Bu tür bir beyan, sadece bir tespitten ibaret değildir; aynı zamanda bir itiraf, bir acziyet belgesi ve derin bir sistemsizlik göstergesidir. 23 yıldır ülkeyi yöneten bir iktidarın en kritik güvenlik makamında bulunmuş bir ismin, "Türkiye suç örgütleri cennetine döndü" demesi, devletin temel işlevlerinden biri olan can ve mal güvenliği sağlama görevinde başarısız olunduğunun açık bir ilanıdır. Bu durumu sosyolojik açıdan analiz etmek, yalnızca suçla değil, aynı zamanda toplumsal yapı, değerler sistemi, kurumların işlevsizleşmesi ve toplumsal çözülmeyle de ilgilidir.
1. Devletin Meşruiyeti ve Güvenlik Paradoksu
Max Weber’e göre devlet, meşru şiddet tekeline sahip olan kuruluştur. Devlet bu yetkisini toplumun güvenliğini sağlamak, hukuk düzenini kurmak ve sürdürülebilir bir yaşam alanı yaratmak için kullanır. Ancak bir ülkenin İçişleri Bakanı'nın bu şekilde konuşması, devletin bu asli fonksiyonunu yerine getiremediğini gösterir. Bu, meşruiyetin sorgulanmasına yol açar çünkü vatandaşın devlete bağlılığı, onun kendini güvende hissetmesiyle doğrudan bağlantılıdır.
2. Suç Örgütlerinin Gelişimi ve Toplumsal Meşruiyet Kazanması
Toplumda adalet duygusu zayıfladığında, bireyler ve gruplar kendi hukuklarını yaratmaya başlar. Mahallede "mafya abilerinin" sokakta düzeni sağlaması, esnafın vergi yerine "koruma parası" ödemesi, gençlerin rol model olarak mafya liderlerini görmesi gibi olaylar, artık bu yapıların toplum içinde meşruiyet kazandığını gösterir. Bu durum, hukukun işlemediği ya da adaletin geciktiği toplumlarda çok daha hızlı yayılır.
3. Ekonomik Düzensizlik ve Yolsuzlukla Suçun Bütünleşmesi
Bir başka boyut ise ekonomiktir. Türkiye'de son yıllarda gelir dağılımındaki uçurum, enflasyon, genç işsizliği gibi sorunlar derinleşmiştir. Bu durum, alternatif kazanç yollarını cazip hale getirir. Suç örgütleri yalnızca şiddetle değil, ekonomik fırsatlar sunarak da yayılır. Kamusal ihalelere, belediyelere, sivil toplum kuruluşlarına, hatta medya organlarına kadar nüfuz etmiş bir suç yapılanması artık sadece "yer altı" değil, "yer üstü"nü de temsil eder.
4. Kurumsal Zayıflama ve Liyakatsizlik
23 yıl boyunca yapılan atamalarda liyakat yerine sadakatin esas alınması, devletin kurumlarını içten içe çürütmüştür. Emniyet, yargı, bürokrasi gibi yapıların içine sızan çıkar grupları ya da ideolojik kadrolar, adaletin eşit ve tarafsız işlemesini engellemiştir. Bu da suçla mücadelede zaaf yaratmış, suçluların korunması ya da kollanması gibi algılar doğurmuştur. Devletin kurumları bağımsız ve şeffaf değilse, toplum da o kurumlara güvenmez.
5. Medya, Popüler Kültür ve Suçun Romantikleştirilmesi
Bir başka sosyolojik kırılma noktası da suçun medya aracılığıyla “karizmatik” hale getirilmesidir. Mafya liderlerinin dizilerde romantik figürlere dönüşmesi, sosyal medyada kahramanlaştırılması, gençler arasında suçun bir “erkeklik biçimi” olarak sunulması, toplumun değer sisteminde büyük bir yozlaşmaya işaret eder. Bu durum, sosyolojik olarak anomi (normsuzluk) kavramıyla açıklanabilir. Durkheim’in tarif ettiği gibi, toplumsal normlar zayıfladığında bireyler kendi normlarını oluşturur – ve bu çoğu zaman şiddet, çıkar ve adaletsizlik etrafında şekillenir.
6. Toplumsal Güvensizlik ve Kutuplaşma
Toplumun geniş kesimleri, sadece devlete değil, birbirine karşı da güvenini kaybetmiştir. Mahallede komşusuna güvenmeyen, trafikte kavga eden, hastanede doktora saldıran, öğretmenine hakaret eden bir toplum yapısı oluştu. Bu da suç örgütlerinin daha kolay zemin bulmasına sebep olur. Çünkü bu yapılar, bireylere "arkanda biz varız" diyerek sahte bir aidiyet ve güç hissi sunar.
7. Sessizlik ve Normalleşme Tehlikesi
En tehlikelisi ise bu duruma alışılmasıdır. Bir bakanın bu sözü söyleyip toplumda ciddi bir infial yaratmaması, tepkisizliğin ve normalleşmenin göstergesidir. Toplum, her geçen gün daha fazla suça, yozlaşmaya ve çürümeye maruz kalırken; bir nevi duyarsızlaşma sendromu yaşar. Bu ise suç örgütlerinin toplumu daha kolay ele geçirmesi anlamına gelir.
Bir Çöküşün Fotoğrafı
Bir ülkenin içişlerinden sorumlu bir yetkilisi, ülkeyi "suç örgütleri cennetine" benzetiyorsa, bu artık yalnızca güvenlik sorunu değildir. Bu, ahlaki bir çöküş, kurumsal bir iflas ve toplumsal bir dağılmanın beyanıdır. Toplumun yeniden inşası; adaletin, ahlakın, liyakatin ve hukukun ekseninde mümkündür. Aksi takdirde, sadece suç örgütlerinin değil, kaosun ve güvensizliğin cenneti olunur.
Erol Kekeç/18.04.2025/Sancaktepe/İST