Bu Blogda Ara

24 Şubat 2025 Pazartesi

Böl ve Yönet Ortadoğu'da Güç Savaşları



Donald Trump ve Benyamin Netanyahu'nun Ortadoğu'da izledikleri politikalar, özellikle Filistin ve Suriye bağlamında, bölgedeki güç dengelerini kendi lehlerine değiştirmeyi hedeflemektedir. Bu stratejiler, bazı çevrelerce bölge ülkelerini manipüle ederek kendi çıkarlarına hizmet eden planlar olarak değerlendirilmektedir. Özellikle ABD ve İsrail'in stratejik ortaklıkları, bölgenin siyasal, ekonomik ve askeri dengelerini yeniden şekillendirmeyi amaçlamaktadır. ABD'nin Ortadoğu politikaları, İsrail'in güvenliğini merkezine alırken, aynı zamanda bölgedeki enerji kaynaklarının kontrolünü elinde tutmak istemektedir. Bu bağlamda, İsrail'in bölgede etkinliğini artırmak için Arap dünyasını bölme stratejisi güdülmüştür. Özellikle Körfez ülkeleriyle yapılan normalleşme anlaşmaları, Filistin davasını zayıflatmak ve İsrail'in bölgesel gücünü artırmak için önemli bir adım olarak görülmüştür. Trump yönetimi, ekonomik teşvikler ve silah satışlarıyla bu ülkeleri İsrail ile işbirliğine yönlendirmiştir. Ayrıca, İran'a karşı oluşturulan Arap-İsrail ittifakı, ABD'nin bölgedeki nüfuzunu güçlendirme amacını taşımaktadır.

  1. Filistin ve Suriye'de Güç Dengelerini Değiştirme Planları: Trump ve Netanyahu'nun bölgeye yönelik politikaları, özellikle Filistin ve Suriye üzerinde yoğunlaşmıştır. Filistin'de, "Yüzyılın Anlaşması" olarak lanse edilen plan, Filistinlilerin haklarını büyük ölçüde kısıtlayan ve İsrail'in güvenliğini önceleyen bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu planın temelinde, Filistin topraklarının parçalanması ve ekonomik vaatlerle Filistin yönetiminin susturulması hedeflenmiştir. Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkının göz ardı edilmesi ve yerleşim yerlerinin genişletilmesi de bu planın önemli unsurlarıdır. Aynı zamanda Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak tanınması, Filistin'in diplomatik olarak zayıflatılması ve Arap dünyasının bölünmesi amacıyla kullanılmıştır. Ayrıca, ekonomik baskılar ve yardımların koşullandırılmasıyla Filistin yönetimi üzerinde siyasi baskı artırılmış, diplomatik arenada yalnızlaştırma stratejisi uygulanmıştır.

Suriye'de ise İsrail'in güvenliği için Golan Tepeleri'nin ilhakı Trump tarafından tanınarak uluslararası hukuka aykırı bir adım atılmıştır. Bu durum, İsrail’in Suriye iç savaşını kendi lehine çevirmek ve İran'ın Suriye’deki etkisini azaltmak için desteklenmiştir. Aynı zamanda, İsrail'in Lübnan'daki Hizbullah tehdidini minimize etmek amacıyla Suriye'deki askeri varlığını artırmasına zemin hazırlanmıştır. Ayrıca, ABD'nin Suriye'den asker çekme kararları, bölgeyi istikrarsızlaştırarak İsrail'in güvenliğini garanti altına almak için stratejik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Bu süreçte, Suriye'de PKK/YPG güçleri desteklenerek Türkiye'nin bölgedeki etkisi sınırlandırılmak istenmiş ve bu gruplar İsrail'in güvenliği için tampon bölge olarak düşünülmüştür. ABD'nin bu hamlesi, aynı zamanda Suriye'nin toprak bütünlüğünü zayıflatarak bölgesel güç dengelerini yeniden şekillendirme amacı taşımaktadır.

  1. Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve BAE'ye Verilen Görevler: Trump ve Netanyahu, bölgeyi şekillendirmek için Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve BAE gibi ülkeleri kendi politikaları doğrultusunda yönlendirmiştir. Özellikle Suudi Arabistan ve BAE, İsrail ile normalleşme anlaşmaları yaparak Filistin davasını zayıflatmıştır. Bu ülkeler ekonomik ve askeri desteklerle ödüllendirilmiş, aynı zamanda İran karşıtı blokta önemli roller üstlenmişlerdir. Suudi Arabistan, İsrail ile olan işbirliğini artırarak Arap dünyasında liderlik rolünü pekiştirmiş ve İran karşıtı koalisyonun öncüsü olmuştur. BAE ise ekonomik yatırımlarla bölgede nüfuzunu artırırken, İsrail'in güvenliğine katkı sağlayacak politikaları desteklemiştir. Bu anlaşmalar, Arap dünyasını bölmek ve İsrail'in bölgesel güvenliğini artırmak için stratejik adımlar olarak görülmektedir.

Türkiye'ye ise Suriye’de sınır güvenliği sağlama görevi verilmiş, böylece ABD ve İsrail, bölgedeki doğrudan askeri varlıklarını azaltarak yüklerini hafifletmişlerdir. Türkiye'nin sınır ötesi operasyonları desteklenerek NATO üyeliği ve ekonomik ilişkiler koz olarak kullanılmıştır. Mısır ise Gazze Şeridi'nin kontrol altında tutulması ve Hamas'ın etkisinin azaltılması için kritik bir rol oynamaktadır. Ürdün ise Filistin mültecileri konusunda tampon bölge olarak kullanılmakta, iç siyaseti ekonomik yardımlarla şekillendirilmektedir.

  1. Bölgesel ve Küresel Güç Dengeleri: ABD ve İsrail, bölgesel işbirliklerini güçlendirerek İran’ı izole etmeyi hedeflemişlerdir. Suudi Arabistan ve BAE'nin yanı sıra Ürdün ve Mısır da bu blokta yer almış, İsrail'in güvenliğini garanti altına alacak politikalar desteklenmiştir. Ayrıca, bu ülkeler ABD'nin ekonomik ve askeri yardım programlarıyla desteklenmiş, böylece bağımlılık ilişkisi güçlendirilmiştir. Rusya ve Çin'in bölgedeki etkisini kırmak için enerji politikaları ve silah satışları stratejik olarak kullanılmıştır.

Bu bağlamda, ABD'nin bölgedeki enerji kaynaklarını kontrol etme çabaları, Çin'in enerji arzını sınırlama stratejisiyle örtüşmektedir. Ayrıca, Rusya'nın Suriye ve İran ile olan askeri ve ekonomik işbirliği, ABD ve İsrail tarafından bölgesel dengeleri tehdit eden unsurlar olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle, Doğu Akdeniz'deki doğalgaz rezervleri ve enerji nakil hatları üzerinde hâkimiyet sağlama mücadelesi, büyük güçler arasında jeopolitik rekabeti körüklemiştir. ABD'nin Suudi Arabistan ve BAE ile yaptığı silah satış anlaşmaları, bu ülkelerin İran'a karşı askeri kapasitelerini artırırken, aynı zamanda ABD'nin bölgedeki ekonomik çıkarlarını güçlendirmiştir. Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında bölgeye yaptığı yatırımlar ise ABD'nin etkisini dengelemeye yönelik stratejik hamleler olarak görülmektedir.

  1. ABD ve İsrail’in Nihai Amacı: Trump ve Netanyahu'nun nihai amacı, İsrail’in güvenliğini mutlak hale getirerek bölgedeki Amerikan hegemonyasını sürdürmektir. Bunun için bölge ülkeleri arasında düşmanlık tohumları ekilmiş, Filistin meselesi etkisiz hale getirilmiş ve İran’ın nüfuzunu kırmak için Arap ülkeleri kullanılmıştır. Ayrıca, enerji kaynaklarının kontrolü ve Doğu Akdeniz'deki doğalgaz rezervlerinin güvence altına alınması hedeflenmiştir. Bölgedeki dini ve etnik çatışmalar körüklenerek "böl ve yönet" politikası izlenmiş, yerel aktörler ekonomik ve askeri yardımlarla bağımlı hale getirilmiştir.

Sonuç olarak, Trump ve Netanyahu'nun Ortadoğu politikaları, kısa vadede İsrail'in güvenliğini artırırken, uzun vadede bölgedeki istikrarsızlığı derinleştirmiştir. Bu stratejilerin detaylı bir şekilde incelenmesi, Ortadoğu'nun geleceği açısından büyük önem taşımaktadır. Bölgedeki dinamikler, enerji politikaları ve büyük güçlerin stratejik hedefleri göz önüne alındığında, ABD ve İsrail'in politikalarının etkileri daha derinlemesine analiz edilmelidir.

Erol Kekeç/12.02.2025 20:57/Sancaktepe/İST

Uyutulan Toplumlar ve Uyanışın Zorlukları

Tarih boyunca toplumların yönetimi, yönlendirilmesi ve hatta manipüle edilmesi, siyasetçilerin ve ideologların en çok ilgisini çeken konuların başında gelmiştir. İnsan topluluklarını yönetmenin en etkili yollarından biri, onların bilinç seviyelerini kontrol altında tutmak, onlara gerçekleri göstermek yerine yönlendirilmiş algılar sunmaktır. Toplumlar, düşünmeyi, sorgulamayı ve sorumluluk almayı bir kenara bıraktıklarında, uyutulmaya daha açık hale gelirler. Bu durumun, bireylerin psikolojik eğilimlerinden, kültürel yapılarından ve ekonomik koşullarından bağımsız olmadığını görmek gerekir.

Uyutulma Mekanizması ve Toplumların Eğilimleri

Bazı toplumlar, konfor alanlarını kaybetmemek adına bilinçli olarak uyutulmayı tercih ederler. Düşünmek, sorgulamak ve bilinçli bir hayat sürmek sorumluluk gerektirir. Sorumluluk almak ise bireye hem zihinsel hem de duygusal bir yük getirir. Bu yükü taşımaktan kaçınan bireyler, kendilerine sunulan basit anlatıları kabul etmekte daha isteklidirler. Bunun en belirgin örneklerinden biri, Japon toplumudur. Japon kültürü, bireylerin sorgulayıcı düşünce yapısını teşvik ederken, aynı zamanda onları toplumun bütünlüğüne katkıda bulunmaya zorlar. Oysa bizim gibi toplumlarda, bu süreç çoğunlukla tersine işler; bireyler, gerçeklerle yüzleşmek yerine kaçış yolları ararlar.

Bu kaçış yolları arasında alkol tüketimi, sanal dünyalara sığınma, dinin yanlış yorumlanması ve kişisel sorumlulukları reddetme gibi unsurlar bulunmaktadır. Psikolojik terapilerde hipnoz yöntemlerinin özellikle son yıllarda bizim toplumda fazla ilgi görmesi, bireylerin bilinçten kaçma eğilimlerini gözler önüne sermektedir. İnsanlar, yüzleşmek yerine unutmayı, mücadele etmek yerine teslim olmayı seçtiklerinde, siyasiler ve medya araçları da bu durumu avantaja çevirmekten geri durmazlar.

Siyasetçilerin Uyutma Stratejileri

Uyutulmaya meyilli toplumlarda siyasetçiler, kitleleri bilinçlendirmekten ziyade, onları hipnotize etmeyi tercih ederler. Çünkü uyanık bir toplum, yönetenlerden hesap sorar, yapılan yanlışları sorgular ve değişim talep eder. Ancak uyuyan bir toplum, yalnızca kendisine sunulan hikayelerle yetinir. Bu hikayeler kimi zaman milliyetçi söylemler, kimi zaman dini reflekslerin kullanımı, kimi zaman ise ekonomik vaatler şeklinde kurgulanır.

Özellikle son dönemlerde, dinin toplum üzerindeki etkisinin nasıl bir manipülasyon aracı olarak kullanıldığını gözlemlemek mümkündür. Karl Marx’ın “Din, toplumların afyonudur” sözü de tam olarak bu durumu açıklar. Marx burada, dinin kendisini değil, onu bir hipnoz aracı olarak kullananları eleştirmektedir. Bugün benzer bir sürecin yaşandığını görmek mümkündür. İnsanlar, ekonomik sıkıntılar ve sosyal çalkantılar karşısında yöneticilerden hesap sormak yerine, kendilerini avutacak söylemlere sarılmayı tercih etmektedirler.

Bilinçli Bireyler ve Uyanış Süreci

Toplumun genel yapısı uyutulmaya yatkın olsa da, her zaman uyanık bireyler bulunur. Ancak bu bireyler, içinde bulundukları toplumda büyük bir yalnızlık yaşarlar. Gerçeği gören ve bunu ifade etmeye çalışan insanlar, çoğunlukla dışlanır, susturulmaya çalışılır ya da sistemin hedefi haline getirilirler. Oysa bir toplumun kurtuluşu, işte bu bireylerin çabalarına bağlıdır. Karanlığa alışmış gözlerin, ışığa tahammülü zor olsa da, küçük bir kıvılcım bile büyük bir aydınlanmaya yol açabilir.

Bu noktada en büyük ihtiyaç, cesur bireylerin çoğalması ve birbirleriyle dayanışma içinde olmalarıdır. Tarihte büyük dönüşümler, genellikle küçük grupların büyük fikirleri savunmasıyla başlamıştır. Her ne kadar uyutulmuş kitleler, uyanan bireyleri başta reddetse de, zamanla bu bireylerin haklılığı daha net görülmeye başlanır. Zifiri karanlık bir gecede, küçük bir ışık bile göz alıcıdır ve insanlar zamanla o ışığa yönelmeye başlarlar.

Uyanış Kaçınılmazdır

Uyutulmuş toplumların kaderi, sonsuza dek böyle sürmez. Tarih, birçok örnekle doludur: Fransız Devrimi, Amerikan Bağımsızlık Hareketi, Japonya’nın Meiji Reformu gibi olaylar, halkların bir noktada uyanışa geçtiğinin kanıtıdır. Ancak bu süreç, sancılı ve uzun vadeli bir mücadele gerektirir. Günümüzde de benzer bir kırılma noktasına doğru ilerliyoruz. İnsanlar, biyolojik yaşamlarını sürdürebilmek için bile bir noktada uyanmak zorunda kalacaklar. Çünkü uyku, bir noktadan sonra ölümcül hale gelir.

Uyanış, ancak bireylerin sorumluluk alması ve gerçeği arayışa geçmesiyle mümkün olabilir. Ne kadar uyutulmaya çalışılsa da, gerçek her zaman kendini belli eder. Karanlık ne kadar yoğun olursa olsun, küçük bir kıvılcım bile büyük bir değişimin başlangıcı olabilir. O kıvılcımı yakmak ve yaymak, bilinçli bireylerin en büyük görevidir.

Bahadır Hataylı/23.02.2025 21:00/Sancaktepe/İST


Kayıp Değerler Yıkılan Medeniyetler

Şüphesiz ki toplumsal çöküş, yalnızca ekonomik krizler veya siyasi istikrarsızlıklarla açıklanamaz. Asıl çöküş, ahlaki ve manevi değerlerin aşınmasıyla başlar. Bir toplum, bireylerinin karakteri kadar güçlüdür ve eğer bireyler hak, adalet, sorumluluk ve merhamet gibi değerleri terk ederse, en sağlam görünen sistemler bile çökmeye mahkûmdur.

Çöküşün Başlangıcı-Değerlerin Erozyonu

Günümüz dünyasında, bireysel çıkarlar toplumsal faydanın önüne geçmiş durumda. İnsanlar artık "Ne kazanırım?" sorusunu, "Ne doğru?" sorusundan önde tutuyor. Merhamet, adalet ve sadakat gibi erdemler, hızla tüketim toplumunun sert rekabetçi anlayışı içinde değersizleşiyor.

Örneğin, eskiden komşuluk ilişkileri sıcak ve samimiydi. Bir insanın aç olduğu, borç içinde kıvrandığı bir mahallede diğerleri rahat uyuyamazdı. Oysa bugün, insanlar yanı başındaki komşusunun acısını görmezden gelmeyi olağan bir refleks haline getirdi. Aynı şekilde, eskiden ticaretin temeli güven ve dürüstlük üzerine inşa edilirken, şimdi birçok kişi sadece kâr marjına odaklanıyor. Bir ürün alırken, "Bu helal mi?" sorusunu sormak yerine, "Bu bana ne kadar kazandırır?" sorusu soruluyor.

Liyakatin Terk Edilişi-Adaletin Zehirlenmesi

Bir toplumun ayakta kalabilmesi için adalet sisteminin sağlam olması şarttır. Adalet, yalnızca mahkemelerde değil, her alanda kendini göstermelidir: İş hayatında, siyasette, akademide ve aile içinde… Ancak günümüzde, hak edenin değil, güçlü olanın kazandığı bir düzen oluştu. Bir iş başvurusu düşünelim. Eskiden, kim daha ehil ve çalışkansa o seçilirdi. Şimdi ise "Tanıdık var mı?" sorusu, "Kim daha yetkin?" sorusunun önüne geçiyor. Bu, bir milletin köklerine işleyen bir zehirdir; çünkü liyakat terk edildiğinde, ehil olanlar geri plana itilir, sistemin içinde yeteneksiz insanlar yükselir ve sonuçta toplum çürümeye başlar.

Bu durumu tarih boyunca birçok medeniyet yaşadı. Osmanlı’nın gerileme döneminde, sadakat ve yetkinlik yerine dalkavukluk ve rüşvetin ön plana çıkması çöküşü hızlandırdı. Aynı şekilde Roma İmparatorluğu, devlet kademelerine liyakatsiz kişilerin yerleşmesiyle iç kargaşaya sürüklendi ve zayıfladı. Bugün de benzer bir sürecin içinde olduğumuzu inkâr edebilir miyiz?

Ahlaki Çöküş ve Bencillik

Bireylerin yalnızca kendilerini düşündüğü, başkalarının hakkını gasp etmeyi normalleştirdiği bir toplum ayakta kalamaz. Toplumların çöküşü, içindeki insanların başkalarının acısını hissedememesiyle başlar. Trafikte kırmızı ışıkta bekleyen bir yayaya yol vermemek, çöpe atılan ekmeğe kayıtsız kalmak, bir çocuğun eğitim hakkını elinden almak… Bunlar basit gibi görünen ama toplumun manevi çöküşünün göstergeleri olan eylemler.

Eskiden insanlar birbirine destek olur, düşeni kaldırırdı. Şimdi ise birçok kişi, düşeni daha da ezme derdinde. Sosyal medya, insanları birbirine yaklaştıracağına, acımasız bir yargı platformuna dönüştü. Herkes hata avcılığı yapıyor, kimse kendini sorgulamıyor.

Çözüm-Ahlaki Diriliş ve Manevi Uyanış

Bir toplumun yeniden yükselmesi için öncelikle manevi olarak dirilmesi gerekir. Bunu sağlayacak en güçlü araçlardan biri, bireyin iç disiplinini sağlayan ve onu erdemli bir yaşama yönlendiren değerler sistemidir. Namaz gibi ibadetler, sadece ritüeller değil, bireyi sorumluluk bilinciyle donatan, kötülüklerden alıkoyan, ruhunu arındıran güçlü mekanizmalardır.

Bunun yanında, adaletin yeniden tesis edilmesi, liyakatin esas alınması, paylaşım kültürünün teşvik edilmesi gerekir. Kendi menfaatini değil, toplumsal faydayı önceleyen bireyler yetiştirmedikçe, hiçbir ekonomik reform, hiçbir siyasi değişim gerçek bir iyileşme getirmeyecektir.

Sonuç olarak, toplumları yıkan şey savaşlar, ekonomik krizler ya da doğal afetler değildir. Asıl çöküş, bireylerin vicdanlarını susturduğu, ahlaki pusulalarını kaybettiği noktada başlar. Ve bir toplumun kurtuluşu da yine bireylerin kendi iç dünyalarını inşa etmesiyle mümkündür.

Bahadır Hataylı/23.02.2025 00:53/Sancaktepe/İST

Küresel Güçlerin Gölgesinde Yeni Dünya Düzeni

Yeni dünya düzeni kavramı, tarih boyunca güçlü devletler ve küresel elitler tarafından şekillendirilen bir yapı olmuştur. Ancak günümüzde bu kavramın içi, geçmişte olduğundan çok daha derin bir manipülasyon süreciyle doldurulmaktadır. Medya organları, finans kuruluşları, siyasi ittifaklar ve teknolojik kontrol mekanizmaları üzerinden, dünya halklarının düşünce yapıları belirlenmekte ve yönlendirilmektedir.

Günümüzde dünya siyasetinde öne çıkan liderlerin gerçekten bağımsız olup olmadığı sorusu, derinlemesine düşünülmesi gereken bir konudur. Le Point dergisinin kapağında yer alan isimler – Erdoğan, Trump, Putin, Xi Jinping – bu düzenin birer bağımsız aktörü mü, yoksa küresel sistemin belirlediği çerçevede hareket eden figürler midir? İşin gerçeği, bu liderlerin her biri belirli ölçülerde ulusal çıkarlarını savunsa da, küresel finans sisteminin ve medya organlarının etkisinden kaçmaları imkânsızdır.

1. Küresel Şebekelerin Yönlendirme Mekanizması

Küresel düzeni şekillendiren şebekeler, çeşitli manipülasyon yöntemleriyle toplumları yönlendirirler. Bunlar arasında en dikkat çeken yöntemler şunlardır:

Medya Propagandası: Medya, belirli figürleri ya kahramanlaştırır ya da şeytanlaştırır. Böylece halklar, hangi liderin güvenilir olup olmadığı konusunda yönlendirilir.

Ekonomik Baskılar: Ülkeler, uluslararası finans sistemine bağımlı hâle getirilerek, bağımsız karar alma yetileri ellerinden alınır.

Teknolojik Kontrol: Dijitalleşme, bireylerin ve devletlerin tüm hareketlerini izleme ve yönlendirme imkânı sunar. Büyük veri analizleri ile insanların ne düşündüğü ve ne yapacağı önceden tahmin edilerek, buna göre politikalar belirlenir.

Siyasi Manipülasyonlar: Uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla ülkelerin iç dinamiklerine müdahale edilir ve istenilen politikaların uygulanması sağlanır.

2. Yeni Dünya Düzeni İçin Görevlendirilen Liderler

Le Point gibi yayınlar, belirli liderleri öne çıkartarak onların yeni dünya düzeninde belirleyici roller oynayacağını iddia eder. Ancak burada asıl soru, bu liderlerin gerçekten kendi halkları adına mı hareket ettiği yoksa büyük güçlerin direktifleri doğrultusunda mı görev yaptığıdır.

Bu liderler, uluslararası sistemin kendilerine biçtiği rolün dışına çıkamazlar. Çıktıkları anda ya ekonomik yaptırımlarla ya da iç karışıklıklarla karşı karşıya kalırlar. Bir liderin gerçekten bağımsız olup olmadığını anlamak için şu faktörlere bakmak gerekir:

Küresel ekonomik sistemden ne derece bağımsızdır?

Medya tarafından nasıl sunulmaktadır?

Teknoloji ve dijitalleşme süreçlerinde nasıl bir politika izlemektedir?

Ülkesinin iç politik dinamikleri gerçekten bağımsız mı, yoksa dışarıdan mı yönlendiriliyor?

3. İnsanlığı Bekleyen Büyük Aldatmacalar

Yeni dünya düzeni, insanlara bir kurtuluş reçetesi gibi sunulmaktadır. Güya daha adil, daha eşitlikçi ve daha güvenli bir dünya inşa edilecektir. Ancak gerçekte bu düzen, insanları bireysel özgürlüklerinden ve bağımsız düşünce yapılarından koparıp tam kontrol altına almayı amaçlamaktadır. Bu sürecin önemli aşamaları şunlardır:

Dijital Para Sistemi: Nakit paranın ortadan kaldırılması, finansal bağımsızlığı sona erdirecek ve her ekonomik hareketin izlenmesine neden olacaktır.

Sınırların Esnekleşmesi: Küresel göç hareketleri ile ulusal kimlikler zayıflatılarak, toplumlar daha kolay yönetilebilir hâle getirilecektir.

Yapay Zekâ ve Sosyal Kredi Sistemi: Bireylerin tüm hareketleri puanlanarak, ‘uygun vatandaş’ olup olmadıkları değerlendirilecek ve cezalandırma mekanizmaları geliştirilecektir.

Medikal ve Biyoteknolojik Kontroller: Sağlık sektörü üzerinden bireylerin genetik verileri kontrol altına alınarak, uzun vadede nüfus yönetimi sağlanacaktır.

4. Gerçek Kurtuluş ve Çıkış Yolları

Bütün bu manipülasyonlara karşı toplumların bilinçlenmesi ve kendi kaderlerini ellerine almaları gerekmektedir. Bunun için:

Medya tarafından sunulan her bilgiyi sorgulamak,

Dijitalleşmenin sunduğu kolaylıkların yanında getirdiği bağımlılıkları görmek,

Küresel finans sistemine alternatif yerel ekonomik modeller geliştirmek,

Kendi kültürel ve manevi değerlerine sahip çıkmak,

Küresel güçlerin sunduğu ‘kurtuluş reçetelerine’ şüpheyle yaklaşmak gerekmektedir.

Bu bağlamda, dünya düzenini yönlendiren aktörleri sadece dışarıdan izlemek yetmez, onların arkasındaki gerçek güçleri ve planları analiz etmek gerekir. Manipülasyonlarla insanlara sunulan sahte kurtuluş vaatlerini reddederek, gerçekten bağımsız ve özgür bireyler olarak hareket etmek, bu sistemin en büyük korkusudur. Çünkü bilinçlenmiş bir toplum, hiçbir gücün manipülasyonuna açık değildir.

Erol Kekeç/23.02.2025 00:56/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!