Bir ülkenin kaderi, bazen tek bir göstergede, tek bir soruda ya da tek bir tercihte kristalleşir. Bugün Türkiye’de yaşananlar da tam olarak böyle bir kristalleşmedir. Döviz kuru tırmanırken, enflasyonun ağırlığı toplumun omurgasını zorlayacak bir noktaya geldiğinde, gençliğin ufku bir sis perdesinin ardına itilmişse ve aile kurumu, sosyal yapının temel taşı olması gerekirken, artık birer kırılgan kabuğa dönüşmüşse, ortada sadece ekonomik bir sorun değil; derin, yapısal ve siyasal bir kırılma vardır.
Bu kırılmanın adını koymak, bir suçlama değil, bir vatanseverlik görevidir.
Bugün bu ülkede, devlet yönetiminin yirmi yılı aşkın ekonomi pratiği sürekli “zarar” üretiyorsa, bütçenin kara deliklerinde kaybolan kalemler bir türlü şeffaflaşmıyorsa, özelleştirme adıyla halkın ortak varlıkları birer birer el değiştiriyor ve bu süreçte toplumsal refah bir adım ileri gitmek yerine sürekli geriye çekiliyorsa, birilerinin çıkıp şu soruları sorması kaçınılmazdır:
Şimdi “etki ajanlığı” gibi muğlak ve siyasal tartışmayı bastırmaya müsait bir kavramın yasa kisvesi altında dolaşıma sokulması, bu soruları ortadan kaldırmaz; sadece soruların meşruiyetini daha görünür hale getirir. Çünkü bir yönetim, eleştiriye karşı şeffaflıkla değil de belirsiz kavramlarla donatılmış bir cezalandırma mekanizmasıyla karşılık vermeye yöneliyorsa, orada artık güven biter; korkunun gölgesi işlemeye başlar.
Ekonomideki çöküşü dile getirmek, enflasyonun ağırlığını tarif etmek, gençliğin geleceksizliğini anlatmak, özelleştirmelerin sonuçlarını sorgulamak, kamu gelirlerinin akıbetini öğrenmek istemek… Bunlar birer suç olamaz. Bunlar, bir toplumun kendini savunma refleksidir. Çünkü hakikat, hiçbir iktidarın imtiyazı değildir; hakikat, toplumun ortak mülküdür.
Eğer bir ülkede, bu hakikati dillendirmek “tehlikeli” kategorisine alınmak isteniyorsa, tehlikeli olan söz değil; o sözün hedef aldığı gerçekliktir.
Bugün bu ülkede farklı seslere “gerek yok” diyen zihniyet, aslında kendi sesine tahammül edemeyen bir yönetim modelinin yansımasıdır. Çünkü biliyorlar: Gerçek çok seslidir. Çürüme ise sessizlikte büyür.
Dolayısıyla bu toplumun her bir yurttaşı adına söylenecek söz basittir ve kesindir:
Bu ülke, kör itaatle değil; açık gözle, açık sözle ve açık hesapla geleceğe taşınır.
Erol Kekeç/15.11.2025/Sancaktepe/İST