Tarih boyunca toplumların yönetimi, yönlendirilmesi ve hatta manipüle edilmesi, siyasetçilerin ve ideologların en çok ilgisini çeken konuların başında gelmiştir. İnsan topluluklarını yönetmenin en etkili yollarından biri, onların bilinç seviyelerini kontrol altında tutmak, onlara gerçekleri göstermek yerine yönlendirilmiş algılar sunmaktır. Toplumlar, düşünmeyi, sorgulamayı ve sorumluluk almayı bir kenara bıraktıklarında, uyutulmaya daha açık hale gelirler. Bu durumun, bireylerin psikolojik eğilimlerinden, kültürel yapılarından ve ekonomik koşullarından bağımsız olmadığını görmek gerekir.
Uyutulma Mekanizması ve Toplumların Eğilimleri
Bazı toplumlar, konfor alanlarını kaybetmemek adına bilinçli olarak uyutulmayı tercih ederler. Düşünmek, sorgulamak ve bilinçli bir hayat sürmek sorumluluk gerektirir. Sorumluluk almak ise bireye hem zihinsel hem de duygusal bir yük getirir. Bu yükü taşımaktan kaçınan bireyler, kendilerine sunulan basit anlatıları kabul etmekte daha isteklidirler. Bunun en belirgin örneklerinden biri, Japon toplumudur. Japon kültürü, bireylerin sorgulayıcı düşünce yapısını teşvik ederken, aynı zamanda onları toplumun bütünlüğüne katkıda bulunmaya zorlar. Oysa bizim gibi toplumlarda, bu süreç çoğunlukla tersine işler; bireyler, gerçeklerle yüzleşmek yerine kaçış yolları ararlar.
Bu kaçış yolları arasında alkol tüketimi, sanal dünyalara sığınma, dinin yanlış yorumlanması ve kişisel sorumlulukları reddetme gibi unsurlar bulunmaktadır. Psikolojik terapilerde hipnoz yöntemlerinin özellikle son yıllarda bizim toplumda fazla ilgi görmesi, bireylerin bilinçten kaçma eğilimlerini gözler önüne sermektedir. İnsanlar, yüzleşmek yerine unutmayı, mücadele etmek yerine teslim olmayı seçtiklerinde, siyasiler ve medya araçları da bu durumu avantaja çevirmekten geri durmazlar.
Siyasetçilerin Uyutma Stratejileri
Uyutulmaya meyilli toplumlarda siyasetçiler, kitleleri bilinçlendirmekten ziyade, onları hipnotize etmeyi tercih ederler. Çünkü uyanık bir toplum, yönetenlerden hesap sorar, yapılan yanlışları sorgular ve değişim talep eder. Ancak uyuyan bir toplum, yalnızca kendisine sunulan hikayelerle yetinir. Bu hikayeler kimi zaman milliyetçi söylemler, kimi zaman dini reflekslerin kullanımı, kimi zaman ise ekonomik vaatler şeklinde kurgulanır.
Özellikle son dönemlerde, dinin toplum üzerindeki etkisinin nasıl bir manipülasyon aracı olarak kullanıldığını gözlemlemek mümkündür. Karl Marx’ın “Din, toplumların afyonudur” sözü de tam olarak bu durumu açıklar. Marx burada, dinin kendisini değil, onu bir hipnoz aracı olarak kullananları eleştirmektedir. Bugün benzer bir sürecin yaşandığını görmek mümkündür. İnsanlar, ekonomik sıkıntılar ve sosyal çalkantılar karşısında yöneticilerden hesap sormak yerine, kendilerini avutacak söylemlere sarılmayı tercih etmektedirler.
Bilinçli Bireyler ve Uyanış Süreci
Toplumun genel yapısı uyutulmaya yatkın olsa da, her zaman uyanık bireyler bulunur. Ancak bu bireyler, içinde bulundukları toplumda büyük bir yalnızlık yaşarlar. Gerçeği gören ve bunu ifade etmeye çalışan insanlar, çoğunlukla dışlanır, susturulmaya çalışılır ya da sistemin hedefi haline getirilirler. Oysa bir toplumun kurtuluşu, işte bu bireylerin çabalarına bağlıdır. Karanlığa alışmış gözlerin, ışığa tahammülü zor olsa da, küçük bir kıvılcım bile büyük bir aydınlanmaya yol açabilir.
Bu noktada en büyük ihtiyaç, cesur bireylerin çoğalması ve birbirleriyle dayanışma içinde olmalarıdır. Tarihte büyük dönüşümler, genellikle küçük grupların büyük fikirleri savunmasıyla başlamıştır. Her ne kadar uyutulmuş kitleler, uyanan bireyleri başta reddetse de, zamanla bu bireylerin haklılığı daha net görülmeye başlanır. Zifiri karanlık bir gecede, küçük bir ışık bile göz alıcıdır ve insanlar zamanla o ışığa yönelmeye başlarlar.
Uyanış Kaçınılmazdır
Uyutulmuş toplumların kaderi, sonsuza dek böyle sürmez. Tarih, birçok örnekle doludur: Fransız Devrimi, Amerikan Bağımsızlık Hareketi, Japonya’nın Meiji Reformu gibi olaylar, halkların bir noktada uyanışa geçtiğinin kanıtıdır. Ancak bu süreç, sancılı ve uzun vadeli bir mücadele gerektirir. Günümüzde de benzer bir kırılma noktasına doğru ilerliyoruz. İnsanlar, biyolojik yaşamlarını sürdürebilmek için bile bir noktada uyanmak zorunda kalacaklar. Çünkü uyku, bir noktadan sonra ölümcül hale gelir.
Uyanış, ancak bireylerin sorumluluk alması ve gerçeği arayışa geçmesiyle mümkün olabilir. Ne kadar uyutulmaya çalışılsa da, gerçek her zaman kendini belli eder. Karanlık ne kadar yoğun olursa olsun, küçük bir kıvılcım bile büyük bir değişimin başlangıcı olabilir. O kıvılcımı yakmak ve yaymak, bilinçli bireylerin en büyük görevidir.
Bahadır Hataylı/23.02.2025 21:00/Sancaktepe/İST
1 yorum:
Marx haklı çıkarmışsın.
Yorum Gönder