Bu Blogda Ara

29 Nisan 2025 Salı

SATILIK -Özelleştirme, Rant ve Bir Ülkenin Elden Çıkarılışı

 


1. Bir Devletin Kendini Tüketme Serüveni

Bir devlet düşünün ki, kendi elleriyle kurduğu sanayi tesislerini, halkın ortak emeğiyle var ettiği fabrikaları birer birer özelleştiriyor. Yetmiyor, ülkenin en kıymetli topraklarını, ormanlarını, sahillerini "toplu konut" projeleri bahanesiyle rant alanlarına çeviriyor. Bu da yetmiyor, yapılan pahalı konutları Arap kanallarında reklamlarını yaparak yabancılara pazarlıyor. Bu tablo, bir iflasın değil; bilinçli bir tasfiye, sistemli bir vatan satış operasyonudur.

2. Özelleştirme-Halktan çalınan ortak miras

Özelleştirme, teoride verimsizliği azaltmak, etkinliği artırmak için savunulur. Ancak uygulamada ülkemizde gerçekleşen, milli servetin yok pahasına, çoğu zaman yandaş sermayeye devredilmesi olmuştur. Çimento fabrikalarından şeker fabrikalarına, türbin sanayisinden tekstile kadar bir zamanlar iş görür şekilde çalışan tesisler; "zarar ediyor" yalanlarıyla kapatıldı, satıldı ya da peşkeş çekildi.

Sonuçlar korkunç oldu:

  • İstihdam kaybı yaşandı.

  • Yöresel kalkınma durdu.

  • Teknolojik üretim ağı kırıldı.

  • Dışa bağımlılık arttı.

  • Ülke ekonomisi spekülatif sıcak para akımlarına teslim oldu.

Halktan toplanan vergilerle kurulan bu fabrikaların satılması, devletin halkına ihanetinden başka bir şey değildi.

3. Toplu Konut Değil, Toplu Rant!

Toplu konut idareleri, sosyal devlet anlayışının gereği olarak, dar gelirli vatandaşın uygun koşullarda ev sahibi olması için kurulmuştu. Ancak zaman içinde amacından saptı.

Geldiğimiz noktada:

  • Öncelikli olarak üretim sahaları, ormanlar, su havzaları, tarım alanları imara açıldı.

  • "Rezidans", "lux villa", "prestij konut" gibi kavramlarla sadece zenginlere hitap eden, astronomik fiyatlarla satılan yapılar inşa edildi.

  • Halkın barınma sorunu çözülmediği gibi, çözüm daha da ulaşılmaz hale geldi.

Yani devlet, yoksul vatandaşın ihtiyacını karşılayacak yerde, rant çarkını besleyen bir emlak komisyoncusuna dönüştü.

4. İstanbul Rantının Araplara Pazarlanması

Son yıllarda özellikle Arap coğrafyası hedef alınarak yürütülen reklam kampanyaları, ülkemizdeki satış zihniyetinin geldiği vahim noktayı gözler önüne seriyor.

  • "Hayalinizdeki ev, İstanbul'da sizi bekliyor!"

  • "Taksim'de, Boğaziçi'nde şehre nazır bir hayat!"

Bu reklamlarla, özellikle Katar, Suudi Arabistan, Kuveyt gibi ülkelerden zengin alıcılar çekiliyor. Yerli halk artan fiyatlar yüzünden yaşam alanlarından sürgün edilirken; şehirler adeta "satılık meta"ya dönüşüyor.

Böylece:

  • Ülkenin demografik yapısı değişiyor.

  • Barınma hakkı pahalılaşıyor.

  • Topraklarımız yabancıların malı haline geliyor.

5. Kârının önünde Halk Kaybetti

Bu zihniyetin ülkeye kazandırdığı şey, sadece ıraksak bir ekonomik "büyük rakam" gösterisidir. Gerçekte ise kaybettirdikleri:

  • Milli sanayi.

  • Güvenli istihdam.

  • Gıda ve enerji bağımsızlığı.

  • Toplumsal adalet.

  • Şehir kimliği ve yaşam alanları.

İnsanların köylerini, mahallelerini terk ederek kimliksiz toplu konutlara sığınmaları, bu kaybın en görünür örneğidir.

6. Bir Ülkenin Satılık Olmasının Sonuçları

Satılık hale getirilen bir ülkenin bekleyen akıbeti şudur:

  • Egemenlik kaybı.

  • Siyasi ve ekonomik kararların dış güçlere bağlı hale gelmesi.

  • İç huzursuzluk ve toplumsal çatışma.

  • Kimlik erozyonu.

Devletin varlığı, sadece bir bayrak ve marştan ibaret değildir; o bayrağın dalgalandığı toprak, o toprağın üretimi, halkın birliği de devletin ta kendisidir.

7. Çıkış-Yeniden Milli Ekonomi ve Adalet

Bir ülkenin satılık bir meta haline gelmesini engellemek için atılması gereken adımlar vardır:

  • Stratejik sanayilerin kamu eliyle yeniden canlandırılması.

  • Toplumsal faydayı önceleyen ekonomik model kurulması.

  • Toprağın, suyun, ormanın satışını kesin yasaklayan kanunlar.

  • Yabancılara toprak satışını sınırlandıran milli politikalar.

  • Halkın barınma hakkını sosyal devlet anlayışıyla gerçekleştirmek.

Gerçek kurtuluş, özüne, toprağına, üretimine ve halkına sahip çıkan bir yeniden dirilişle mümkün olacaktır.

Ey ülkemin insanı,

Büyük tabelalar, şaşalı reklamlara aldanma. Toprağından, suyundan, ormanından vazgeçme. Satılık hayallerin değil, özgür yarınların inşacısı ol.

Çünkü bir vatanın sahibi olmak, önce onu satmamaktan geçer!

Bahadır Hataylı/18.02.2025/Namazgah/İST

Kurumsallaşmış Devletleşmiş Dini Otoriteler ve Halkların Efsunlanması

İnsanlık tarihi boyunca din, bireylerin iç dünyasına dokunan en derin güçlerden biri olmuştur. Dinin özü, insanı hem ruhen arındırmak hem de yaşamını anlamlı kılmak üzere bir çağrıdır. Ancak bu saf ve özgür çağrı, tarihsel süreçte bazı odaklar tarafından kurumsallaştırılarak bir iktidar aracına dönüştürülmüştür. Din adına kurulan bu yapılar, zamanla kendilerini ilahlaştırarak, insanları özgürleştirmek yerine kitleleri tahakküm altına alan dünya merkezli oluşumlar hâline gelmiştir. Bu nedenle kurumsallaşmış dini otoritelerin kurtuluşa götüreceğine inanmak, aslında kurtuluşu olmayan karanlıklara sürüklenmektir.

Nasıl ki mal ve mülk, belli ellerde toplanarak bir devletleşme süreci ile yozlaşabiliyorsa, din de belirli kurumların tekelinde benzer bir yozlaşmaya uğramaktadır. Malın devletleşmesi nasıl bireysel mülkiyet hakkını ortadan kaldırıp zenginliğin birkaç ailenin, birkaç grubun elinde toplanmasına sebep oluyorsa, dinin devletleşmesi de bireyin Allah ile arasına aracılar sokarak ruhani özgürlüğü yok etmektedir.

Bu bağlamda Karl Marx’ın "Din, halkların afyonudur" sözü büyük bir derinlik kazanır. Marx’ın eleştirisi, salt dine değil, dinin yozlaşmış, kurumsal ve iktidar odaklı kullanım biçimine yöneliktir. Din, gerçek anlamda bireysel bir tefekkür ve ahlaki bir yükseliş aracı olmaktan çıkarılıp, mevcut düzeni koruma, itaat ettirme ve kitleleri uyuşturma işlevi gören bir mekanizma hâline geldiğinde, afyon etkisi göstermektedir.

Marx’ın görüşü bu bağlamda şunları vurgular:

  • Dini kurumlar, mevcut düzenin değişmesini engelleyen, insanları kaderciliğe ve pasifliğe mahkûm eden bir uyuşturucu gibidir.

  • Halk, yeryüzündeki adaletsizliklere karşı başkaldırmak yerine, kurumsal dinin telkin ettiği "sabır, tevekkül" gibi değerlerle avunur.

  • Böylece, iktidar sahipleri hem ruhları hem de bedenleri kontrol altında tutmuş olur.

Modern çağda da bu mekanizma farklı biçimlerde devam etmektedir. Televizyonlardan vaaz veren din adamlarının saraylarda yaşadığı, dini yapılarla mafya ilişkilerinin iç içe geçtiği günümüz dünyasında Marx’ın bu eleştirisi taptaze bir gerçekliktir.

Tarihten ve Günümüzden Örnekler

Ortaçağ Katolik Kilisesi: Avrupa’da Ortaçağ boyunca kilise sadece bir dini kurum değil, aynı zamanda en büyük toprak sahibi ve siyasi bir güçtü. Papalık, krallar üzerinde bile yetki iddia ederken, sıradan halkın dini duygularını kullanarak onlardan vergi topluyor, aforoz tehdidiyle insanları sindiriyordu. "Endüljans" adı altında cennet vaat edilerek para toplanması, dinin nasıl dünyevileştirildiğinin en çarpıcı örneklerindendir.

İslam Dünyasında Kurumsallaşma: İslam'ın ilk dönemlerinde, Peygamber Efendimiz (sav) dinî tebliği doğrudan bireylerin kalbine yönelik bir davet olarak yapıyordu. Ancak sonraki yüzyıllarda özellikle Abbasi ve Osmanlı dönemlerinde dinî kurumlar (ulema sınıfı, şeyhülislamlık makamı gibi) siyasi otoritelerle iç içe geçerek, zaman zaman iktidarın meşruiyet aracı hâline geldi. Dinî otoritenin devlet aygıtına dönüşmesi, halkı özgürleştirmekten çok, onları itaate zorlayan bir yapıya evrildi.

Modern Dini Yapılar: Günümüzde de çeşitli ülkelerde "devlet destekli din" anlayışı sürmektedir. Resmi dinî kurumlar, iktidarın politikalarını dini bir meşruiyet perdesiyle kaplama görevini üstlenmekte; sorgulamayan, itaat eden bir toplum modeli inşa edilmektedir. Bireysel inancın yerini devletin onayladığı inanç biçimleri almakta, dinî düşünce özgürlüğü sınırlandırılmaktadır.

Amerika’da Evanjelik Hristiyanlar, özellikle son 50 yılda dinî duyguları kullanarak siyasete yön vermişlerdir.
Başkan adaylarının dini kimliği üzerinden destek toplaması, Evanjelik kiliselerin bağış ve oy pazarlıkları yapması, dinin devlet gücüyle nasıl iç içe geçtiğini göstermektedir.

Kitlelerin Efsunlanması Nasıl Gerçekleşiyor?

  1. Mutlak Otorite İddiası: Kurumsal dini yapılar kendilerini sorgulanamaz, eleştirilemez ilan ederek, Tanrısal mutlakıyeti kendi otoritelerine transfer ederler.

  2. Korku ve Ümit Arasındaki Sarkaç: Cennet ve cehennem kavramları, bireyin ruhsal olgunlaşması için birer teşvik ve uyarı aracı iken; kurumsal yapıların elinde birer tehdit ve ödül mekanizmasına dönüşür.

  3. İtaatin Kutsanması: Sorgulama, düşünme, eleştirme gibi bireysel yetenekler "günah" veya "sapıklık" olarak etiketlenir. Körü körüne itaati bir erdem olarak sunarlar.

  4. Mal ve Mülk Üzerinden Denetim: Din adına toplanan bağışlar, zekâtlar, vergiler; çoğu zaman şeffaflık ilkesinden uzak bir şekilde kullanılır ve bu da maddi çıkarı amaçlayan bir ifsata yol açar.

  5. Toplumsal Normların Dini Motiflerle Sürdürülmesi: Mevcut düzen, dini normlar aracılığıyla mutlaklaştırılır; "Allah’ın düzeni" diye sunulan yapılar, aslında iktidarın kurduğu sosyal hiyerarşilerdir.

Gerçek Bir Dini Diriliş Nasıl Mümkün Olabilir?

  • Bireysel İman: Din, bireyin doğrudan Allah ile olan bağını güçlendirmeli, araya dünyevi otoriteler koymamalıdır. Kendi aklı, vicdanı ve tefekkürüyle inancını oluşturan bireyler özgür olabilir.

  • Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik: Dini kurumlar varsa bile, bunlar şeffaf olmalı, kamuoyuna hesap verebilmeli ve herhangi bir dünyevi otoriteye hizmet etmemelidir.

  • İnançta Çoğulculuk: İnsanlar farklı dini anlayışlara sahip olabilmelidir. Devlet veya resmi kurumlar herhangi bir mezhebi, yorumu veya dini grubu diğerine üstün tutmamalıdır.

  • Evrensel Ahlak: Din, sadece ritüellerden ibaret değil, ahlaki değerlerin yaşanması olmalıdır: Adalet, merhamet, doğruluk, tevazu gibi evrensel ilkeler esas alınmalıdır.

  • Sorgulama ve Tefekkürün Teşviki: Dinî öğretiler, bireyleri düşünmeye, sorgulamaya, derinleşmeye davet etmelidir; dogmatik kör itaate değil.

Kurumsallaşmış dini yapılar, tarihi süreç içinde dinin özgürleştirici özünü boğmuş, onu iktidar ve servet temelli bir sisteme dönüştürmüştür. Marx’ın "din halkların afyonudur" sözü, tam da bu dönüşüme işaret eder. Din, saf haliyle insanı özgürleştirirken; iktidarın elinde bir araç olduğunda onu köleleştirir. Kurtuluş ise, dinin özüne, bireysel iman ve ahlaki dirilişe dönüşle mümkündür. Aksi takdirde, insanlık kurtuluşu dini görünen, fakat karanlık olan labirentlerde aramaya devam edecektir.

Bahadır Hataylı/20.02.2025/Namazgah/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!