Tevhidi bir yaşam, insanlığı hakka ve adalete ulaştırırken, onun karşısında sorgulamayı reddeden, körü körüne otoriteye boyun eğen, aklını ve vicdanını kullanmayan topluluklar karanlık bir zillet içinde yaşamaya mahkûm olmuşlardır. Bu durum, toplumsal dokuyu çürüten bir veba gibi her yeri sardığında, insanları hakikatten uzaklaştırır ve insanlığın körelmesine neden olur. Kur’an’ın bu zillet yaşamları tanımlayan ve kınayan ayetleri, bu tür insanların ve toplumların özelliklerini gözler önüne sererken, aynı zamanda uyarıcı bir rehberlik sunmaktadır.
Tevbe Suresi, 31. ayet, insanların sorgulamadan dini otoriteleri ilahlaştırmasının ne denli büyük bir sapkınlık olduğunu dile getirir. “Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa onlar, sadece bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı.” İnsanların, Allah’tan başka mercilere koşulsuz itaat ederek akıl ve vicdanlarını ipotek etmeleri, tevhidin ruhunu zedeler ve zulmün yerleşmesine sebep olur. Böyle topluluklar, ilahî emirden yüz çevirip liderlerini yüceltir ve kendi karanlıklarını üretirler.
Ahzab Suresi, 67-68. ayetlerde, körü körüne liderlerine tabi olan insanların pişmanlıklarını şu şekilde dile getirdikleri aktarılır: “Ey Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik; onlar da bizi doğru yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki katını ver ve onları büyük bir lanetle lanetle.” Bu insanlar, akıl ve vicdanlarını terk ederek kendi hezimetlerini hazırlamışlardır. Adeta bir sürü gibi yönetilen bu insanlar, sonunda yalnızca kendi köleleşmelerini hızlandırmıştır.
Şuara Suresi, 97-98. ayetlerde, batıl yolların yolcuları şöyle bir itirafta bulunur: “Vallahi, biz apaçık bir sapkınlık içindeydik. Çünkü sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.” İlahi hakikatten saparak kendilerine sahte rabler edinenler, dünyada inşa ettikleri bu batıl düzenin ahirette yıkılışını acıyla izlerler. Bu, toplumsal körlüğün en net ifadesidir.
Yasin Suresi, 60-62. ayetlerde, insanlığa verilen açık uyarılar dile getirilir: “Ey Âdemoğulları! Ben size, ‘Şeytana tapmayın; çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır’ demedim mi? Bana kulluk edin. İşte bu, doğru yoldur. Andolsun ki o (şeytan), sizden birçok nesli başarıyla yoldan çıkarmıştı. Hâlâ aklınızı kullanamayacak mısınız?” Bu uyarı, insanın akıl ve iradesini kullanarak şeytani yollardan uzaklaşmasını öğütler. Ancak bir toplum, şehvet ve ihtirasların kölesi olmuşsa, bu çağrı karşılıksız kalır.
Hacc Suresi, 46. ayette düşünmeme gafletine dikkat çekilir: “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendileriyle düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; ama göğüslerdeki kalpler kör olur.” Bu ayet, manevi körlüğün ve zihinsel ataletten doğan felaketin ifadesidir. Bu tür insanlar, gördüklerini anlamaz, duyduklarını kavrayamaz ve hakikati idrak edemez hale gelirler.
Furkan Suresi, 43. ayette kişinin nefsini ilahlaştırması şöyle kınanır: “Heva ve hevesini (arzusunu) ilah edinen kimseyi gördün mü?” Toplumun bireyleri, kendi ihtiras ve tutkularını putlaştırdığında, hakikatin yerini boş bir kibir alır ve toplum tefrikaya sürüklenir. Bu kibir, yozlaşmanın temel taşlarından biridir.
Bakara Suresi, 18. ayette manevi körlük, sağırlık ve dilsizlik metaforlarıyla şu şekilde anlatılır: “Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu nedenle hakka dönmezler.” Bu kişiler, hakikatin ışığını görmekten ve onu ifade etmekten yoksundur; adeta kendi oluşturdukları bataklıkta çırpınırlar.
Hud Suresi, 28. ayette, Nuh Peygamber’in şu sözü aktarılır: “Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden açık bir delil üzere bulunuyorsam ve O, kendi katından bana bir rahmet verdiyse, size de onu göremediyseniz, biz sizi ona zorla mı ulaştıracağız?” İnsanların önyargıları, hakikate karşı duyarsızlıkları ve inkârları onları kurtuluştan uzaklaştırır.
Bu ayetlerin her biri, karanlığa gömülen toplumların ortak özelliklerini tanımlar: akıl ve iradenin rafa kaldırıldığı, körü körüne bir itaatin benimsendiği ve heva ile hevesin yaşamın belirleyicisi haline geldiği bir yaşam. Bu yaşam biçimi, sadece bireyin değil, toplumun da yozlaşmasına, insan onurunun zedelenmesine ve adaletin yerini zulmün almasına yol açar. Tevhidi yaşam, bu karanlığı ortadan kaldırmayı hedefler ve hakikati diriltmek için bir kurtuluş yolu sunar.
Erol Kekeç/24.01.2025/Namazgah/İST