Devletler, hizmetlerini vatandaşlarına sunarken genellikle iki temel yöntemden birini benimser: Kamu eliyle doğrudan hizmet sunmak ya da özel sektöre devrederek hizmeti dışarıdan satın almak. Son yıllarda Türkiye’de sıkça tercih edilen yöntem, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ve ihaleler aracılığıyla özel sektöre devredilmesidir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, araç muayene hizmetlerinin özelleştirilmesi ve şirketlerin devlete milyarlarca dolarlık bedellerle bu ihaleleri kazanmasıdır. Ancak burada kritik soru şudur: Bu para nereden çıkıyor ve sonunda kimin cebine giriyor? İşte bu yazıda, araç muayene ihalesi üzerinden devletin ekonomik politikalarının nasıl halkın sırtına yük bindirdiğini, çelişkilerini ve gerçek yüzünü tüm yönleriyle ele alacağız.
1. İhale Mantığı ve Kapitalist Gerçekler
İhaleler, devletin belirli hizmetleri özel sektöre devretme yöntemlerinden biridir. Devlet bir hizmeti ihale eder, en yüksek teklifi veren şirket bu hizmeti belirli bir süre boyunca yürütme hakkı kazanır. Bu süreç ilk bakışta devletin kasasına ciddi bir gelir girdiği izlenimini verir. Ancak bu ihale sürecinde temel kapitalist gerçek göz ardı edilir: Özel sektör, kâr amacı güden bir yapıdadır ve verdiği parayı fazlasıyla geri almak zorundadır.
Örneğin, araç muayene ihalesini kazanan şirketin devlete 2 milyar dolar ödediğini düşünelim. Bu şirket zararına çalışmayacağına göre, verdiği parayı geri kazanmanın ve üzerine kâr eklemenin yollarını arayacaktır. Bunu nasıl yapar?
Muayene ücretlerini artırarak.
Ek hizmetler dayatarak (egzoz ölçümü, ek testler vb.).
İşlemleri tekelleştirerek (alternatif rekabetçi şirketler olmadığı için fiyatları keyfi olarak belirleyerek).
Sonuç olarak, özel şirketin devlete ödediği para, halkın cebinden çıkan paraya dönüşür. Yani, aslında hazinenin kasasına giren para, vatandaşın sırtına yüklenen yeni bir vergi gibidir.
2. Vatandaşın Sırtına Yüklenen Yük
Bir hizmet özelleştirildiğinde vatandaş için en büyük tehlike, devletin belirleyici ve denetleyici rolünü yitirmesiyle fiyatların kontrolden çıkmasıdır. Bugün araç muayene ücretleri her yıl katlanarak artmaktadır. Bu artışın sebeplerini incelediğimizde şunları görürüz:
Özel sektörün kâr etme zorunluluğu: Devlete ödenen ihale bedeli, işletme giderleri ve hissedarların kâr beklentisi nedeniyle fiyatlar sürekli yükseltilir.
Alternatifin olmaması: Araç muayene işlemi tek bir firma tarafından yürütüldüğünden rekabet yoktur ve fiyatları belirleyen tamamen şirkettir.
Mecburiyet faktörü: Araç muayenesi yasal bir zorunluluktur ve vatandaşın bu hizmeti almaktan başka şansı yoktur.
Sonuç olarak, muayene ücretleri vatandaş için kaçınılmaz bir mali yük haline gelir ve hazineye giren para aslında halkın sırtından alınmış bir bedel olur.
3. Hazineye Giren Para-Halkın Faydası mı, Bürokratın Şatafatı mı?
Bir diğer önemli nokta, ihale bedeli olarak hazineye giren paranın nasıl kullanıldığıdır. Devletin kasasına giren bu milyarlarca doların vatandaşa doğrudan bir dönüşü olup olmadığı büyük bir soru işaretidir.
Hükümetler genellikle bu tür gelirleri şu şekilde sunar:
"Bu para kamu hizmetlerine aktarılacak."
"Bütçe açığımızı kapatmaya yardımcı olacak."
"Bu gelirle daha fazla yatırım yapacağız."
Ancak gerçek şu ki, devletin topladığı bu gelirler genellikle halka yansıtılmaz. Bunun yerine şu alanlara harcandığını görmekteyiz:
Lüks makam araçları, yüksek maaşlı danışmanlar, gereksiz bürokratik harcamalar.
Şatafatlı binalar, saraylar, israf niteliğinde projeler.
Verimsiz ve gereksiz kamu projeleri.
Halktan alınan paraların vatandaşa doğrudan dönüşü olmadığında, bu süreç adeta vatandaşın sırtına vurulmuş bir semer ve üzerine konan ekstra yük haline gelir.
4. Çelişkiler ve Algı Yönetimi
Bu sistemin en büyük çelişkisi şudur: Devlet, bir yandan halktan daha fazla gelir elde etmek için özelleştirme yaparken, diğer yandan bunun halka faydalı olduğunu iddia eder. Oysa ki:
Özelleştirilen hizmetler, halkın daha fazla para ödemesine neden olur.
Hazineye giren paranın halka geri dönüşü belirsizdir.
Şirketlerin koyduğu fiyatlar kontrolsüz yükselirken, vatandaşın geliri sabit kalır.
Bu noktada yapılan algı yönetimi, özelleştirme sürecinin sanki halk için bir kazanç olduğu yönündedir. Oysa ki, bu sürecin sonunda halkın cebinden çıkan para artarken, kamunun sunduğu hizmetler azalır.
5. Alternatif Modeller ve Çözüm Önerileri
Peki, bu döngü nasıl kırılabilir? İşte bazı öneriler;
1. Stratejik Kamu Hizmetleri Özelleştirilmemelidir:
Özellikle zorunlu hizmetler (araç muayenesi, su, elektrik vb.) özel sektöre devredildiğinde vatandaşın aleyhine işleyen bir sistem oluşur. Bu nedenle bu hizmetler kamu eliyle yürütülmelidir.
2. Denetim ve Fiyatlandırma Mekanizmaları Şeffaf Olmalıdır:
Eğer bir hizmet özel sektöre devrediliyorsa, devlet fiyatlandırmada kontrolü elinde tutmalı ve vatandaşın mağduriyetini engellemelidir.
3. Rekabet Ortamı Sağlanmalıdır:
Tekelleşmenin önüne geçmek için birden fazla şirketin hizmet sunmasına izin verilmelidir.
4. Hazine Gelirlerinin Kullanımı Şeffaf Olmalıdır:
Devletin topladığı bu tür gelirlerin nerelere harcandığı net bir şekilde halka açıklanmalı ve gereksiz harcamalar önlenmelidir.
Sonuç-Halkın Üzerindeki Ağır Yük
Araç muayene ihalesi örneği, özelleştirme mantığının halka nasıl bir yük getirdiğini açıkça göstermektedir. Devlete giren milyarlarca dolar, aslında halkın cebinden çıkmaktadır. Dahası, bu paranın halka doğrudan bir dönüşü olmadığı için, büyük ekonomik yükü halk sırtlanırken, kazananlar özel şirketler ve lüks içinde yaşayan bürokratlar olmaktadır.
Bu sistem sürdüğü sürece, vatandaşın refahı artmayacak, aksine her yeni ihale halkın omzuna yeni bir yük olarak binecektir. Eğer bir ülkede vatandaş, devletine gelir sağlamak için değil, devlet vatandaşına hizmet etmek için çalışıyorsa, ancak o zaman adil bir düzen kurulabilir.
Bahadır Hataylı/26.02.2025/Sancaktepe/İST