sistemde, yöneticiler sözde nasihatlerle halkı kandırmaya çalışırken, uygulamada adalet, şeffaflık ve hesap verebilirlikten uzak, kendi menfaatlerine dayalı bir yapı oluşturmuş durumdalar. Bu yapı, toplumun güvenini, inancını ve umudunu derinden sarsıyor.

Hepimizin gözleri önünde, toplumun acı çektiği, hak ettiği hizmetlerden mahrum bırakıldığı, adaletin yerini ikiyüzlülüğün aldığı bir düzen var. İnsanlar, her gün aynı kaset kaydını dinlemek zorunda kalıyor; “faiz haram, ahlaksızlık kötüdür” diye vaazlar veriliyor, fakat bu vaazlar hiçbir somut adalet getirmiyor. İşte bu noktada, yöneticilerin, sadece nasihatlerle değil, eylemlerle varlıklarını ortaya koymaları gerekiyor. Aksi halde, toplum kendini kandırılmış hissedecek, sonunda gerçek hesaplar verilecektir.

Doğru Yöneticilerle Yükselen Bir Toplum

Biz, toplum olarak artık değişimin, gerçek hesap verebilirliğin, adaletin, dürüstlüğün ve şeffaflığın hâkim olduğu bir düzen istiyoruz. Bu düzen, sadece laf söylemekle değil, uygulamada halkın acılarını dindirecek, onun yanına geçecek, gerçekten yaşamı kolaylaştıracak projelerle mümkün olabilir. Yöneticiler, milletin çektiği acıların aynısını yaşayan, onunla birlikte sevinip, birlikte ağlayan, gerçek adaletin savunucuları olmalıdır. Çünkü biz, adam gibi yaşayan, adam gibi konuşan, halkın yanında olan ve yaşadığı acıları paylaşan yöneticiler istiyoruz.

Unutmayın ki, toplumun geleceği, yöneticilerin hesap verebilirliğine, adaletin sağlanmasına ve hukukun üstünlüğüne bağlıdır. Her vatandaşın hakkını, adaletini ve yaşam kalitesini esas alan bir düzen, ancak ve ancak yöneticilerimizin gerçekten halkın yanında olup, kendi menfaatlerini bir kenara bırakarak çalışmalarıyla mümkün olacaktır. Biz, artık sahte nasihatlere, boş vaatlere ve yüzeysel uygulamalara kanmayacağız; gerçek değerler için mücadele edeceğiz.

 Gerçeği Söylemekten Çekinmeyin, Değişim Sizinle Başlar

Arkadaşlar, artık bu çıkmazı, bu ahlaksızlık yumağını, bu ikiyüzlülüğü daha fazla göz ardı edemeyiz. Bizlere, icra makamında olan yöneticilerden dinlediğimiz nasihatler, ne yazık ki uygulamada hiçbir değere sahip değil. Yöneticiler, halkı faize, yolsuzluğa, adaletsizliğe karşı uyarıyor, fakat kendileri bu sistemin tam tamına hizmet eden, devletten aldıkları imkanlarla kendi çıkarlarını koruyan kişiler haline gelmiş durumda. Artık; “bizim bilmediğimiz, sizin bildiğiniz” o gaybi hikmetlerin, o asılsız vaazların ötesine geçip, gerçek adaletin, dürüstlüğün, hesap verebilirliğin ve şeffaflığın tesis edildiği bir yönetim anlayışına ihtiyaç duyuyoruz.

Unutmayın, her sözde bir ecel vardır; herkesin ömrü bir gün sona erer. O gün geldiğinde, yöneticilerimiz ne kadar söz söylemiş olurlarsa olsun, yaptıkları icraatlar, halka yaptıkları hizmetlerle hesap vereceklerdir. Bu sebeple, kendimize yaratılmışlardan ilah edinmeyi bırakıp, gerçek güç sahibi olan Allah’a kul olarak, yeryüzünde hakkın ve adaletin şahitleri olmalıyız. Çünkü ancak o zaman, bu anlamsız çıkmazın, bu ahlaksızlık, bu ikiyüzlülük zincirinin kırılması, toplumun gerçek anlamda aydınlanması ve değişimin sağlanması mümkün olacaktır.

Şimdi, dinleyin: Biz adam gibi, halkın yanında, onun acısını bilen ve çözüm üreten, samimi ve dürüst yöneticiler istiyoruz. Artık “faiz haram, ahlaksızlık kötüdür” gibi laf kalabalığından ziyade, uygulamaya geçilecek, gerçek hizmetlerin sunulacağı bir yönetim anlayışı talep ediyoruz. Çünkü, sözde nasihat edenlerin ne işe yaradığını, uygulamada neler yaptıklarını, halkın çektiği acılara ne kadar kayıtsız kaldıklarını hepimiz biliyoruz.

Gelin, artık sesimizi yükseltelim; artık bu çıkarcı, hesap vermeyen, sahte ahlaksızlık vaazları veren yöneticilerin yerine, gerçek değerlere sahip, halkla beraber yürüyen, adaletin, doğruluğun, dürüstlüğün savunucusu olan liderleri talep edelim. Çünkü; toplumun geleceği, hepimizin ortak çabası ve dirayetiyle mümkün olacaktır.

Sonuç olarak, mevcut yönetim anlayışındaki bu derin çelişkiler, ahlaksızlık, yolsuzluk, faiz ve ikiyüzlülük gibi unsurlar, halkın çektiği acıları ve adaletsizliği artırıyor. Biz, sadece boş laflarla yetinmeyeceğiz; gerçek hesap verebilirlik, adalet, şeffaflık ve dürüstlük temelli bir yönetim anlayışını talep ediyoruz. Kendi yaşamlarımızı, kendi acılarımızı paylaşan, gerçekten toplumun yararına hizmet eden, halkın yanında olan bir yönetim modeline inancımız tamdır. Çünkü ancak bu şekilde, hep birlikte daha aydınlık, daha adil, daha huzurlu bir gelecek inşa edebiliriz.

Unutmayın: Gerçeği söylemekten, hesap vermekten ve adaleti savunmaktan korkmayın. Çünkü gerçek liderlik, yalnızca sözde kalmayan, uygulamaya dökülen, halkın acılarına ortak olan ve her daim adaletin yanında duran kimselerdedir. Biz, sahte nasihatlerin, boş vaatlerin ve ikiyüzlülüğün ötesinde, gerçekten halkın yanında olan, onun acısını paylaşan ve çözüm üreten liderleri talep ediyoruz. Bu talep, sadece bugünün değil, yarının da umududur.

Bu yüzden, artık göz göre göre söylenen sözlere, kasetlerde tekrarlanan boş vaatlere, faize ve adaletsizliğe dair vaazlara bir daha kulak asmamalıyız. Her şeyde olduğu gibi; gerçek adalet, ancak uygulamada, hesap verebilirlikte, şeffaflıkta ve halkın çıkarlarını esas alan politikalarda saklıdır.

Geliyoruz, değişim için. Bizim sesimiz, halkın sesi, adaletin sesi olacak. Çünkü artık halk, bu sahte yönetimlerin, bu çıkarcı söylemlerin ve hesap vermeyen nasihatlerin son bulmasını talep ediyor. Siz de, bu karanlık günlerin ardından, gerçek aydınlık ve adalet dolu bir geleceğe inanıyorsanız, sözlerimi dinleyin, yüreğinizde taşıdığınız umudu, inancı ve adaleti hayatınıza yansıtın. Unutmayın: Yeryüzünde hakkın ve adaletin şahitleri olmak, asla geçici, sahte vaazlara boyun eğmek değil; gerçek, samimi ve dürüst hizmetin, hesap verebilirliğin ve topluma dokunan politikaların timsalidir.

Umutlu Bir Geleceğe Doğru

Hepinizin bildiği gibi; bugün geldiğimiz noktada, yöneticilerimizin bize verdiği nasihatler, uygulamada yapılan işlerle asla örtüşmüyor. Artık, bu ikiyüzlülüğe, sahte ahlak vaazlarına, devlet garantili faiz sistemlerine karşı durmanın zamanı geldi. Biz, yeryüzünde hakkın, adaletin, doğruluğun ve şeffaflığın savunucuları olarak, bu çelişkileri, adaletsizlikleri ve haksızlıkları birlikte aşacağız. Çünkü gerçek liderlik, halkın acısını bilen, onun yanında duran ve her daim adaletin peşinden giden liderliktir.

Ey kardeşlerim, gelin bu çıkmazı aşalım. Yöneticilerimizin boş sözlerine, sahte nasihatlerine aldırış etmeyelim. Biz, halkın yararına çalışacak, uygulamada örnek olacak, gerçeği ve adaleti tesis edecek liderler talep ediyoruz. Bu çağrı, yalnızca bugünü değil, yarını da şekillendirecek; çünkü her şeyde, hesap verebilirlik, adalet ve dürüstlük temeldir.

Sözlerimi bitirirken; her birimizin yüreğinde taşıdığı umudu, inancı, adaleti ve gerçek hizmet anlayışını asla kaybetmeyin. Çünkü ancak bu değerler, gerçek anlamda toplumun kalkınmasını ve refahını sağlayabilir. Artık boş laflarla, yüzeysel vaatlerle yetinmeyin; gelin, birlikte hareket edip, bu ikiyüzlülük dolu düzeni değiştirelim. Gerçek liderlik, ancak halkın çektiği acılara ortak olan, onun yararına icraatlar yapan ve her daim adaleti savunan kimselerdedir.

Yeryüzünde hakkın ve adaletin şahitleri olmak, sadece bir ideal değil, aynı zamanda bizim varoluşumuzun temelidir. Gelin, bu temel üzerine inşa edeceğimiz aydınlık bir gelecek için el ele verelim. Çünkü ancak o zaman, sahte nasihatlerin, boş vaatlerin ve yüzeysel uygulamaların gölgesinden çıkıp, gerçek bir değişime ulaşabiliriz.

Unutmayın: Gerçek değişim, ancak uygulamada, her gün yapılan doğru işlerle, halkın çektiği acıları dindiren, hesap verebilirliği tesis eden, adaletin savunucusu olan liderlikle mümkündür. Gelin, bu uzun ve sancılı yolda hep birlikte yürüyelim, çünkü ancak o zaman, gerçekten mutlu, huzurlu ve adalet dolu bir toplum inşa edebiliriz.

Bahadır Hataylı/15.02.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!