Bir toplumun çöküşü, yalnızca ekonomik veya politik krizlerle gelmez. Asıl yıkım, değerlerin ve ahlaki temellerin bilinçli bir şekilde tahrip edilmesiyle başlar. Tarih boyunca büyük medeniyetlerin yıkılışını incelediğimizde, çoğunun askeri veya ekonomik zorluklardan önce toplumsal dejenerasyona sürüklendiğini görürüz. Roma İmparatorluğu’nun çöküşü, Osmanlı’nın duraklama ve gerileme dönemleri, Endülüs’ün kaybı… Hepsi önce ahlaki ve kültürel çöküşle sarsılmış, ardından dış müdahalelerle yıkılmıştır.
Bugün içinde bulunduğumuz durum da bundan farklı değil. Yönetimlerin, toplumun ahlaki dokusunu güçlendirmesi gerekirken, tam tersine değerleri aşındıran, ahlaksızlığı teşvik eden ve yozlaşmayı normalleştiren politikalar üretmesi, toplumun kimyasını bozan en büyük etkenlerden biri haline gelmiştir. İşte bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: Yönetim, değerleri mi koruyor yoksa bilinçli bir şekilde ifsat mı ediyor?
1. Kültürel ve Ahlaki Erozyon- Eğlence Adı Altında Toplumsal Çürüme
Bugün medya kanalları ve dijital platformlar aracılığıyla gençlere ve topluma dayatılan yaşam tarzına baktığımızda, geçmişin ahlaki, vicdani ve insani değerlerinden eser kalmadığını görüyoruz. Popüler kültürün ürettiği içerikler, bireyi daha fazla tüketime, sorumsuzluğa, bencilliğe ve ahlaki boşluğa sürükleyen bir sistem üzerine kurulu. Eğlence adı altında sunulan programların, aslında insanları düşünmekten alıkoyan bir uyuşturucu işlevi gördüğünü kim inkâr edebilir?
Artık toplumsal değerleri yücelten, erdemi ön plana çıkaran, insanların vicdanına hitap eden içeriklerin yerini, çıplak teşhirin, serseriliğin, fuhşiyatın, ahlaksızlığın ve bayağılığın sahnelendiği programlar almış durumda. Üstelik bu programlar öylesine kurgulanıyor ki, izleyicilere adeta başka bir seçenek bırakılmıyor. Gündemde kalmak, ilgi çekmek ve "fenomen" olmak isteyen gençlerin yolu, ahlaki sınırları çiğnemekten geçiyor. Bunu yapmayanlar, geri plana itiliyor, görünmez hale getiriliyor.
Daha da kötüsü, bu tür programlara katılanlar, devlet eliyle ödüllendiriliyor, gençlere rol model olarak sunuluyor. Onlar, bir toplumun iffetini, ahlakını, kültürünü çürüten kişiler olmaktan çıkıp, adeta birer "başarı hikayesi" gibi anlatılıyor. Bir ülkenin bakanlığı veya resmi kurumları, toplumun en düşük seviyesine düşenleri, gençler için örnek figürler haline getiriyorsa, bu çürüme tesadüfi değil, bilinçli bir proje olarak yürütülüyor demektir.
2. Yönetim, Toplumu Kendi Yanlışlarından Uzaklaştırıyor mu?
Tarih boyunca birçok yönetim, halkı uyutmanın ve dikkatini başka yöne çekmenin çeşitli yollarını bulmuştur. Roma’daki "Ekmek ve Sirk" politikası, Fransız monarşisinin halkı müzik ve şarapla avutma çabaları, günümüz modern devletlerinin medya aracılığıyla toplumu oyalaması… Taktik hep aynıdır: Halkın gerçek sorunlara odaklanmasını engellemek ve onu tüketim, eğlence ve gündem oyunlarıyla meşgul etmek.
Bugün de büyük medya projeleri, skandallar, sosyal medya fenomenleri ve sansasyonel olaylarla insanlar asıl meselelerden uzak tutuluyor. Hangi ekonomik kriz? Hangi eğitim çöküşü? Hangi yolsuzluk dosyası? Bunları konuşmak yerine hangi şarkıcının kıyafeti olay oldu, hangi dizi karakteri kiminle aşk yaşıyor, hangi sosyal medya fenomeni ne söyledi gibi absürt ve yüzeysel meselelerle zihinler dolduruluyor.
Üstelik bu bilinçli bir politika olarak sürdürülüyor. Halkın büyük meseleleri sorgulamasını istemeyen yönetimler, onları daha basit ve sığ konulara yönlendiriyor. Bir toplum eğitimle, bilimle, sanatla, etik değerlerle yükseltilmediğinde, yerine ucuz şöhret, skandal ve magazinle meşgul edilir. Bu, yönetenlerin en bilindik stratejisidir.
3. Çözüm Ne? Kurtuluş Mümkün mü?
Bu noktada en önemli soru şudur: Bu gidişatı durdurmak mümkün mü? Eğer toplum, yönetim eliyle bile bile çürütülüyorsa, ahlak ve değerler sistematik bir şekilde erozyona uğratılıyorsa, birey olarak biz ne yapabiliriz?
Öncelikle, bizi uyutmaya çalışan mekanizmalara karşı uyanık olmak zorundayız. Hangi içeriklerin bize dayatıldığını, hangi yaşam tarzının bilinçli olarak popüler hale getirildiğini fark etmek, ilk adımdır. Kendi değerlerimizi savunmazsak, başkalarının dayattığı çürümüş değerleri yaşamak zorunda kalırız.
İkinci olarak, doğru rol modellerin öne çıkarılması gerekir. Eğer yozlaşma süreci, sığ ve ahlaksız figürlerin örnek olarak sunulmasıyla sürdürülüyorsa, bu zinciri kırmanın yolu, gerçek erdem sahiplerini ön plana çıkarmaktır. Ahlaklı, dürüst, bilgili ve erdemli insanlar popüler hale getirilmezse, gençler için yol gösterici kimse kalmaz.
Üçüncü olarak, medya, eğitim ve kültür alanında bilinçli bir karşı duruş sergilemeliyiz. Sadece eleştirmek yetmez; ahlaki ve kültürel değerleri yücelten alternatif içerikler üretmek, bilinçli bir medya okuryazarlığı geliştirmek ve gençleri bu konuda eğitmek zorundayız.
Dördüncü olarak, toplumun bu bilinç kaybına sürüklenmesine izin veren yönetim anlayışını sorgulamalıyız. Bir yönetim, toplumu gerçekten koruyup geliştirmek istiyorsa, eğlenceyi bir uyuşturucu olarak sunmak yerine onu bilinçli ve eğitici hale getirmek zorundadır.
Son olarak, toplumun ahlaki direncini yeniden inşa etmeliyiz. Namazın, inancın, irfanın, edebin, vicdanın, ahlakın bir süs değil, bir kalkan olarak görülmesi gerekiyor. Aksi halde ahlaksız yaşam, freni patlamış bir sel gibi her şeyi önüne katıp götürmeye devam edecek.
Uyanmak Zorundayız
Bugün yaşananlar sadece bir dejenerasyon süreci değil, bilinçli bir ifsat operasyonudur. Eğer bu gidişata dur demezsek, önümüzde duran tek şey bir uçurumdur. Bu yozlaşmayı durdurmak, ancak ve ancak bireysel ve toplumsal farkındalıkla mümkün olacaktır. Unutmayalım ki, tarih boyunca ahlaki çöküş yaşayan toplumlar hep bir süre sonra yok olmuşlardır. Ama bu kaçınılmaz değildir. Çünkü bir toplum kendi değerlerini yeniden inşa etmeye karar verdiğinde, onu hiçbir güç yok edemez.
Bahadır Hataylı/27.02.2025 23:55/Sancaktepe/İST