Bu Blogda Ara

22 Haziran 2025 Pazar

Ahlakın Yetişemediği Çağda İnsanlığın Sessiz Çöküşü

Paranın ve Bencilliğin Gölgesinde Ahlaki Bir Çöküş

Modern dünyada insanlar paranın, çıkarın ve bencilliğin peşinden o kadar hızlı koşuyorlar ki ahlaki değerler geri planda kalıyor. Kapitalist piyasa ilişkilerinin ve tüketim kültürünün egemen olduğu toplumda, etik duyarlılık giderek körelmekte, bireyler çıkarcı hesaplarını toplumsal sorumluluğun önüne koymaktadır. Bu etik körlük hali sürdükçe toplumda derin bir yozlaşma yaşanır; değerler sistematik olarak aşınır ve herkes kendi çıkarını mutlaklaştırır. Piyasa mantığı artık yalnızca ekonomiye değil, eğitim, sağlık, adalet gibi hizmet alanlarına bile sirayet etmiştir: nitelik ve eşitlik ve adalet yerine kâr önceliği konmakta, kamusal etik özel çıkarların gölgesinde silikleşmektedir.

  • Paraya ve bireysel çıkara odaklanan hızlı tüketim kültürü, birlikte yaşama dair ahlaki sınırları esnetir ve “etik körlüğü" besler.

  • Rekabetçi iş ortamlarında ve kurumsal yapılarda adalet ve dürüstlük ihmal edilir, bireyler “görev buyruğu” bahanesiyle haksızlıkları sorgulamaktan çekinir (örn. “talimat böyle” deyip hukuksuz uygulamaları yerine getirme).

  • Sonuçta, akışkan modernlik gibi, toplumsal kuralları esneten yeni düzen bireyleri yalnızlaştırır; kişiler kendi çıkarını tüm etik ilkelerin önüne alır.

Tüketim toplumunun bu yıkıcı ikliminde, değerleri yeniden tesis etmek her geçen gün daha da zorlaşıyor.  Başka bir ifadeyle, insanlığın açgözlülük ve tüketim hegemonyasını sorgulamadan ilerlemesi, yalnızca toplumsal değil küresel ölçekte felaketleri de hızlandıracaktır.

Aile Dokusunun Çözülmesi-Toplumsal Çatlaklar

Toplumsal değerlerin çözülmesinin en acı örneklerinden biri, aile kurumunun hızlı değişimidir. Modernleşme, küreselleşme ve bireyselleşme gibi süreçler ailenin geleneksel yapısını daraltarak, iç ilişkilerde sistemsel bir çözülmeye yol açmaktadır. Aile içindeki uyum bozulduğunda, fertler artık önce kendi çıkarlarını gözetir hale gelmiş, aile içi dayanışma azalmıştır. Kırılmış ev gibi simgesel imge, bu çözülmenin trajik yansımasıdır: evet, bir zamanlar birlikte büyüyen aileler artık bölünmüş, bireyler arasında sevgi, empati ve fedakârlık giderek eksilmiştir. Çocuk eğitimi güçleşmiş, evlenip aile kurmak zorlaşmış, buna bağlı olarak aile içi şiddet ve boşanma sayısı artmıştır.

Üzerinde çalışılan araştırmalar da aile içi sorunlardaki artışa işaret eder. Ailenin geniş yapısının daralması ihtiyaçları çoğaltmış ve iç uyumu bozmuştur. Bu “birey öncelikli çözülme” sürecinde aile üyeleri arasındaki sevgi ve bağlılık zayıflamış, evlilikler ve çocuk yetiştirme giderek daha zor bir hale gelmiştir. Nitekim sonuçta aile içi şiddet ve boşanma vakalarının yükselmesi, mutlu ailelerin kalmadığı toplumlarda toplumsal huzursuzluğun da arttığını göstermektedir. Aile yapısının bu dönüşümü, toplumsal dayanışmanın temel taşı olan aileyi çökertmekte, bireyler arası yabancılaşmayı derinleştirmektedir.

Bu çöküş, her nesli doğrudan etkiler. Kırılan aile bağları içinde yetişen çocuklar, güven duygusunu yitirerek sosyal problemlere daha açık hale gelir. Yapılan çalışmalar, aile içi kırılmanın çocuklarda duygusal ve davranışsal problemlere, eğitim hayatında başarısızlığa ve toplumsal uyumsuzluğa yol açtığını ortaya koyuyor (örneğin düşük sosyoekonomik grupta eşitsizlik ve yoksulluk gibi sorunlar). Kısacası aile kurumunun erozyonu, insan ruhunda derin yaralar açmakta, toplumsal çürümenin en trajik tezahürlerinden birini ortaya çıkarmaktadır.

İş Dünyasında Yozlaşma-Rüşvet ve Çıkar İlişkileri

İş hayatında ve kamu yönetiminde görülen yozlaşma da aynı ahlaki çöküşün yansımasıdır. Gücün ve paranın yoğunlaştığı kurumlarda etik çöküntü hızla yayılır. Yapılan bir teorik çalışmada vurgulandığı üzere, devlet görevlileri arasında rüşvet, görev suiistimali ve dolandırıcılık gibi küçük çaplı yolsuzluk faaliyetlerinin kurumsal düzeyde yozlaşmayı tetiklediği gözlemlenmiştir. Bu tür usulsüzlükler  adaleti zedeler, aynı zamanda ekonomik verimliliğe de zarar verir; yönetim ve toplum arasındaki güven bağını zayıflatır. 

  • Çıkar ilişkilerinin artmasıyla birlikte kurumsal ahlaki çöküntü yaygınlaşır; küçük rüşvetler bile büyük ölçüde yozlaşmaya zemin hazırlar.

  • Yolsuzluk ortamında adalet, şeffaflık ve dürüstlük gibi değerler rafa kalkar. Aile ve siyaset yerine “orman kanunları” hakim olur, yani güçlü olanın fendi geçer.

  • Böylece şirketler veya kamu kurumları etkin, verimli ve saydam bir yönetimden uzaklaşır. 

Bu yozlaşma, toplumun her kesimini etkiler: Adalet arayanlar umudunu yitirir, emeğinin karşılığını alamayan bireyler kırılır, iş dünyasında güven duygusu yara alır. Özel çıkarların kamusal sorumluluğun üstüne çıktığı bir düzende, etik ilkelerin gölgelenmesi kaçınılmazdır. Sonuçta, bu ahlaki zafiyet toplumsal işleyişi temelinden sarsar ve daha büyük felaketlerin habercisi olur.

Yaşam Boyu Eğitim ve Umut Arayışı

Bütün bu karanlık tablonun içinde, yaşam boyu eğitim kavramı bir umut ışığı sunabilir. Eğitim ve öğrenme süreçleri, yeni kuşaklara sadece mesleki beceri değil aynı zamanda etik bilinç de kazandırabilir. Araştırmalar, ahlaki eğitimin yaşam boyu öğrenmenin ayrılmaz bir parçası olması gerektiğini vurgular. Bir çalışma, ahlak eğitimini “evrensel insanlığın daha iyiye doğru gelişimi” amaçlayan yaşam boyu eğitimin merkezi unsuru olarak ele almıştır. Bu bakış açısına göre, bireyler çocukluktan başlayarak öğrenmeyi yaşamlarına dahil ettikçe, etik değerler de süreklilik kazanır.

Yaşam boyu öğrenmenin mekanizması, bilgiyi ve beceriyi hayatın her evresine yayarak değişimin hızı karşısında bireyi güçlü kılar. Hızlı gelişen dünyada eski eğitim sistemiyle edinilen bilgiler yetersiz kalmaktadır; bu nedenle bireylerin yaşamları boyunca öğrenmeleri zorunludur. Yaşam boyu öğrenme, insanın yetkinliklerini sürekli geliştirdiği bir süreçtir ve bu sayede kişiler toplumsal, kültürel ve ekonomik yeniliklere uyum sağlayabilir. Örneğin Sakarya Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada belirtildiği üzere, bu öğrenme süreci bireyin her yaşta ihtiyaç duyduğu becerileri edinmesine imkân tanır ve böylece her alanda etkin bir birey yetiştirir.

  • Eğitimin ahlaki amacı: UNESCO’nun ünlü Faure Raporu’nda “eğitim temel amacının bireyin fiziksel, entelektüel, duygusal ve ahlaki olarak tam bir insan olarak bütünleşmesini sağlamak” olduğu belirtilmiştir. Bu doğrultuda, eğitim hem bireyin kendini gerçekleştirmesi hem de toplumsal değerlerin nesiller boyu aktarılması için bir araçtır.

  • Sürekli öğrenme kültürü: Raporda ayrıca “her birey yaşam boyu öğrenmeye devam etmelidir,  Örneğin çocuklarımız ve gençlerimiz sadece bir mesleğe değil, sürekli gelişime ve değişen koşullara uyumlanmaya hazırlanmalıdır. Eğitim programları esnek ve açık olmalı, bireye farklı alanlarda yeni bilgiler edinme imkânı sunmalıdır.

  • Ahlak eğitiminin sürekliliği: Yaşam boyu öğrenme yaklaşımı, ahlaki eğitimin de kalıcı hale gelmesini destekler. Bir toplumda ahlaklı öğretmenler yetiştirmek, süreklilik arz eden bir eğitim süreci aracılığıyla etik değerlerin yaygınlaşmasını sağlar. Bu çaba bireysel farkındalığı artırırken, aileden okula tüm eğitim kurumlarında etik ilkelerin kazandırılmasına öncelik verir.

Yaşam boyu eğitim bu biçimiyle bireyleri bilgi çağının gerekliliklerine uygun hale getirirken aynı zamanda ahlaki açıdan da donanımlı kılar. Bir başka deyişle, eğitim sistemleri sadece teknik bilgi vermekle kalmamalı, empati, dayanışma, adalet gibi değerleri de her yaştaki bireye öğretmelidir. Çocuklukta ve gençlikte başlayan bu süreç, yetişkinlikte de meslek içi eğitimlerle, yetişkin eğitim programlarıyla ve farklı öğrenme yollarıyla sürdürülmelidir.

Yeniden İnşa Umudu

Günümüzde etik değerlerin altüst olduğu bir dünyada yaşamak, sadece bireyler için değil toplumlar için de karanlık bir tehlikedir. Elde edilen bulgular ve gözlemler gösteriyor ki, ahlaki değerlerin geri plana atılması suça, güvensizliğe ve toplumsal çözülmeye neden olur. Şayet mevcut eğilimler tersine çevrilmezse, insanlık kendi içinde yavaş yavaş bir yok oluşa doğru sürüklenecektir. Dünya Kaynaklar Enstitüsü’nün vurguladığı gibi, kültürümüzü tüketim merkezli tutmaya devam edersek yeni krizler peş peşe kapımızı çalacaktır.

Buna rağmen umutsuzluk içinde kaybolmak zorunda değiliz. Bu iç karartıcı süreçten çıkış, sadece bireysel düzeyde farkındalıkla değil, kurumsal ve kamusal alanın etik ilkeler temelinde yeniden düzenlenmesi ile mümkündür. Eğitim, aile ve çalışma yaşamında ahlaki bilinç yükseltilip toplumsal sözleşme yenilenirse; adalet, eşitlik, doğruluk gibi değerler önce bireyden başlayarak topluma yayılabilir.

Her şeyden önce, paranın peşinden koşmanın, ikiyüzlülüğün veya nefsi çıkarların insanî ideallerin yerini almasına izin vermemeliyiz. Bu derin yaraları onarmak, her neslin yaşam boyu öğrenme sürecine etik eğitimi dahil etmekle, aile ve topluluk bağlarını güçlendirmekle ve kamusal yaşamda şeffaflığı gözetmekle mümkün olacaktır. Böyle bir toplumsal uyanış, belki karanlık günlere rağmen ufukta hala var olabilecek aydınlık bir geleceğe işaret eder.

Bahadır Hataylı/12.06.2025/Namazgah/İST

Anayasal Meşruiyetin Erozyonu ve Politik Manipülasyonun Tehlikeleri

 


Modern demokrasilerde iktidarın meşruiyeti, halkın iradesine dayanır. Ancak bu irade, sadece bir seçimde verilen oyla sınırlı değildir. Seçim beyannameleriyle halka vaat edilen ilkeler, yönetime talip olanların anayasal sadakat yemini gibidir. Bu ilkeler doğrultusunda iktidara gelen bir yönetim, kendi vaatlerine aykırı şekilde icraat yaparsa, sadece siyasi bir etik ihlali yapmakla kalmaz, aynı zamanda anayasal meşruiyetini de sorgulanır hale getirir. Bu yazıda, anayasal meşruiyetin anlamı, bu meşruiyetin nasıl yitirildiği ve meşruiyeti kaybetmiş bir iktidarın anayasal sistemi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirme çabalarının tehlikeleri üzerine felsefi, hukuki ve sosyolojik bir analiz yapılacaktır.

1. Meşruiyet Nedir?

Meşruiyet (legitimacy), iktidarın sadece hukuken değil, aynı zamanda toplumsal, ahlaki ve siyasi düzlemde kabul gören bir temele dayanmasını ifade eder. Weber'in klasik sınıflandırmasına göre meşruiyetin üç temel tipi vardır: geleneksel, karizmatik ve hukuki-rasyonel. Modern devletlerde ise özellikle anayasal sistemlerde hukuki-rasyonel meşruiyet esas alınır. Bu, bir iktidarın anayasaya, hukuka ve halk iradesine uygun şekilde görev yapması demektir.

Bir hükümetin seçimle gelmiş olması, onun tüm eylemlerini meşru kılmaz. Asıl meşruiyet, seçim sonrası eylemlerin anayasa ve hukukla uyumlu, halk iradesine sadık şekilde gerçekleşmesiyle devam eder. Eğer bu çizgi aşılırsa, seçilerek gelen bir yönetim dahi gayrimeşru hale gelir.

2. Seçim Beyannameleri ve Anayasal Bağlılık

Seçim beyannameleri, bir nevi toplumsal sözleşme niteliğindedir. Halk, partilere bu sözleşmeye göre oy verir. Dolayısıyla bu beyannamelerde belirtilen temel ilkelerle taban tabana zıt uygulamalar, hem toplumsal güveni zedeler hem de demokratik sistemin kendisini sorgulatır.

İktidar, seçim öncesi millete sunduğu anayasa vurgulu vaatlerle meşruiyet kazanır. Ancak seçimi kazandıktan sonra bu anayasal çizginin dışına çıkarsa, o zaman meşruiyet zeminini kaybeder. Bu durum, sadece siyasi değil hukuki sonuçlar da doğurur. Çünkü anayasal düzene aykırı davranışlar, anayasa suçun kapsamına girebilir.

3. Meşruiyeti Kaybetmenin Hukuki ve Ahlaki Sonuçları

Bir iktidarın meşruiyetini kaybetmesi, onun fiilen anayasa dışına çıkması anlamına gelir. Bu tür bir sapma, iktidarın anayasal haklarını artık temsil etmediği anlamına gelir. Şirket yönetimlerinde bile, yöneticiler sözleşmeye aykırı davrandıklarında görevden alınır, sorumlu tutulurlar. Bir devlet yöneticisinin de halkla yaptığı "anayasal sözleşmeye" sadık kalmaması, onu hesap verir hale getirir.

Bu bağlamda, anayasal düzene aykırı hareket eden bir iktidar, artık sadece muhalifleri değil, anayasa koruyucuları tarafından da sorgulanmalıdır. Hukuk kurumlarının bu aşamada sessiz kalması, anayasal düzenin çöktüğünün göstergesidir.

4. İki Yüzlülük ve Manipülatif Siyasi Pratikler

Bazı iktidarlar, seçim dönemlerinde muhaliflerini belli ideolojik kavramlar üzerinden itibarsızlaştırırken (örneğin "terörle iş birliği" ithamı), seçim sonrasında aynı yapılarla görüşmelere başvurabiliyor. Bu tür iki yüzlü politikalar, halkta ciddi bir güven kaybına neden olur. Bu durum, "siyasi pragmatizm" adı altında meşrulaştırılmaya çalışılsa da, etik ve hukuki düzlemde kabul edilemez.

Daha da vahimi, bu ikiyüzlülük üzerine yeni yasa arayışına girilmesidir. Anayasaya aykırı bir eylemi, anayasayı değiştirerek meşru hale getirme girişimi, otoriter rejimlerin klasik stratejisidir. Yani bir anayasa ihlali, başka bir anayasa değişikliği ile meşrulaştırılamaz.

5. Sayısal Çoğunlukla Meşruiyet Üretilemez

Demokratik sistemler sadece çoğunluk iradesine değil, azınlık haklarına, kuvvetler ayrılığına, hukuk devleti ilkesine ve temel insan haklarına dayanır. Sayısal çoğunluk, her türlü kararın meşru olduğu anlamına gelmez. Aksi halde demokrasi, çoğunluğun tiranlığına dönüşür.

Bu noktada, çoğunlukla anayasayı değiştirerek anayasal düzene aykırı icraatları meşru hale getirme çabası, demokrasi değil, "yasal otoriterlik" üretir. Tarihte bunun örnekleri çoktur: Nazi Almanyası da seçimle iktidara gelmiş, ama çoğunlukla anayasayı değiştirerek diktatörlüğe evrilmiştir.

6. Hukukun Rolü ve Kurumların Sorumluluğu

Hukuk kurumlarının görevi, iktidarın değil, hukukun üstünlüğünü korumaktır. Bu bağlamda, anayasa mahkemeleri, yargı kurumları, barolar ve akademik hukuk camiası, meşruiyet krizlerinde sessiz kalamaz. Sessizlik, suça ortaklık anlamına gelir.

Bu kurumların anayasal düzenin bekçiliğini yapması, sadece görev değil, ahlaki bir sorumluluktur. Eğer bu kurumlar görevlerini yapmazsa, anayasal düzene yapılan saldırılar cezasız kalır ve bu da toplumsal çöküşü hızlandırır.

7. Toplumun Rolü ve Sivil Sorumluluk

Halk, sadece seçimde oy vererek değil, aynı zamanda yöneticilerin icraatlarını sürekli sorgulayarak demokrasiyi yaşatır. Bu nedenle toplumsal farkındalık ve sivil bilinç büyük önem taşır.

Toplumun geniş kesimleri, siyasetin bu manipülatif doğasına karşı bilinçlenmeli, sorgulayıcı bir tutum takınmalıdır. Eğitim kurumları, medya ve sivil toplum kuruluşları bu bilinçlenme sürecinin taşıyıcıları olmalıdır.

8. Meşruiyet Krizinin Sonuçları

Meşruiyetin yitirilmesi sadece siyasi bir kriz doğurmaz; aynı zamanda ekonomik, sosyal ve psikolojik bir çöküşü de beraberinde getirir. Yatırımcılar güven duymaz, toplumsal huzur bozulur, bireyler devletle olan aidiyet bağını yitirir. Bu tür bir kriz, anayasal düzenin ve ulusal birliğin çökmesine kadar ilerleyebilir.

Anayasa Sadakati Bir Lüks Değil, Zorunluluktur

Sonuç olarak, bir iktidarın seçimle gelmiş olması, onun her yaptığına meşruiyet kazandırmaz. Seçim beyannameleriyle millete verilen sözler, anayasal sadakatin taahhüdüdür. Bu sözlerin çiğnenmesi, anayasal düzenin çiğnenmesidir. Meşruiyetini kaybetmiş bir iktidarın, yeni bir meşruiyet yaratma bahanesiyle anayasayı değiştirmesi, sadece kendi menfaat grubunu korumaya yönelik bir çabadır.

Hukuk kurumları, sivil toplum, akademi ve halk bu tür girişimlere karşı direnç göstermeli, anayasal düzeni ve hukuk devletini savunmalıdır. Çünkü anayasanın meşruiyeti, halkın özgürlüğünün ve geleceğinin teminatıdır.

Meşruiyeti kaybeden iktidar, itibarını ve meşruluğunu yok eder.

Meşru olmayan bir anayasa değişikliği ise, toplumsal barışı kalıcı olarak yok edebilir.

Erol Kekeç/23.04.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!