Bu Blogda Ara

28 Mayıs 2025 Çarşamba

Yüzümüzün karası Yüreğimizin İflası

 


GAZZE’DE  yanan sadece çocuklar değil biziz usta...

Sokaklarda yürüyorsun… Etraf sakin… Bir kafede insanlar kahvelerini yudumluyor, çocuklar oyun oynuyor, telefon ekranlarında bir sonraki tatilin planı yapılıyor. Ama bir başka yerde – Gazze’de – çocuklar gökyüzüne bakamadan toprağa giriyor. Bir yerden bomba düşüyor, başka bir yerden çığlık yükseliyor. Yetmiş yıllık acı, bugün yeniden sahneleniyor. Ve sen hâlâ yürüyorsun usta. Sahi, biz ne yaptık da bu kadar karardık?

Artık bu karanlık gece değil sadece; bu karanlık, sabahların içine sızmış bir gecedir. Ne güneş aydınlatıyor içimizi, ne de yıldızlar şefkatle göz kırpıyor. Çünkü içimiz yanmış, çünkü içimiz çürümüş.

Gazze yanıyor ama biz değilmişiz gibi yaşıyoruz. Hatta bazılarımız "Gazze'de de çocuklar ölüyorsa bu savaşın gereğidir" diyor. Bir füzeyle Ukrayna’daki hastane vurulunca tüm Avrupa ayağa kalkıyor: “Bu bir savaş suçudur!” diyorlar. Ama aynı Avrupa, Gazze’de binlerce çocuğun ölümüne gözlerini kapıyor: “İsrail’in kendini savunma hakkı var” diyorlar.

Bu ne yaman çelişki usta! Bu ne vicdansız bir sahne! Bu nasıl bir ikiyüzlülük tiyatrosu!

Ama bu sadece Batı’nın değil, bizim de çöküşümüz. Artık merhamet gözümüzü terk etti, kalbimizde insaniyet susuzluktan çatladı.

"Usta, biz ne yaptık?" diye sorma. Çünkü cevabı zaten içimizde saklı:

Biz her gün haberlerde ölen çocukları gördük, ama yemeğimizi ağzımızdan düşürmedik. Biz sokakta gülerek yürüdük, ama bir annenin gözyaşına dokunmadık. Biz sosyal medyada ağlayan çocuğun fotoğrafını paylaştık ama o çocuğun sesini duymadık.

Sadece görür gibi yaptık, duyar gibi yaptık, hisseder gibi yaptık…

Ve işte, asıl budur insanlığın sonu, hissedemez hale gelmek!

GÜNEY Afrika'da ışık, Avrupa'da Karanlık 

Dedik ya, her yer karardı sanıyorsun ama Güney Afrika’da siyah yüzlü çocukların alnından bir nur parlıyor. Çünkü onlar rengiyle değil, vicdanıyla aydınlatıyor insanlığı. Onlar Gazze’deki acıya "bizden değildir" demiyor. Onlar yürüyüş yapıyor, haykırıyor, gözyaşı döküyor.

Ama beyaz efendiler sessiz. Medeni geçinenler suskun. Vicdan, derilerinin altında küflenmiş gibi… Onlar beyaz değil; onlar belki de karanlığın ta kendisi.

Kur'an ne diyordu 

"Vay onların haline ki onlar ölçüde hile yaptılar...."

Ölçü ve tartı deyince aklına kantar gelmesin usta. Bu, sadece pazarda yapılan hile değil. Bu, en çok adalette yapılan hile. Bu, Gazze için bir gözyaşı dökmeyip Ukrayna için konferanslar düzenlemek. Bu, Yemen’de açlıktan ölen çocukları görmezden gelip Paris’teki bir bombayı insanlık dramı diye sunmak.

Batı’nın terazisi bozuk usta. Ama biz de o teraziyi alkışlıyoruz. Onların CNN’ine, BBC’sine inanıyoruz. Bizim terazimiz de eğildi artık.

GAZZE değil, asıl yanan biziz 

“Gazze yanıyor usta” diyoruz ama asıl yanan biziz.

Çünkü:

  • Biz suça ortak olduk sessizliğimizle.

  • Biz zalime hizmet ettik konforumuzla.

  • Biz sustukça bir başka çocuğun mezarını kazdık.

Duyarsızlık bir yangındır usta. Ve bu yangın artık sadece Gazze’yi değil, kalbimizi, ahlakımızı, onurumuzu da küle çevirdi.

Bugün su değil ateşle yıkanıyoruz. Ne Nil’in suları, ne Fırat’ın dalgaları bu karanlığı temizleyemez. Çünkü bu ne zeytin karası, ne de kömür… Bu yürek karasıdır.

Bu karanlığı ne deterjan çözer, ne propaganda. Bu karanlığı ancak bir tevbe arındırır. Ama tevbe etmek için önce utanmak gerekir.

Kime dua ediyoruz, kime yakarıyoruz ?

Soruyoruz: "Neden Allah yardım etmiyor?"

Oysa Allah Kur’an’da çok açık söylüyor:

"Size hakikati görecek kadar zaman vermedik mi? Uyarıcı da geldi. Artık yakarışınız fayda vermez." (Fâtır /37)

Yakarış fayda etmez çünkü:

  • Biz Gazze’yi unutup tatile çıktık.

  • Biz mülteci çocuklarla alay ettik.

  • Biz adaleti değil, ekran gösterilerini alkışladık.

  • Biz zalimle aynı sofraya oturduk.

Bugün çağırdığımız dostlar kim? Paranın dostluğu mu? Gücün, konforun dostluğu mu? Onlar şimdi neredeler? Allah bize diyor ki: “Çağırın bakalım o dostlarınızı, hadi kurtarsınlar sizi!”

Yaşayan ölüler ülkesi 

Artık yaşayan ölüler gibiyiz. Damarlarımızda kan değil, çıkar akıyor. Kalbimizde sevgi değil, gösteriş dolaşıyor. Vicdan, dolapta unutulmuş bir eşya gibi küflenmiş.

Biz öldük usta, farkında değiliz. Nefesimiz gidiyor ama ruhumuz bitmiş. Çünkü bir çocuk ağladığında duymuyorsak, gözyaşı akıtan bir anneye kayıtsız kalıyorsak, biz çoktan cehenneme doğru yol almışız.

Bir söz söyle ki vicdanları tarumar etsin be usta...

Yeter artık bu karanlık usta. Bize bir ültimatom ver:

  • Ya uyanacağız ya da hep birlikte yanacağız!

  • Ya susan diller uyanacak ya da tüm insanlık yok olacak!

  • Ya Gazze’nin çığlığına ses vereceğiz ya da kendi çığlığımızı duyamayacak kadar sağır olacağız!

Bize de ki:

“Ey insanlar! Allah’ın adaletine dönün! Adalet; Arap’ın, Türk’ün, Batı’nın değil, Allah’ın adaletidir. O’na sarılın, yoksa birlikte çürürsünüz.”

Gazze’de yanan sadece çocuklar değil. Gazze’de yanan sadece binalar değil. Gazze’de yanan, bizim insanlığımızdır.

Ve asıl cehennem, ölenlerin değil, hissedemeyenlerindir!

Gazze bizim son aynadır usta. Ya o aynada kendimizi görürüz… Ya da o ayna paramparça olur ve geriye bakacak yüzümüz kalmaz!

Şimdi soruyorum tekrar usta: “Ne yaptık biz?”

Ne yapacağız?”

Erol Kekeç/28.05.2025/Sancaktepe/İST

Batının İkiyüzlülüğü ve İnsanlık Onurunun Tükenişi

 


Dünyanın dört bir yanında canlar yanarken, çocuklar annesiz kalırken, insanlık onuru yırtık bir afiş gibi kaldırımlarda sürünürken, adalet adına konuşanların sesi yağmalanan çıkarların ötüşüyle bastırılıyor. İşte bu çığlık sessizliği içinde, Ukrayna'da bir hastaneye düşen füze dünya basınının ilk sayfalarında "savaş suçu" başlığıyla yer bulurken, Gazze'de her gün bombalanan evlerde, hastanelerde, okullarda katledilen yüzlerce sivil "meşru savunma hakkı" kisvesiyle görmezden geliniyor. Bu satırlar, bu ikiyüzlüğü, bu çürümeyi, bu şeytani sistematiği sorgulamak için yazılıyor.

Batının Vicdan Çifte Standartı

Batı, yüzyıllardır kendini "medeniyetin beşiği" olarak tanıttı. Hukukun, insan haklarının, demokrasinin, ifade özgürlüğünün savunucusu olduğunu iddia etti. Ancak bu "değerler" Batı'nın çıkarlarına dokunmadığı sürece geçerliydi. Ukrayna-Rusya savaşı başladığında, Batı'nın yönetimleri şu mesajı yaydı: "Sivil hedeflere saldırmak bir insanlık suçudur, bu kabul edilemez." Elbette ki haklıydılar. Savaş, hangi şartta olursa olsun sivilleri hedef almamalı. Ancak aynı Batı, İsrail aylarca Gazze'yi bombaladığında, binlerce sivil öldüğünde, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar öldürüldüğünde, su, elektrik, ilaç kesildiğinde tek bir sert açıklama yapmadı.

İşte burada Batı'nın yüzyıllardır sürdürdüğü o "ahlaki imparatorluk" maskesi dökülüyor. Demokrasi ve insan hakları çığlıkları sadece Batılı bir bireyin acısı için geçerli. Filistinli bir çocuğun cansız bedeni sahile vurduğunda, bu sadece istatistik oluyor. Ama Ukraynalı bir kadının gözyaşı, onlar için "Avrupa'nın kalbinde bir trajedi "ye dönüşüyor.

 Çarpık Düzenin Mahkûmiyeti

"Yazıklar olsun ölçü ve tartıda eksik yapanlara! Onlar insanlardan bir şey aldıkları zaman tam ölçerler. Onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik tutarlar." (Mutaffifin Suresi 1-3)

Bu ayet, sadece ticaret ahlakını değil, aynı zamanda adaletin, vicdanın, hakkaniyetin temelini ifade eder. Batı, Ukrayna'da eksiksiz bir adalet terazisiyle tartı yaparken, Gazze söz konusu olduğunda terazinin kefelerini bilerek eğriltmektedir. Bu, tam anlamıyla Mutaffifin'in uyardığı zihniyettir: kendine geldi mi adaletin en katısını isteyen, ama başkası söz konusu oldu mu görmezden gelen.

Savaş Suçlarına Göz Yuman Sözde Hukuk

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Ukrayna savaşında hemen harekete geçti. Putin hakkında tutuklama kararı çıkarttı. Ancak aynı UCM, İsrail'in Gazze'de binlerce sivili katletmesine aylarca sessiz kaldı. Hatta Batı'dan bazı yönetimler UCM Başsavcısı'nın İsrail yönetimine yönelik olası bir tutuklama kararından rahatsızlık duyduğunu beyan etti.

Yani kanun, yine Batılının elinde şekillenen bir sopaya dönüşmüş durumda. Kimin cezalandırılacağına şeytanın kendi mahkemeleri karar veriyor. Bu ise hukuk adı altında üretilmiş bir modern firavunluğun resmidir.

Gazze'nin Dramı ve Sessiz Vicdanlar

Gazze, yıllardır abluka altında. Yiyecek yok, ilaç yok, enerji yok. Ve bir de bunun üzerine yağmakta olan bombalar. 7 Ekim'den itibaren İsrail'in başlattığı şiddetli saldırılarda çocuk, kadın, yaşlı demeden binlerce masum insan hayatını kaybetti. Hastaneler hedef alındı. Okullar vuruldu. Cenazeler toprağa verilemedi.

Ama ne ABD, ne AB, ne de Birleşmiş Milletler bu suçları durdurmak için ciddi bir adım attı. Tersine, İsrail'in "kendini savunma hakkını vurgulayan beyanlar peş peşe sıralandı. Bu beyanlar, bombalar kadar can yaktı aslında. Zira adaletsizlik, sadece bir suçu işlemekle değil, o suça göz yummakla da var olur.

Bu Sessizliğin Faturası Tüm Dünya için Sarsıcı Gerçek

  1. Meşrulaştırılan Zulüm: Adaletsizlik görmezden gelindikçe, zalimler daha cesur olur. Bugün Gazze, yarın başka bir coğrafya. Bugün füze, yarın nükleer.

  2. Göç, Radikalleşme ve Yeni Kaoslar: Görmezden gelinen acılar yeni göç dalgalarını ve toplumsal patlamaları besler. Bu ise Batı için de kaçınılmaz bir krizdir.

  3. Kurumsal İtibar Çöküşü: BM, UCM, NATO gibi kurumların taraflı tutumları, tüm insanlık için umut olması gereken yapıların anlamsızlaşmasına neden oluyor.

Vicdanın Ayetlerle Buluşması

Kur'an, " bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin" buyurur. (Maide/8) Bu, evrensel bir ilke sunar. Kinle, çıkarla, taraf gözlüğüyle adalet olmaz. Ancak Batı bu ilkeyi çiğniyor. Hem de gözü kapayarak, şeytanın kızıl güzelliğine hayran kalarak.

Ne Yapmalıyız?

Bu zulmü sözle, yazıyla, dua ile, direnişle, boykotla, bilinçle ve birlikle durdurmalıyız. Sessiz kalmak, rıza göstermektir. Rıza göstermekse aynı suça ortak olmaktır.

Bu nedenle yazmalıyız, anlatmalıyız, haykırmalıyız. İnsanlık onuru çiğnenirken, tarafsızlık zalimin yanında saf tutmaktır. Unutmayalım, adalet bir gün bize de gerekebilir. Ama o zaman iş işten geçmiş olabilir.

Gazze'de ölen sadece bedenler değil, aynı zamanda insanlığın vicdanı, adalet inancı ve evrensel hukuk umududur. Ukrayna için gösterilen duyarlılık, Gazze için de gösterilmiyorsa, bizler insanlığın çift yüzlü aynasına bakıp kendi karanlığımızı görmeye mahkûmuz demektir.

"Yazıklar olsun eksik tartanlara!" (Mutaffifin )

Bahadır Hataylı/26.05.2025/Sancaktepe/İST

Hırsızların Güvende Olduğu Ülkede Kim Suçlu

 


Hırsızların Güvende Yürüdüğü Topraklar Bir Halkın Uyanmayan Vicdanı

"Eğer hırsızlar yollarda güvende yürüyorlarsa, bunun iki nedeni vardır: ya rejim büyük hırsızdır, ya da halk aşırı aptaldır." Bu söz,  Singapur'un kurucu lideri Lee Kuan Yew'e atfedilir, ancak gerçekliği ikinci plandadır. Çünkü bu ifade, yalnızca bir kişiye ait olmaktan çok bir çağrının, bir isyanın, bir ayılmanın sözüdür. İçeriği öyle yoğundur ki, herhangi bir coğrafyada, herhangi bir dönemde, zalimliklerin hüküm sürdüğü bir memlekette yankı bulabilir.

Bu cümlede iki taraf vardır: Hırsızlar ve halk. Ortada bir yol vardır: Adaletin işlemesi gereken kamusal alan. Ve burada bir gerçeklik ortaya konmuştur: Eğer adaletsizlikler elini kolunu sallayarak dolaşabiliyorsa, bir yerde ciddi bir çürüme vardır. Ya yukarıdaki otorite baştan çürümüş, kokuşmuş, kendini halkın malına çökmeye adamıştır; ya da aşağıdaki kitleler bu çürümeye karşı körleşmiş, sağırlaşmış ve nihayetinde aptallaşmıştır.

Rejimin Hırsızlığı-Kurumsal Ahlaksızlık

Bir rejimin büyük hırsız olması, sadece cebine para indirmesi değildir. Bu, çok daha derin, çok daha sistematik bir kötülüğün adıdır. Kamunun malını çalan, halkın vergilerini yandaşlara peşkeş çeken, ihaleleri belirli gruplara dağıtan, hukuku kendi çıkarlarına göre şekillendiren, medyayı sansürle boyayan, adaleti pazarda satılan domates gibi pazarlık konusu haline getiren bir yapı, işte tam olarak bu tarifin içindedir.

Böyle bir rejim, hırsızlığı sadece bir ekonomik mesele değil, bir kültür haline getirir. "Yukarıdakiler çalıyor ama çalışıyor", "Bize ne, biz de nemalanıyoruz" anlayışı halkın damarlarına zerk edilir. Toplumun en temiz bireyleri bile ya susar ya da kirlenir. Bürokrasi, adalet, emniyet, eğitim ve hatta din bile bu çarkın içine çekilir.

Aşırı Aptallık-Bilinçli Körlük ve Korkunun Normalleşmesi

Gelelim ikinci ihtimale: Halk aşırı aptaldır. Bu ifade ilk başta ağır gelir, çünkü bir halkı aptallıkla itham etmek kolay değildir. Ancak burada anlatılmak istenen şey, zekâdan yoksunluk değil; bilinçten, sorgulamadan, vicdandan ve cesaretten yoksun bir teslimiyettir.

Bir halk düşünün ki; yöneticileri servetlerine servet katarken kendisi her geçen gün yoksullaşıyor ama hala onları alkışlıyor. Bir halk düşünün ki; çocukları işsiz, eğitim sistemi çürümüş, sağlık sistemi çökmüş, yolları çukur, adaleti yok ama her seçimde aynı zalimlere oy veriyor. İşte burada artık sorun zekâ değil, ahlaki felçtir.

Bu tür halklar, kendilerine anlatılan her yalana inanır. Televizyon ekranında ne görürse onu hakikat zanneder. Bir gün önce kendisine hakaret eden bir lidere ertesi gün canla başla oy verir. Çünkü aidiyet duygusu aklın önüne geçmiştir. Çünkü düşünmek acı verir; sorgulamak tehlikelidir. En iyisi susmak, boyun eğmek, menfaatine dokunmayan her kötülüğü görmezden gelmektir.

Osmanlı'nın son döneminde sarayın borçları tavan yapmış, rüşvet aleni hale gelmişti. Ancak halkın önemli bir kısmı hâlâ padişahın Allah’ın gölgesi olduğuna inanıyordu. Çünkü sorgulamak haramdı, çünkü cehalet ibadet zannediliyordu. Bugün de farklı bir tablo yok.

Modern dünyada Venezuela örneği çarpıcıdır. Yıllarca yolsuzluklarla çalkalanan hükümetler, halkı açlığa mahkûm ederken kendileri milyar dolarlarla oynadılar. Ama halk, sosyalist bir kurtuluş hayaline sarılıp aynı sistemin devamına katkı sundu. Hırsızlar meydanlarda yürürken alkışlandılar.

Türkiye’de de son 20 yılda kamunun malı üzerine çöreklenen, ihaleleri aile şirketlerine dağıtan, vakıflar üzerinden milyarları yöneten bir zümre oluştu. Ancak ne gariptir ki, bu zümrenin en sadık destekçisi yine halkın önemli bir kısmı oldu. Çünkü sistem, hem hırsızlığı meşrulaştırdı hem de halkı manipüle etti.

Bu çarpık düzenin ayakta kalmasında medya, dinî yapılar ve eğitim sistemleri önemli rol oynar. Medya, gerçekleri gizleyerek ya da çarpıtarak halkı uyuşturur. Dinî yapılar, "dünya malı önemsizdir, liderleriniz hata yapabilir ama niyetleri halistir" diyerek pasif bir itaat inşa eder. Eğitim sistemi ise bireyleri sorgulamayan, ezberleyen ve itaat eden mahluklara dönüştürür.

Bu kurumlar bir araya geldiğinde halkın zihni ve kalbi felce uğrar. Artık insanlar gerçeklerle yüzleşemez hale gelir. Çünkü her yüzleşme, bir travma doğurur. Bu nedenle birçok kişi için yalana sığınmak, gerçekle yüzleşmekten daha güvenlidir.

Çözüm-Direniş, Bilinç ve Tevbe

Peki bu kısır döngü nasıl kırılır? Öncelikle halkın kendisine dönüp bakması gerekir. Gerçekten neye inandığını, neyi savunduğunu ve neden sustuğunu sorgulamalıdır. Her birey kendine şu soruyu sormalıdır:

  • Hırsızlara neden ses çıkarmıyorum?

  • Onlardan korktuğum için mi, yoksa onların yerine geçmek gibi gizli bir arzumu meşrulaştırdığım için mi?

Halkın uyanışı, bireysel bilinçlenmeyle başlar. Ardından örgütlü direniş gelir. Sivil itaatsizlik, hak arayışı, adalet mücadelesi... Ama bunların en temeli, içsel bir tövbedir. Kötülüğe alışmış, hırsızlıkla barışmış, zalimle dost olmuş bir yürek önce tövbe etmelidir. Çünkü tövbe, pasif bir pişmanlık değil, aktif bir yön değişimidir.

Bu yazının başındaki söz, hepimizin aynasıdır. Rejimin hırsız olduğu bir düzende yaşamak, sadece o rejimi değil, o rejime ses çıkarmayanları da suç ortağı yapar. Sessizlik, zalimin ekmeğine yağ sürer. Göz yummak, el vermek gibidir. Ve en kötüsü, alışmaktır. Alışmak, kötülüğün en büyük müttefikidir.

Eğer hırsızlar yollarda rahatça yürüyorsa, bu sadece onların cesaretinden değil, bizim korkaklığımızdandır. Onlar çalıyorsa, biz sustuğumuz için. Onlar gülüyorsa, biz ağlamaktan yorulduğumuz için.

O halde şimdi kalkıp sormalıyız: Biz gerçekten neyi bekliyoruz? Yeni bir hırsız mı, daha büyük bir zalim mi? Yoksa sadece kendi vicdanımızı mı?

Cevap ne olursa olsun, gerçek şu; Ya rejim büyük hırsızdır, ya da halk aşırı aptaldır. Ve bu denklemi değiştirecek olan da yine halkın kendisidir. Korkuyu yenen, bilinçle direnen, tövbe edip hakkı savunan bir halk... İşte asıl devrim budur.

Bahadır Hataylı/27.05.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!