Denizin Efendisi
Uzak denizlerde bir gemi vardı. Adı “Zafer” idi. Sahibi ve kaptanı ise Mirza Bey… Mirza Bey’in adı dilden dile dolaşır, denizciler onun cesaretinden, uzak limanlardaki tüccarlar ise keskin zekâsından bahsederdi. Gemisinin gövdesi yosun tutmaz, yelkenleri yırtılmazdı. Çünkü Mirza Bey’in bir sözü vardı:
“Bir kaptan, suyun altında ne olduğunu bilmez. O, sadece suyun üstünde kalmasını bilir.”
Bu söz, ona sadık tayfası tarafından bir yasa gibi benimsenmişti. Fırtınalar kopar, dalgalar yükselir, düşman gemileri ufukta belirirdi. Ama Zafer, her zaman yoluna devam ederdi. Mirza Bey, dümen başında dimdik durur, gözlerini kısarak ufka bakar, tayfasına hep aynı şeyi söylerdi:
“Bizi düşmanlarımız durduramaz! Onlar, bizim ilerlememizi istemeyen korkaklardır. Yolumuza taş koymak için pusuda beklerler. Ama biz, her zaman suyun üstünde kalacağız!”
Ne zaman biri geminin zor durumda olduğunu söylese, Mirza Bey gülerdi:
“Sorun gemide değil, gözlerinizde. Siz, benim gördüğüm gibi göremiyorsunuz.”
Tayfa, başlarını öne eğer, gözlerini ovuşturur ve hatayı kendilerinde arardı. Çünkü Mirza Bey’in hiç yanıldığı görülmemişti!
İsyanın Kıyısı
Yıllar geçti. Zafer yine sulardaydı ama tayfa arasında fısıldaşmalar başlamıştı. Çünkü geminin gövdesi çürümüş, yelkenleri eskiyip yırtılmaya başlamıştı.
Tayfa lideri Kerem, bir gün cesaretini topladı ve kaptanın yanına gitti:
“Mirza Bey, gemimizin tahtaları su alıyor. Eğer tamir etmezsek batabiliriz.”
Mirza Bey gülümsedi, her zaman yaptığı gibi. Omzuna hafifçe vurdu ve şöyle dedi:
“Kerem, düşmanlarımızın seni kandırmasına izin verme! Bu gemi, yıllardır suyun üstünde kaldı. Eğer batacak olsaydı, çoktan batardı. Asıl mesele, bizim güçlü olup olmadığımızdır. Eğer yüreğin zayıfsa, gözlerin sana oyun oynar. Sen kalbini güçlendir, gemi kendini onarır.”
Kerem’in içini bir şüphe kapladı. Acaba gerçekten hata kendisinde mi idi?
Ama günler geçtikçe su, ahşap tahtaların arasından daha fazla sızmaya başladı. Tayfa yorgundu, gemi ağırlaşmıştı. Birkaç denizci dayanamayıp açıkça konuştu:
“Kaptan, gemi su alıyor. Bu, düşman oyunu değil! Gerçek bu!”
Mirza Bey’in gülümsemesi bir an kaybolur gibi oldu ama hemen toparlandı. Başını eğdi, gözlerini kıstı ve sesini derinleştirerek konuştu:
“Demek böyle düşünüyorsunuz. Yazık. Oysa ben sizin güçlü olmanızı isterdim. Ama anladım ki bazılarınız, gemimizin su almasını istiyor! Siz, bizim batmamızı isteyenlerdensiniz. Ve size söyleyeyim, biz batmayacağız! Çünkü biz Zafer’in mürettebatıyız!”
Tayfa, bu sözleri duyunca korktu ve sessizleşti. Çünkü kaptanın düşman olarak gördüğü biri olmak istemezlerdi. Kendi aralarında konuşsalar da, seslerini yükseltmeye cesaret edemediler.
Mirza Bey ise kendi içinden bir zafer kazanmış gibi hissetti. Onları yine ikna etmişti.
Övgü ve Gerçek
Günler geçtikçe geminin durumu daha da kötüleşti. Artık ahşaplar gıcırdıyor, su seviyesini aşmak için tayfa sürekli kovalarla suyu dışarı dökmek zorunda kalıyordu.
Ama bir mucize oldu. Bir limana ulaştılar!
Bu limanda Mirza Bey’in eski rakiplerinden biri vardı: Sadık Reis.
Tayfa, limana varır varmaz hemen tamir için yardım almak istese de, Mirza Bey onları durdurdu. Liman halkına seslendi:
“Bakın! Bizi eleştirenler bile şimdi hatamızı kabul etti! Demek ki biz doğru yoldaymışız!”
Sadık Reis, Mirza Bey’in bu sözlerine güldü ve ona seslendi:
“Mirza Bey, bu gemi su alıyor. Eğer bir kaptan gerçekten iyiyse, gemisini suyun üstünde tutmaz, onu sağlam yapar.”
Mirza Bey bir an duraksadı. İçinde bir öfke yükseldi ama bunu göstermek istemedi. Kendi sesini daha da yükseltti:
“Görüyorsunuz değil mi? Onlar bizim batmamızı istiyor! Ama Zafer asla batmayacak!”
Tayfa, bu sözleri duyunca yine sessiz kaldı. Ama içlerinde ilk defa bir şüphe büyümeye başlamıştı.
Suyun Altı ve Üstü
Limanın rüzgârı kesilmiş, deniz sakinleşmişti. Gece olunca, Kerem ve birkaç tayfa gizlice gemiden inerek liman halkıyla konuştu. Limandaki eski denizciler, onlara acı gerçeği söyledi:
“Geminiz artık fazla dayanamaz. Eğer tamir edilmezse, bir sonraki fırtınada suyun altında kalırsınız.”
Kerem, gemiye döndüğünde Mirza Bey’in hala güverteye dikildiğini gördü. Yanına yaklaştı ve bir kez daha cesaretle konuştu:
“Kaptan, gemi gerçekten su alıyor. Eğer onu tamir ettirmezsek, hepimiz batacağız.”
Mirza Bey, bir süre sessiz kaldı. Ama sonra yine bildiği oyunu oynadı. Derin bir nefes aldı, gözlerini kısıp karanlık denize baktı ve ağır ağır konuştu:
“Kerem, sen ve senin gibiler, zaferden korkanlardansınız. Gemimizi tamir ettirmek istemen, aslında bizim batmamızı istemenizdir. Çünkü benim gibi biri her zaman suyun üstünde kalır. Ve bunu çekemeyenler, hep bir bahane bulur.”
Kerem artık dayanamıyordu. Yeterdi! Bağırarak cevap verdi:
“Kaptan! Denizin altı ve üstü var! Sen sadece üstte kalmayı biliyorsun. Ama biz batarsak, sen de bizimle gidersin! Gemiyi kurtarmak istemiyorsan, en azından bizim hayatımızı düşün!”
Bu sözler, Mirza Bey’in ilk kez gerçekten yüzünü sertleştirdi. Ama geri adım atmadı. Sadece başını çevirdi ve usulca şöyle dedi:
“Eğer gemimden memnun değilsen, inebilirsin Kerem. Yoluna bak.”
Kerem ve birkaç tayfa, çaresizce gemiyi terk etti. Kalanlar, Mirza Bey’e boyun eğdi. Çünkü onlar, denizin üstünde kalmaya inanmaya devam ediyordu.
Suyun Altında
Gemi tekrar denize açıldı. Ama çok geçmeden büyük bir fırtına patladı. Dalga, Zafer’in gövdesine çarptıkça çürük tahtalar çatırdadı, su içeri doldu. Tayfa, suyu boşaltmaya çalıştı ama gemi artık eskisi gibi suyun üstünde kalamıyordu.
Mirza Bey, dümen başında dimdik durdu. Ama ilk kez gözlerinde bir korku belirdi. Çünkü artık bildiği tüm sözler işe yaramıyordu.
Ve o gece, Zafer, denizin dibini gördü.
Ama Mirza Bey, batarken bile son sözünü söyledi:
“Bu bir ihanet! Eğer bana inansalardı, bu olmazdı!”
Ancak deniz, bu sözleri duymadı. Çünkü suyun üstünde kalmak isteyenler, suyun altındakileri asla duymazdı.
Erol Kekeç/03.03.2025/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder