(Emperyalizmin Mezhep savaşları üzerinden Halkları kontrol etme Stratejisi)
Orta Doğu, tarih boyunca büyük güçlerin satranç tahtası olmuştur. Burada sınırlar cetvelle çizilmemiştir; kanla, ihanetle, direnişle belirlenmiştir. Bugün Şam’ın düşüşü sonrası yaşananlar da, geçmişte Irak’ta, Lübnan’da ve daha önce Osmanlı’nın çöküşü sürecinde sahnelenen oyunların devamıdır. ABD, İsrail ve Batılı müttefikleri, halkları birbirine düşürerek kendi çıkarlarını güvence altına almanın en etkili yolunun "mezhep savaşı" olduğunu defalarca kanıtlamıştır.
Suriye’de, Irak’ta ve bölgenin diğer parçalarında tanık olduğumuz mezhep savaşları, aslında halkların kendi doğal süreçleriyle gelişmiş çatışmalar değildir. Bunlar, dış müdahalelerle kışkırtılan, istihbarat örgütleri tarafından organize edilen, finansal desteklerle beslenen planlı savaşlardır. Bu yazıda, emperyalizmin mezhep çatışmalarını nasıl bir silah olarak kullandığını, bunun hangi araçlarla sürdürüldüğünü ve bu stratejinin kimlere hizmet ettiğini somut örneklerle ele alacağım.
I. Emperyalizmin Mezhep Silahı-Tarihsel Arka plan
Mezhepçilik, Orta Doğu halklarının genlerinde olan bir düşmanlık değildir. Tarih boyunca Şii ve Sünni Müslümanlar, Yahudiler, Hristiyanlar, Araplar, Kürtler ve Türkmenler yan yana yaşamış, hatta aynı safta savaşmıştır. Ancak emperyalizm, bu birliği bozarak kontrolü sağlamak için mezhep ve etnik farklılıkları birer patlayıcı mekanizmaya dönüştürmüştür.
Osmanlı Devleti'nin yıkılışıyla birlikte İngilizler ve Fransızlar, bölgede suni sınırlar çizerek halkları bölme politikasını hayata geçirdiler. Mezhep ayrılıklarını derinleştirmek, azınlıkları yönetimde kullanarak çoğunluğu baskılamak, halklar arasında düşmanlık yaratıp sürekli bir istikrarsızlık ortamı oluşturmak, emperyalizmin “Böl ve Yönet” stratejisinin temel unsurlarıydı.
Bu strateji, 20. yüzyılda İngiltere ve Fransa’nın politikalarıyla şekillenirken, 21. yüzyılda ABD ve İsrail’in eliyle uygulanmaya devam etmektedir. Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da ve Yemen’de yaşanan mezhep savaşları, büyük ölçüde dış güçlerin desteklediği bir kışkırtma sonucunda başlamış ve devam ettirilmiştir.
II. Suriye-Bölgede Emperyalist Planların Son Halkası
Şam’ın düşüşü sonrası yaşananlar, tam anlamıyla bir güç boşluğunun nasıl istismar edildiğinin göstergesidir. Suriye’de iç savaşın başından beri Batı ve İsrail destekli grupların mezhepçiliği körüklediğini biliyoruz. Bunun en bariz örnekleri şunlardır:
1. İsrail’in Suriye’deki Stratejisi: İç Savaşı Sürekli Devam Ettirmek
İsrail’in Orta Doğu politikası, hiçbir zaman barış üzerine kurulmamıştır. İsrail’in güvenliği, çevresindeki Arap devletlerinin sürekli bir iç savaş içinde olmasıyla garanti altına alınmaktadır. Bu nedenle İsrail, Suriye’de iç savaşın devam etmesini istemektedir.
Şam’ın düşüşü sonrası HTŞ’nin İsrail’in sınırına kadar ilerlemesine göz yumması ve hatta sessiz destek vermesi, emperyalizmin nasıl çalıştığını gösteren en net örneklerden biridir. İsrail, Suriye’de kimin iktidara geldiğinden ziyade, Suriye’nin parçalanmasını ve hiçbir zaman güçlü bir devlet olarak yeniden doğmamasını istemektedir.
İsrail’in doğrudan rolü şunlardır:
HTŞ ve diğer radikal unsurlara dolaylı yoldan destek sağlamak,
İran ve Hizbullah hedeflerini bombalayarak mezhep savaşlarını körüklemek,
Batı medyası üzerinden Suriye’deki çatışmaları sürekli olarak mezhep ekseninde göstermek.
2. ABD ve İngiltere’nin Mezhep Kışkırtmaları
ABD’nin bölgedeki varlığı, “Terörle Mücadele” kılıfıyla meşrulaştırılsa da, asıl amacı istikrarsızlık yaratmaktır. ABD, Irak’ta ve Suriye’de yaptığı gibi, önce mezhep savaşlarını kışkırtarak halkları birbirine düşürmüş, sonra da çözüm için askeri müdahalelerde bulunmuştur.
ABD’nin Suriye’deki Mezhep Stratejisi:
DAEŞ ve HTŞ gibi grupları sahaya sürerek Sünni-Şii savaşlarını kışkırtmak,
Kürt grupları destekleyerek Arap-Kürt düşmanlığını beslemek,
Suriye hükümetini İran ile işbirliği yaptığı gerekçesiyle sürekli tehdit etmek.
3. Körfez Ülkelerinin Rolü-Parayla Satın Alınan Savaş
Körfez ülkeleri (Suudi Arabistan, BAE, Katar), Batı’nın Orta Doğu’daki taşeronları olarak mezhep savaşlarının finansörlüğünü üstlenmiştir. Suudi Arabistan’ın Vahhabi ideolojisini yaymak için bölgedeki Sünni aşiretleri silahlandırması, Katar’ın bazı radikal grupları fonlaması, İran’la olan rekabetin bir yansımasıdır.
Körfez Ülkelerinin Desteklediği Stratejiler:
Aşiretler üzerinden Sünni-Şii ayrımını derinleştirmek,
Selefi gruplara finans sağlamak,
Suriye ve Irak’ta İran’a karşı vekalet savaşı yürütmek.
III. Mezhep Savaşları Küresel Emperyalizmin Anahtarı
Tarih boyunca emperyalist güçler, halkları birbirine düşürerek yönetmeyi tercih etmiştir. Suriye’de yaşananlar da bu stratejinin devamıdır. ABD ve İsrail, bölgede asla güçlü bir Arap birliği istememektedir. Çünkü güçlü bir Arap dünyası, İsrail’in ve Batı’nın çıkarlarına doğrudan tehdit oluşturacaktır.
Irak’ta, 2003’te ABD işgali sonrası yaşanan mezhep savaşlarının aynısı bugün Suriye’de sahnelenmektedir. ABD ve İsrail’in, Şii-Sünni çatışmalarını körükleyerek bölgedeki halkları birbirine düşürmesi tesadüf değildir.
Örnekler:
1. Irak’ta Camii Bombalamaları
2003 sonrası Şii ve Sünniler birlikte ABD’ye karşı gösteriler düzenlerken, Şii camilerinde bombalamalar başladı.
Bu saldırılar, mezhep savaşlarının başlamasını sağladı.
2. Suriye’de Alevilere Yönelik Katliamlar
Şam’ın düşüşünden sonra Alevilere yönelik saldırılar başladı.
Amaç, Sünni halkı Alevilere düşman etmek ve bir iç savaş yaratmaktı.
Mezhepçiliğe Karşı Gerçek Direniş
Emperyalizm, halkları dini ve etnik kimlikleri üzerinden bölerek zayıflatmayı amaçlamaktadır. Bu oyunları bozmanın tek yolu, halkların birlik olması ve emperyalizmin kışkırtmalarına karşı bilinçlenmesidir.
Mezhep savaşlarının kazananı hiçbir zaman halklar olmaz; kazanan daima emperyalizmdir. Suriye’de, Irak’ta ve Orta Doğu’nun tamamında barış ve istikrar ancak mezhep çatışmalarına karşı ortak bir bilinç geliştirilerek sağlanabilir.
Uyanık Olalım, Oyuna Gelmeyelim
Tarih boyunca emperyalist güçler, bölgeleri sömürmek ve kendi çıkarlarına hizmet eden düzenleri kurmak için toplumsal fay hatlarını kaşımaktan geri durmadılar. Bugün Hatay'da ve bölgenin geneline yayılmak istenen provokasyonlar da aynı senaryonun farklı bir perdesidir. Bu girişimler sadece spontane çıkan olaylar değil, aksine uzun süredir planlanan ve hedefleri bölgeyi çatışma ortamına sürüklemek olan şeytanı oyunlardır. Çünkü Hatay, sadece coğrafi bir bölge değil, aynı zamanda tarih boyunca bir arada yaşamın, kardeşliğin ve farklılıkların uyumunun önemli bir simgesi olmuştur. Ancak, bu farklılıkları bir ayrılık ve kaos aracı olarak kullanmak isteyen Siyonizm ve onun görünmeyen elleri, bölgede kargaşa çıkarmak adına büyük bir oyun içindedir.
Hatay'ın kritik konumu ve tarihi mirası, emperyalist güçlerin her zaman ilgisini çekmiştir. Bilhassa Siyonist projeler açısından Hatay, Ege'den Mezopotamya'ya kadar uzanan büyük bir planın son kalelerinden biri olarak görülmektedir. Bu nedenle, bölgede huzurun sarsılması ve halklar arasında fitne tohumları ekilmesi için sistematik bir çaba gösterilmektedir. Hatay’ın dinî ve etnik farklılıkları bahane edilerek tahrikler yapılmakta, Lazkiye ve kırsal bölgelerinde bölgesel çatışmaları tetikleyerek, şehir halkını çığırından çıkarmaya çalışmaktadırlar. Bu planların amacı, Hatay’ın toplumsal dengesini bozmaktan öte, tüm Türkiye’yi derinden sarsacak bir kaos oluşturmaktır.
Bu noktada, bölge halkına ve tüm Türkiye’ye büyük bir sorumluluk düşmektedir. Herkes bilmelidir ki, çıkan olaylar salt bir protesto veya sözde demokratik taleplerin dile getirildiği masum eylemler değildir. Arkasında büyük bir strateji vardır ve bu strateji, insanın özgür iradesini manipüle eden derin hesapları içermektedir. Hiçbir öldürmenin tarafı değiliz ve haksızlığı asla savunmuyoruz. Ancak, bu olayları kimin organize ettiğini ve hangi emellere hizmet ettiğini iyi anlamak zorundayız. Siyonizm'in bölgede kargaşa çıkartmak ve Türkiye’yi çökertmek için uyguladığı bu oyunlara karşı gözümüzü açmalı, millet olarak birliğimizi bozmadan hareket etmeliyiz.
Özellikle siyasi partilere de büyük bir sorumluluk düşmektedir. Hiçbir parti, Hatay’daki bu olayları kendi ideolojileri veya seçim stratejileri için kullanmamalıdır. Halkın birliğini bozacak her türlü siyasi manipülasyondan kaçınılmalıdır. Çünkü Hatay, herhangi bir partinin seçim kampanyasından öte, bütün bir milletin geleceğini ilgilendiren bir konudur. Seçimler gelir geçer, ancak toplumsal huzurun bir kez bozulması, onarılamaz yaralar açar. Bu nedenle, Hatay’daki halkımız bu oyunlara gelmemeli, nifak tohumlarını besleyen değil, yangına su döken olmalıdır.
Bölgenin, mezhepçilik üzerinden bölünmeye çalışıldığını, bu ayrışmanın bütün Ortadoğu’da nasıl bir kan dökülmesine sebep olduğunu gördük ve görmeye de devam ediyoruz. Irak, Suriye ve Yemen gibi bölgelerde başlayan ve halkı mezhepler temelinde birbirine düşman eden oyunların aynısını Hatay’da da sahnelemek isteyenlere karşı, birlik ve beraberlik içinde olmamız şarttır. Aksi halde, kardeş kanını akıtmak için sırtlan gibi bekleyenlerin tuzağına düşeriz.
Bu nedenle, tüm hemşerilerimize çağrımızdır: Fitneye, provokasyona ve emperyalist güçlerin oyunlarına gelmeyelim. Hangi görüşte olursak olalım, hangi kimlikten gelirsek gelelim, en önemli şeyin birliğimiz ve huzurumuz olduğunu unutmayalım. Siyonizm'in emellerini kursağında bırakacak en büyük silah, halkın sağduyu, kardeşliği ve dirayetidir. Uyanık olalım ve direnişimizi insani temeller üzerinden, akıl ve vicdanla verelim.
Erol Kekeç/10.03.2025/Namazgah-Çamlıca/İST