Bu Blogda Ara

10 Haziran 2025 Salı

Tapınma Alışkanlık mı Tercih mi?



 Toplumsal İfsadın Kökleri Üzerine 

İnsanoğlu, yaratılışından bu yana tapınma ihtiyacı duymuştur. Bu, insanın fıtratına işlenmiş bir yöneliştir; çünkü insan sınırlıdır, acizdir, korunma ve anlam arayışı içindedir. Ancak bu yönelişin şekli, mahiyeti ve muhatabı zamanla değişebilmiş, hakikate yönelmesi gereken bu duygu; alışkanlıklar, zaaflar, korkular ve cehaletle sapkın yönlere evirilebilmiştir. İşte bu noktada temel soru şudur: Tapınma bir tercih midir, yoksa alışkanlık haline mi gelir? Ve daha önemlisi: Alışkanlıkla başlayan tapınmaların sapmaya evrilmesi nasıl bir toplumsal çürümeye yol açar?

Bu sorulara en çarpıcı örnek, Kur’an’da anlatılan Hz. Yusuf kıssasında gizlidir. Kendisini zamanında kabullenmekte zorlanan, hatta iftira ve tuzaklarla hapsetmeye çalışan bir toplum, Hz. Yusuf’un ölümünden sonra “Allah, Yusuf’tan sonra kimseyi göndermez” diyerek onu putlaştırmış ve sapkınlığa sürüklenmiştir. Bu örnek sadece bir kıssa değil, insanlık tarihinin tekrar eden çöküş desenlerinden biridir.

1. Fıtratın Yönelişi-Tapınmanın Temel İtici Gücü

İnsan, sonsuza dair bir bilinçle yaratılmıştır. Bu bilinç, sonsuzluğa duyulan özlemle birleştiğinde, bir yüce varlığa yönelme ihtiyacını doğurur. Bu yönelme; bazen secdeyle, bazen dua ile, bazen ise sadece içsel bir boyun eğişle tezahür eder. Ancak bu yönelişin neye ve kime olduğuna karar vermek, insanın aklına, terbiyesine ve iradesine bağlıdır.

Bu noktada şunu belirtmek gerekir: Tapınmak bir ihtiyaçtır, evet. Fakat neye tapındığını seçmek bir tercihtir. Eğer bu tercih bilinçle, hakikatle ve tevhit anlayışıyla yapılmazsa, bu sefer tapınma alışkanlığa, alışkanlık da zamanla kör bir bağnazlığa dönüşür.

2. Alışkanlıkların Zehri-Bilinçsiz İbadet, Boş Ritüel

İbadetlerin anlamını kaybettiği, secdenin sembolikleştiği, sözlerin ruhtan uzaklaştığı bir toplumda, tapınma artık bir alışkanlıktır. Sabah kalkınca diş fırçalamak gibidir; yapılır ama niçin yapıldığını kimse düşünmez. Cuma namazına gitmek, ezan okununca ayağa kalkmak, mukabele dinlemek… Bunların hepsi kıymetlidir ama içi boşaltıldığında birer otomatiğe bağlanmış tepkiden ibaret kalır.

Alışkanlıkla yapılan ibadetler, insanı oyalayan ama dönüştürmeyen bir ritüele dönüşür. Bu da zamanla insanın ibadeti bir duygu boşalımı yerine, sadece “toplumsal normlara uyum” amacıyla yerine getirmesine neden olur. Dini bir görevi yaparken hissedilen şey Allah’a yakınlık değil, toplumsal dışlanmadan kaçınma korkusudur.

3. Hz. Yusuf’un Putlaştırılması-İnsanların Gerçeği Anlayamayıp Efsaneleştirmesi

Hz. Yusuf’un hayatı, iffet, sabır, adalet ve Allah’a teslimiyetin timsali olarak anlatılır. Mısır’da adaletle hükmetmiş, zindanlara düştüğü halde isyan etmemiş, kendisine ihanet eden kardeşlerini affetmiştir. Fakat ne yazık ki insanlar onu bu haliyle yaşarken anlayamamış, kıymetini bilememiştir. Ne zaman ki aralarından ayrılmış, o zaman değer vermeye başlamışlardır.

Zihinlerindeki boşluğu onunla doldurmuş, acılarını onun adıyla hafifletmişlerdir. Zamanla bu sevgi, hakikati hatırlamaktan öteye geçmiş, “Allah, Yusuf’tan sonra kimseyi göndermez” inancına dönüşmüştür. Bu inanç, onu yüceltmek değil; Allah’ın rahmetini sınırlandırmak anlamına gelir ki bu da şirk kapısını aralar.

İşte tam bu noktada sapma başlar: İlahi olanla insani olan yer değiştirir. İnsani olan (Hz. Yusuf), ilahi yerine konur. Bu, en sinsi ve derin sapmadır. Çünkü insanlar bu durumu “sevgi” zanneder ama aslında tevhitten sapıştır.

4. İfsadın Kökleri-Bireysel Zaaflardan Kolektif Sapkınlığa

Toplumsal ifsat, bir gecede ortaya çıkmaz. Kültürel, zihinsel ve duygusal tortuların birikmesiyle büyür. Önce anlam kaybolur, sonra davranış kalır, en sonunda da davranış şekil değiştirir ve çarpık bir inanç sistemine dönüşür.

  • Anlamın yitimi, tapınmayı alışkanlığa dönüştürür.

  • Alışkanlık, eleştirilmezliği doğurur.

  • Eleştirilmezlik, kutsallaştırmaya evrilir.

  • Kutsallaştırma, sorgulamayı suç sayar.

  • Sorgulamanın yasaklanması, özgür düşüncenin felç olmasıdır.

Ve artık o toplumda ne bir peygamber anlaşılır, ne de hakikat duyulur. Çünkü herkes tapındığı şeye “dokunulmazlık” atfeder.

5. Din Maskesiyle Gelen Çöküş

Toplumsal çöküşlerin çoğu ahlaki değil, dini kisveye bürünmüş ahlaksızlıkla başlar. İnsanlar dinin emirlerini değil, dinle özdeşleştirdikleri kişileri sorgulamayı bırakınca çöküş kaçınılmaz olur. Tapınma, nesnelere veya kişilere yönelmişse; hakikate değil, temsile odaklanmışsa; o zaman ilahlık taslamanın yolu açılmıştır.

Bugün bile bazı topluluklarda insanlar; şeyhlerine, liderlerine, hocalarına sorgusuz sualsiz biat etmektedir. Bu insanlar kendi elleriyle, kendilerine “yarı ilahlar” üretmişlerdir. “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” sözü; bu trajedinin veciz bir özetidir.

6. Toplumsal İfsadın Yayılma Dinamikleri

Toplumsal sapmalar bireyde başlar ama çoğunlukla şu süreçlerle büyür:

a. Rol Model Sapması

Hakikate hizmet eden liderlerin yokluğunda, toplumlar semboller üretir. Bu semboller zamanla “model” değil “ilah” olur.

b. Efsaneleştirme

Toplum, liderlerini veya geçmişte yaşamış büyük şahsiyetleri dokunulmaz kılar. Onların adıyla yemin edilir, mezarları ziyaret yerleri olur. Bu kişiler artık “hakikati gösteren” değil “hakikatin kendisi” haline gelir.

c. Kolektif Körleşme

Efsaneleştirme arttıkça, sorgulama azalır. Artık akıl devre dışıdır. Kalabalıkların doğru dediği şey “doğru”, yanlış dediği şey “yanlış” olur.

d. Kurumsallaşan Şirk

Zamanla bu tapınma biçimleri kurumsallaşır. Resmi bir din görünümü alır. Ama içinde tevhit yoktur; Allah vardır ama iradesi insanların elindedir.

7. İfsadın Modern Yüzü-Bugünün Putları

Bugün Hz. Yusuf’un putlaştırılmasının çağdaş versiyonlarını yaşıyoruz. Yalnızca peygamberleri değil, liderleri, ideolojileri, teknolojiyi, ünlüleri, parayı ve başarıyı da tapınma nesnesi haline getiriyoruz.

Artık secde ettiğimiz şey Allah değil; statü. Dua ettiğimiz şey, şifa değil; gösteriş. Yöneldiğimiz kıble, hakikat değil; menfaat.

Bugünün putları taş değil; sosyal medya ikonları, banka hesapları, siyasi figürler, futbolcular, fenomenler… Taptığımız şeyler şekil değiştirdi, ama içimizdeki tapınma zaafı hâlâ yerli yerinde duruyor.

8. Kurtuluş-Alışkanlıktan Tevhîde Geçiş

Toplumsal ifsadın panzehiri, yeniden hakikate yönelmektir. Bunun için:

  • İbadet anlamlandırılmalı, mekanik hareketler değil bilinçli yönelişler olmalıdır.

  • Rol modeller efsaneleştirilmemeli, sadece rehber olarak görülmelidir.

  • Her kutsal sorgulanmalıdır; çünkü hakikat, sorgulamaya açıktır.

  • Tevhit bilinçle içselleştirilmelidir, “Allah’tan başka ilah yoktur” sözü sadece dilde değil, hayatta hüküm sürmelidir.

  • Tapınma tercihe dönüşmeli, alışkanlığın zincirinden kurtulmalıdır.

 Tapınmanın Bedeli Ya da Hürriyetin Fikri

Hz. Yusuf’un hayatı boyunca uğradığı zulme rağmen dimdik kalması, Allah’a olan bağlılığının sarsılmaması, onun örnekliğini anlamlı kılar. Ancak onu bir ilah gibi görmek, kendi mücadelemizi unutmak demektir. Putlaştırmak, teslim olmaktır. Oysa tevhid, özgürlüktür. Çünkü tevhid; kula kulluğu reddedip sadece Allah’a yönelmektir.

Toplumlar, tapınmanın özünü kaybettikçe önce kişilere, sonra heykellere, ardından da menfaatlerine tapmaya başlar. Ve bu tapınma türleri, bir gün mutlaka kendi toplumlarını çürütür. Hakikatin yerini alışkanlıklar aldığında, inanç şekilsel olur. Şekilsel inanç ise her zaman şirkle el ele yürür.

Tapınma bir ihtiyaçtır, evet. Ama kime, neye ve nasıl olduğuna dikkat edilmelidir. Çünkü tapınmanın yönü, insanın kaderini belirler.

Erol Kekeç/21.12.2024/Sancaktepe/İST

9 Haziran 2025 Pazartesi

İbret Alın Ey Basiret Sahipleri!

Haşr Suresi 2. Ayet Işığında Zalimlere, Kalelere ve Suskunlara Bir Sesleniş

Ey insan!

Gözünü dört aç, kulaklarını aç, kalbini aç. Zira bugün seni sarsmak için, seni uyandırmak için, seni silkelenmeye çağırmak için konuşuyor bu ayet. Haşr Suresi 2. ayeti, bir tarihten bahsediyor gibi görünür sana. Ama hayır, bu ayet bir bugünü konuşuyor. Hem de ta kalbinin ortasına saplanacak kadar canlı bir hakikatle…

“Ehl-i Kitap’tan kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur. Siz, onların çıkacağını düşünmemiştiniz. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah’a karşı koruyacağını sanmıştı. Allah onlara, hiç beklemedikleri yerden geldi ve kalplerine şiddetli bir korku saldı. Evlerini kendi elleriyle ve müminlerin eliyle harap ediyorlardı. İbret alın ey basiret sahipleri!”Haşr/2

Sen zannediyorsun ki bu ayet sadece Medine’deki Yahudi kabilesi olan Benî Nadîr’e indi. Sen sanıyorsun ki Allah o zamanlarda konuştu, bugün sessiz. Sen diyorsun ki bu ayetler tarihe aitti, bugünün taş duvarlarına sökmez. Ama işte sen yanılıyorsun. Bu ayet, tam da bugünün göbeğine inmiştir.

Evet, bugünün siyonist İsrail’ine, onların güvendiği demir kubbelerine, istihbaratlarına, tanklarına, uçaklarına, destekçisi emperyalist kalelere… Hepsine bir çağrı, bir ihtar, bir uyarı bu ayet.

Kalelerine Güvenenler

İsrail bugün neye güveniyor? Demir kubbesine mi? Mossad’ına mı? Arkasında saf tutmuş Amerika’sına mı? Avrupa’nın ikiyüzlü sessizliğine mi?

Tıpkı Benî Nadîr’in yaptığı gibi. Onlar da kalelerine güvenmişlerdi. “Bu duvarlar bizi korur” demişlerdi. “Muhammed’in (s.a.v.) ordusu bize yaklaşamaz” demişlerdi. Ama Allah hiç beklemedikleri bir yerden geldi.

Bugün de aynı kibirle kalelerini inşa edenler var. Kendilerini korunaklı sananlar. Betondan yapılmış apartmanları, güvenceli bankaları, diplomasileri, medya destekleri, dijital kalkanları… Zannediyorlar ki bu kaleler onları korur. Ama ayet haykırıyor:

“Onlar da kalelerinin kendilerini Allah’a karşı koruyacağını sanmıştı.”

Allah’a karşı. Bak! Düşmanın mahiyeti bu. Allah’a karşı güvenlik inşa etmeye çalışanlar. Bu nasıl bir delilik?

Ve sonra ne oldu? Kalplerine korku düştü. Allah korku saldı onlara. Öyle bir korku ki, duvarlardan değil, içeriden yıktı onları.

Korku Kalpleri İçerden Yıkar

Sen sanıyor musun ki bir halk sadece dışarıdan yıkılır? Hayır! Bir toplum önce içten yıkılır. Kalbine korku düşerse, imanını yitirirse, zulme göz yumarsa, susarsa, razı olursa yıkılır.

İşte İsrail… Sözde “en güçlü orduya sahip ülke”. Ama korkak. Çünkü mazluma zulmeden her zalimin kaderi korkudur. Öyle bir korku ki, bugün onlar Gazze’deki çocuk cesetlerinden, yer altındaki tünellerden, bir taş atan çocuktan korkar hale geldiler.

Neden? Çünkü kalplerine Allah korku saldı.

Ve işte tarih tekrar ediyor: “Evlerini kendi elleriyle ve müminlerin eliyle harap ediyorlardı.” Bugün de aynısı olacak. Onlar yıkılacaklar. Ama sadece dışardan değil. İçerden. Korkularıyla. Zulümlerinin bedeliyle. Dualarla. Mazlumların gözyaşıyla.

Ama Ya Susanlar?

Bir de siz varsınız. Evet siz! Ey bu zulmü gören ama susanlar! Ey bu kıyımı seyredenler! Ey medyaya bakıp geçip gidenler! Ey ‘bu işler karışık’ deyip sırt çevirenler!

Siz de ibret alın ey basiret sahipleri!

Bu ayet sadece zalime değil, susana da iner. Çünkü bu ayetin hitabı “ibret alın ey basiret sahipleri” diyedir. Basiret, olayları yalnızca görmek değil, hakikati sezmek, sonucu kestirmek, Allah’ın muradını anlamaktır.

Sen bir çocuğun taşla tankın karşısına çıkışına bakarken ne hissediyorsun? “Yazık” mı diyorsun sadece? Yoksa “Allah bir nesli yeniden diriltiyor” mu diyorsun?

Sen zulmü sadece “politik” bir mesele mi sanıyorsun? Yoksa Allah’ın yeryüzünde bir hesabı olduğunu, her zalime bir vakit biçtiğini biliyor musun?

Yurtlarından Sürülmekle Övünenler

Bu ayet bir sürgünü anlatır. Allah’ın, inkârcı Ehl-i Kitap’tan olan bir topluluğu topraklarından çıkarmasını. Onlar bunu asla beklememişlerdi. Kendilerini ebedî zannetmişlerdi.

Bugün de İsrail halkı kendisini kutsanmış bir ırk, “vaadedilmiş topraklar”ın sahibi sanıyor. Oysa tarihten ibret almayanlar, tarih olur.

Onlar bir gün gelecek, o topraklardan sürülecekler. Allah dilerse, bir gecede olur bu. Çünkü Allah bu ayette gösterdi ki, düşman güçlü görünse bile, Allah bir korkuyla onu darmadağın eder.

Ama asıl ibretlik olan neydi biliyor musun? Onlar evlerini kendi elleriyle harap ettiler!

Bugün de İsrail, insanlık vicdanında kendi varlığını yıkıyor. Dünyanın dört bir yanında insanların gözünde çöküyorlar. İsrail’in attığı her bomba, kendi mezarını kazıyor.

Ey Ümmet! Sen Ne Yapıyorsun?

Sen ne yapıyorsun ey ümmet? Hani sen bu ayetle yaşardın? Hani sen bir mazlumun gözyaşı aktığında sarsılırdın? Hani sen, ‘bir yerde zulüm varsa ben oradayım’ derdin?

Ne zaman sustun? Ne zaman rahatına teslim oldun? Ne zaman ekranlardan izleyen, tweet atan ama adım atmayan biri oldun?

Bu ayet sana diyor ki: “İbret al!”
Bu ayet sana diyor ki: “Zalim güvendiği kaleleriyle ayakta duramaz!”
Bu ayet sana diyor ki: “Allah kalplere korku salar; sen yeter ki hakta ol!”

Bugünün Mesajı

Bu ayet, bize bugün ne söylüyor biliyor musun?

  1. Zulüm asla ebedî değildir. Kalelere, destekçilere, silahlara güvenenler sonunda yıkılırlar.

  2. Zulme susan da zalimleşir. Vicdanı mühürlenenin kalbi taş olur. Allah, kalbi taşlaşmış olanları sevmez.

  3. Mazlumların duası, zalimlerin kibrinden büyüktür.

  4. Zulümle inşa edilen evler, bir gün sahiplerinin elleriyle yıkılır. İsrail de kendi varlığını çökertmektedir.

  5. Allah her zulme bir son hazırlar. Ama o sonu görebilmek için basiret gerekir. Dirayet gerekir. İman gerekir.

Basiret Sahiplerine Son çağrı

Ey basiret sahipleri!
Ey hâlâ gözyaşlarını içe akıtanlar!
Ey geceleri Gazze için dua edenler!
Ey hâlâ yüreği sızlayanlar!

Bu ayet size inmiştir. Sizi ayağa kaldırmak için. Sizi silkelerken diyor ki:

“İbret alın ey basiret sahipleri!”

İbret alın!
Zalimlerin sonunu görün.
Suskunluğun neye mal olduğunu görün.
Kalplerdeki korkunun nasıl ilahi bir ceza olduğunu görün.
Bugün Gazze, Kudüs, Yemen, Doğu Türkistan hep bu ayetin gölgesinde inliyor.

Ama bilin:
Allah hiçbir zalimi ebedî kılmaz.
Ve hiçbir mazlumun duasını cevapsız bırakmaz.

Ey insanlık, uyan!
Ey ümmet, silkin!
Ey vicdan, konuş!

Ve unutma: Bu ayet hâlâ canlıdır.
Çünkü Allah'ın kelamı ölü kelam değildir.

İbret alın ey basiret sahipleri!

Erol Kekeç/04.06.2025/Sancaktepe/İST

8 Haziran 2025 Pazar

Bozulan Kodlar-İlahi Güncelleme-Vahyin Kurtarıcı Çağrısı

 


1. Eşyanın Bilgisi ve Ademin Donanımı 

Adem’e öğretilen "isimler", sadece dilsel etiketler değildir; bunlar, varlıkların özünü tanımlayan, ilişkiler ağına yerleştiren, hakikatle temas kurduran varoluşsal koordinatlardır. Bu bilgi, bir tür ontolojik yazılımdır: Varlığı sadece görmekle kalmaz, onun ne olduğunu anlar, nerede durduğunu kavrar ve neye hizmet ettiğini bilir.

Allah’ın öğrettiği bu “isimler”; ahlakın, bilginin, estetiğin ve varoluşsal farkındalığın temel kodlarıdır. Bu kodlar sayesinde insan sadece bilen değil, anlamlandıran ve sorumluluk üstlenen bir özneye dönüşür.

2. Yazılım ve donanım-Fiziksel bedene metafizik akıl 

İnsan bedeni bir makine değil; fıtratıyla birlikte yaratılmış biyolojik bir tapınak, metafizik bir laboratuvardır. İçinde çalışan yazılım, sadece algoritmalarla değil; vicdanın titreşimi, sezginin fısıltısı ve iradenin itirazıyla işler.

Bu yazılım sadece bilgi işleyicisi değil, aynı zamanda bir hakikat algılayıcısıdır. Beden, bu yazılımın barınağıdır. Ruhu yücelten ya da kirleten, fıtratın nasıl kullanıldığıdır. Donanım, yani beden; hem sınırdır, hem imkândır. Yazılım (fıtrat), o bedeni ilahi bir amaca yönlendirir.

3. Fıtrat ve vahiy-parazitleşme ve kurtuluş 

Zamanla insan; çevresindeki bozulmuş örneklerden, çıkar sistemlerinden, algı mühendisliğinden, medya kodlamasından, şeytani dürtülerden etkilenerek yazılımını kirletir. Bu kirlenme, önce düşüncede başlar: Hakkı batıl zanneder, güzeli çirkin sanır, adaleti zulüm gibi görür.

İşte vahiy, fıtratın format atma talimatıdır. Her peygamber, kendi toplumunun virüslerine karşı gönderilen bir antivirüstür. Ancak bu antivirüs ancak manuel çalıştırılır: Yani insanın iradesiyle… “İman”, bu çalıştırma onayıdır.

4. Teknolojik bir Analoji-İnsan bir sistemdir 

İnsan, kendisini anlamadıkça kullandığı sistemleri de anlayamaz. Her insan kendi içindeki yazılımı tanımadan dış dünyadaki karmaşayı çözemez.

Bugün insanlığın yaşadığı en büyük kriz, işletim sisteminin çöküşüdür: Aklı kullanmayan, vicdanı susturan, kalbi mühürlenen bir toplum; en gelişmiş teknolojiyi bile kötülüğe alet eder.

Vahiy, bu çökmüş işletim sistemini “güvenli modda” çalıştırma çağrısıdır. İç sesle gelen güncelleme uyarısını dikkate almak gerekir: Herkesin ekranında aynı mesaj yanar:
"Sisteminiz Tanrı’yla olan bağlantıyı kaybetti. Geri yükleme yapılsın mı?"

5. Ahlak ve estetik-Fıtrattaki yargıların aydınlığı 

Ahlak, dış otoriteler tarafından dikte edilen kurallar bütünü değil; insanın içinde doğuştan var olan evrensel doğruluk sezgisidir. Estetik, sadece göze hitap eden form değil; varlıktaki ahengin ruhla kurduğu rezonanstır.

Bu nedenle bir çocuk; şefkati tanır, adaleti hisseder, güzelliğe yönelir. Henüz konuşmadan bunları yapar çünkü bunlar indirilen kodlardır. Ahlak ve estetik, insanın içinden doğan hakikat ışıklarıdır.

6. Toplumsal dönüşüm ve fıtrat dejenerasyonu 

Modern toplum, fıtratı yavaş yavaş çürüten bir makinedir. Sistemler, insanın yazılımına aykırı taleplerde bulunur: Tüketmesini, susmasını, biat etmesini, haz peşinde koşmasını ister.

İnsan bu sistemlere uzun süre maruz kalınca, kendi yazılımından şüphe duymaya başlar. Vicdanının fısıltısını bastırır, estetik sezgilerini boğar, aklını kiraya verir. Bu aşamada artık insan, sistemin bir aracı, bir ürünü, bir dijital kölesi olur.

Fıtrat virüs kapınca, zalim adil olur, yalan sıradanlaşır, çirkin sanat diye sunulur. İşte bu, ontolojik kopuşun başladığı yerdir.

7. Epistemolojik bir yaklaşım-Bilginin kaynağı ne?

Bilgi sadece duyularla algılanmaz; akılla işlenir, sezgiyle derinleşir ve ancak vahiy ile tamamlanır. Vahiy, bilginin yönünü tayin eden pusuladır. Onsuz bilgi, sadece yığılı veri olur; amaçsız, etiketsiz ve sorumsuz.

Fıtrat yazılımı, bu bilgi kaynaklarını sentezleyebilen tekil yapıdır. Ne sadece duyuya bağlıdır, ne sadece akla. Hepsini bir arada tartar ve hakikati hisseder. Bu his, ilahi yönlendirme ile birleşince hakikatin bilgisine dönüşür.

8. Teknolojik bir yorum-İnsan Tanrı ilişkisinin temeli 

İnsan Tanrı’ya “kul” olmakla yücelir. Bu, kölelik değil; varlığın kaynağıyla irtibat kurma şerefidir. Yazılımını Yaratan ile uyumlu çalışan insan, gerçek özgürlüğe ulaşır.

Vahiy, bu ilişkinin kodlarını içerir:

  • Ne yapmalı?

  • Neden yapmalı?

  • Kime karşı sorumluyuz?

Tanrı, insana hem irade verir hem yol gösterir. Seçme hakkı vardır ama seçtiğinin sonucunu yaşama mecburiyeti de. İşte bu nedenle cehennem, bir yazılım hatasının zorunlu çıktısıdır. Cennet ise sistemin doğru çalışmasının doğal sonucudur.

9. Çağrımız Fıtrata dön aslına uyan 

Modern insan, dışarıda mutluluk ararken içerideki cenneti kaybetti. Kendi iç sesini bastırarak topluma uyan, kendine ihanet etti.

Ey insan!

  • Kodlarını bozan sistemlere değil, seni kodlayana güven!

  • Algoritmaların değil, vicdanının sesini dinle!

  • Sana dayatılan değil, sana yüklenen yaşam biçimini yaşa!

Gerçek devrim; içindeki fıtratı yeniden ayağa kaldırmaktır. İşte bu, varoluşsal cihaddır: Kendine karşı başlatacağın isyan, seni Rab ’bine götürür.

10. Yeni bir bilinç yeni bir insan 

Bu çağrı; teknolojik çağın siber çölünde ilahi bir pusula sunar. İnsanlık, algoritmalarla yönetildiği bu dönemde ancak vahyin rehberliğiyle yeniden insaniyet kazanabilir.

Fıtrata dönüş; sadece bireysel bir arınma değil, toplumsal bir diriliştir. Yeni bir bilinç doğacaksa, bu modernliğin enkazından değil, fıtratın küllerinden yükselecektir.

"Yüzünü dosdoğru bir şekilde dine, Allah’ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtrata çevir!" (Rum 30/30)

Erol Kekeç/25.12.2024/Sancaktepe/İST 

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!