Bu Blogda Ara

18 Haziran 2025 Çarşamba

Uyan! Bu Sessizlik Bir Felakettir





Bir milletin çöküşü her zaman toplarla, tüfeklerle başlamaz. Çöküş; aklın teslim alınmasıyla, kalbin körelmesiyle, vicdanın susturulmasıyla başlar. Bu topraklarda bir süredir sessizlik hüküm sürüyor. Göz göre göre gelen felaketlere karşı ya susuyoruz ya da olan biteni hamasete boğarak anlamını yitiriyoruz. Oysa düşmanın yeni silahı sessizliğimizdir. Sessizliğimizin üzerimizdeki zaferidir bu yaşananlar.

Afgan Göçü-Bir Tesadüf Değil, Bir Senaryo

Afganistan’da savaş durduğunda, savaşanların bir kısmı ortada kaldı. Ancak bu savaşçılar öyle sıradan insanlar değildi. Birçoğu, Amerikan ordusunun çeşitli kademelerinde sahada görev almış, eğitilmiş, yönlendirilmiş kişilerdi. ABD adına savaşan bu Afganlar, Afgan halkından çok farklıydı. Onlar bir ideolojiye değil, bir amaca hizmet ediyorlardı: Kaosun taşeronu olmak.

Bu insanlar savaş sonrası Pakistan’a teklif edildi. Ama Pakistan kabul etmedi. Neden mi? Çünkü Pakistan bu yükün aslında bir savaş artığı değil, ileride kullanıma hazır bir aparat olduğunu biliyordu. Sonra İran üzerinden Türkiye’ye geçiş sağlandı. Bugün sınırlarımızı geçip içimize yerleşen bu grupların gelişini “zulümden kaçış” diye anlatmak, işin sadece vitrinidir. Gerçekte bu insanlar sistemli bir şekilde buraya yönlendirildi. Bu gelişin arkasında ne kadar ödeme yapıldı, hangi pazarlıklar döndü, hangi vaatler verildi bilemeyiz ama şunu biliyoruz: Hiçbir şey karşılıksız değildir.

Hiçbir devlet, yüz binlerce insanın ülkesine bu kadar rahat girmesine izin vermez. Hele hele bu ülke yıllardır terörle mücadele eden, iç güvenlik zaafları yaşayan, ekonomik darboğazda bir ülkeyse… Eğer bu geçişler bu kadar rahatsa, ya bir planın parçasıdır ya da bir gafletin sonucu. Ama her iki durumda da bedel milletin omzundadır.

Suriyeliler, Afganlar ve Kimliğin Silinişi

Suriyeliler üzerinden yaşadığımız sosyolojik kırılma henüz tamir edilmeden, şimdi Afgan dalgası... Üstelik bu yeni gelenlerin kim olduklarını bilmeden, neye hizmet ettiklerini anlamadan onları sokaklarımıza, mahallelerimize, şehirlerimize alıyoruz. Toplumun yapısı sessizce değişiyor. Alışkanlıklarımız, güvenliğimiz, geleceğimiz tehdit altında.

Tarihte nüfus mühendisliği hep iki şekilde yapılmıştır: Kılıçla ve göçle. Bugün artık sınırdan gelen bir ordudan çok, içimize sızdırılan bir yapı söz konusu. Biz bu gerçeği göremezken, büyük fotoğrafı okuyamazken, birileri taşları çoktan dizmiş durumda.

Bakın, Suriye karıştığında dünyanın dört bir yanından gelen radikal unsurlar Suriye'yi savaş meydanına çevirdi. Bugün aynı senaryo Türkiye için sahneleniyor. ABD'nin bölgedeki çıkarları değişmedi, sadece araçları değişti. Afganistan’da kullandığı bu unsurlar şimdi başka coğrafyalarda "uyuyan hücreler" olarak görev bekliyor olabilir mi?

Bu soruyu sormadan, kendimizi sorgulamadan, sadece acındırma edebiyatıyla meseleleri geçiştirmek, geleceğimizin karanlığını büyütür.

“Kurtarıcılar” mı, “Yıkıcılar” mı?

Biz her geleni mazlum olarak tanıdık, her geleni kardeş bildik. Oysa kimlikler, aidiyetler, ideolojiler değişmişti. Savaş sadece tankla top ile değil, kılık değiştirmiş insanlarla da yapılır. Göç adı altında ülkeler yeniden şekillendirilir.

Afganistan’dan gelenlerin tamamı elbette suçlu değil. İçlerinde gerçekten zor durumda olanlar da olabilir. Ancak gözden kaçan gerçek şudur: Gelenlerin çoğunluğu savaş çağındaki erkeklerden oluşuyor. Kadın, çocuk, yaşlı neredeyse yok. Peki bu ne demek? Bu, “sivil halk” göçünden çok, farklı bir organizasyonun yansıması olabilir mi?

Sahada savaşmış, ABD ordusunun taşeronu olmuş bu gruplar, ileride bir “iç aparat” olarak kullanılmak üzere içimize mi yerleştirildi?

Bu sorunun cevabını ileride yaşayarak öğreneceğiz. Ama o gün geldiğinde çok geç olacak.

Halkı Uyarırken Taşlananlar

Bu tehlikeyi yıllar önce dile getirenler “ırkçı”, “insanlık dışı”, “komplo teorisyeni” olmakla suçlandı. Oysa bu insanlar sadece uyarıyordu. Göz göre göre gelen bir tsunamiye karşı “duvar örün” diye feryat ediyordu. Ama her devirde olduğu gibi bu dönemde de gerçeği söyleyen taşlandı. Vicdanlar susturuldu, akıllar iptal edildi. Oysa o günlerde yükselen çığlıklar bugünlerin habercisiydi.

Bugün sokaklarımıza, caddelerimize, parklarımıza baktığınızda değişimin sadece kültürel değil, güvenlik açısından da ne anlama geldiğini anlıyoruz. Suç oranları, güvenlik endişesi, toplum içindeki huzursuzluk... Bütün bunların temelinde kontrolsüz göç ve bilinçli nüfus kaydırmaları var.

Göz Boyayan Mehterler ve Unutulan Gerçekler

Biz hâlâ mehter marşlarıyla avunuyoruz. Tarihi kahramanlık destanlarıyla içimizi kabartıyor, sonra tekrar uykuya dalıyoruz. Oysa düşman artık toprağa değil, akla saldırıyor. Damarlarımızdan girmiyor artık, ekranlarımızdan giriyor. Zihinlerimizi işgal ediyor, çocuklarımızın ideallerini satın alıyor.

Süleyman Peygamber’in asasının çürümesi gibi, bu milletin de direnç noktaları çürütülüyor. Ve biz hâlâ dimdik ayakta olduğumuzu sanıyoruz. Gerçekte ise düşmanın gözünde çoktan çöktük. Ama biz bunu ancak yere düştüğümüzde anlayacağız. Tıpkı Süleyman'ın ölümünü anlamayan mahlukat gibi…

Yangına Odun Taşımak

Bugün yaşadıklarımız sadece bir sonuçtur. Ama asıl acı olan şu: Yangını söndürmek yerine, birçok insan bu yangına odun taşıyor. Bilmeden, düşünmeden, sorgulamadan… Sözde “insani yardım” adı altında yapılanlar, aslında bir ulusun genetiğini değiştirme operasyonuna dönüşüyor. Her gelen, buradaki değerleri değil kendi değerlerini dayatıyor.

Ve biz hâlâ misafirlik edebiyatıyla bu süreci açıklamaya çalışıyoruz. Oysa bu artık misafirlik değil, iskan planıdır.

Çözüm Ne Olmalı?

Bu yazı sadece bir eleştiri değil, bir çağrıdır. Hepimizin ortak geleceği için yapılmış bir uyarıdır. Peki ne yapılmalı?

  1. Sınırlar Gerçek Anlamda Korunmalı: Giriş-çıkışlar kontrol altına alınmalı, kimse “savaş mağduru” etiketiyle sınırsız şekilde ülkeye sokulmamalı.

  2. Gelenlerin Kimliği ve Geçmişi Sorgulanmalı: Her gelenin geçmişi, eğitimi, ilişkileri detaylıca incelenmeli.

  3. Ulusal Kimlik ve Kültür Korunmalı: Toplumun demografik yapısı, değerleri, gelenekleri göç politikalarına kurban edilmemeli.

  4. Vatandaşlık Dağıtımı Durdurulmalı: Doğuştan bu ülkeye bağlı olmayan birine, bu kadar kolay vatandaşlık verilmemeli.

  5. Toplumsal Farkındalık Artırılmalı: Halk olan biteni sorgulamalı, korkmadan konuşmalı.

Son Sözüm budur,

Bu bir öfke değil, bir acı yazısıdır. Bu millet uyutuluyor. Göz göre göre içimize yerleştirilen potansiyel tehditler, ileride elimizi kolumuzu bağlayacak. Bugün Suriye’de yaşananlar, Libya’da olanlar, Irak’ta dökülen kanlar birer senaryoydu. Şimdi o sahnelerin yeni adresi Türkiye olabilir.

Bu yüzden artık susmamak gerekiyor. Çünkü bu suskunluk, geleceğimizi susturacak. Bu hipnoz, milletin hafızasını silecek. Ve bir gün uyandığımızda ne mahallemiz, ne sokağımız, ne vatanımız tanıdık olacak.

Tarihi destanlarla değil, akılla, uyanışla, irfanla korunur vatan. Gerçek kahramanlık da budur: Uyuyanları uyandırmak....

Erol Kekeç/2025 NOT:Afgan dalgası üzerine yazdığım yazımın özeti geçmişte yazıldı.. .

13 Haziran 2025 Cuma

Tenceresi Kayan Toplumlar Devrime Gebedir



Mezbeleden Doğan Gerçeklik

Bir sabah erken saatlerde, gri şehirlerin bir kenarında, elinde yıpranmış bir çuval, çöpleri karıştıran yaşlı bir adam… Aynı sokakta biraz ileride ise, akşamdan kalma lüks restoran artıklarının çöpe savrulduğu bir çöp konteyneri... Ve birkaç adım ötesinde, Porsche marka arabasının bagajından atık alışveriş torbalarını çöpe bırakan bir başka adam... İşte bu üç sahne, aynı şehirde aynı anda yaşanabiliyorsa; orada artık ne adaletten, ne merhametten, ne de insani bir düzenin varlığından söz edilebilir. Bu, çürümüş bir dünyanın en yalın özetidir. Bu, devrimin kaçınılmaz olduğu bir dünyadır.

I. Çöpten Beslenenlerin Sessiz Çığlığı

Görünmez bir sınıfın adıdır onlar: Çöpten beslenenler. Kimisi yaşlı, kimisi çocuk; kimisi göçmen, kimisi işinden atılmış bir baba... Ortak noktaları, hayatın kıyısına sürülmüş olmalarıdır. Onlara dair resmi veriler yoktur çoğu zaman; çünkü sistem onları tanımaz. Sosyal yardımların dışında kalırlar, seçmen listelerinde unutulurlar, medyada yüzleri sansürlenir. Çünkü onlar, yüzleşilmek istenmeyen gerçeğin bizzat kendisidir.

Bir insan neden çöp karıştırır? Lüks uğruna israf edilen yemekler neden bir başkasının akşam yemeğine dönüşür? İşte bu sorular, bir toplumun adalet terazisini altüst edecek kadar ağırdır.

II. Çöpe Atanların Şımarıklığı ve Doyumsuzluğu

Diğer tarafta ise doyumsuzluğun resmi vardır. Hiç giyilmeden çöpe atılan kıyafetler, sadece ambalajı zarar gördüğü için çöpe atılan yiyecekler, "modası geçti" diye atılan eşyalar, sırf dolaplar dolsun diye alınan fakat kullanılmayan onlarca ürün... Bu çılgınlık, modern kapitalist sistemin zafer marşıdır.

Kapitalizm, yalnızca eşya değil, insan da tüketir. Bir eşyayı satın alırken hissedilen o anlamsız tatmin duygusu, boşluğu bir nebze olsun örter. Fakat o boşluk büyüdükçe, tüketim de büyür. Sonunda insanlar, yedikleri kadar çöpe atmaya başlar, giydiklerinden çok fazlasını harcarlar ama hâlâ "tatminsizdirler."

III. Aynı Sokakta, İki Uç Hayat

Aynı mahallede yaşayan iki çocuk düşünün: Biri okuldan sonra çöpten karton toplayarak annesine yardım ediyor, diğeri ise özel derslerden sıkılıp iPad'inde oyun oynuyor. Biri üç kardeşiyle aynı yatağı paylaşıyor, diğeri akıllı yatağını beğenmeyip yenisini istiyor. İşte bu uçurum, yalnızca sınıfsal bir fark değil, insanlık onuruna açılmış bir yaradır.

Bu farklar, sadece ekonomik eşitsizliğin değil; aynı zamanda bir bilinç, ahlak ve yönetim krizinin de sonucudur. Çünkü bir toplumda çocuklar çöpten ekmek toplarken, başka çocukların doğum günlerinde tonlarca pasta israf ediliyorsa; orada adaletten söz etmek, sadece bir şakadan ibarettir.

IV. Dünya Mezbeleliği ve Küresel İhanet

Bu çürümüşlük sadece yerel değil, küreseldir. Gıda israfı konusunda dünya devlerinin birincilik yarışında olduğu bir çağda yaşıyoruz. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün verilerine göre her yıl dünya genelinde 1.3 milyar ton gıda israf ediliyor. Aynı zamanda 800 milyondan fazla insan, her gece yatağa aç giriyor. Bu tablo, sistemin sadece başarısız olduğunu değil, ahlaken çöktüğünü de gösterir.

Modern devletler; kâr hırsıyla doğayı talan ederken, fabrikalar zehir üretirken, tarım ilaçları toprağı öldürürken, tohumlar patentlenip açlık bir silaha dönüştürülürken, insanlık çöpe dönüşüyor. Artık sadece eşyalar değil, insanlar da çöp gibi görülüyor. Kullanılınca atılan, işe yaramazsa yok sayılan, muhalifse susturulan...

V. Yönetimlerin Günah Galerisi

Bu çürümüş düzende yöneticiler, halkın iradesinden değil, elitlerin ve sermaye gruplarının emirlerinden beslenirler. Halka “tasarruf” telkin edenler, lüks araç konvoylarıyla gezer. Açlıkla boğuşan halkın gözünün içine baka baka, ‘ekonomi tıkırında’ açıklamaları yapılır.

Sosyal yardımlar, birer propaganda aracına dönüştürülmüştür. Yardım yapılırken bile insan aşağılanır, sisteme minnet borcu yüklenir. Oysa gerçek bir yönetim anlayışı, insanı dilenci haline getirmeden, hakkını verir. Bugün ise halk, hem yoksul hem borçlu hem de susturulmuş hâlde yaşamaya mahkûm edilmiştir.

VI. Devrimin Kaçınılmazlığı

İşte tam bu noktada, tarihsel bir gerçek devreye girer: Eğer çöpten karın doyuranlarla çöpe servet dökenler aynı sokakta yaşıyorsa; orada adalet iflas etmiş demektir. Ve adaletin iflas ettiği her coğrafyada, devrim kaçınılmazdır.

Devrim, sadece sokaklara dökülmek değildir. Devrim; önce vicdanlarda başlar. Açlığa göz yuman gözlerin uyanmasıdır. Paylaşmaya yanaşmayan ellerin kırılmasıdır. Sessizliğin lanetlendiği, hakkın haykırıldığı bir diriliştir. Devrim, çöpe atılanların, çöpleri yönetenleri sorgulamasıdır.

VII. Sessiz Çığlıklar ve Kopacak Fırtına

Sistemin duvarlarına çarpa çarpa yankılanan sessiz çığlıklar birikiyor. Her aç yürek, her çöpe uzanan el, her aşağılanan insanlık değeri; bu düzenin tabutuna bir çivi daha çakıyor. Ve bu tabut dolduğunda, halk artık mezarlığa değil, meydanlara akın edecek.

Bu fırtına öfke değildir yalnızca; adaletin gecikmiş yankısıdır. Bu öfke; kendisine verilen 'sadaka' değil, hakkını isteyenlerin haykırışıdır. Bu öfke; kendisini çöp gibi görenlere karşı insan olmanın ilanıdır.

VIII. Umudun Küller Altındaki Işıltısı

Ama her devrim aynı zamanda bir doğuştur. Devrim, sadece yıkmak için değil; yeniden inşa etmek için de gereklidir. İnsan onuruna yakışır bir yaşam, adil bir paylaşım, kardeşçe bir dayanışma ancak bu çürümüş sistemin yerine kurulabilir. O da ancak halkın uyanışıyla mümkündür.

Bugün çöpten ekmek toplayan çocuğun gözündeki umut, yarının devrim tohumudur. Bugün çöpe atılan her lokma, gelecekte bir öfke silahına dönüşecektir. Bugün açlıktan susan diller, yarın meydanları titretecek sözlere gebedir.

Mezbeleden Direnişe, Sessizlikten Kıyamete

Ey insan! Çöpleri sadece kokan artıklar olarak görme. Onlar, sistemin utanç belgeleridir. Onlar, sömürü düzeninin arkasına attığı hesap defterleridir. Çöpü karıştıran elleri değil, onları o hâle getirenleri sorgula. Çöpe servet atanların lüksünü değil, o servetin kimden çalındığını hatırla.

Dünya, bir mezbeleliğe dönüşmüş olabilir. Ama mezbele, aynı zamanda toprağın en bereketli yüzüdür. Eğer yeterince cesur olursan, o çöplerin altından filizlenecek bir başka dünya vardır. Ve bu dünya, hakikatin, adaletin ve insanlığın dünyasıdır.

Çöpten karın doyurmanın ayıp değil, ayıplı olanın çöpe atılacak kadar fazlası olan düzenin ta kendisi olduğunu unutma. Ve bil ki, mezbeleden yükselen devrim, en haklı devrimdir.

Erol Kekeç/13.06.2025/Namazgah/İST

11 Haziran 2025 Çarşamba

Mazlumun Kanıyla Isınan Borular

 


Sözün İflası, Vicdanın Sınavı-Terör Devletiyle Ticaret Yapanların Samimiyeti

Bugün bir tiyatro izliyoruz. Sahneye çıkanlar öfke dolu sözlerle kınıyorlar, "İsrail bir terör devletidir!" diye haykırıyorlar. Bu sözler alkış alıyor, sosyal medyada milyonlarca kez paylaşılıyor, kürsüler sarsılıyor, kameralar kayıtta. Ama perde kapandığında, arka kapıdan bir başka senaryo sahneleniyor. Limanlar açık, uçaklar inip kalkıyor, konteynerler dolup boşalıyor, petrol boruları sessizce akıyor. Ve bizden beklenen, bu çelişkiyi fark etmeden sadece sahnedeki tiradlarla yetinmemiz.

Ama susmamalıyız. Çünkü bu sadece bir siyasi çelişki değil; bu, insanlığın vicdanını kaybettiği, sözün içinin boşaldığı, anlamın maskelere kurban edildiği bir dönemin göstergesi. İsrail’e “terör devleti” diyenler, bu tanımın gerektirdiği tutumu sergilemiyorsa, söyledikleri her söz, sadece halkı oyalayan bir gösteriye dönüşür. Bu durumun adı siyasî strateji değil; ahlaki iflastır.

Söz ile Eylem Arasında Uçurum

Bir devlet yetkilisi çıkıp “İsrail’e biz petrol göndermiyoruz, Azerbaycan gönderiyor; biz sadece taşıyoruz” diyorsa, ortada çok daha büyük bir sorun vardır: Sözün erdemi kalmamıştır. Çünkü insan, söylediği sözün arkasında durmadıkça, onun anlamı kalmaz. Çünkü bir insan “Ben katile silah satmıyorum, sadece silahı yerine ulaştırıyorum” dediğinde, suç ortağı olduğunu gizleyemez.

İsrail’i bir terör devleti olarak tanımlıyorsanız, o hâlde terörle mücadele etmeniz gerekir. Ama siz hâlâ o devletle ticaret yapıyor, mallar taşıyor, arka kapıdan ilişkileri sürdürüyor, ihaleler açıyor, büyükelçilikleri aktif tutuyor ve diplomatik bağları koruyorsanız; bu söyleminiz sahte, tutumunuz ikiyüzlüdür.

Gerçek şudur: Ticaretinizi kesmediğiniz sürece, ne kadar sert konuşursanız konuşun, o sözlerin bir anlamı olmayacaktır. Çünkü adalet, sözde değil; eylemde görünür. Çünkü ahlaki duruş, ekranlarda değil; karanlıkta alınan kararlarda belli olur.

Mazlumların Kanı Üzerinden Kazanç

Gazze’de çocuklar enkaz altında can verirken, bir annenin cesedi yanında saatlerce ağlayan bir bebek dünya vicdanına haykırırken; o bebeğin gözyaşlarının içinden geçip İsrail’e boru hattı ile petrol akıtanlar, bu sessiz çığlığın suç ortaklarıdır. Petrol, sadece bir ekonomik değer değil; aynı zamanda politik bir tercihtir. O yakıt, savaş uçaklarını kaldırıyorsa, tankları yürütüyorsa, mazlumların üzerine bombalar yağdırıyorsa, bunu taşıyan da, sağlayan da, görmezden gelen de aynı suçun parçalarıdır.

Eğer bir devlet, çocukların katili olan bir rejime "petrol taşıma" hizmeti veriyorsa ve bunun karşılığında para alıyorsa, bu bir kınama değil, bir ortaklık ilanıdır. Bu, sözde karşı çıktığınız zulme lojistik destek vermektir.

Tarihe bakın. Güney Afrika’daki apartheid rejimiyle işbirliği yapan devletler, yıllar sonra halkların mahkemesinde yargılandı. Nazi Almanya’sıyla ticaret yapan şirketler hâlâ lanetleniyor. Peki, bugün İsrail’in apartheid rejimine yakıt taşıyanlar neyle aklanacaklar?

Siyasetin Değil, Ahlakın Sınavı

Bu yaşananlar siyasetin bir meselesi değil artık; bu, insanlığın ahlak sınavıdır. Çünkü mesele bir partinin, bir hükümetin ya da bir devletin değil; bir insanlık onurunun çürüyüp çürümemesiyle ilgilidir.

Terör devleti tanımı sıradan bir söylem değildir. Bu kelimeyi kullanıyorsanız, bunun ardına durmanız gerekir. Tüm uluslararası ilişkilerinizde, ticaretinizde, diplomasinizde, lojistiğinizde bu tanıma göre pozisyon almanız gerekir. Aksi hâlde bu söz, yalnızca iç kamuoyuna dönük bir gösteriden ibarettir.

Bir partinin  grup başkanvekili çıkıp, "Biz sadece taşıma işini yapıyoruz" diyorsa, bu milletin zekâsıyla alay ediyor demektir. Çünkü hiçbir insan, sadece taşıdığı bombanın sorumluluğundan kurtulamaz. Sadece “taşıyıcı” olmak, ahlaki yükümlülüğü ortadan kaldırmaz. Mazluma giden ekmeği değil, zalime giden silahı taşıyorsanız, o zalimin suçuna ortaksınızdır.

Çıkar mı, Vicdan mı?

Peki neden bu tiyatro oynanıyor? Çünkü perde arkasında “milli çıkarlar”, “jeopolitik dengeler”, “enerji anlaşmaları”, “stratejik dostluklar” gibi soğuk kavramlarla vicdanlar uyuşturuluyor. Bugün milyonlarca insan, bu çelişkili söylem ve eylemleri savunmak için “gerçekçilik” adına susmayı tercih ediyor. Oysa gerçekçilik, zalimle iş tutmak değil; zorluklara rağmen doğruyu savunabilmektir.

İnsanlık tarihi, mazluma sırt dönen çıkarcıların değil; zalime karşı duran vicdan sahiplerinin hikayesidir. Hz. Musa’nın hikayesi, Firavun’un sarayında değil, Nil’in kenarında başlar. Zorbalarla iş tutanlar, tarih yazamaz. Onlar sadece utançla anılır.

İsrail’e Karşı Samimi Olmak Ne Demektir?

Eğer bir ülke, gerçekten İsrail’in terör uygulamalarına karşıysa;

  • Diplomatik ilişkilerini askıya alır.

  • Büyükelçisini geri çağırır.

  • Ticaret anlaşmalarını iptal eder.

  • Enerji transferini durdurur.

  • Limanlarını ve hava sahasını kapatır.

  • Uluslararası platformlarda hukuki süreçleri başlatır.

  • Filistin halkına gerçek yardım gönderir.

  • Kamuoyuna açık ve net bir duruş sergiler.

Ama şu an yapılan nedir?

  • Sözde kınamalar var.

  • Sosyal medya kampanyaları var.

  • Ama sahada gerçek hiçbir şey yok.

Ticaret devam ediyor. Diplomatik ilişkiler sürüyor. İsrail malları marketlerde yerini koruyor. Askeri anlaşmalar rafa kaldırılmıyor. Üstelik bu çelişki sorgulandığında, halkın gözleri başka yöne çevriliyor.

Bir Milletin Uyanışı

İşte bu yüzden milletler, sözlere değil; tutarlılığa bakmak zorundadır. Bugün halklar uyanmak zorunda. Çünkü yönetenlerin maskeleri düştüğünde, yönetenler değil, sessiz kalan halklar mahcup olacak.

Ey bu yazıyı okuyan vicdan sahibi insan!

Gözlerini sahnedeki gösteriye değil, arka kapıdaki gerçeklere çevir. Hangi partiye, hangi görüşe sahip olursan ol; zalime taşımacılık yapanın, onun suçuna ortak olduğunu kabul et. Filistin’in kanı üzerinden kurulan bu ikiyüzlü düzene sessiz kalma.

Çünkü yarın, bu günahların hesabı sorulduğunda, “Ama biz sadece taşıyorduk” demek, seni aklamaya yetmeyecek.

İnsanlık İçin Bir Çağrı

Bugün bize düşen görev, mazlumların sesi olmak, sözümüzle eylemimizi birleştirmek ve sahte kahramanlık gösterilerine kanmamaktır. İsrail’in yaptığı zulüm apaçık ortadayken, onunla gizli-açık ilişkilerini sürdüren herkesin bu zulme ortak olduğunu söylemek zorundayız.

Hiçbir siyasi hesap, bir çocuğun hayatından daha değerli değildir.

Hiçbir ekonomik çıkar, bir annenin ağıdından daha güçlü değildir.

Ve hiçbir taşıma ücreti, bir halkın gözyaşlarının bedeli olamaz.

Vicdanlar artık tarafını seçmek zorunda: Ya mazlumdan yana olacaksınız, ya da menfaatlerden yana.

Üçüncü bir yol yok.

Erol Kekeç/13.01.2025/Samcaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!