İnsanlık tarihi boyunca din, bireylerin iç dünyasına dokunan en derin güçlerden biri olmuştur. Dinin özü, insanı hem ruhen arındırmak hem de yaşamını anlamlı kılmak üzere bir çağrıdır. Ancak bu saf ve özgür çağrı, tarihsel süreçte bazı odaklar tarafından kurumsallaştırılarak bir iktidar aracına dönüştürülmüştür. Din adına kurulan bu yapılar, zamanla kendilerini ilahlaştırarak, insanları özgürleştirmek yerine kitleleri tahakküm altına alan dünya merkezli oluşumlar hâline gelmiştir. Bu nedenle kurumsallaşmış dini otoritelerin kurtuluşa götüreceğine inanmak, aslında kurtuluşu olmayan karanlıklara sürüklenmektir.
Nasıl ki mal ve mülk, belli ellerde toplanarak bir devletleşme süreci ile yozlaşabiliyorsa, din de belirli kurumların tekelinde benzer bir yozlaşmaya uğramaktadır. Malın devletleşmesi nasıl bireysel mülkiyet hakkını ortadan kaldırıp zenginliğin birkaç ailenin, birkaç grubun elinde toplanmasına sebep oluyorsa, dinin devletleşmesi de bireyin Allah ile arasına aracılar sokarak ruhani özgürlüğü yok etmektedir.
Bu bağlamda Karl Marx’ın "Din, halkların afyonudur" sözü büyük bir derinlik kazanır. Marx’ın eleştirisi, salt dine değil, dinin yozlaşmış, kurumsal ve iktidar odaklı kullanım biçimine yöneliktir. Din, gerçek anlamda bireysel bir tefekkür ve ahlaki bir yükseliş aracı olmaktan çıkarılıp, mevcut düzeni koruma, itaat ettirme ve kitleleri uyuşturma işlevi gören bir mekanizma hâline geldiğinde, afyon etkisi göstermektedir.
Marx’ın görüşü bu bağlamda şunları vurgular:
-
Dini kurumlar, mevcut düzenin değişmesini engelleyen, insanları kaderciliğe ve pasifliğe mahkûm eden bir uyuşturucu gibidir.
-
Halk, yeryüzündeki adaletsizliklere karşı başkaldırmak yerine, kurumsal dinin telkin ettiği "sabır, tevekkül" gibi değerlerle avunur.
-
Böylece, iktidar sahipleri hem ruhları hem de bedenleri kontrol altında tutmuş olur.
Modern çağda da bu mekanizma farklı biçimlerde devam etmektedir. Televizyonlardan vaaz veren din adamlarının saraylarda yaşadığı, dini yapılarla mafya ilişkilerinin iç içe geçtiği günümüz dünyasında Marx’ın bu eleştirisi taptaze bir gerçekliktir.
Tarihten ve Günümüzden Örnekler
Ortaçağ Katolik Kilisesi: Avrupa’da Ortaçağ boyunca kilise sadece bir dini kurum değil, aynı zamanda en büyük toprak sahibi ve siyasi bir güçtü. Papalık, krallar üzerinde bile yetki iddia ederken, sıradan halkın dini duygularını kullanarak onlardan vergi topluyor, aforoz tehdidiyle insanları sindiriyordu. "Endüljans" adı altında cennet vaat edilerek para toplanması, dinin nasıl dünyevileştirildiğinin en çarpıcı örneklerindendir.
İslam Dünyasında Kurumsallaşma: İslam'ın ilk dönemlerinde, Peygamber Efendimiz (sav) dinî tebliği doğrudan bireylerin kalbine yönelik bir davet olarak yapıyordu. Ancak sonraki yüzyıllarda özellikle Abbasi ve Osmanlı dönemlerinde dinî kurumlar (ulema sınıfı, şeyhülislamlık makamı gibi) siyasi otoritelerle iç içe geçerek, zaman zaman iktidarın meşruiyet aracı hâline geldi. Dinî otoritenin devlet aygıtına dönüşmesi, halkı özgürleştirmekten çok, onları itaate zorlayan bir yapıya evrildi.
Modern Dini Yapılar: Günümüzde de çeşitli ülkelerde "devlet destekli din" anlayışı sürmektedir. Resmi dinî kurumlar, iktidarın politikalarını dini bir meşruiyet perdesiyle kaplama görevini üstlenmekte; sorgulamayan, itaat eden bir toplum modeli inşa edilmektedir. Bireysel inancın yerini devletin onayladığı inanç biçimleri almakta, dinî düşünce özgürlüğü sınırlandırılmaktadır.
Amerika’da Evanjelik Hristiyanlar, özellikle son 50 yılda dinî duyguları kullanarak siyasete yön vermişlerdir.
Başkan adaylarının dini kimliği üzerinden destek toplaması, Evanjelik kiliselerin bağış ve oy pazarlıkları yapması, dinin devlet gücüyle nasıl iç içe geçtiğini göstermektedir.
Kitlelerin Efsunlanması Nasıl Gerçekleşiyor?
Mutlak Otorite İddiası: Kurumsal dini yapılar kendilerini sorgulanamaz, eleştirilemez ilan ederek, Tanrısal mutlakıyeti kendi otoritelerine transfer ederler.
Korku ve Ümit Arasındaki Sarkaç: Cennet ve cehennem kavramları, bireyin ruhsal olgunlaşması için birer teşvik ve uyarı aracı iken; kurumsal yapıların elinde birer tehdit ve ödül mekanizmasına dönüşür.
İtaatin Kutsanması: Sorgulama, düşünme, eleştirme gibi bireysel yetenekler "günah" veya "sapıklık" olarak etiketlenir. Körü körüne itaati bir erdem olarak sunarlar.
Mal ve Mülk Üzerinden Denetim: Din adına toplanan bağışlar, zekâtlar, vergiler; çoğu zaman şeffaflık ilkesinden uzak bir şekilde kullanılır ve bu da maddi çıkarı amaçlayan bir ifsata yol açar.
Toplumsal Normların Dini Motiflerle Sürdürülmesi: Mevcut düzen, dini normlar aracılığıyla mutlaklaştırılır; "Allah’ın düzeni" diye sunulan yapılar, aslında iktidarın kurduğu sosyal hiyerarşilerdir.
Gerçek Bir Dini Diriliş Nasıl Mümkün Olabilir?
Bireysel İman: Din, bireyin doğrudan Allah ile olan bağını güçlendirmeli, araya dünyevi otoriteler koymamalıdır. Kendi aklı, vicdanı ve tefekkürüyle inancını oluşturan bireyler özgür olabilir.
Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik: Dini kurumlar varsa bile, bunlar şeffaf olmalı, kamuoyuna hesap verebilmeli ve herhangi bir dünyevi otoriteye hizmet etmemelidir.
İnançta Çoğulculuk: İnsanlar farklı dini anlayışlara sahip olabilmelidir. Devlet veya resmi kurumlar herhangi bir mezhebi, yorumu veya dini grubu diğerine üstün tutmamalıdır.
Evrensel Ahlak: Din, sadece ritüellerden ibaret değil, ahlaki değerlerin yaşanması olmalıdır: Adalet, merhamet, doğruluk, tevazu gibi evrensel ilkeler esas alınmalıdır.
Sorgulama ve Tefekkürün Teşviki: Dinî öğretiler, bireyleri düşünmeye, sorgulamaya, derinleşmeye davet etmelidir; dogmatik kör itaate değil.
Kurumsallaşmış dini yapılar, tarihi süreç içinde dinin özgürleştirici özünü boğmuş, onu iktidar ve servet temelli bir sisteme dönüştürmüştür. Marx’ın "din halkların afyonudur" sözü, tam da bu dönüşüme işaret eder. Din, saf haliyle insanı özgürleştirirken; iktidarın elinde bir araç olduğunda onu köleleştirir. Kurtuluş ise, dinin özüne, bireysel iman ve ahlaki dirilişe dönüşle mümkündür. Aksi takdirde, insanlık kurtuluşu dini görünen, fakat karanlık olan labirentlerde aramaya devam edecektir.
Bahadır Hataylı/20.02.2025/Namazgah/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder