Efendilerinin bevlini şifa niyetiyle içip huzura kavuşacağını sanırlar... Ne büyük bir yanılgıdır bu! Kendi ayakları üzerinde duramayıp başkalarının gölgesinde serinleyenler, kendi aklını kullanmak yerine başkalarının aklına bel bağlayanlar, kendi iradesini bir başkasına teslim edenler... Böyleleri, zayıflıklarını güç zanneder, köleliklerini özgürlük sanırlar. Onlar, içtikleri bu zehrin kendilerini kurtaracağını sanır, fakat aslında sadece yok oluşa kanat açarlar.
Bu söz, toplumların en büyük hastalığını işaret eder: Körü körüne biat etmek. Akıllarını kiraya veren, sorgulamayı unutmuş, düşünme tembelliğine kapılmış kitlelerin dramını anlatır. Öyle ki, bu kitleler efendilerine o kadar bağlıdır ki onların sözünden çıkmayı günah, itaat etmeyi ibadet sayar. Oysa hakikat, onların düşündüğünden çok daha acıdır. Çünkü bu teslimiyet, onları kurtuluşa değil, yavaş yavaş yok oluşa götürür.
Efendilerin Gölgesinde Yaşamak
Efendilerinin gölgesinde yaşamayı alışkanlık haline getirenler, asla kendi gölgelerini göremezler. Onlar, varlıklarını efendilerinin varlığına bağlar, onların kudretiyle ayakta kalır, onların sözleriyle düşünürler. Kendi fikirlerini üretmekten aciz oldukları için başkalarının fikirlerini benimser, kendi iradeleriyle hareket edemedikleri için başkalarının iradelerine teslim olurlar.
Bu durumun en tehlikeli yanı, bu zavallıların bunu bir erdem sanmasıdır. Kendi düşünceleri yoktur, çünkü düşünmek zahmetlidir. Sorgulamazlar, çünkü sorgulamak cesaret ister. Kolay olanı seçerler: İtaat etmek, biat etmek, sadakat göstermek... Bu kolaylığı huzur zannederler, oysa bu sadece köleliğin rahatlığıdır.
Bu kimseler, efendilerinin gücünü kutsallaştırır, onların sözlerini mutlak hakikat olarak kabul ederler. Her dediğini doğru, her yaptığını mükemmel görürler. Ne kadar yanıldıklarını fark edemezler çünkü gözleri kör, kulakları sağırdır. Sadece efendilerinin söylediklerini duyar, onların gösterdiklerini görürler. Gerçekleri görmektense, yalanların sıcak kucağında uyumayı tercih ederler.
İçilen Zehir ve Huzurun Aldatıcı Gölgesi
Efendilerinin bevlini şifa niyetiyle içmek... Ne tuhaf bir benzetme! Ama o kadar da anlamlı ki... Çünkü bu kimseler, efendilerinden gelen her şeyi şifa niyetiyle içerler: Sözlerini, emirlerini, yalanlarını, vaatlerini... Hepsini sorgusuz sualsiz kabul ederler. Onların düşünceleriyle beslenir, onların arzularıyla yönlenirler.
Bu besleniş, aslında bir zehirleniştir. Çünkü bu düşünceler onlara ait değildir, bu arzular onların değildir. Başkalarının aklıyla düşünenler, başkalarının iradesiyle hareket edenler nasıl huzur bulabilir ki? Başkalarının hayalleriyle avunanlar, kendi kâbuslarını yaşamaya mahkûmdur.
Bu kimseler, efendilerinin huzur vaatlerine inanır, onların gösterdiği sahte cennetlere kanar. Halbuki bu cennetler, sadece birer illüzyondur. Zehirlenmiş bir zihinle huzur bulunmaz. Çünkü bu zihinler, özgürlüğünü kaybetmiş, iradesini teslim etmiş, benliğini yitirmiştir.
Yok Oluşa Kanat Açmak
Efendilerine teslim olanlar, kendi varlıklarını inkâr edenlerdir. Onlar, yok oluşa kanat açar çünkü kendi benliklerinden vazgeçmişlerdir. Başkalarının düşünceleriyle var olmayı seçenler, kendi düşüncelerini öldürmüşlerdir. Kendi düşüncesi olmayanın da kendi varlığı olamaz. Onlar, yaşayan ölülerdir.
Bu yok oluş, sadece bireysel değildir; toplumsaldır da. Çünkü bu kimseler, sadece kendi benliklerini kaybetmekle kalmaz, toplumun da aklını köreltir, iradesini felç eder. Toplumlar, bireylerin toplamıdır. Bireyler düşünmüyorsa, toplum da düşünemez. Bireyler sorgulamıyorsa, toplum da sorgulamaz. Bireyler özgür değilse, toplum da özgür olamaz.
Efendiler ve Köleler-İki Taraflı Dram
Bu hikâyenin bir de diğer yüzü vardır: Efendiler. Onlar, güçlerini bu körü körüne biat edenlerden alır. Onların varlığı, bu itaat edenlerin varlığına bağlıdır. Eğer kimse onlara tapmazsa, güçlerini kaybederler. İşte bu yüzden, efendiler kölelerine muhtaçtır.
Onlar, kölelerini kandırmak için türlü yalanlar söyler, sahte vaatler verir. Onlara sahte cennetler gösterir, sahte düşmanlar yaratır. Çünkü korku olmadan itaat olmaz. Böylece köleler, hayali düşmanlardan korkarak efendilerine sığınır, onların korumasına ihtiyaç duyarlar. Halbuki asıl tehlike, bu efendilerin ta kendisidir.
Özgürlüğe Giden Yol
Peki, bu döngüyü kırmak mümkün müdür? Elbette mümkündür, fakat zordur. Çünkü bu zehri içenler, onun zehir olduğunu kabul etmez. Onlar, bunu şifa niyetiyle içmiş ve iyileşeceklerini sanmışlardır. Bu yanılgıyı yıkmak için önce hakikati görmeleri gerekir.
Hakikati görmek ise cesaret ister. Kendini kandırmanın rahatlığını terk etmek gerekir. Yalanların sıcak kucağından kalkıp, gerçeklerin soğuk yüzüne bakmak gerekir. Korkmadan, kaçmadan, saklanmadan... Çünkü özgürlük, ancak hakikati görebilenlerin hakkıdır.
Kendi Aklınla Düşün, Kendi İradenle Yaşa
Efendilerinin bevlini şifa niyetiyle içip huzura kavuşacağını sananlar, yok oluşa kanat açarlar. Çünkü bu teslimiyet, kendi benliğini yok saymaktır. Bu itaat, kendi iradeni öldürmektir. Kendi aklını kullanmayan, başkalarının kölesi olur.
O halde, kendi aklınla düşün! Kendi iradenle yaşa! Başkalarının gölgesinde serinlemek yerine, kendi ışığınla aydınlan. Çünkü özgürlük, ancak kendi gölgesinden korkmayanların hakkıdır.
Unutma: “Efendilerinin bevlini şifa niyetiyle içenler, ancak yok oluşa kanat açarlar.”
Sen, yok oluşa değil; hakikate kanat aç!
Erol Kekeç/13.02.2025/Sancaktepe/İST