Bugün İslam coğrafyasını incelediğimizde, iç çatışmaların ve mezhepçi ayrılıkların Müslümanların gerçek düşmanlarını gözden kaçırmalarına sebep olduğunu açıkça görebiliriz. Şia-Sünni ayrımı üzerinden yaratılan fitne, emperyalizmin en büyük silahlarından biri haline gelmiştir. Bu ayrımın ne kadar derinleştirildiğini, Müslümanların birbirleriyle uğraşırken asıl düşmanlarına karşı nasıl hareketsiz kaldıklarını anlamak için bazı temel gerçeklere bakmak gerekiyor.
Bugün Siyonizm ve emperyalizm karşısında fiilen direnen kimler? Lübnan'da Hizbullah, Filistin’de Hamas, Yemen’de Husiler… Ancak ne ilginçtir ki, bu gruplar sadece emperyalistlerin değil, Sünni dünyasının da bir kısmının hedefinde. Oysa gerçekte Siyonist işgale karşı savaşan bu hareketlerden başka bir aktör var mı? Sünni ya da Şii fark etmeksizin, kim emperyalizme karşı bir duruş sergiliyorsa sistematik bir şekilde hedef haline getiriliyor.
Gerçek Düşman Kim?
Bu noktada bazı kritik sorular sormak gerekiyor: Devlet bazında İsrail’e karşı doğrudan direnen kim var? Yemen ve İran dışında Siyonistlere doğrudan bir tehdit oluşturan ülke görüyor muyuz? Hayır. Ancak bu iki ülke sürekli olarak Batı ve bölgedeki müttefikleri tarafından tehdit ediliyor, yaptırımlara maruz kalıyor. Hatta Sünni dünyadan bazı sesler bile "İran tehlikesinden" bahsediyor. Oysa bu anlatı, emperyalizmin elindeki en büyük silahlardan biri.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken şey, emperyalizmin Müslümanlar arasındaki ayrımları nasıl kullandığıdır. Mezhebi farklılıklar kullanılarak bir grup hain, bir grup düşman ilan ediliyor. Ancak kimse bu sürecin arkasında kimin olduğunu sorgulamıyor. Bir taraftan İsrail’in bölgedeki varlığına ses çıkarılmazken, diğer taraftan İran’ın ve onun desteklediği hareketlerin her hamlesi eleştiriliyor.
Azerbaycan ve İran Üzerinden Oynanan Oyunlar
Örneğin Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmalar gündeme geldiğinde, "İran neden Azerbaycan’ı desteklemiyor?" sorusu ortaya atılıyor. Ancak kimse Azerbaycan’ın İsrail’e sağladığı petrol desteğinden bahsetmiyor. Daha da ötesi, Türkiye üzerinden aktarılan enerji hatlarıyla İsrail'in ekonomik varlığı korunuyor. İran ise Siyonist tehlikeye karşı direnç gösterdiğinde "Savaş çıkarmak istiyor" yaftasıyla suçlanıyor. Gerçekleri görmek bu kadar zor mu?
Azerbaycan topraklarında "Akıllı Köy" adı altında İsrail’in kurmaya çalıştığı askeri üsler gündeme gelmiyor. Ancak İran’ın, Siyonist tehdide karşı verdiği tepki her zaman "mezhepçi" bir bakış açısıyla değerlendiriliyor. Müslümanların çıkarlarını gerçekten gözeten kimse, düşmanın Siyonizm olduğunu fark etmelidir. Ancak bu gerçeği göz ardı edenler, emperyalist propagandaların esiri olmaktan kurtulamıyor.
Suriye ve Katar Üzerinden Dönen Oyunlar
Suriye’de yaşanan süreç de benzer bir planın ürünüydü. Esad’ın ordusundaki üst düzey komutanlara Katar üzerinden rüşvet verilerek ordudan ayrılmaları sağlandı. Muhalifler bir anda Suriye’nin yönetimini ele geçirdi. Ancak ilginçtir ki, İsrail Suriye’ye saldırdığında bu sözde "muhaliflerin" sesi hiç çıkmadı. İsrail, Suriye savunmasını tamamen yok etti, topraklarına çit çekerek sınırlarını genişletti ama Suriyeli muhalifler bunu görmezden geldi. Ancak Hizbullah’ın Lübnan’da varlık göstermesi bir tehdit olarak lanse edildi.
Şimdi soralım: Kim gerçekten emperyalizme hizmet ediyor? İsrail, yıllardır işgal ettiği topraklarda Müslümanları katlederken, Filistin’e destek veren gruplar "radikal" ya da "terörist" olarak gösteriliyor. Oysa asıl tehdit, Siyonizmin elini güçlendirenlerdir. Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi ülkeler, İsrail’in çıkarlarına zarar verecek her harekete karşı refleks gösterirken, neden Husilerin Kızıldeniz’de İsrail gemilerini vurmasını tehdit olarak görüyorlar?
Türkiye’nin Konumu-Pragmatizm mi, Manipülasyon mu?
Türkiye özelinde bakıldığında ise durum daha karmaşıktır. İsrail’i korumak için kurulan radar sistemleri, süregelen ticaret anlaşmaları ve Gazze’ye yardım götürmek için günlerce bekletilen gemiler, bölgedeki siyasetle ilgili ciddi soru işaretleri yaratıyor. Halk meydanlara inip "Filistin için" sloganlar atarken, İsrail gemilerine lojistik destek sağlanması, gösterilerle manipüle edilen bir kamuoyunun varlığını kanıtlıyor.
Üstelik "Lozan Antlaşması’nın sona ermesiyle Türkiye’nin tüm madenlerini çıkaracağı" gibi asılsız propagandalarla, toplumun dikkatinin gerçeklerden uzaklaştırılması sağlanıyor. Emperyalizme karşı gerçekten dik duracak bir duruş sergilenmezse, söylemlerin hiçbir anlamı olmayacaktır.
Hakikat Nedir?
Bugün İslam dünyasında mezhepler üzerinden bölünme yaşanırken, esas düşman Siyonizm ve emperyalizmdir. Mezhep farklılıkları, Müslümanların birbirlerini düşman olarak görmesine yol açıyor ve emperyalizm tam da bunu istiyor. Oysa hak ile batıl arasındaki ayrımı yapmak için Kur'an yeterlidir. Kim Siyonizm’e karşı duruyorsa, kim emperyalizmin boyunduruğuna girmemek için mücadele ediyorsa, işte hak odur.
Mezhebi ve etnik unsurlar üzerinden bir ayrım yaparak Müslümanları parçalamak, sadece emperyalizmin çıkarlarına hizmet eder. Gerçek anlamda özgürlük ve bağımsızlık için bu oyunları görmek ve ifşa etmek gerekmektedir. Hakikatin peşinden gitmeyenler, sonunda kendilerini Siyonizm'in esaretinde bulacaktır.
İşte bu yüzden, bugün mezhep ya da etnik kimliklerimizden ziyade, emperyalizme karşı kimin gerçekten mücadele ettiğini ve kimin bu sömürü düzeninin bir parçası olduğunu sorgulamalıyız. Aksi takdirde, düşman olarak gösterilenler gerçekte hakikatin savunucusu olabilirken, dost sandıklarımız bizleri esarete sürükleyenler çıkabilir. Akıl ve irademizle düşünmeli, Kur'an’ın ışığında hakikati görmeliyiz.
Özellikle Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi ülkelerin emperyalizmin finansörleri olarak nasıl hareket ettiklerini görmekteyiz. Bu ülkeler, sadece kendi çıkarlarını korumak adına değil, aynı zamanda Batı'nın ve Siyonizm'in bölgedeki hakimiyetini pekiştirmek için muhalif grupları parayla kontrol altına almakta ve yönetimleri şekillendirmektedir.
Bugün bölgede yaşanan savaşlar, çoğu zaman ekonomik güçlerin ve çıkar gruplarının manipülasyonlarıyla yönlendirilmektedir. Suudi Arabistan, BAE ve Katar, İslam dünyasının kaderiyle oynayan birer finansal piyon gibi hareket etmekte, emperyalist güçlerle iş birliği yaparak halkları sindirmekte ve onların uyanmasını engellemektedir. Petrol zenginliği, halklarına refah sağlamak yerine emperyalizmin ve sömürgeci güçlerin çıkarlarına hizmet eden projelere aktarılmaktadır. Yemen’de Emrullah'a karşı sürdürülen savaş, bunun en net örneğidir. Suudi ve BAE’nin, İsrail’in güvenliğini sağlamak adına Yemen’i kan gölüne çevirdiği açıktır.
Ayrıca bu ülkeler, yalnızca doğrudan askeri müdahalelerle değil, dolaylı yöntemlerle de bölgeyi dizayn etmektedir. Katar’ın Suriye’de muhalifleri satın alarak yönetimleri değiştirme çabası, Libya’da paralı milis gruplarını besleyerek ülkeyi istikrarsızlaştırması, Suud’un Mısır’daki askeri darbeyi finanse etmesi gibi örnekler emperyalizmin nasıl doğrudan ve dolaylı yöntemlerle bölgeyi şekillendirdiğini göstermektedir.
Bütün bu oyunların karşısında durabilecek olan tek güç, emperyalizme boyun eğmeyen, sadece Allah’ın emirlerini esas alan bir bilinç ve mücadele ruhudur. Etnik ve mezhepsel ayrımların ötesinde, hakikati rehber edinen bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Yoksa, emperyalizmin oyunlarına hizmet eden kuklalar olarak kalmaya devam ederiz.
Bahadır Hataylı/14.02.2025/Sancaktepe İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder