Toplumsal Cinnetin Eşiğinde Bir Memleket Analizi
Güneşi kovalıyorum sanıyorum; meğer o beni adım adım takip ediyormuş. İnsan bazen öyle bir ruh hâline bürünür ki, neyi kovaladığını, neden kaçtığını, asıl tehlikenin nereden geldiğini ayırt edemez. Ben de Güneş’le böyle bir oyunun içindeyim işte. Nereye gitsem o benden önce beliriyor, sanki yüzüme tutulan bir projektör gibi, saklanacak yer bırakmıyor. Biliyorum, aranızdan “Bu ne biçim söz böyle?” diye soracaklar çıkacak. Ama samimi olayım, ben de Temel gibi içimden geçenleri karşımda biri varmış gibi söylerim; kimi zaman severek, kimi zaman küfrederek. Yoksa insan kendi kendine konuşurken yakalanınca hemen “deli” damgasını yapıştırıyorlar. Ben de kendi yöntemimle hem aklımı hem kalbimi idare etmeye çalışıyorum; siz nasıl anlamak istiyorsanız öyle anlayın, ama ben bildiğimi okumaya devam edeceğim.
Bilirsiniz: “Bir ülkede cisimlerin gölgeleri boyundan uzunsa, orada güneşin batışı yakındır.” Benim de derdim tam olarak bu. Çünkü bu topraklarda gölgeler uzuyor, uzadıkça insanın yüreğine bir karanlık çöküyor. Ben “Güneşi mi kovalıyorum, o mu beni kovalıyor?” diye lafa girip meseleyi yumuşatarak anlatayım istedim; bir anda korkutmayayım diye. Çünkü toplum öyle bir noktaya getirildi ki, nefes alamaz hâle gelen insanların üzerine bir de “Hazırlıklı olun, çok kötü günler geliyor” diye bas bas bağıranlar oldu. Ben ise o boğucu hâli biraz yumuşatmak istedim. Zira bu memlekette neye alışmadık ki; buna da alışacağız elbet.
Toplumun Bunalım Eşiği, Bireysel cinnetten Toplumsal Cinnete
Bugün bir insanın cinnet geçirmesi vakayı adiyeden oldu. Çünkü herkes diken üstünde. Öfke birkaç saniyede infilak etmeye hazır bir bomba gibi. Sokağa çıksan kavga, trafikte öfke, markette itiş kakış, evde gerilim... Evinde huzur bulamayan, sokakta nefes alamayan insanların ruhu bir çelik tel gibi gergin. Bir şehrin tek bir kişiye ait sinir sistemi olsaydı, emin olun ki ambulansla psikiyatri servisine çoktan kaldırılmış olurdu.
Toplumun ruh sağlığı diye bir şey var idi; şimdi o bile lüks hale geldi.
Eskiden cinnet bireyseldi; bir kişinin psikolojisi bozulurdu, bir kişi patlardı. Bugün ise tablo değişti: Toplumsal cinnet ortamı ağır ağır mayalanmış durumda. Herkes öfkeli, herkes huzursuz, herkes aynı anda patlamaya hazır. Ekonomik bunalım, adaletsizlik hissi, güvensizlik duygusu, gelecek kaygısı, huzurun yok oluşu… Bunların birleşimi öyle bir “ortak ruh hâli” oluşturdu ki, artık mesele tek tek bireylerin patlaması değil; toplumun bütününde bir kolektif infilak riskinin dolaşmasıdır.
Gölge uzuyor… Bu gölge sadece siyaset üstüne düşmüyor; insanın ruhunun üzerine de düşüyor.
“Afifikon"Değil"Görülen gerçeğin Afakı
Afaki konuştuğumu sananlar olabilir. Konuşacağım. Çünkü afakta var olanı söylemek yürek ister. Bazıları telsiz bozulmuş gibi gerçeği duymaz, bazıları da duymak istemez. Oysa ben gaybı bildiğimden değil; dünyada olup biteni takip edip insan ruhunun nereye doğru kaydığını sezdiğimden söylüyorum.
“Kısa kes, aydın havası olsun” diyeceksiniz belki. Ama biz bu topraklarda aydın havası da oynadık, zeybek de, horon da. Ne oynadıysak kimse görmedi; kimsenin umurunda olmadı. Şimdi ise korkarım ki bir millet olarak topluca kolbastıya doğru gidiyoruz. Ama öyle bir kolbastı ki, Giresun sahiplenemez, Trabzon üstlenemez. Çünkü bu kolbastı neşenin değil cinnetin oyunu olacak. Patlamaya hazır bir sinir sistemiyle oynanan bir oyun…
Bir millet cinnet geçirirse, hiçbir şehir o oyuna sahip çıkamaz.
İftar Sofraları ve Sakak Gösterisine dönüşen şatafat
Ramazan ayı… Dinin özü olan sadelik, mütevazılık ve paylaşmanın yerini gösteriş aldı. Kimi belediyeler sanki bir yarıştaymış gibi sofraları caddelere, pazarlara kurdu. “Senin sokak mı kalabalık, benim cadde mi?” yarışına dönmüş bir iftar kültürü… İnsanların cebindeki son parayla çocuklarına bir ayakkabı alıp alamayacağını düşündüğü günlerde, birileri piramit gibi yükselen servet kulelerini daha yukarıya taşımayı dert eder oldu.
Evet, bu gösteri Guinness rekorlar kitabına girer ama insanların kalbine giremez.
Matadorlar Boğalar ve Geleceğin kara perdesi
Dış politikada öyle bir oyun oynanıyor ki, insan hangi rolün bize ait olduğunu anlamakta güçlük çekiyor. Matador muyuz? Boğa mıyız? Yoksa boğa bakıcısı mı? Herkes bize övgüler düzüyor: “Tarih boyunca galibiz, NATO’nun en güçlü ordularından biriyiz, falan filan…” Bu övgüler insanın kulağına sürur verir belki ama akılla bağdaşmaz.
Dünya siyasetinde kurdun açlığı, tilkinin kurnazlığı, kartalın gölgesi vardır; safiyet yoktur.
Biz ise çoğu zaman arenaya alkışla girip cenazeyle çıkıyoruz.
Körleşen Toplumsal Basiret
Toplumun gözü karardı. Basiret dediğimiz şey ya kayboldu ya da bilinçli olarak köreltildi. Artık insanlar doğruyu görse bile yorumlayamıyor. Çünkü sürekli kriz yaşayan bir toplumda düşünme yetisi bile yorulur. Sürekli kaygı bombardımanı altında olan birey artık sağlıklı karar veremez. Sonuç: Kolektif bilinç bulanması.
O yüzden batıya mı gidiyoruz, doğuya mı dönüyoruz, matador mu olduk, boğa mı olduk, yoksa arenada izleyici mi kaldık anlayamıyoruz.
Sahte Menajerler ve Çöldeki İftar Tuzağı
“Size sofra hazırladım, siz benim için çok değerlisiniz” diyenlerin çoğu, sofranın tam ortasına bombayı yerleştirenlerdir. Siyasette, ekonomide, dış ilişkilerde fark etmez; bu her yerde geçerlidir.
İşte toplumsal cinnet dediğimiz şey de burada başlıyor.
Tilki ve Kurt hikayesi-Bugünün Aynası
Biz ise çoğu zaman yaralı kurt gibi savruluyoruz.
Toplumsal Cinnetin kıyısındaki Gemi
Afakta gördüğüm manzara bundan ibaret:
Erol Kekeç
YIL:26.08.2011 SAAT:16.35-17.20
ÇENGELKÖY/İST
NOT:ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA’DA TÜRKİYE GEMİSİNDE BİR YOLCULUK....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder