Kerbela’yı sadece bir yas, bir matem günü olarak okuyanlar; hâlâ Yezid'in saflarında saf tutmakta sakınca görmeyenlerdir. Oysa Kerbela, insanlık tarihinin en büyük vicdan kırılmasıdır. Bir ümmetin kendi evladını, Peygamber’inin torununu, hem de namaz vakitlerinde, hem de Allah'ın adını dillerinden düşürmeden doğradığı bir sahnedir. İşte bu sahneden sonra hiçbir ihanet, hiçbir zillet, hiçbir riyakârlık insanı şaşırtamaz hale gelir. Çünkü en büyük yalanlar, en büyük cinayetler, en büyük hıyanetler hep Allah adına işlendi.
Hz. Hüseyin’in kanı, sadece Kerbela çölünü değil; tarihin bütün çorak yüreklerini de ıslattı. Ve o günden sonra “Ben Müslüman’ım” demek hiçbir şey ifade etmemeye başladı. Zira ümmetin kalbiyle dili ayrılmıştı. Dil, salavat getirirken; kalp, saraya bağlılık yeminleri ediyordu.
Yezidlik Kalıtsal Değil, Seçimliktir
Bugün pek çok Müslüman coğrafyada olan bitenleri anlayabilmek için Kerbela’yı iyi anlamak gerekir. Çünkü orada yaşanan sadece bir katliam değil; dinin maskesi altında işlenen politik bir cinayetler zinciridir. Ve ne yazık ki bu zincir hâlâ kırılmadı. Yezid ölmedi, sadece kravat taktı. Emevi sarayları yıkıldı ama onların torunları hâlâ saraylarda oturuyor.
Hz. Hüseyin’in başını kestiler, çünkü o “zalim bir yönetime biat etmeyeceğim” dedi. Bugün de aynı sözleri söyleyenlerin başları kesilmiyor belki, ama sesleri bastırılıyor, iftiralarla susturuluyor, yalnız bırakılıyorlar. Bugünün Hüseyinleri hâlâ çölde yürümekte, ama ümmet hâlâ o çölde onlara su götürmek yerine Yezid’in ordugahında soğuk ayran içiyor.
Sarıklı Yezidler ve Secdeli İşkenceciler
Bir düşünün, sabah namazında saf saf dizilen insanlar; namazdan çıkıp, iktidarın propagandasını yapıyor. Bir düşünün, cuma hutbesinde “adalet” ayetleri okunurken; hemen arkasından adaletsizliğe alkış tutuluyor. Bir düşünün, zekatla yoksulun hakkı gözetilirken; aynı cami avlusunda müteahhitler milyonluk ihalelere imza atıyor.
Kerbela’yı yaşayanlar da namaz kılıyordu. Hatta Hz. Hüseyin’le birlikte aynı vakit namazına duruyorlardı. Ama sonra dönüp onunla savaşıyorlardı. Bugün de birileri “İslam” diyor, “şeriat” diyor, “ümmet” diyor ama mazlumu yalnız bırakıyor, zalime dua ediyor.
Bugünün Hüseyinleri-Filistin’de, Arakan’da, Çin Zindanlarında...
Gazze’de bir çocuğun cesedi enkazdan çıkarıldığında dua ediyor insanlar. Ama sonra çıkıp o enkazı yaratanlarla masaya oturuyorlar. Arakan’da diri diri yakılan Müslüman kadınlar için gözyaşı döküyorlar ama onları yakanlarla ticaret anlaşmaları imzalıyorlar. Çin’de Kur’an okuduğu için zindana atılan Uygur Müslümanlarını anarken, aynı Çin’le teknoloji projeleri yürütüyorlar.
Hz. Hüseyin’e biat etmeyenler, bugün de Hüseyin gibi olanlara sırt çeviriyor. Ve ne yazık ki ümmet, gene aynı gaflette: namazını kılıyor, orucunu tutuyor ama zalime laf ettirmiyor.
Din Adına Sirk Maymununa Dönüşen Toplum
Düşün! Bugün İslam coğrafyalarının çoğunda İslam, bir gösteri dinine dönüştürüldü. Kutsal gecelerde ışık gösterileri, Ramazanlarda israfa bulanmış iftar sofraları, hacda selfie yarışmaları... İnsanlar dinle bağlarını bilgiyle değil, ambalajla kuruyor. “En gösterişli cami”, “en kalabalık cemaat”, “en çok kurban kesen lider” övülüyor.
Ve perde arkasında mazlumun çığlığı, yetimin gözyaşı, adaletin boğazına takılmış bir yumruk gibi duruyor. Din, artık bir içerik değil; bir imaj. Bir ibadet değil; bir gösteri. Allah adına yapılan her şey, Allah’ın hatırlanmasından çok, liderin propagandası için kullanılıyor.
Sorgulanmamış İman, Zalimle Aynı Safa Düşer
İmanın gerçek olup olmadığı, zorluk zamanlarında belli olur. Allah’a inandığını söyleyen ama Allah yolunda bedel ödemeyen herkes, potansiyel bir Yezid taraftarıdır. Çünkü iman sadece huzurlu günlerde değil; baskı ve eziyet zamanlarında da Allah’la olmaktır. Ayetin dediği gibi: “Allah’a inandık” derler. Ama Allah yolunda bir eziyete uğratıldıklarında bunu Allah’ın azabı gibi görürler.”
Bugün de aynısı yaşanıyor. Düne kadar Filistin için yürüyenler, şimdi İsrail’le normalleşmeyi savunuyor. Dün Mısır’daki darbeye lanet edenler, bugün Sisi ile kucaklaşıyor. Dün Suriyeli yetimlere ağlayanlar, bugün onları sınır dışı etmek için kampanya yapıyor.
Hüseyin’in Yolunda Kalmak Ne Demektir?
Hüseyin’in yolunda kalmak, halkla değil; hakla yürümek demektir. Çoğunluk yanlışta olsa bile doğrunun peşinden gitmektir. İktidarın değil, mazlumun yanında saf tutmaktır. Bazen yalnız kalmaktır ama Allah’la kalmaktır. İslam’ın sadece ritüellerle değil, ruhla yaşanması gerektiğini bilmektir.
Zulme karşı çıkmak, bedel ödemek demektir. Hüseyin de bunun bedelini başıyla ödedi. Ama onun kanı, zalimin mürekkebinden daha kalıcı bir iz bıraktı tarihe. Her secde, o kanla ıslanan toprağa bakmadan kıymetli olamaz.
Bugünün Kerbela’sı
Bugünün Kerbela’sı Filistin’dir, Doğu Türkistan’dır, Yemen’dir, hatta İstanbul’un arka sokaklarında barınamayan yetim çocukların tenhalarıdır. Bugün Hüseyin yalnız. Ve biz yine susuyoruz. Yine tarafsız kalıyoruz. Yine “aman bana dokunmasın” diyoruz.
Ama unutma: Hüseyin’i yalnız bırakanlar, sadece zalimler değil; susanlardı. Sessizlik, zalimin en büyük destekçisidir. Kalplerde ne varsa açığa çıkacak, çünkü Allah herkesin kalbini bilir. Ve o gün geldiğinde, Hüseyin’in karşısında secde eden değil, yanında duranlar kurtulacak.
"Zalimle aynı secdeye varmaktansa, Hüseyin gibi susuz ölmeyi seçerim."
Erol Kekeç/03.04.2025/Namazgah/İST