Bu Blogda Ara

1 Haziran 2025 Pazar

Sağır diliz Görmeyen Maymunlar çağında toplumsal haykırış

 


Bizi sağır, dilsiz ve görmeyen maymunlara çevirdiler. Haykıramayan, konuşamayan, duyamayan, görmeyen; sadece emir alan, tepki veremeyen, düşünemeyen bir güruha dönüştürüldük. Birileri için insan olmanın sınırları silindi; yerine programlanmış, sadece yaşaması gerektiği kadar yaşayan, sadece söyleneni yapması beklenen bir kalabalık yaratıldı.

Kim bu "birileri"? Kim bu aklı zayıf, vicdan yoksunu, kibirle şişmiş ekabir takımı? Bunlar halktan kopuk, halkın ne yaşadığından bihaber, lüks içinde hayat süren ama sürekli fakire sabrı öğütleyen, toplumun kaderi üzerinde Tanrı gibi hüküm süren beyin fukaralarıdır.

Sistem öyle kuruldu ki; insanlar sistemin sadece birer dişlisi olmak zorunda bırakıldı. Eğitim, bir düşünme sistemi olmaktan çıktı; kalıpların içinde ezber öğreten, bireyin ruhunu öldüren bir mekanizmaya dönüştü. Çocuk daha okul kapısından girer girmez susmayı, sıra dışı olmamayı, itaat etmeyi öğreniyor. Eleştirmeyi değil, tekrarlamayı ödüllendiriyorlar. Merak değil, ezber... Yaratıcılık değil, itaati kutsuyorlar. İşte o andan itibaren başlıyor insanın kendi içindeki sesini kaybetmesi.

Medya, sistemin en sadık uşağı olmuş durumda. Gerçeğin sesi değil, yalanın yankısı hâline gelmiş. Ekranlar, halkın gözünü bağlayan modern birer perde; gündemler ise halkın değil, sermayenin ajandasına göre belirleniyor. Asgari ücretlinin ay sonunu nasıl getirdiği, pazarda çürük sebze arayan annenin iç çekişi, işsiz gencin umutsuzluğu bu ekranlarda yok. Onların yerine; pembe dizilerle uyuşturulmuş zihinler, yapay krizlerle meşgul edilen akıllar, sansasyonlarla köreltilen dikkatler... Her şey halkın düşünmemesi, hesap sormaması, hak aramaması için ayarlanmış. Çünkü düşünen halk tehlikedir; konuşan, soran, sorgulayan halk sistemin korkulu rüyasıdır.

Sokakta konuşmaktan korkan insanlar olduk. Hakkını aramak isteyen, “terörist” ilan edilmekten çekiniyor. Adalet sisteminin terazisi şaşmış, güçlü olanın lehine tartıyor. Fakirin feryadı, karakol duvarında asılı dosyada çürürken; zenginin şikâyeti bir saat içinde sonuç buluyor. Oysa adalet, sadece mahkeme salonlarında değil, ekmek kuyruğunda, iş ararken, kira öderken yaşanmalıydı.

Korku topluma sindirilmiş. Biri konuşsa diğeri sus diyor, "bize ne, başımıza iş almayalım" diyerek. Toplum öyle bir şekillendirildi ki, cesaret artık delilikle eş değer görüldü. Hakkı savunmak bir tehdit, susmak ise bir erdem gibi sunuldu. Böylece büyüdü karanlık; sessizlikle beslendi.

Zengin ile fakir arasındaki uçurum bir çığlığa dönüştü. Biri altın kaplama klozette otururken, diğeri pazardan çürük meyve toplamaya çalışıyor. "Herkes çalışırsa başarır" masalıyla, başarısızlığın suçunu bile bireyin üzerine yıkıyorlar. Sistem kendini aklıyor; oysa başlangıç çizgisi herkes için aynı değil. Kimisi sıfırla doğuyor, kimisi milyonlarla. Sonra yarışın eşit olduğunu söylüyorlar.

Toplumu sürükledikleri uçurum açık: Sorgulamayan, itiraz etmeyen, kendi iç sesine bile yabancılaşmış bireylerden oluşan koca bir sürü... Ne düş kurabiliyorlar ne de yarına dair umut besleyebiliyorlar. Günlük telaşlarla boğulmuş, hayatta kalmaya indirgenmiş bir varoluşun esiri olmuşlar. Ve tüm bu yıkımın ortasında tek suçları; uzun süre susmaları, zulme alışmaları, kötülüğü sıradanlaştırıp kabullenmeleri...

Ve soruyoruz: Bu dipsiz sessizlik, bu adaletsizlik, bu körleşmiş düzen nereye kadar sürecek? Ne zamana dek susacağız, ne zamana dek göz yumacağız? Uçuruma yürüyen bu kalabalığa ne zaman dur diyeceğiz??

Bu yazının amacı haykırmak. Uyuyanı uyandırmak, alışanı sarsmak, görmeyene göstermek... Çünkü bu gidiş, sadece bir dönemin değil; gelecek nesillerin de kaybıdır. Eğer şimdi konuşmazsak, yarın sadece daha büyük sessizlik olur.

Zihinleri hapsetmiş bir eğitimden, vicdanları felç eden medyaya; adaletin gölgesinde ezilen yargıdan, ruhu kemiren ve insanı nesneleştiren ekonomiye kadar her alanda köklü bir silkinişe ihtiyaç var. Bu, ne bir kalkışma çağrısıdır ne de isyan; bu, öz benliğe dönüşün, hakikati yeniden inşa etmenin ve susturulmuş vicdanların yeniden ses bulmasının çağrısıdır.

Bir gün çocuklarımız gelip gözlerimizin içine bakarak, "Neden sustunuz, neden seyirci kaldınız bu karanlığa?" derse, başımız öne eğilmesin. Onlara diyebilelim ki: "Sustum sanmayın, yazdım, haykırdım, direndim, elimden geleni değil; elimden ne geldiyse ortaya koydum." Çünkü eğer bugün susarsak, sadece kendi sesimizi değil; onların yarınını da kaybederiz.

Unutma: Karanlık yalnızca ışığın çekildiği yerdir. Ve unutma, ışık olmak için önce yürekle yanmak, sonra cesaretle aydınlatmak gerekir.

Erol Kekeç/01.06.2025/Sancaktepe/İST

Tevbe 31 Üzerine Bir Hesaplaşma Yazısı(BOB Güncellenmiş din)

 


“Onları Rab Edinmek” Ne Demekti? 

"Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini, ruhbanlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Hâlbuki onlar yalnızca tek olan Allah’a kulluk etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır." (Tevbe 9/31)

Bu ayet, sadece Hristiyan ve Yahudilere hitap eden tarihî bir anlatım değil; çağlar üstü bir uyarıdır. Dini, Allah’tan değil de beşerî otoritelerden alan her topluma yönelik ilahi bir meydan okumadır. Allah’a rağmen hüküm koyanlar, Allah’ın haramını helal, helalini haram yapanlar, bu hükümleri itaatle kabul edenler; hepsi bu ayetin kapsamına girer.

Bu ayet indiğinde, sahabeden Adiyy bin Hâtim (önceki bir Hristiyan olarak) “Biz onları Rab edinmiyorduk” deyince Allah’ın Resulü şu açıklamayı yaptı:

“Onlar size bir şeyi haram kılınca haram, helal kılınca helal kabul etmiyor muydunuz?”

Adiyy: “Evet.”

Resulullah: “İşte onları Rab edinmeniz budur!”

Bu cevap, dinin Allah’tan değil, herhangi bir beşerî otoriteden alınmasının şirke eşdeğer olduğunu gösteren açık bir hükümdür.

Peki bugün biz ne yapıyoruz?

Kutsal Kitap Diyanet’in Denetiminde mi?

Geçtiğimiz günlerde Meclis’ten geçirilen ve kamuoyuna “kitap düzenlemesi” olarak sunulan yasada, Kuran-ı Kerim meal ve tefsirlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı onayı olmadan yayımlanamayacağı karara bağlandı. Bunun anlamı şudur:

Artık Kuran'ı herkes okuyamayacak. Okusa da, Diyanet’in “onayladığı” biçimde anlamadığı sürece, "yanlış anlamış" sayılacak. Kimin dini, hangi dine göre?

Bugün Diyanet, iktidarın ideolojik ve siyasal gölgesinde hareket eden bir kurumdur. Onayladığı bir Kuran metni, hakkı dile getiren değil, iktidarın ‘dini kontrol etme’ refleksini meşrulaştıran bir belgeye dönüşme riskini taşır.

Diyanet’in Kuran üzerindeki bu tekelci tavrı, Tevbe Suresi 31. ayetin günümüzdeki tezahürüdür.

Bugün ruhban sınıfı yoktur belki, ama onun yerini alan, devlete biat etmiş din bürokrasisi vardır.

Tağut’un Adaletle İmtihanı- Zulmü Ayetle Kamufle Etmek

Ayetlerin buharlaştırıldığı, anlamlarının ters yüz edildiği bir çağda yaşıyoruz.

“Zamları Allah yapıyor”

“Açlıkla imtihan ediliyoruz, sabredin!”

“Fakirlik takva getirir”

“Allah mallarınızı eksiltecek, sabredin yeter!”

Bu söylemler, zalim politikaların dini bir meşruiyet zemini kazanması için kullanılan modern ruhban ifadeleridir. Bu anlayışta olanlar, Allah’ın adaletini değil, devletin keyfiyetini ilahi kader diye topluma yutturuyor.

Bir yandan yandaş şirketlere milyar dolarlık ihaleler dağıtılırken, öte yandan halk zamlar, vergiler, işsizlik ve geçim derdiyle boğuşuyor. Buna rağmen vaaz kürsülerinden halkın kulağına fısıldanan cümle şu:

“Allah sizi açlıkla imtihan eder. Sabredin ki cenneti kazanasınız.”

Oysa bu ayet (Bakara 155), zulmün meşrulaştırılması için değil, Allah’ın yolunda mücadele eden müminlerin karşılaşacağı sınamaları anlatır. Yani bu ayetin muhatabı zenginleşen ve lüks içinde yaşayan egemenler değil, onların karşısında direnen mazlum müminlerdir.

Devletin Resmî Dini-Tağutun Kur’an Yorumu

Bugün “tek tip din” anlayışıyla bir toplum inşa edilmeye çalışılıyor. Bu din, Kur’an’ın değil, sarayın onayladığı tefsirin dinidir. “Kur’an’ı herkes yorumlamasın” bahanesiyle başlatılan bu girişim, aslında Allah’ın dinini, zalim iktidarın denetiminde bir propaganda aracına dönüştürmek demektir.

Allah'ın mesajını sansürlemek, Allah'a savaş açmaktır.

Kur’an, tüm insanlar için apaçık bir kitaptır. Herkesin okuyabileceği, düşünebileceği, anlayabileceği şekilde indirilmiştir. Onu anlayacak olan halktır. Onu tefsir edecek olan hayatın ta kendisidir.

Peki bu yeni yasa kime yarar?

  1. İktidara yaranmaya çalışan din tüccarlarına.

  2. Halkı itaatkâr, pasif ve kaderci bir kalıba sokmak isteyenlere.

  3. Hakkı değil, koltuğu savunan din adamlarına.

  4. Tağutî sistemleri kutsallaştırmak isteyen siyasal elitlere.

Modern Rabler-Bugünün Ruhbanları Kimlerdir?

Bugün ruhban sınıfı, cübbe giymeyebilir ama ekranlarda vaaz verir. Siyasetçinin ardından dua eder. Cuma hutbesinde adaleti değil, “lideri” över. Emekçinin, köylünün, memurun, işsizin halinden bahsetmez; ama yöneticilerin başarılarını “nimet” gibi anlatır.

Asgari ücretle geçinen halkın derdi konuşulmaz, sarayın iftar menüsü övülür.

Bugün modern Rabler şunlardır:

  • Helali haram, haramı helal ilan eden bürokratik dini sınıf.

  • Adaletsizliğe karşı susan vaizler.

  • Zalimleri öven “imanlı”(!) gazeteciler.

  • Savaşı cihat, talanı ganimet sanan siyasal yorumcular.

Kur’an’ı Diyanet Tekeline Almak Nedir?

Kur’an Allah’ın kelamıdır. O, indirildiği günden beri ne bir kurumun ne bir şahsın tekeline girmiştir. Onu anlamaya, tefsir etmeye ve onunla amel etmeye çalışan herkes ondan nasip alır.

Ancak, “Diyanet onayı olmadan hiçbir meal yayımlanamaz” demek, şu anlama gelir:

  • “Allah’ın kitabı ancak devletin onayladığı şekilde okunabilir.”

  • “Yalnızca biz anlarız, siz anlamazsınız.”

  • “Yalnızca bizim din anlayışımız geçerlidir.”

Bu, ilahi otoritenin yerine beşerî otoriteyi koymak, yani Tevbe 31’in tam olarak tarif ettiği “rab edinme” suçunu işlemek demektir.

Zulme Kalkan Olarak Din Kullanımı

Bugün dine yapılan en büyük ihanet, dinin adalet, özgürlük, hakkaniyet, tevhid, ahlak ve sabır gibi temel kavramlarının altının boşaltılmasıdır. Ayetler bağlamından koparılıp propaganda malzemesi haline getirilmiştir.

Örneğin:

“Allah, müminleri açlıkla imtihan eder.”

Bu söz, adaletsizliği meşrulaştırmak için kullanılıyor. Oysa Allah’ın adaleti; zalimlerin yaptıklarını örtbas etmek değil, onları ifşa etmektir.

Bir başka örnek:

“Zamları Allah yapıyor.”

Bu anlayış, yönetimin ekonomik fiyaskosunu Allah’a havale ederek sorumluluktan kaçma yöntemidir. Kur’an’daki “İnsan kendi elleriyle işlediği yüzünden musibetlere uğrar” (Şura/30) ayeti ise bu anlayışı yalanlar.

Rab Edindiğiniz Her Şeyle Hesaplaşma Vaktidir

Bugün diyanetin onayı olmadan Kur’an yayımlanamayacaksa, yarın kendi dualarınızı bile onlara onaylatmak zorunda kalırsınız.

Bu bir uyarıdır.

Dininizi Allah’tan mı, yoksa resmi kurumların onayından mı alacaksınız?

Tevbe Suresi 31. ayet, bugünün diyanet-tekelci-din anlayışı için âdeta bir ayna görevi görmektedir.

Allah’ın dini; iktidarın arka bahçesinde yetişen, sadece belirli formatlarda okunabilen, ancak resmi izne tabi olan bir ideoloji değildir.

Allah’ın dini; zulme karşı mücadele eden, adaleti savunan, özgürlüğü yaşatan ve insanı Allah’tan başka kimseye kul etmeyen hakikat sistemidir.

Eğer bugün bu sahte otoriteleri rab edinirseniz, Allah’a verecek hesabın altında kalırsınız...

Ey Millet!

Resmi söylemin size din diye sunduğu afyonu yutmayın.
Zulmü ayetlerle cilalamaya çalışanlara kanmayın.
Tağut sistemini Allah’ın dini diye pazarlayanları ifşa edin.
Ve unutmayın:
“Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini, ruhbanlarını rab edindiler.” (Tevbe 9/31)

Bu bir tarihsel anlatım değil, bugüne bakan bir hakikat aynasıdır.
Ve o aynaya bakınca gördüğünüz şey:
Zalimlerin elinde dini bir kılıfa bürünmüş bir cehennem sistemidir.

Erol Kekeç/31.05.2025/Sancaktepe/İST

31 Mayıs 2025 Cumartesi

Dinin Gölgesinde Kurulan Cehennem Düzeni

Bir el var bu ülkede… Gözümüzün içine baka baka hayatlarımızı yangın yerine çeviriyor. Bu el kimindir, kim tarafından görevlendirilmiştir, hangi iradeye dayanır bilinmez; ama bildiğimiz bir şey varsa o da şudur: Bu el yakıyor. Bu el yıkıyor. Bu el, hakkı ayaklar altına alarak haramı helal ilan eden, zalimi masum, masumu suçlu gösteren bir düzenin uzantısıdır. Her geçen gün biraz daha sıkıyor halkın boğazını, her sabah yeni bir ceza, her gece yeni bir kanunla hayatı yaşanmaz hale getiriyor. Bu el, zalimin eli. Ve bu elin kim tarafından tayin edildiğini bilmiyoruz belki ama sonuç ortada: Toplum yanıyor, vicdanlar susmuş, adaletin mezar taşı dikilmiş.

Yakın zamanda dile getirmiştim: "Farklı düşünen herkes, bu farklılığının ceza gerekçesi olacağı bir döneme hazırlanmalıdır." Daha bir ay geçmedi ki bu karanlık tahminin resmileştiğini gördük. Mecliste onaylanan düzenlemelerle Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilecek yetkiler, dinin devletin ideolojik aparatına dönüştürüleceğinin açık ilanıdır. Artık Allah'ın dini değil, iktidarın dini konuşulacak. Fetvalar halkı aydınlatmak için değil, yönetime biat ettirmek için verilecek. Din, yeniden ve bir kez daha Muaviye'nin elinde kirleniyor.Aynı karanlık, Meclis çatısı altında meşruiyet kılıfına büründü. Diyanet'e verilecek yeni yetkilerle, artık herkesin inancı, düşüncesi, yaşam tarzı devletin filtresinden geçmek zorunda. Eleştireni din dışı, itiraz edeni hain ilan eden bir sistem kuruluyor göz göre göre.

Bu ülke Muaviye zihniyetinin, saraylardan fetva üretip halkı cendereye alanların işgali altında. Ve biz, sustukça zulüm büyüyor. Bir millet, kendi celladına hayran oldukça cehennem daha da yaklaşıyor.

Bu durum yeni değil belki. Tarih bize, dini iktidar için kullananların hikayesini defalarca anlattı. Ama bugün yaşadıklarımız, bu çürümüşlüğün resmileştiği, kurumsallaştığı ve en korkuncu, normalleştirildiği bir dönemi gösteriyor. Diyanet, artık sadece namaz vakti bildiren değil; hangi siyasi görüşün caiz, hangi muhalefetin haram olduğunu belirleyecek bir merkez haline geliyor. Bu, Allah’a değil, iktidara kulluğun merkezidir.

Toplumun yaşadığı bu cinnet halini yalnızca din üzerinden açıklamak mümkün değil. Ekonomi, ahlak, adalet, özgürlük… Her alanda yaşanan bozulmanın ortak noktası, iktidarın kendini tanrılaştırmasıdır. Trafik cezaları örneğin... Artık bir düzenleme değil, halkı sindirme aracına dönüştü. Son aylarda artan cezalar, insanların canını sadece ekonomik olarak değil, psikolojik olarak da yakmakta. 22 bin liralık asgari ücretle yaşamaya çalışan bir vatandaş, her köşe başında ceza tehdidi altında yaşarken; saraylarda yaşayanlar, gösterişli araçlarla, koruma ordularıyla lüks içinde yaşıyor.

İsraf dedik, yolsuzluk dedik, görgüsüzlük dedik, ama duyan olmadı. "İtibardan tasarruf olmaz" diyerek, şehirlerin göbeğine devasa saraylar diken bir anlayış, halkın sofrasındaki ekmeğe göz dikti. Bu halk artık, yöneticilerinin kibirli kahkahaları arasında açlığa talim etmekte. Yetmedi, bir de utanmadan, bunu kutsal bir çaba olarak sunuyorlar. "Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır" diyenlerin uygulamaları, adeta şu mesajı veriyor: "Helal-haram önemli değil. Yeter ki bize kazandır."

Yüz binlerce emekli, 14 bin liralık maaşla nefes almaya çalışırken; onların alın terini, bir kalemde çöp eden vergi ve ceza sistemleri kurulmuş durumda. Bu, ceza değil. Bu, intikamdır. Bu, halkı cezalandırma arzusudur. Halkın suskunluğuysa, bu zulmün en büyük meşruiyet kaynağına dönüşmüş. Allah'ın "Zulme sessiz kalan, zalimle beraberdir" emrini unutan bir toplum olduk.

Tüm bu yaşananlar, sadece maddi çöküş değil. Bu, ruhun çöküşüdür. Ahlakın, vicdanın, merhametin yok oluşudur. Bir toplum, kendi yoksulluğuna, kendi aşağılanmasına bu kadar sessiz kalıyorsa, artık bu toplum gazabı hak etmiştir.

Her gün yeni bir kanun, yeni bir uygulama, yeni bir baskı yöntemi… Meclis, artık halkın sesi değil, küresel efendilerin dayatmalarını yasa haline getiren bir noter masasına dönüştürülmüş durumda. Anayasa değişikliği diyerek halkın aklıyla alay ediyorlar. 86 milyonu düşünüyormuş gibi yaparak, aslında 8-10 kişilik bir sermaye grubunun taleplerine göre yasa çıkarıyorlar.

Ve tüm bunlar olurken, her şeyin ortasında duran o "el", hiç durmuyor. Hangi mekanizmadan aldığı güçle hareket ettiği belli. Ama unuttukları bir şey var: Allah’ın adaleti! Bu dünya, Muaviye’nin saraylarıyla dolmuş olabilir. Ama Hüseyin’in çığlığı hâlâ yankılanıyor. Kerbela hâlâ yaşanıyor. Ve birileri, her çağda zalimlerin sofrasına oturmayı tercih ediyor. Ama Allah’ın dini, onların kirli ellerine muhtaç değil.

Bugün yaşadığımız bu zulüm, sahipsizlikten değil; sahipliğin unutulmasındandır. İnsanlar sustukça, zalim daha da azgınlaşır. Halk susuyor, çünkü korkuyor. Halk susuyor, çünkü inancını sadece camiyle sınırlamış. Oysa ki iman, sokakta adalet aramaktır. İman, zalimin karşısında durmaktır. İman, zalime karşı mazlumun sesi olmaktır.

Bu yönetim anlayışı, sadece hatalı değil; yıkıcıdır. Bu anlayış, halkı kendi kendine düşman eden, komşuyu komşuya ihbar ettiren, çocukları dilsiz ve suskun yetiştiren bir sistem inşa etti. Her şeyin kontrol altında olduğu bir toplum kurmak istiyorlar. Ama bilmiyorlar ki, insanın fıtratı bu kadar baskıyı kaldıramaz. Zulüm arttıkça, direniş de artacaktır.

Bugün dilsiz şeytan olanlar, yarın hesap gününde dillerini arayacaklar. Ama iş işten geçmiş olacak. Çünkü Allah soracak: “Zulme karşı ne yaptın?”

Bu ülkede artık yaşam, yaşama özelliğini kaybetmiştir. Çünkü insanca yaşamak için önce insanca yönetilmek gerekir. Bugün insanlık onuru, bir tutanak altına alınmış durumda. Onu korumak, hâlâ kalbi çarpan, vicdanı sızlayan herkesin görevidir.

Ey halkım! Suskunluğunuzla kendi sonunuzu hazırlıyorsunuz. Bu sessizlik, çocuklarınızın laneti olacaktır. Eğer hala birazcık utanma, birazcık sorumluluk kaldıysa içinizde, haykırın! İtiraz edin! Bu hayat bizim. Bu ülke bizim. Bu din Allah'ındır, iktidarların değil.

Ve unutmayın: Allah katında hesabı ödeyemezsiniz. Ne saraylarınız, ne fetvalarınız, ne cezalarınız sizi kurtaramaz.

Allah’tan başka sığınak yoktur. Zulmü durduracak olan da, susanları konuşturacak olan da O’dur.

Ve O, her şeyi görmektedir.

Bahadır Hataylı/30.05.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!