Bir el var bu ülkede… Gözümüzün içine baka baka hayatlarımızı yangın yerine çeviriyor. Bu el kimindir, kim tarafından görevlendirilmiştir, hangi iradeye dayanır bilinmez; ama bildiğimiz bir şey varsa o da şudur: Bu el yakıyor. Bu el yıkıyor. Bu el, hakkı ayaklar altına alarak haramı helal ilan eden, zalimi masum, masumu suçlu gösteren bir düzenin uzantısıdır. Her geçen gün biraz daha sıkıyor halkın boğazını, her sabah yeni bir ceza, her gece yeni bir kanunla hayatı yaşanmaz hale getiriyor. Bu el, zalimin eli. Ve bu elin kim tarafından tayin edildiğini bilmiyoruz belki ama sonuç ortada: Toplum yanıyor, vicdanlar susmuş, adaletin mezar taşı dikilmiş.
Yakın zamanda dile getirmiştim: "Farklı düşünen herkes, bu farklılığının ceza gerekçesi olacağı bir döneme hazırlanmalıdır." Daha bir ay geçmedi ki bu karanlık tahminin resmileştiğini gördük. Mecliste onaylanan düzenlemelerle Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilecek yetkiler, dinin devletin ideolojik aparatına dönüştürüleceğinin açık ilanıdır. Artık Allah'ın dini değil, iktidarın dini konuşulacak. Fetvalar halkı aydınlatmak için değil, yönetime biat ettirmek için verilecek. Din, yeniden ve bir kez daha Muaviye'nin elinde kirleniyor.Aynı karanlık, Meclis çatısı altında meşruiyet kılıfına büründü. Diyanet'e verilecek yeni yetkilerle, artık herkesin inancı, düşüncesi, yaşam tarzı devletin filtresinden geçmek zorunda. Eleştireni din dışı, itiraz edeni hain ilan eden bir sistem kuruluyor göz göre göre.
Bu ülke Muaviye zihniyetinin, saraylardan fetva üretip halkı cendereye alanların işgali altında. Ve biz, sustukça zulüm büyüyor. Bir millet, kendi celladına hayran oldukça cehennem daha da yaklaşıyor.
Bu durum yeni değil belki. Tarih bize, dini iktidar için kullananların hikayesini defalarca anlattı. Ama bugün yaşadıklarımız, bu çürümüşlüğün resmileştiği, kurumsallaştığı ve en korkuncu, normalleştirildiği bir dönemi gösteriyor. Diyanet, artık sadece namaz vakti bildiren değil; hangi siyasi görüşün caiz, hangi muhalefetin haram olduğunu belirleyecek bir merkez haline geliyor. Bu, Allah’a değil, iktidara kulluğun merkezidir.
Toplumun yaşadığı bu cinnet halini yalnızca din üzerinden açıklamak mümkün değil. Ekonomi, ahlak, adalet, özgürlük… Her alanda yaşanan bozulmanın ortak noktası, iktidarın kendini tanrılaştırmasıdır. Trafik cezaları örneğin... Artık bir düzenleme değil, halkı sindirme aracına dönüştü. Son aylarda artan cezalar, insanların canını sadece ekonomik olarak değil, psikolojik olarak da yakmakta. 22 bin liralık asgari ücretle yaşamaya çalışan bir vatandaş, her köşe başında ceza tehdidi altında yaşarken; saraylarda yaşayanlar, gösterişli araçlarla, koruma ordularıyla lüks içinde yaşıyor.
İsraf dedik, yolsuzluk dedik, görgüsüzlük dedik, ama duyan olmadı. "İtibardan tasarruf olmaz" diyerek, şehirlerin göbeğine devasa saraylar diken bir anlayış, halkın sofrasındaki ekmeğe göz dikti. Bu halk artık, yöneticilerinin kibirli kahkahaları arasında açlığa talim etmekte. Yetmedi, bir de utanmadan, bunu kutsal bir çaba olarak sunuyorlar. "Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır" diyenlerin uygulamaları, adeta şu mesajı veriyor: "Helal-haram önemli değil. Yeter ki bize kazandır."
Yüz binlerce emekli, 14 bin liralık maaşla nefes almaya çalışırken; onların alın terini, bir kalemde çöp eden vergi ve ceza sistemleri kurulmuş durumda. Bu, ceza değil. Bu, intikamdır. Bu, halkı cezalandırma arzusudur. Halkın suskunluğuysa, bu zulmün en büyük meşruiyet kaynağına dönüşmüş. Allah'ın "Zulme sessiz kalan, zalimle beraberdir" emrini unutan bir toplum olduk.
Tüm bu yaşananlar, sadece maddi çöküş değil. Bu, ruhun çöküşüdür. Ahlakın, vicdanın, merhametin yok oluşudur. Bir toplum, kendi yoksulluğuna, kendi aşağılanmasına bu kadar sessiz kalıyorsa, artık bu toplum gazabı hak etmiştir.
Her gün yeni bir kanun, yeni bir uygulama, yeni bir baskı yöntemi… Meclis, artık halkın sesi değil, küresel efendilerin dayatmalarını yasa haline getiren bir noter masasına dönüştürülmüş durumda. Anayasa değişikliği diyerek halkın aklıyla alay ediyorlar. 86 milyonu düşünüyormuş gibi yaparak, aslında 8-10 kişilik bir sermaye grubunun taleplerine göre yasa çıkarıyorlar.
Ve tüm bunlar olurken, her şeyin ortasında duran o "el", hiç durmuyor. Hangi mekanizmadan aldığı güçle hareket ettiği belli. Ama unuttukları bir şey var: Allah’ın adaleti! Bu dünya, Muaviye’nin saraylarıyla dolmuş olabilir. Ama Hüseyin’in çığlığı hâlâ yankılanıyor. Kerbela hâlâ yaşanıyor. Ve birileri, her çağda zalimlerin sofrasına oturmayı tercih ediyor. Ama Allah’ın dini, onların kirli ellerine muhtaç değil.
Bugün yaşadığımız bu zulüm, sahipsizlikten değil; sahipliğin unutulmasındandır. İnsanlar sustukça, zalim daha da azgınlaşır. Halk susuyor, çünkü korkuyor. Halk susuyor, çünkü inancını sadece camiyle sınırlamış. Oysa ki iman, sokakta adalet aramaktır. İman, zalimin karşısında durmaktır. İman, zalime karşı mazlumun sesi olmaktır.
Bu yönetim anlayışı, sadece hatalı değil; yıkıcıdır. Bu anlayış, halkı kendi kendine düşman eden, komşuyu komşuya ihbar ettiren, çocukları dilsiz ve suskun yetiştiren bir sistem inşa etti. Her şeyin kontrol altında olduğu bir toplum kurmak istiyorlar. Ama bilmiyorlar ki, insanın fıtratı bu kadar baskıyı kaldıramaz. Zulüm arttıkça, direniş de artacaktır.
Bugün dilsiz şeytan olanlar, yarın hesap gününde dillerini arayacaklar. Ama iş işten geçmiş olacak. Çünkü Allah soracak: “Zulme karşı ne yaptın?”
Bu ülkede artık yaşam, yaşama özelliğini kaybetmiştir. Çünkü insanca yaşamak için önce insanca yönetilmek gerekir. Bugün insanlık onuru, bir tutanak altına alınmış durumda. Onu korumak, hâlâ kalbi çarpan, vicdanı sızlayan herkesin görevidir.
Ey halkım! Suskunluğunuzla kendi sonunuzu hazırlıyorsunuz. Bu sessizlik, çocuklarınızın laneti olacaktır. Eğer hala birazcık utanma, birazcık sorumluluk kaldıysa içinizde, haykırın! İtiraz edin! Bu hayat bizim. Bu ülke bizim. Bu din Allah'ındır, iktidarların değil.
Ve unutmayın: Allah katında hesabı ödeyemezsiniz. Ne saraylarınız, ne fetvalarınız, ne cezalarınız sizi kurtaramaz.
Allah’tan başka sığınak yoktur. Zulmü durduracak olan da, susanları konuşturacak olan da O’dur.
Ve O, her şeyi görmektedir.
Bahadır Hataylı/30.05.2025/Sancaktepe/İST
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder