Türkiye'nin Gazze ve İsrail arasındaki konumu, sadece vicdani değil, aynı zamanda siyasi, stratejik, ekonomik ve ahlaki açıdan derin bir çözümlemeyi hak eden karmaşık bir meseledir. Türkiye’nin Filistin meselesi konusundaki tutumu, uzun süredir halkın duygularıyla siyasi realiteler arasında bir yerde salınan, retorik ile eylem arasındaki uçurumu derinleştiren bir çelişkiler yumağına dönüşmüş durumda. Gelin bu çelişkileri, nedenlerini ve olası sonuçlarını farklı başlıklar altında, muhalif ve tutarlı bir analizle değerlendirelim:
1. Söylem-Eylem Uyuşmazlığı- Kudüs Davası mı, Siyasi Tiyatro mu?
Türkiye’de iktidarın yıllardır sürdürdüğü retorik, Kudüs’ün, Gazze’nin ve Filistin’in korunmasına dair güçlü sözlerle bezeli. Cumhurbaşkanlığı seviyesinde “Kudüs kırmızı çizgimizdir”, “Bir gece ansızın gelebiliriz”, “Dünya beşten büyüktür” gibi cümleler sık sık kullanılıyor. Ancak bu söylemlerin arkasında fiili bir yaptırım, caydırıcı bir adım ya da somut bir müdahale göremiyoruz.
Retorik varsa, icraat nerede?
-
İsrail’le yapılan askeri anlaşmalar,
-
Mavi Marmara sonrası özür, tazminat ve diplomatik ilişkilerin hızla onarılması,
-
7 Ekim sonrası yaşanan katliamlar karşısında dahi İsrail’e giden gemilerin durdurulmaması,
-
Gazze’ye yardım bahanesiyle aslında mülteci planlamaları yapılması gibi eylemler bu söylemleri boşa çıkarıyor.
2. Ticaret ve Diplomasi- Kudüs İçin Kınayıp Tel Aviv’le Ticaret Yapmak
2023 yılında Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi 9 milyar doları geçti. Türkiye’den İsrail’e ihraç edilen malların arasında çelik, inşaat malzemesi, gıda ürünleri gibi temel yapısal ürünler var. Aynı dönemde İsrail’in Gazze’de altyapıyı bombaladığı, gıda ve su yollarını kestiği düşünüldüğünde, Türkiye’den giden bu mallar hangi vicdana, hangi “İslami dayanışma”ya sığıyor?
Çarpıcı örnek:
-
Bir yandan İsrail’in sivillere saldırdığı söylenirken, diğer yandan Türkiye limanlarından çıkan malların Ashdod Limanı'na indirildiği ve İsrail ordusunun lojistiğine katkı sağladığına dair sızan bilgiler basına yansıyor.
Bu noktada halktan yükselen “Bu nasıl anti-Siyonizm?” sorusu haksız mı?
3. Ordu ve Güç Kullanımı- Slogan Var, Caydırıcılık Yok
Türkiye, NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip. SİHA teknolojisiyle, drone ihracatıyla övünen bir savunma sanayi var. Ancak Gazze’de çocuklar katledilirken bu teknolojilerin caydırıcılık için hiçbir şekilde devreye sokulmaması ciddi bir irade sorununa işaret ediyor.
Peki neden?
-
ABD ile diplomatik dengeleri bozmamak,
-
İsrail’le ticari ilişkileri kaybetmemek,
-
İç politikada “dış güçler” kartını canlı tutmak için düşmanı söylemde diri tutarken gerçekte eylemsizlik tercih ediliyor olabilir.
4. Bağımsız Eylemcilere Müdahale- Hangi Ümmet, Hangi Dayanışma?
Gazze için yürüyüş yapmak isteyen sivil toplum kuruluşları, öğrenciler, kadınlar sık sık polis baskısıyla karşılaşıyor. “Ümmet için mücadele” ettiğini söyleyen iktidar, neden bağımsız insanlara tahammül edemiyor?
-
Çünkü sahici bir halk hareketi, mevcut sistemin “tek elden yönetim” mantığını tehdit ediyor.
-
Tıpkı Gezi'de olduğu gibi, Gazze için sokağa çıkan herkes potansiyel bir “iç tehdit” olarak görülüyor.
5. Gazze'yi Türkiye’ye Getirmek- Sürgün mü, Kurtuluş mu?
Gazze halkını Türkiye’ye getirme fikri, ilk bakışta insani görünebilir. Ancak bu planın ardında “Gazze'yi boşaltma” gibi Siyonist bir stratejiye hizmet etme riski de var. “Yaralıları getirelim” demekle başlayıp, “Gazze'yi tahliye edelime varabilecek bu süreç, Filistinlilerin kendi topraklarına dönme hakkını elinden alabilir.
Sürgün, işgalin tamamlayıcısıdır.
Eğer Gazze boşaltılırsa İsrail için işgal etmek çok daha kolay hale gelir. Türkiye bu planda aktif rol oynarsa, “koruyucu ülke” değil, “pasif suç ortağı” konumuna düşer.
6. “Kınama Diplomasisi”- Ne Uluslararası, Ne Yerel Etki
Her saldırıdan sonra kınama mesajları yayınlanıyor. BM’de etkisiz, İİT’de sembolik, Batı'da ise göz ardı edilen bu açıklamalar artık içeride de inandırıcılığını yitirmiş durumda.
Kınama, eylemsizliğin makyajıdır.
Gazze bombalanırken İsrail büyükelçisinin gönderilmemesi, ticaretin askıya alınması, askeri anlaşmaların iptali gibi adımlar atılmıyor. Bu durumda yapılan her kınama, sadece halkı oyalamak için atılmış bir tiyatro repliği gibi görünüyor.
7. Muhalefetin Suskunluğu- Herkes Mi Susturulmuş?
Ana akım muhalefet partileri bile bu süreçte yeterince ses çıkaramıyor. Çünkü Gazze meselesi, sadece insani değil, aynı zamanda siyasi mayınlarla dolu. Bir kesim “İslamcı görünmekten korkuyor”, diğer kesim “iktidarı çok fazla kızdırmaktan çekiniyor”.
Sonuçta ortaya sessiz, etkisiz, vizyonsuz bir muhalefet kalıyor.
8. Türkiye'nin Asıl Fonksiyonu- Denge Unsuru mu, Sistem İçi Muhalefet mi?
Türkiye’nin İsrail’e doğrudan müdahale etmeyen, ama iç kamuoyunu rahatlatmak için sözde tepkiler gösteren tutumu; Batı'nın gözünde onu “dengeleyici” bir oyuncu haline getiriyor. Yani:
-
Ne Filistin’i kurtarıyor,
-
Ne de İsrail’i gerçekten rahatsız ediyor.
-
Sadece Orta Doğu halklarını uyutan bir “makyaj” görevi görüyor.
HAKİKATİN YÜZÜNE BAKMAK GEREK
Türkiye’nin Filistin politikası, gerçek bir direniş değil, içi boşaltılmış bir retorik balonuna dönüşmüş durumda. Gazze’de her bomba düştüğünde, Türkiye'de yapılan açıklamalar “taziye” değil, bir nevi “algı yönetimi” haline geldi. Tüm bu süreçte:
-
Kınamalar hayata dokunmuyor,
-
Ticaret vicdanı zedeliyor,
-
Güvenlik politikaları halkı bastırıyor,
-
Diplomasi çelişkilerle dolup taşıyor.
Ve sonunda, en büyük kayıp Filistin halkına değil, insanlığın ortak vicdanına oluyor.
Eğer gerçekten Filistin için bir şey yapılmak isteniyorsa:
-
İsrail ile tüm askeri ve ekonomik ilişkiler kesilmeli,
-
Filistinliler zorla tahliye edilmemeli,
-
Gazze'deki saldırılar karşısında uluslararası yaptırım öncülüğü yapılmalı,
-
Bağımsız halk eylemleri desteklenmeli, bastırılmamalı,
-
Ve en önemlisi: söylemler değil, eylemler konuşmalı.
Çünkü Filistin'e ağlayan gözlerin samimiyeti, İsrail'e giden gemilerden çok daha kıymetlidir.
Bahadır Hataylı/07.04.2025/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder