İnsanoğlu doğası gereği düşünen, sorgulayan ve ifade eden bir varlıktır. Düşünce, insanı hayvandan ayıran en temel yeteneklerden biridir; düşünceler ise ancak ifade edildikçe anlam kazanır, paylaşılır, büyür ve toplumu dönüştürür. Ancak tarih boyunca bireylerin ve toplumların en büyük mücadelelerinden biri, bu düşünceleri özgürce ifade edebilme hakkını korumak olmuştur.
Günümüzde ise, iletişim çağında olmamıza rağmen, ifade özgürlüğü üzerindeki baskılar hiç olmadığı kadar güçlüdür. Hükümetler, şirketler, sosyal normlar ve dijital sansür mekanizmaları, bireylerin kaç hat alabileceğini, nerede ne söyleyebileceğini ve hangi fikirleri dillendirebileceğini belirleme noktasına gelmiştir. Eğer bir insanın kaç tane "hat" alacağı sınırlandırılıyorsa, bu, yalnızca teknik bir düzenleme değil, aynı zamanda bir zihniyet değişiminin ve otoriterleşmenin göstergesidir. Bu durum, düşüncenin dolaşımını kısıtlayan, insanların kendilerini ifade etme hakkını elinden alan ve toplumsal sessizliği dayatan bir sistemin habercisidir.
Peki, bireyin düşüncelerini ifade etme hakkının bu denli sınırlanması ne anlama gelir? Bunun topluma, bireye ve insanlık tarihine etkileri nelerdir? Tarihsel örneklerden modern dünyadaki uygulamalara kadar bu meseleyi tüm yönleriyle ele alalım.
1. İfade Özgürlüğünün Sınırlandırılması-Tarihten Günümüze Bir Baskı Aracı
İfade özgürlüğü tarih boyunca iktidarlar tarafından kontrol edilmek istenmiştir. Fikirleri sınırlamak, insanları susturmak, muhalefeti bastırmak, halkın düşünmesini engellemek isteyenler için en etkili yöntemlerden biri, iletişim kanallarını kontrol altına almaktır.
Orta Çağ'da Engizisyon ve Yasaklı Kitaplar: Orta Çağ Avrupa’sında Katolik Kilisesi, kutsal dogmalara aykırı düşünenleri "sapkın" ilan ederek susturuyordu. Galileo gibi bilim insanları, "Dünya dönüyor" dediği için cezalandırılıyordu. Engizisyon mahkemeleri, halkın farklı düşünmesini engellemek adına yüzlerce insanı diri diri yaktı.
Osmanlı’da Matbaanın Gecikmesi: Osmanlı İmparatorluğu’nda matbaanın gecikmesi, düşüncenin yayılmasını yavaşlattı. İktidar, halkın bilinçlenmesinden çekiniyordu. Yüzyıllarca el yazması kitaplarla yetinmek zorunda kalan toplum, Avrupa'nın Rönesans ve Aydınlanma çağını yaşadığı dönemde bilgiye ulaşım açısından büyük bir dezavantaj yaşadı.
20. Yüzyılın Diktatörleri: Stalin, Hitler, Mao gibi diktatörler, basını, sanatı, edebiyatı ve hatta bireysel konuşmaları bile kontrol altına aldı. İnsanlar neyi konuşup konuşamayacaklarını düşünmek zorunda kaldılar. Muhalifler sürgüne gönderildi, hapsedildi, hatta öldürüldü.
Bütün bu örneklerde ortak olan şey, düşüncenin, ifade özgürlüğünün ve bilgiye ulaşmanın baskı altına alınmasıdır. Susturulan toplumlar, zamanla köleleşmiş, sorgulamayan, eleştirmeyen, yönlendirilmesi kolay kalabalıklara dönüşmüştür.
2. Modern Dünyada Yeni Susturma Yöntemleri
Günümüzde ifade özgürlüğü, geçmiştekinden farklı yöntemlerle kısıtlanıyor. Artık kitap yakmak ya da insanları Engizisyon mahkemelerine göndermek gerekmiyor. Bunun yerine daha "sofistike" yöntemler devrede.
a) Dijital Sansür ve Sosyal Medya Manipülasyonu
Bugün birçok insan, fikirlerini sosyal medyada dile getiriyor. Ancak sosyal medya platformları, hangi görüşlerin öne çıkacağını, hangi hesapların kapatılacağını, hangi haberlerin sansürleneceğini belirleyen algoritmalar kullanıyor. Örneğin:
Twitter, Facebook, YouTube gibi platformlar belirli fikirleri susturuyor, bazı kişileri "görünmez" hale getiriyor.
Düşünceyi engellemek için "etiketleme" ve "linç kültürü" kullanılıyor. İnsanlar, bir görüş dile getirdiklerinde hemen "aşırı sağcı", "aşırı solcu", "komplo teorisyeni" gibi etiketlerle damgalanıyor ve dışlanıyor.
Devlet destekli dezenformasyon ve manipülasyon ile halkın düşünceleri yönlendiriliyor. Algılar, belirli medya organları ve sosyal medya operasyonlarıyla şekillendiriliyor.
b) Telefon Hatları, Banka Hesapları ve Dijital Kimlikler Üzerinden Kontrol
Eskiden bir bireyin telefon hattı alması yalnızca teknik bir işlemdi. Bugün ise kişisel bilgiler, biyometrik veriler ve dijital izleme sistemleriyle kimlerin kaç hat alabileceği bile sınırlandırılıyor.
Bir bireyin fazla sayıda hat alması yasaklanıyorsa, bu, onun iletişim özgürlüğünün kısıtlandığını gösterir.
Devletler, telefon hatlarını, banka hesaplarını ve dijital kimlikleri kapatma yetkisini kendilerinde topladıkça bireyler tam anlamıyla kontrol altına alınıyor.
Çin'in Sosyal Kredi Sistemi bu durumun en uç örneklerinden biri. Devlet, "istenmeyen" vatandaşların banka hesaplarını kapatıyor, toplu taşıma kullanımını yasaklıyor, sosyal medya hesaplarını donduruyor.
Bu tür uygulamalar, bireyin yalnızca iletişimini değil, ekonomik bağımsızlığını ve hatta hayatta kalma şansını bile elinden alıyor.
3.Sessizliğin Bedeli ve Gelecek Senaryoları
Bütün bu baskılar sonucunda toplum nereye gidiyor? Sessizlik, düşüncenin ölümü müdür?
Eğer insanlar konuşmazsa, yanlışlar düzeltilmez.
Eğer insanlar düşüncelerini özgürce paylaşamazsa, toplum kendini geliştiremez.
Eğer bireyler otosansür yaparak korku içinde yaşarsa, insanlık sustukça kaybeder.
Bugün susturulan her birey, yarının köleleştirilmiş toplumunun habercisidir. Eğer susturulmaya, sınırlandırılmaya, konuşmamaya alışırsak, bir süre sonra bu durumun normal olduğunu düşünmeye başlarız. İnsanlık, özgürce konuştuğu sürece ilerler, sustuğu sürece köleleşir.
Bu nedenle, kaç hat alacağımızın sınırlandırılması gibi masum görünen bir mesele bile aslında çok daha büyük bir sistemin parçasıdır. Bir toplumda insanlar kaç tane iletişim kanalı açabileceğini bile düşünerek hareket etmek zorunda kalıyorsa, orada özgürlükten söz edilemez.
Sonuç olarak, "Yurtta sus, cihanda sus, yoksa sonun mahpus" diyerek bir yaşam sürdürmek, özgürlüğün ölüm fermanını imzalamaktır. Tarih, susanların değil, konuşanların yazdığı bir kitaptır. Eğer o kitabın içinde yer almak istiyorsak, düşünmeli, sorgulamalı ve her ne pahasına olursa olsun ifade özgürlüğünü savunmalıyız.
Bahadır Hataylı/26.02.2025/Ümraniye/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder