Bu Blogda Ara

1 Mart 2025 Cumartesi

Ramazan Ayı Adalet ve Malın İmtihanı

 


Ramazan ayı, yalnızca oruç tutma ayı değil; aynı zamanda merhametin, yardımlaşmanın ve adaletin hatırlandığı bir arınma dönemidir. Ancak bugünün dünyasında, özellikle de bizim toplumumuzda, bu kutsal ayın ruhuna ne kadar uygun yaşandığı büyük bir soru işaretidir. Zira Ramazan, sadece mideyi aç bırakmak değil; zulme karşı direnmeyi, mazlumun yanında olmayı, malın, servetin, zenginliğin Allah yolunda nasıl kullanılacağını sorgulamayı da emreder.

Ne yazık ki günümüzde, dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de adaletsizlik derinleşmekte, zengin ile fakir arasındaki uçurum her geçen gün büyümektedir. Ülkemizde 14 zengin, 45 milyon insanın toplam servetine sahipken, milyonlarca insan yoksulluk sınırının altında yaşam mücadelesi vermektedir. Bu, sadece ekonomik bir eşitsizlik değil, aynı zamanda büyük bir ahlaki çöküşün göstergesidir. Kur'an-ı Kerim, böylesi bir adaletsizliğe karşı Müslümanları açık bir şekilde uyarmakta ve malın nasıl bir imtihan aracı olduğunu vurgulamaktadır.

ALTIN VE GÜMÜŞÜ BİRİKTİRENİ BEKLEYEN TEHLİKE

Kur’an-ı Kerim’de, serveti biriktirip Allah yolunda harcamayanların başına gelecek olan azap hakkında şöyle buyrulmaktadır:

"Ey iman edenler! Şüphesiz, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yere yer ve (insanları) Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip de onu Allah yolunda harcamayanları acıklı bir azap ile müjdele!"

(Tevbe Suresi, 34. Ayet)

"O gün (altın ve gümüş) cehennem ateşinde kızdırılıp onunla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacak (ve onlara): 'İşte bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir. Artık yığmakta olduğunuzu tadın!' (denilecektir)."

(Tevbe Suresi, 35. Ayet)

Bu ayetler, servet biriktirip paylaşmayanların ahirette nasıl bir azap ile karşılaşacağını açıkça bildirmektedir. Zira mal, mülk, servet; paylaşılmadığı, mazlumların yüzünü güldürmediği sürece insana bir fayda sağlamaz. Bilakis, kişinin cehennemde en ağır şekilde azap görmesine sebep olur.

GÜNÜMÜZDE ADALETSİZLİK VE ZULÜM

Bugün, fakirlerin Ramazan ayında bile bir lokma ekmeğe muhtaç olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Oysa bir yanda milyonlarca liralık iftar sofraları kuruluyor, diğer yanda açlıktan bayılan çocuklar var. Lüks içinde yaşayanlar, Ramazan’ın ruhunu eğlenceye çevirirken, garibanlar iftar yapacak bir parça ekmek bulmakta zorlanıyor.

Bu durumu İslam nasıl değerlendiriyor? Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” (Hadis-i Şerif, Müslim, İman, 134)

Bugün milyonlarca Müslüman, yoksulluğun pençesinde kıvranırken, bir avuç insanın servet içinde yüzmesi İslam’ın hangi değerleriyle bağdaşır? Müslüman toplumları saran zulmün ve ilahi gazabın en büyük sebeplerinden biri, adaletin çiğnenmesi ve fakirlerin aç bırakılmasıdır. Oysa Allah, adaletin tesis edilmediği, mazlumların gözetilmediği bir toplumda rahmetini değil, azabını hakim kılar.

MÜSLÜMANLAR İÇİN BİR UYARI

Ey Müslümanlar! Eğer bizler bu adaletsiz düzene karşı susar, mazlumun feryadına kulaklarımızı tıkarsak, zulmü normalleştirmiş ve onun bir parçası olmuş oluruz. Unutmayın ki, sessiz kalmak da zulme ortak olmaktır! Rabbimiz buyuruyor ki:

"Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur! Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur, sonra size yardım da edilmez."

(Hud Suresi, 113. Ayet)

Bu ayet, zalim düzenlere karşı sessiz kalmanın da büyük bir vebal olduğunu açıkça bildirmektedir. Eğer biz Ramazan ayında bile açların feryadına kulaklarımızı tıkıyorsak, vicdanlarımızı kör etmişiz demektir.

ÇÖZÜM VE ÇIKIŞ YOLU

  1. Sadaka ve İnfak Bilinci: Malımızı Allah yolunda harcamalı, fakirlerin yüzünü güldürmeliyiz. Çünkü servetin bereketi, paylaşmaktan geçer.

  2. Zalime Karşı Direniş: Zenginlik, bir zulüm aracı haline gelmişse, ona karşı durmak bir farzdır. Müslüman, hakkı söylemekten korkmamalıdır.

  3. İslami Ekonomi Modeli: Faiz ve sömürü düzenine karşı, İslam’ın adaletli ekonomik sistemini savunmalıyız.

  4. Toplumsal Dayanışma: Fakirlere sahip çıkmak, zekâtı hakkıyla vermek, paylaşımcı bir toplum oluşturmak zorundayız.

Unutmayalım ki, Allah’ın gazabı adaletsizliği yaygınlaştıranların, mazlumların feryadına kulaklarını tıkayanların ve serveti yalnızca kendi çıkarları için biriktirenlerin üzerine olacaktır. Ramazan, bir dönüşüm ayıdır. Şimdi hakikatin yanında durma, adaleti savunma ve mazlumun elinden tutma zamanıdır!

Bahadır Hataylı/01.03.2025/Sancaktepe/İST


İhanetin Gölgesinde Direnişin Eşiğinde-Bir Milletin Vazifesi

Bir milletin varlığı, yalnızca sınırlarla çizilmiş toprak parçalarından ibaret değildir. Asıl vatan, insanın ruhunda yaşar; onun karakterinde, iradesinde, vicdanında kök salar. Ne var ki tarih boyunca nice milletler, düşmanlarının kılıçlarından önce, kendi içlerinden gelen ihanetin zehriyle çökmüştür. En büyük tehlike, her zaman dışarıdan gelen saldırılar değildir; bazen en yıkıcı darbeler, içeriden, gafletin, dalaletin ve hatta hıyanetin pençesinde kıvrananlardan gelir.

Bugün de bu gerçek, bütün çıplaklığıyla karşımızda durmaktadır. Milletin iradesini ve geleceğini koruma vazifesi, sadece cephede savaşanların değil, aynı zamanda kalemiyle, sözüyle, duruşuyla hakikatin yanında duran herkesin sorumluluğudur. Bir millet, düşmanın değil, ona kapılarını açanların, onunla işbirliği yapanların ihanetine karşı koyamazsa yok olmaya mahkûmdur. İşte bu yüzden, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği gibi, asli görevimiz, vatanımızı yalnızca dış tehditlerden değil, içeride müstevlilerin (istilacıların) emelleriyle kendi menfaatlerini birleştirenlerden de korumaktır.

Gaflet, Dalalet ve Hıyanet-İçimizdeki Tehdit

Gaflet, dalalet ve hıyanet… Üç kelime ama bir milletin çöküşünü anlatmaya yeten üç büyük tehlike.

Gaflet: Kendi gerçeğini görememek, düşmanın planlarını fark edememek, olan biteni umursamamak… En tehlikeli düşman, farkında olunmayan düşmandır. Bir toplum, içinde bulunduğu durumun ciddiyetini kavrayamazsa, kendisini bekleyen felaketi de önleyemez. Bugün insanlarımız, günlük telaşların, tüketim çılgınlığının, bireysel hırsların girdabında boğulurken, asıl büyük meseleleri göremiyorlar.

Dalalet: Yanlış yolda ısrar etmek, hakikati bildiği hâlde göz ardı etmek… Çoğu zaman gaflet içindeki insanlar, dalalet içinde olanlar tarafından yönlendirilir. Bir milletin başındaki yöneticiler, eğer kendi çıkarlarını milletin menfaatlerinden önde tutuyorsa, halkı yanlış yönlendiriyorsa, bu toplumun geleceği karanlıktır.

Hıyanet: En büyük felaket, en sinsi düşman… Bile bile, isteyerek, düşmanın safına geçenler, vatanını kendi menfaatleri için pazarlık konusu yapanlar… Tarih boyunca her milletin en büyük kayıpları, dışarıdan gelen saldırılardan değil, içerideki hainlerin ihanetiyle olmuştur. Bugün de milletimizi zayıflatmaya çalışanlar, yabancı güçlerle işbirliği yapanlar, kendi halkını yoksulluğa mahkûm ederken kendilerine servetler biriktirenler, tam da bu ihanetin içindedir.

Müstevliler ve Onların İşbirlikçileri-Geçmişten Günümüze Bir Oyun

Bir ülkeyi işgal etmenin, onu sömürgeleştirmenin tek yolu, askerî güç kullanmak değildir. Bugün modern dünyada milletler artık tanklarla, toplarla işgal edilmiyor. Bunun yerine medya, ekonomi, kültür ve siyaset üzerinden kontrol ediliyorlar.

Büyük güçler, bir ülkeyi ele geçirmek istediklerinde önce oradaki yönetimi etkilerler. İçeriden birilerini satın alarak, onları kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak o ülkeyi ele geçirirler. Kimi zaman ekonomik bağımlılık yaratılır, kimi zaman medya yoluyla halkın algıları yönlendirilir, kimi zaman eğitim sistemine müdahale edilerek nesiller bilinçsiz bırakılır.

Bugün yaşadığımız dünya düzenine baktığımızda, birçok ülkenin bağımsızlığı kâğıt üzerinde varlığını sürdürse de, gerçekte küresel güçlerin kontrolü altına girdiğini görebiliriz. Ekonomik sistemler, ticaret anlaşmaları, askeri paktlar, medya kontrolü… Tüm bunlar, milletlerin kendi kaderlerini tayin etme yetilerini ellerinden almak için kullanılan araçlardır.

Bu oyun yüzyıllardır oynanıyor ve bugün bizim coğrafyamız da bu oyunun tam merkezinde yer alıyor. Ancak daha acı olan, bu oyuna bilerek ya da bilmeyerek hizmet eden, milletin içinde yer alan gafiller ve hainlerdir.

Vatanı Korumak-Sadece Cephede mi Olur?

Bir milletin savunması yalnızca savaş meydanlarında, cephelerde olmaz. Bugün vatanı korumanın en önemli yollarından biri, onun ruhunu, kimliğini, değerlerini korumaktır.

Eğitim cephesinde mücadele vermek zorundayız. Bilinçli, sorgulayan, düşünen nesiller yetiştirmeliyiz. Bilgisiz, tarihini bilmeyen, dünyayı anlayamayan gençler, bir milletin en zayıf halkasıdır. Onları yozlaştıran bir eğitim sistemi, aslında o ülkenin en büyük düşmanıdır.

Ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık mümkün değildir. Bugün yerli üretimi bitiren, ülkenin kaynaklarını yabancı sermayeye peşkeş çekenler, nereye konmalıdır. Bir milletin ekonomisini başkalarının eline bırakırsanız, onun geleceğini de teslim etmiş olursunuz.

Medyaya hâkim olmayan bir millet, kendi kaderini yazamaz. Dışarıdan beslenen medya organları, halkın algısını yönlendirmek, onu uyutmak, asıl meselelerden uzaklaştırmak için kullanılır. Gerçek gazetecilik, halkı uyandırmak için vardır. Ama bugün birçok medya kuruluşu, halkı uyutmak, yönlendirmek için çalışmaktadır.

Kültürel yozlaşmaya karşı direnmeliyiz. Bir milleti en hızlı çökerten şey, onun kültürel değerlerini kaybetmesidir. Eğer bir milletin dili bozulursa, ahlakı yozlaşırsa, gelenekleri unutulursa, ona artık yabancı bir kimlik giydirilmiş demektir. Bugün, özellikle gençlerimizin maruz kaldığı kültürel saldırılar, onların milli kimliklerini kaybetmelerine neden olmaktadır.

Bu Toprakları Hak Etmek İçin Ne Yapmalı?

Atalarımız bu toprakları bize miras bırakmadı, emanet etti. Eğer bu emanete sahip çıkmazsak, eğer mücadele etmezsek, elimizden kayıp gider.

Öncelikle uyanmalıyız. Gaflet içinde uyuyan bir millet, kolayca yönetilir, yönlendirilir. Okumalı, araştırmalı, sorgulamalıyız.

Kendi tarihimize ve kimliğimize sahip çıkmalıyız. Başkalarının tarihini ezberlemek yerine, kendi tarihimizin bilincinde olmalıyız. Nereden geldiğimizi bilmezsek, nereye gittiğimizi de bilemeyiz.

Dayanışmayı artırmalıyız. Bireyselleşen, birbirinden kopan toplumlar kolayca bölünür ve yönetilir. Güçlü bir millet, birbirine kenetlenmiş bireylerden oluşur.

Hak ve adalet mücadelesinden asla vazgeçmemeliyiz. Adaletin olmadığı yerde huzur olmaz, adaletin olmadığı yerde güven olmaz. Bir millet, adaleti tesis edemezse, kendi içinde çürümeye başlar.

Sonuç olarak, vatanı korumak sadece dış düşmanlara karşı savaşmak değildir. Asıl mücadele, içerideki gaflet, dalalet ve hıyanetle yapılmalıdır. Bize düşen görev, Atatürk’ün de dediği gibi, müstevlilerin emelleri ile kendi çıkarlarını birleştirenlere karşı mücadele etmek, bu vatanı onlardan korumaktır. Çünkü vatan, yalnızca toprak değil; aynı zamanda bir ruhtur, bir inançtır, bir ülküdür. Ve bu ülküyü savunmak, bizim en büyük vazifemizdir.

Bahadır Hataylı/28.02.2025/Sancaktepe/İST

Zamanın Ruhu ve İnsanlığın Kırılganlığı

 


Fyodor Dostoyevski’nin yıllar öncesinden işaret ettiği toplumsal çözülme, günümüz dünyasında daha da derinleşmiş durumda. Bugün, insanlık tarihinin en hızlı değişen ve dönüşen dönemlerinden birindeyiz. Teknolojik ilerlemeler, ekonomik büyümeler, bireysel hak ve özgürlükler konusunda atılan büyük adımlar… Ancak, tüm bu kazanımlara rağmen insan ruhunun giderek fakirleştiği, değerlerin silikleştiği, ahlaki pusulanın şaştığı bir zamandayız.

Artık düşünmek yorucu, sorgulamak gereksiz, üretmek angarya gibi görünüyor. İnsanlar, idealler peşinde koşmayı bırakmış, sadece günü kurtarmanın, kısa vadede kazanmanın ve en hızlı şekilde tüketmenin derdine düşmüş. Büyük hayaller kuran, toplum için, insanlık için fedakârlık eden insanlar küçümseniyor. “Bu zamanda iyilik mi yapılır?” diye alay eden bir güruh hâkim her yere.

Eğer biri, bir hayal uğruna emek verir, sabırla bir ağacın büyümesini beklerse, ona gülerler:

“O ağaç büyüyene kadar sen ölürsün zaten, boşuna uğraşıyorsun.”

Ama birileri, insanlığın yarınını dert edindiği sürece umut vardır. Fakat ne yazık ki bu insanlar azınlıkta. Bugün herkes, sadece kendi küçük dünyasında, kendi çıkarlarının peşinde. Oysa geçmişte insanları birbirine bağlayan ülküler vardı, büyük hedefler vardı. Şimdi ise bu bağlar koptu, herkes yalnızca kendi geleceğini düşünüyor.

Sanki herkes, sabah terk edeceği bir handa konaklıyormuş gibi yaşıyor. Hiçbir şey kalıcı değil, hiçbir şey önemli değil. Ne dostluklar, ne vefa, ne de vicdan… Artık her şey bir menfaat meselesi olmuş durumda. Birileri açlıktan ölse bile, birileri zorluklarla boğuşsa bile, umursamıyor kimse. “Ben kazandıysam, gerisi beni ilgilendirmez” anlayışı toplumun geneline sirayet etmiş durumda.

Değerlerin Çöküşü

Eskiden insanı insan yapan değerler vardı: Adalet, merhamet, dürüstlük, fedakârlık… Bugün bunların yerini fırsatçılık, bireysel çıkarcılık, gösteriş ve yüzeysellik aldı. Toplumun çoğunluğu, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bile sorgulama gereği duymadan, rüzgâr nereye eserse oraya savruluyor.

Bilgiye ulaşmak artık çok kolay; ama buna rağmen insanlar daha az düşünüyor, daha az sorguluyor. Kitaplar, araştırmalar, büyük fikirler bir kenara bırakılmış; yerine yüzeysel bilgiyle dolu sosyal medya paylaşımları, dedikodular ve manipülatif haberler konmuş.

Bilgili olmak yerine popüler olmak tercih ediliyor. Derinlemesine anlamaya çalışmak yerine, her konuda yüzeysel fikre sahip olmak moda hâline gelmiş. Bir konu hakkında birkaç cümle duyan herkes kendini uzman zannediyor, tartışmalara girişiyor. Ama kimse gerçekten bir şeyin özüne inmeye çalışmıyor.

Artık iyi ve nitelikli insanlar geri planda kalırken, vasatlık ve sıradanlık yüceltiliyor. Yeteneksiz, çabasız, emeksiz insanlar en ön saflarda. Hak etmeyenler ödüllendiriliyor, hak edenler ise ya unutuluyor ya da susturuluyor.

Bencilliğin ve Tüketim Çılgınlığının Gölgesinde

Eskiden insanlar birbirine güvenirdi, yardımlaşma vardı. Bugün herkes birbirine şüpheyle bakıyor. Herkes bir başkasının hakkına göz dikmiş durumda. İnsanlar artık bir şeyleri paylaşmak yerine, kendine daha fazlasını saklamak istiyor.

Tüketim çılgınlığı, insanı insan olmaktan çıkaran en büyük tehditlerden biri hâline geldi. Eskiden ihtiyaç kadar sahip olmak makbuldü, şimdi ise sahip olmak için yaşanıyor. Reklamlar, sosyal medya, popüler kültür sürekli daha fazlasını istemeyi öğütlüyor. İnsanlar, sahip olduklarıyla mutlu olmayı unuttu, hep daha fazlasının peşinde. Ama ne kadar sahip olurlarsa olsunlar, hep eksik hissediyorlar.

Eskiden mutluluk, bir dost sohbetinde, bir lokma ekmeği paylaşmada, bir iyiliğin karşılıksız yapılmasında gizliydi. Bugün mutluluk, pahalı arabalar, gösterişli tatiller, lüks kıyafetler ve sosyal medyada paylaşılan sahte gülümsemelerde aranıyor.

Birileri, ihtiyaç fazlası mal biriktirirken, birileri açlıktan ölüyor. Ama bu kimsenin umrunda değil. İnsanlar, açgözlülükle kendilerine daha fazla alırken, geride kalanların varlığı bile rahatsız etmiyor onları.

Dostoyevski'nin dediği gibi:

"Herkes kendini düşünüyor. Kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor…"

Umudun Külleri Arasında

Bütün bu karanlık tabloya rağmen, umut her zaman vardır. Tarih boyunca insanlık, defalarca kez buhranlar, çöküşler ve yozlaşmalar yaşadı. Ama her seferinde, birileri çıktı ve yeniden inşa etti.

Bugün de vicdanlı, ahlaklı, çalışkan, fedakâr insanlar var. Belki sayıları az ama varlar. Toplumun yozlaşmasına, insanlığın değerlerini kaybetmesine karşı koyan, inatla iyiliği savunan, adaleti korumaya çalışan insanlar hâlâ var.

Dostoyevski’nin zamanında olduğu gibi bugün de dürüstlük, emek, fedakârlık alay konusu ediliyor olabilir. Ama bu, bu değerlere inananların yılmasını gerektirmez.

Evet, bu çağ, sıradanlığın ve bencilliğin zirve yaptığı bir çağ olabilir. Ama her çöküş, bir yükselişin başlangıcıdır. Her karanlık, içinde bir ışık barındırır.

Bizi insan yapan değerleri savunmak, kolay bir yol değil. Ama bu yoldan vazgeçersek, elimizde kalan son şeyi de kaybederiz: İnsanlığımızı.

Ne olursa olsun, iyiliği elden bırakmamak, umudu kaybetmemek, doğruluktan şaşmamak gerekir. Çünkü birileri inatla iki ağaç dikmeye devam ederse, bir gün o ağaçların gölgesinde yeni bir nesil yetişebilir. Ve belki de, bugün kaybolan ülküler yeniden canlanabilir.

Bahadır Hataylı/28.02.2025/Sancaktepe/İST


Ramazan-ı Şerif Mübarek Olsun! 🌙

Rahmetin, bereketin ve mağfiretin ayı olan Ramazan’a kavuşmanın huzurunu yaşıyoruz. Bu mübarek ay, sadece oruç ve ibadetle değil, aynı zamanda yardımlaşma ve mazlumların yaralarına merhem olma ayıdır. Açın halini anlamak, yoksulu gözetmek ve paylaşmayı en güzel şekilde yaşamak için büyük bir fırsattır.

Dualarımız, zulüm gören ve sıkıntı çeken kardeşlerimizle. Rabbim, bu mübarek ayda mazlumlara umut, hastalara şifa, dertlilere deva versin. Kalplerimizi arındırsın, sofralarımıza bereket, gönüllerimize merhamet nasip etsin.

Ramazanınız mübarek olsun! Allah, hepimizi bu ayın feyzinden ve rahmetinden en güzel şekilde nasiplendirsin.Amin...

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!