Bu Blogda Ara

4 Mart 2025 Salı

Bir Bölükbaş Ne yapsın Bu kadar Büyükbaş'a



Osman Bölükbaşı’ndan,

“Kimse Türk milletine tepeden bakmasın, memleketi bir vakıf kendisini de mütevelli sanmasın”.             "Bu memlekette fazilet mücadelesi yapanlar, daha sonra sefalet mücadelesi verirler."                     ‘‘Hayatım boyunca bütün sektörleri tetkik ettim. en kárlısının din ticareti olduğunu gördüm. 'Siyasi           hayatta vefa ve sadakat, karaborsada bile bulunmayan bir metaa döndük"

Bu dört alıntı, Türkiye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik yapısına dair oldukça keskin, sorgulayıcı ve eleştirel bir yaklaşım sunmaktadır. Bunları daha derinlemesine analiz etmek için her bir cümlede vurgulanan kavramları açmak, tarihsel arka planını incelemek ve bugüne yansımalarını tartışmak gerekir. Bu doğrultuda, aşağıdaki başlıklarda konuyu ele alacağım:

1. Elitizm ve Toplum Üzerine Egemenlik Kurma Arzusu

2. Ahlak ve Erdem Üzerinden Gerçekleşen Siyasi ve Ekonomik Değişimler

3. Din ve Ticaretin Kesişim Noktası- İnanç Üzerinden Kazanç Sağlamak

4. Siyasi Vefa ve Sadakatin Yok Oluşu

5. Çözüm Önerileri

1. Elitizm ve Toplum Üzerine Egemenlik Kurma Arzusu

"Kimse Türk milletine tepeden bakmasın, memleketi bir vakıf kendisini de mütevelli sanmasın."

Bu söz, Türkiye’de toplum mühendisliği yapan ve halkın kararlarına yön vermek isteyen elit kesime bir eleştiri niteliği taşımaktadır. Tarih boyunca, kendilerini "aydın" veya "yöneten sınıf" olarak gören gruplar, halkı “yönetilmeye muhtaç” bir kitle olarak değerlendirmiştir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde, halkın yönetimde söz sahibi olabilmesi adına önemli reformlar yapılmış olsa da, bazı seçkin grupların halka yukarıdan bakan tutumu tam anlamıyla yok olmamıştır.

Bürokrasi, akademi, medya ve iş dünyasında hâkim olan bazı elitler, halkın iradesini küçümseyerek, onların karar verme yetisini sorgulamaktadır. Bu zihniyet, halkın değerlerini ve taleplerini göz ardı eden, kendi doğrularını dayatan bir yönetim anlayışına sebep olmuştur. Geçmişte tek parti rejimi ve sonrasında da darbeler yoluyla siyasete müdahale eden kesimler, halkı "yanlış tercihler yapabilecek bir unsur" olarak değerlendirmiştir.

Bugün de benzer bir eğilim görmek mümkündür. Bazı kesimler, halkın iradesini küçümseyerek veya manipüle ederek yönlendirmek istemektedir. Sosyal medyanın, algı yönetiminin ve propagandanın etkin biçimde kullanılması, modern elitizmin farklı bir yüzü olarak karşımıza çıkmaktadır. Demokratik bir toplumda halkın bilinçli bir şekilde karar verebilmesi için bilgiye adil ve şeffaf bir şekilde ulaşabilmesi gerekmektedir. Ancak, güç sahibi kesimler bu bilginin aktarılmasını kendi çıkarlarına göre şekillendirebilmektedir.

Bu noktada sorgulanması gereken asıl mesele, gerçekten halkın iradesine güvenilip güvenilmediğidir. Eğer halk iradesine saygı duyuluyorsa, o zaman karar mekanizmalarının işleyişinde şeffaflık, eşitlik ve hesap verebilirlik ön planda olmalıdır.

2. Ahlak ve Erdem Üzerinden Gerçekleşen Siyasi ve Ekonomik Değişimler

"Bu memlekette fazilet mücadelesi yapanlar, daha sonra sefalet mücadelesi verirler."

Bu ifade, ahlaki değerleri savunan, erdemli bir şekilde siyaset veya iş dünyasında var olmaya çalışan insanların çoğu zaman sistem tarafından dışlandığını veya başarısızlığa itildiğini anlatmaktadır. Türkiye’de siyasette ve iş dünyasında erdemli davranmak, genellikle güç sahibi odaklarla ters düşmek anlamına gelmiştir.

Bürokratik yapının, ekonomik sistemin ve siyasi düzenin çıkar ilişkilerine dayalı olduğu bir ortamda, dürüst ve faziletli insanlar genellikle bu çarkın dışında kalmaktadır. Ahlaki değerleri savunan insanlar, rüşvetin, torpilin ve adam kayırmanın yaygın olduğu bir sistemde ayakta kalmakta zorlanırlar. Bunun sonucunda, erdemli insanlar maddi zorluklarla karşı karşıya kalırken, ahlaki esneklik gösterenler güç kazanır.

Bugünün Türkiye’sinde bu sorun hâlâ devam etmektedir. Siyasette, iş dünyasında ve medyada ahlaki değerlere bağlı kalan kişilerin dışlandığı, hatta bazen itibarsızlaştırıldığı birçok örnek görmek mümkündür. Ancak bu durum, toplumun uzun vadede güven kaybına uğramasına neden olmaktadır. Erdemli insanların dışlandığı bir sistem, yozlaşmayı ve güvensizliği besler.

Dolayısıyla, bu noktada sistemin etik kurallar ve şeffaflık temelinde yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Yolsuzlukla mücadele eden kurumların güçlendirilmesi, liyakat esasına dayalı bir yapı oluşturulması ve bireylerin etik davranışlarının ödüllendirilmesi önemlidir.

3. Din ve Ticaretin Kesişim Noktası: İnanç Üzerinden Kazanç Sağlamak

"Hayatım boyunca bütün sektörleri tetkik ettim. En kârlısının din ticareti olduğunu gördüm."

Bu söz, dinin bir manevi rehberlik aracı olmaktan çıkarılıp, maddi kazanç elde etmek için kullanıldığı gerçeğine işaret etmektedir. Tarih boyunca, dinin ekonomik ve siyasi bir güç olarak kullanıldığına dair pek çok örnek vardır.

Din, insanların en temel inanç ve değer sistemlerinden biri olduğu için, ona duyulan güveni istismar etmek oldukça kolaydır. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde veya toplumun sosyal travmalar yaşadığı zamanlarda, din tüccarları insanların manevi hassasiyetlerini suiistimal edebilir.

Türkiye’de de bu durum, cemaatlerin ve tarikatların ekonomik ve siyasi güç elde etmek amacıyla hareket etmesiyle kendini göstermektedir. 17-25 Aralık operasyonları ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi olaylar, dini yapıların nasıl bir güç odağına dönüşebildiğini ve bunun devlete nasıl zarar verebildiğini göstermiştir.

Dinin ticari bir meta haline gelmesi, inanç sistemine zarar vermekte ve insanların dine olan güvenini sarsmaktadır. Bu noktada, dini samimiyetle yaşayan bireylerin, dinin istismar edilmesine karşı durması gerekmektedir.

4. Siyasi Vefa ve Sadakatin Yok Oluşu

"Siyasi hayatta vefa ve sadakat, karaborsada bile bulunmayan bir metaya döndü."

Bu ifade, siyasetin ahlaki değerlerden uzaklaşarak tamamen çıkar ilişkileri üzerine kurulduğunu anlatmaktadır. Siyasi hayatta vefa ve sadakat, özellikle uzun vadeli politika üretimi açısından oldukça önemlidir. Ancak günümüz siyasetinde sadakat, çoğu zaman menfaat ilişkilerine bağlı olarak gelişmektedir.

Günümüzde siyaset, genellikle konjonktüre göre şekillenmekte ve kişisel çıkarlara dayalı olarak ilerlemektedir. Siyasette ilkesizlik ve tutarsızlık, güven kaybına yol açmakta, halkın siyasete olan inancını zayıflatmaktadır. Bunun sonucunda, siyaset kurumu giderek daha fazla pragmatizme teslim olmakta ve ilkelerden ziyade anlık kazanımlara dayalı kararlar alınmaktadır.

Bu noktada, siyasetin yeniden ahlaki ve etik değerler çerçevesinde şekillendirilmesi gerekmektedir. Kamu hizmetine giren kişilerin, toplum için uzun vadeli fayda üretme amacında olması sağlanmalıdır.

Çözüm Önerileri

Bu dört alıntıdan yola çıkarak, Türkiye’nin temel sorunlarının elitizm, ahlaki çöküş, dinin istismarı ve siyasette vefasızlık olduğu sonucuna varabiliriz. Bu sorunların çözümü için şeffaflık, hesap verebilirlik ve ahlaki değerlerin yeniden inşası gerekmektedir. Siyasette ve toplumda erdemin teşvik edildiği, liyakatin ön planda tutulduğu, dini ve ahlaki değerlerin samimiyetle yaşandığı bir sistem inşa etmek mümkündür. Bunun için, hem bireylerin hem de kurumların bilinçli ve sorumlu hareket etmesi gerekmektedir.

Bahadır Hataylı/03.03.2025/Sancaktepe/İST

Günümüz Köleliği-Efendisiz Yaşamanın İmkânsız Olduğunu Düşünenlerin Dramı

Tarih boyunca kölelik, insanların zorla çalıştırılması, özgürlüklerinin ellerinden alınması ve fiziksel olarak esaret altında tutulmasıyla tanımlandı. Ancak modern çağda kölelik yalnızca fiziksel zincirlerle değil, zihinsel, ekonomik ve kültürel bağımlılıklarla da varlığını sürdürüyor. Günümüz köleleri, geleneksel anlamda bir efendinin boyunduruğu altında olmasalar da, hayatlarını sürdürebilmek için belirli kişi, kurum veya sistemlere mutlak bağımlı olduklarına inanıyorlar. Bu inanç, onları görünmez zincirlerle bağlayarak özgürleşmelerini neredeyse imkânsız hale getiriyor.

Peki, modern kölelik nasıl şekilleniyor? İnsanlar neden efendisiz yaşayamayacaklarını düşünüyor? Bu bağımlılıklar nasıl oluşuyor ve sürdürülebilir bir özgürlük mümkün mü? Bu yazıda, günümüz köleliğini detaylarıyla inceleyerek bağımlılıkların nasıl bireyleri esir aldığını sorgulayacağız.

Modern Köleliğin Kaynakları- Görünmez Zincirler

Günümüz köleliği, fiziksel zorlamadan çok, bireylerin bilinçli veya bilinçsiz şekilde kendilerini bağımlı hale getirmeleriyle şekillenir. Bu bağımlılıklar genellikle ekonomik sistemler, dijital dünya, sosyal statü, tüketim alışkanlıkları ve psikolojik bağlarla güçlenir. İnsanlar, bu yapılar olmadan yaşayamayacaklarına inandıkları sürece, esaretleri devam eder.

1. Ekonomik Kölelik-Maaşa Mahkûm Yaşamlar

Modern toplumda birçok insan, hayatını sürdürebilmek için maaşa bağımlıdır. Borçlarla, kredilerle ve tüketim kültürüyle kuşatılmış bireyler, işlerini kaybettiklerinde hayatta kalamayacaklarını düşünerek özgürlüklerini tamamen işverenlerine teslim ederler. Kendi geçimlerini sağlayacak alternatif yollar geliştirmedikçe, bu bağımlılık artarak devam eder.

Örneğin, büyük şehirlerde yaşayan bir beyaz yakalı düşünelim. Aylık maaşıyla kirasını, faturalarını ve temel giderlerini karşılayan bu kişi, işini kaybettiğinde birkaç ay bile hayatta kalamayacağını fark eder. Bu yüzden her koşulda işine bağlı kalmak zorundadır. İşverenleri ya da ekonomik sistem, onun modern kölesi olmasını sağlar. İş güvencesinin olmaması, sürekli değişen ekonomik dengeler ve işsizlik korkusu, insanları sistemin içinde tutan görünmez zincirlerdir.

2. Dijital Kölelik-Ekranlara Esir Olan Zihinler

Teknolojinin gelişimiyle birlikte, birçok insan günlük hayatını dijital dünyaya bağımlı hale getirdi. Sosyal medya, dijital platformlar, haber kaynakları ve eğlence içerikleri, bireylerin gerçek hayattan koparak sanal dünyada bir kimlik oluşturmalarına neden oluyor.

Dijital bağımlılığın kölelik biçimine dönüşmesi, özellikle sosyal medyanın etkisiyle belirginleşir. İnsanlar, dijital platformlarda var olmayı bir zorunluluk olarak görürler. Kendi değerlerini aldıkları beğeni sayıları, takipçi kitlesi ve dijital ortamda kazandıkları statüyle ölçerler. Bu durum, bireyleri kendi kimliklerinden kopararak, dijital efendilerin yönlendirdiği sanal köleler haline getirir.

Örneğin, bir influencer düşünelim. Geçimini sosyal medyadan sağlayan bu kişi, takipçi kaybetme korkusuyla sürekli olarak içerik üretmek zorundadır. Paylaşımlarını insanların beğenisine göre şekillendirir ve kendi fikirlerinden çok, popüler olanı paylaşmaya mecbur kalır. Aslında özgür gibi görünse de, tamamen bir sistemin içinde hapsolmuş durumdadır.

3. Sosyal Statü ve Onay Bağımlılığı-Görünmez Efendiler

İnsanlar, toplum içinde kabul görmek ve saygı görmek için belirli normlara uymak zorunda hissederler. Statü, kariyer, giyim tarzı, konuşma biçimi hatta yaşam tarzı bile toplum tarafından belirlenen standartlara göre şekillenir. Bu normlara uyamayan bireyler dışlanma, küçümsenme ve hatta yalnız kalma korkusuyla sistemin içine hapsolur.

Bir örnek verelim: Orta yaşlı bir birey, belirli bir işte yıllarca çalışmış ve bu işi onun kimliğinin bir parçası haline gelmiştir. Eğer bu işten ayrılırsa veya başarısız olursa, çevresindeki insanların gözünde değer kaybedeceğine inanır. İşini kaybetmek, sadece gelirini değil, aynı zamanda toplumdaki statüsünü de kaybetmek anlamına gelir. Bu yüzden istemediği halde sisteme boyun eğmeye devam eder.

4. Tüketim ve Konfor Bağımlılığı-Sahip Oldukça Esir Olmak

Tüketim kültürü, insanları sürekli olarak daha fazla harcamaya, daha fazla sahip olmaya teşvik eder. Ancak bu sahip olma arzusu, insanları özgürleştirmek yerine daha fazla bağımlı hale getirir. Yeni bir telefon modeli çıktığında, daha iyi bir araba almak gerektiğinde veya moda değiştiğinde, bireyler sistemin yönlendirdiği şekilde hareket etmeye mecbur hissederler.

Örneğin, lüks bir yaşam tarzı benimseyen bir kişi, bu yaşam standardını sürdürebilmek için sürekli olarak daha fazla para kazanmak zorundadır. Daha fazla para kazanmak için daha fazla çalışmalı, daha fazla çalışmak için daha az özgürlüğe sahip olmalıdır. Bu kısır döngü, kişinin özgürlüğünü kısıtlayan en büyük faktörlerden biridir.

Özgürleşmek Mümkün mü?

Modern kölelikten kurtulmak, bireyin öncelikle bağımlılığını kabul etmesiyle başlar. Ancak çoğu insan, bağımlı olduğunu fark edemediği için özgürleşme yolunda bir adım atamaz. Peki, bu kölelikten nasıl çıkılabilir?

1. Ekonomik Bağımsızlık: Tek bir gelir kaynağına bağlı olmamak, kişisel tasarruflar yapmak ve minimalist bir yaşam tarzı benimsemek, bireyi ekonomik bağımlılıktan kurtarabilir.

2. Dijital Detoks: Belirli zaman aralıklarında teknolojiden uzak kalmak, sosyal medyanın getirdiği onay bağımlılığından kurtulmaya yardımcı olabilir.

3. Toplumsal Normları Sorgulamak: Kendi değerlerini ve kimliğini toplumun dayattığı kuralların dışında şekillendiren bireyler, özgürleşme yolunda büyük bir adım atar.

4. Tüketim Alışkanlıklarını Değiştirmek: Gerçek ihtiyaçları belirleyerek gereksiz harcamaları kısmak, bireyin tüketim kültürünün kölesi olmasını engelleyebilir.

Günümüz köleliği, fiziksel zorlamalardan çok, bireylerin kendi zihinsel ve duygusal sınırları içinde şekillenir. İnsanlar, belirli sistemlerin ve alışkanlıkların içinde sıkışıp kaldıkları sürece, kendilerini özgür sansalar bile aslında köleliklerine devam ederler. Ancak bireyler, bağımlılıklarını fark edip sorgulamaya başladıklarında, bu görünmez zincirlerden kurtulma şansına sahip olabilirler.

Özgürlük, dışsal engellerin kalkmasıyla değil, bireyin kendi iç dünyasında bağımsızlığı keşfetmesiyle başlar. Sistemin kölesi olmamak için, önce "efendisiz de yaşayabilirim" düşüncesine inanmak gerekir.

Bahadır Hataylı/03.03.2025/Sancaktepe/İST

Suskunların Tanığı Mazlumların Rabbi



Zulüm sürerken Allah neden susuyor …"Allah'ı zalimlerin yaptığından habersiz sanma..."

Gök delinmiş, yeryüzü kanla yıkanmışken hâlâ suskun kalabilen insanlık…
Her gün bir çocuğun cansız bedeni taşların altından çıkarılırken, ekran başında dua butonuna basmakla yetinenler…
"Allah nerede?" diyen dudaklara, "Sen neredesin?" diye soran bir Hakikatin ikazı var bu satırlarda.

Gazze’de taşlar bile secdeye durmuşken, bazı kalpler kıbleyi bile unutmuş.
Kimileri dua etmeyi bile terk etmiş, kimileri ise sadece dua etmekle yetinmiş.
Ama arada bir fark var: Zulme karşı yürümeyen dua, bazen zulmü kutsar.
Bu yazı, "Allah neden susuyor?" sorusunun cevabını, Allah’ın değil insanların suskunluğunda arıyor.
Ve hatırlatıyor: İlahi adalet gecikmez, sadece yerini ve zamanını senin dürüstlüğüne göre belirler. Merhum Akif'te bizim yandığımız dertlerden yanarak şu satırlarla içini döker Rabbine...

Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz… Sen bize yangın veriyorsun!
Yandık diyoruz… Boğmaya kan gönderiyorsun!
Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında,
Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında,
Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!
Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn’i,
En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn’i!
Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz’ın
Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın
Emvâci hurûş-âver olurken melekûta?
Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükûta
Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş’al-i vahdet,
Teslis ile çöksün mü bütün âleme zulmet?
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?
Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin,
Solsun mu o parlak yüzü Kur’an-ı Hakim’in?
İslâm ayakaltında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ!
Câni geziyor dipdiri… Can vermede mâsûm!
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?
Lâ yüs’ele binlerce sual olsa da kurbân;
İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!
 
Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın…
Yaksaydın a mel’unları… Tuttun bizi yaktın!
Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi’ yıkılıp hâke serildi!
Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!
En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından,
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!
İslâm’ı elinden tutacak, kaldıracak yok…
Nâ-hak yere feryâd ediyor: âcize hak yok!
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun… Yok musun ey adl-i İlâhî!  

"Daha önce gelip geçenler hakkında da Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın kanununda asla değişme bulamazsın." (Ahzab, 33/62)

1. Dünya, İmtihan Yeridir

Kur’an'da birçok kez tekrarlandığı gibi dünya bir imtihan alanıdır.

"Hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan O’dur." (Mülk 67/2)

Allah, zulmü sevmez, zulmü onaylamaz ama zalimi hemen yok etmemesi, onun yaptıklarından razı olduğu anlamına gelmez. Bu, mazlumu ve zalimi ortaya çıkarmak, herkesin gerçek niyetini ve yüzünü açığa çıkarmak içindir.

2. Zulüm, Zalim İçin Bir İmtihandır

Allah, zalime süre verir. Bu bir lütuf değil, azabın hak edilmesi sürecidir.

“Sakın Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Onları, ancak gözlerin dehşetle dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim 14/42)

Zalim biriktirir; zulüm, günah, kibir, azgınlık... Tıpkı Firavun gibi. Fakat azap geldiğinde, her şeyi silip süpürür.

3. Mazlumlar İçin Sabır ve Tevekkül Bir Sınavdır

Allah bazen mazlumu hemen kurtarmaz, çünkü onun sabrı, inancı ve direnişi yeryüzünde bir örnek haline gelsin ister.

“Nice peygamberler, beraberlerinde birçok Allah erleri olduğu halde savaştılar. Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, gevşemediler, boyun eğmediler. Allah da sabredenleri sever.” (Ali İmran 3/146)

Gazze’deki mazlumların imanı, bütün dünya için bir vicdan aynasıdır. Onlar sadece direniş göstermiyor, tüm çağlara sabrın adını kazıyorlar.

4. Allah’ın Müdahalesi Sessiz Değildir, Ama İnsan Görmez

Biz “neden Allah müdahale etmiyor” derken, sadece fiziksel yok edişi kastederiz. Ama Allah’ın müdahalesi bazen:

  • Vicdanlarda uyanış,

  • Zalimlerin iç dünyasındaki çürüme,

  • Toplumların yavaş uyanışı,

  • Mazlumun kalbine ilham ve direniş gücüyle gerçekleşir.

İnançlı bir kalp görür ki, Gazze yerle bir olurken, orada büyüyen bir iman nehri var. Zalimler bombalar atarken, mazlum çocuklar şehit olup cenneti kazanıyor.

5. Zulümle Abad Olanın Sonu Haraptır

Tarih, zulümle yükselen her imparatorluğun mutlak çöküşüne tanıklık etmiştir. Zalimler için zaman geçici, helak ise kaçınılmazdır.

“Zalimler nasıl bir inkılapla devrileceklerini yakında görecekler.” (Şuara 26/227)

Bugünün zalimleri geçici bir saltanat sürdürüyor olabilir. Ama Allah’ın hesabı, bizim hesabımız gibi değil. O, her şeyi görür ve hiçbir şeyi unutmaz.

6. Allah Bize Sorar: “Siz Ne Yaptınız?”

Belki de Allah’ın müdahalesini beklerken kendimize sormamız gereken asıl soru şudur:

“Sen ne yaptın?”

Kur’an şöyle seslenir:

“Size ne oluyor da Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar, bize katından bir dost, bir yardımcı gönder!’ diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?” (Nisa 4/75)

Allah’ın müdahalesi, çoğu zaman müminin eliyle, diliyle, cesaretiyle gelir. Biz oturdukça, zalim yürür. Biz sustukça, mazlum ağlar.

7. Ahiret Vardır ve Mutlak Adalet Oradadır

Dünyada tam adalet yoktur. Allah, adaleti ahirette tamamlayacaktır.

“Bugün her nefis, kazandığıyla karşılık görecektir. Bugün haksızlık yoktur. Allah hesabı çabuk görendir.” (Mü’min 40/17)

Mazlumun gözyaşı boşa akmaz. Zulüm kayıt altındadır. Her damla kan, her çığlık, Allah’ın mahkemesinde delil olacaktır.

Allah’ın müdahalesi gecikmiş değil; biz anlamakta geç kalıyoruz. Zulmün artması, adaletin yaklaştığına delildir. Allah’ın sessizliği, bizim sorumluluğumuzu artırır. Çünkü bazen Allah’ın planı, seni harekete geçirmektir.

Ve unutma:

Zulme sessiz kalan, zalimin yardımcısı olur.
Bir çocuk açlıktan ölüyorsa, en büyük suç, susanların kalbindedir.

Erol Kekeç/Mart-2025/Sancaktepe/İST


Sudaki Gölge


Denizin Efendisi

Uzak denizlerde bir gemi vardı. Adı “Zafer” idi. Sahibi ve kaptanı ise Mirza Bey… Mirza Bey’in adı dilden dile dolaşır, denizciler onun cesaretinden, uzak limanlardaki tüccarlar ise keskin zekâsından bahsederdi. Gemisinin gövdesi yosun tutmaz, yelkenleri yırtılmazdı. Çünkü Mirza Bey’in bir sözü vardı:

“Bir kaptan, suyun altında ne olduğunu bilmez. O, sadece suyun üstünde kalmasını bilir.”

Bu söz, ona sadık tayfası tarafından bir yasa gibi benimsenmişti. Fırtınalar kopar, dalgalar yükselir, düşman gemileri ufukta belirirdi. Ama Zafer, her zaman yoluna devam ederdi. Mirza Bey, dümen başında dimdik durur, gözlerini kısarak ufka bakar, tayfasına hep aynı şeyi söylerdi:

“Bizi düşmanlarımız durduramaz! Onlar, bizim ilerlememizi istemeyen korkaklardır. Yolumuza taş koymak için pusuda beklerler. Ama biz, her zaman suyun üstünde kalacağız!”

Ne zaman biri geminin zor durumda olduğunu söylese, Mirza Bey gülerdi:

“Sorun gemide değil, gözlerinizde. Siz, benim gördüğüm gibi göremiyorsunuz.”

Tayfa, başlarını öne eğer, gözlerini ovuşturur ve hatayı kendilerinde arardı. Çünkü Mirza Bey’in hiç yanıldığı görülmemişti!

İsyanın Kıyısı

Yıllar geçti. Zafer yine sulardaydı ama tayfa arasında fısıldaşmalar başlamıştı. Çünkü geminin gövdesi çürümüş, yelkenleri eskiyip yırtılmaya başlamıştı.

Tayfa lideri Kerem, bir gün cesaretini topladı ve kaptanın yanına gitti:

“Mirza Bey, gemimizin tahtaları su alıyor. Eğer tamir etmezsek batabiliriz.”

Mirza Bey gülümsedi, her zaman yaptığı gibi. Omzuna hafifçe vurdu ve şöyle dedi:

“Kerem, düşmanlarımızın seni kandırmasına izin verme! Bu gemi, yıllardır suyun üstünde kaldı. Eğer batacak olsaydı, çoktan batardı. Asıl mesele, bizim güçlü olup olmadığımızdır. Eğer yüreğin zayıfsa, gözlerin sana oyun oynar. Sen kalbini güçlendir, gemi kendini onarır.”

Kerem’in içini bir şüphe kapladı. Acaba gerçekten hata kendisinde mi idi?

Ama günler geçtikçe su, ahşap tahtaların arasından daha fazla sızmaya başladı. Tayfa yorgundu, gemi ağırlaşmıştı. Birkaç denizci dayanamayıp açıkça konuştu:

“Kaptan, gemi su alıyor. Bu, düşman oyunu değil! Gerçek bu!”

Mirza Bey’in gülümsemesi bir an kaybolur gibi oldu ama hemen toparlandı. Başını eğdi, gözlerini kıstı ve sesini derinleştirerek konuştu:

“Demek böyle düşünüyorsunuz. Yazık. Oysa ben sizin güçlü olmanızı isterdim. Ama anladım ki bazılarınız, gemimizin su almasını istiyor! Siz, bizim batmamızı isteyenlerdensiniz. Ve size söyleyeyim, biz batmayacağız! Çünkü biz Zafer’in mürettebatıyız!”

Tayfa, bu sözleri duyunca korktu ve sessizleşti. Çünkü kaptanın düşman olarak gördüğü biri olmak istemezlerdi. Kendi aralarında konuşsalar da, seslerini yükseltmeye cesaret edemediler.

Mirza Bey ise kendi içinden bir zafer kazanmış gibi hissetti. Onları yine ikna etmişti.

Övgü ve Gerçek

Günler geçtikçe geminin durumu daha da kötüleşti. Artık ahşaplar gıcırdıyor, su seviyesini aşmak için tayfa sürekli kovalarla suyu dışarı dökmek zorunda kalıyordu.

Ama bir mucize oldu. Bir limana ulaştılar!

Bu limanda Mirza Bey’in eski rakiplerinden biri vardı: Sadık Reis.

Tayfa, limana varır varmaz hemen tamir için yardım almak istese de, Mirza Bey onları durdurdu. Liman halkına seslendi:

“Bakın! Bizi eleştirenler bile şimdi hatamızı kabul etti! Demek ki biz doğru yoldaymışız!”

Sadık Reis, Mirza Bey’in bu sözlerine güldü ve ona seslendi:

“Mirza Bey, bu gemi su alıyor. Eğer bir kaptan gerçekten iyiyse, gemisini suyun üstünde tutmaz, onu sağlam yapar.”

Mirza Bey bir an duraksadı. İçinde bir öfke yükseldi ama bunu göstermek istemedi. Kendi sesini daha da yükseltti:

“Görüyorsunuz değil mi? Onlar bizim batmamızı istiyor! Ama Zafer asla batmayacak!”

Tayfa, bu sözleri duyunca yine sessiz kaldı. Ama içlerinde ilk defa bir şüphe büyümeye başlamıştı.

 Suyun Altı ve Üstü

Limanın rüzgârı kesilmiş, deniz sakinleşmişti. Gece olunca, Kerem ve birkaç tayfa gizlice gemiden inerek liman halkıyla konuştu. Limandaki eski denizciler, onlara acı gerçeği söyledi:

“Geminiz artık fazla dayanamaz. Eğer tamir edilmezse, bir sonraki fırtınada suyun altında kalırsınız.”

Kerem, gemiye döndüğünde Mirza Bey’in hala güverteye dikildiğini gördü. Yanına yaklaştı ve bir kez daha cesaretle konuştu:

“Kaptan, gemi gerçekten su alıyor. Eğer onu tamir ettirmezsek, hepimiz batacağız.”

Mirza Bey, bir süre sessiz kaldı. Ama sonra yine bildiği oyunu oynadı. Derin bir nefes aldı, gözlerini kısıp karanlık denize baktı ve ağır ağır konuştu:

“Kerem, sen ve senin gibiler, zaferden korkanlardansınız. Gemimizi tamir ettirmek istemen, aslında bizim batmamızı istemenizdir. Çünkü benim gibi biri her zaman suyun üstünde kalır. Ve bunu çekemeyenler, hep bir bahane bulur.”

Kerem artık dayanamıyordu. Yeterdi! Bağırarak cevap verdi:

“Kaptan! Denizin altı ve üstü var! Sen sadece üstte kalmayı biliyorsun. Ama biz batarsak, sen de bizimle gidersin! Gemiyi kurtarmak istemiyorsan, en azından bizim hayatımızı düşün!”

Bu sözler, Mirza Bey’in ilk kez gerçekten yüzünü sertleştirdi. Ama geri adım atmadı. Sadece başını çevirdi ve usulca şöyle dedi:

“Eğer gemimden memnun değilsen, inebilirsin Kerem. Yoluna bak.”

Kerem ve birkaç tayfa, çaresizce gemiyi terk etti. Kalanlar, Mirza Bey’e boyun eğdi. Çünkü onlar, denizin üstünde kalmaya inanmaya devam ediyordu.

Suyun Altında

Gemi tekrar denize açıldı. Ama çok geçmeden büyük bir fırtına patladı. Dalga, Zafer’in gövdesine çarptıkça çürük tahtalar çatırdadı, su içeri doldu. Tayfa, suyu boşaltmaya çalıştı ama gemi artık eskisi gibi suyun üstünde kalamıyordu.

Mirza Bey, dümen başında dimdik durdu. Ama ilk kez gözlerinde bir korku belirdi. Çünkü artık bildiği tüm sözler işe yaramıyordu.

Ve o gece, Zafer, denizin dibini gördü.

Ama Mirza Bey, batarken bile son sözünü söyledi:

“Bu bir ihanet! Eğer bana inansalardı, bu olmazdı!”

Ancak deniz, bu sözleri duymadı. Çünkü suyun üstünde kalmak isteyenler, suyun altındakileri asla duymazdı.

Erol Kekeç/03.03.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!