Bu Blogda Ara

26 Ağustos 2025 Salı

İslam’ın Güncelliği ve Çakma Din Tacirlerinin Maskesi

Güncelleme Söyleminin Ardındaki Cehalet

Zaman zaman toplumların üzerine öyle bir sis çöker ki, hakikat güneşi doğmuş olsa bile gözler görmez olur. İşte biz de böyle bir çağda yaşıyoruz. Gücü elinde bulunduranlar, yetkilerini kaybetmemek adına her konuda hüküm vermeye çalışıyor, hatta Allah’ın kitabının “güncellenmesi” gerektiğini dile getirecek kadar ileri gidiyorlar. Bu söylemin ardında, hakikati kavrayacak derinlik değil, cehaletin “çağ atlamış” hâli yatıyor.

Bir toplumda yöneticiler, kendilerini dindar göstermekle beraber, halka dönüp “Siz İslam’ın güncellenmesi gerektiğini dahi bilmeyecek kadar cahilsiniz” diyebiliyor ve kalabalıklar bunu alkışlarla karşılıyorsa, orada zihinlerin işgale uğradığını bilmek gerekir. Çünkü beyin tecavüze uğramışsa, o zihne ne doldurulsa haz verir gibi algılanır. Sınırların imha edildiği bu durumda, doğru ile yanlış birbirine karışır; cehalet, bilgelik gibi sunulur; sapkınlık, ilerleme adıyla paketlenir.

Oysa İslam, herhangi bir çağın dar kalıplarına hapsedilmiş bir kültür değil, Allah’ın bütün insanlığa gönderdiği evrensel bir ilkeler sistemidir. Bu nedenle “İslam güncellenmeli” sözü, en hafif tabirle Kur’an’ın ruhunu bilmemektir. Aslında güncellenmesi gereken, zihinleri kirletilmiş, menfaatle yoğrulmuş anlayışlardır.

Kur’an’ın Doğası Değişmeyen Hakikat

Kur’an, Allah’ın ezelî kelâmıdır. “Şüphesiz zikri Biz indirdik, onun koruyucusu da Biz’iz” (Hicr/ 9) ayeti, bu hakikati beyan eder. İnsanların akılları ve toplumların düzenleri değişse de, Allah’ın hükümleri değişmez. Çünkü insanı yaratan, onun zaaflarını ve ihtiyaçlarını bilen Allah, kullarına zamanlar üstü ilkeler vermiştir.

Kur’an’ın en büyük özelliği, olayları belli bir dönemle sınırlı bırakmaması, her olaydan evrensel bir ilke çıkarmasıdır. Yusuf kıssası yalnızca Mısır’da yaşanmış bir aile dramı değildir; sabrın, iffetin, ihanetin ve adaletin sembolüdür. Musa’nın Firavun’la mücadelesi, yalnızca İsrailoğullarına değil, bütün çağların zalimlerine karşı bir uyarıdır.

Dolayısıyla İslam’ın özü, çağlara göre değişen kurallardan ibaret değildir; adalet, merhamet, hakkaniyet gibi evrensel ilkelerden oluşur. Bu yüzden Kur’an, dün olduğu gibi bugün de günceldir; yarın da öyle kalacaktır.

Din Tacirlerinin Taktikleri

Bugünün en büyük tehlikesi, İslam’ı kendi menfaatleri için araç hâline getiren sözde dindar zümrelerdir. Bunlar bir yandan Kur’an’ın evrensel ilkelerini görmezden gelir, diğer yandan kendi çıkarlarına uygun hükümleri öne çıkarır.

  • Faiz meselesinde Allah “Faizi terk edin, yoksa Allah ve Resulüyle savaş hâlindesiniz” (Bakara/ 279) buyururken, modern kapitalist düzene entegre olmak adına “çağın gerçeği” denilerek faiz meşrulaştırılır. Bankaların ve tekellerin mazlum halkı sömürmesine ses çıkarılmaz.

  • Miras, örtünme ve kadın hakları gibi konularda ise sözde “dinî hassasiyet” sergilenir. Böylece toplumun gözünde dinî görüntü korunur, fakat adaletin özü terk edilir.

  • Emanet ve liyakat ilkesi (Nisa/ 58) açıkça çiğnenir; görevler ehline değil, yakınlara, yandaşlara verilir.

Sonuçta ortaya çıkan, Allah’ın dini değil, insan eliyle kurulmuş bir sömürü düzenidir. Bu din, “çakma din”dir; Allah’ın ilkelerinden koparılmış, köleleştirme aparatına dönüştürülmüş bir düzendir.

Güncelleme Söyleminin Perde Arkası

Aslında “İslam güncellenmeli” diyenlerin derdi İslam değildir; onların güncellemek istediği, kendi iktidarlarını tehdit eden hakikatlerdir. Kur’an, adalet der; onlar adaleti çıkarlarına göre eğip büker. Kur’an, zulmü yasaklar; onlar zulmü iktidarlarını sürdürmenin aracı yapar. Kur’an, faizi savaş ilanı sayar; onlar faizle sistemlerini ayakta tutar.

Böylece ortaya garip bir tablo çıkar: Bir yandan “dindar nesil yetiştireceğiz” nutukları atılır, öte yandan İslam’ın temel ilkeleri “çağa uydurulması gereken” yükler gibi sunulur. Halk da bu oyunu görmediğinde, zihinsel paradokslar haz verir gibi kabul edilir.

Kur’an’ın Evrensel İlkeleri

Kur’an’ın güncelliği, onun sunduğu ilkelerin evrenselliğinde gizlidir. İşte birkaç örnek:

  • Adalet: “Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adaletli olun, bu takvaya daha yakındır” (Maide/8). Bu ilke, dün de bugün de evrensel bir değerdir.

  • Emanet ve Ehliyet: “Allah size emanetleri ehline vermenizi emreder” (Nisa/58). Bu hüküm, liyakatin evrensel ilkesidir.

  • Faiz Yasağı: “Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resulüne karşı savaş açtığınızı bilin” (Bakara/ 279). Kapitalizmin sömürü düzeni hangi çağa ait olursa olsun, bu ilke her dönemde geçerlidir.

  • Özgürlük: “Dinde zorlama yoktur” (Bakara/256). Bu ayet, vicdan özgürlüğünün çağlar üstü kanıtıdır.

Kur’an, toplumları belli zamanın şartlarına hapsetmez; insana insan olduğu için değer veren ilkeler sunar.

Zihin Tecavüzü ve Toplumsal Çöküş

Zihinlerin işgali, yalnızca bireysel cehaletle sınırlı değildir. Toplum, sahte din anlayışlarıyla kuşatıldığında, nesillerin beyinleri kirletilir. Bunun sonucu olarak insanlar, Allah’ın dini yerine, “ulema” adı verilen dar görüşlü yorumcuların hükümlerine hapsolur.

Böyle bir toplumda gençler, çelişkilerle karşılaştığında sahte dini reddeder. Sonra onlara “ateist, deist, agnostik” damgası vurulur. Oysa onlar, Allah’ın dinini değil, sizin ürettiğiniz adaletsiz düzeni reddetmektedir. Bu açıdan bakıldığında, onların isyanı hakikate değil; sizin kurduğunuz çarpık düzene yöneliktir.

Hakiki Din ve Sahte Din Arasındaki Ayrım

Hakiki din, Kur’an’ın ilkelerine dayalıdır: Adalet, merhamet, eşitlik, insan onuru. Sahte din ise insanların kendi çıkarları doğrultusunda inşa ettiği sistemdir. Bu din:

  • Köleleştirir,

  • Sömürür,

  • İktidarların ayakta kalmasını sağlar,

  • Allah’ın adını kullanarak insanları susturur.

İşte bu yüzden Allah’ın dini insanlığı diriltirken, sahte din insanlığı uyuşturur; bir afyon hâline gelir.

Kur’an’ın Ebedî Güncelliği

Bugün geldiğimiz noktada, “İslam güncellenmeli” diyenlerin aslında İslam’la değil, kendi menfaatleriyle derdi olduğu aşikârdır. Allah yarattığını bilmeyecek kadar cahil değildir. İnsan, kendi cehaletinin mütekebbirliğinden dolayı hep kendini temize çıkarmaya çalışır.

Kur’an’ın hükümleri, evren var olduğu sürece geçerli olacaktır. Çünkü Allah insanın doğasını bilir ve ona uygun ilkeler koymuştur. Her doğan insanın kalbine hakikati arama fıtratı yerleştirilmiştir. İnsan, bu fıtratı yozlaştırdığında, kendi elleriyle putlarını yaratır ve onlara “din” adı verir.

Bugün genç nesiller, sahte dinleri reddediyor. Bu reddediş, onları ateist ya da deist yapmaz; bilakis onları hakikate daha da yaklaştırır. Çünkü Allah’ın dini insanlığı özgürleştirir; onların dini ise insanlığı köleleştirir.

Sonuç olarak, insanlık dirilmektedir. İsteseniz de istemeseniz de, Allah’ın hükmü gerçekleşecektir. Çakma din tacirlerinin oltalarına takılan yemler artık işe yaramayacaktır. Kur’an, kıyamete kadar güncel kalacaktır; çünkü hakikat, Allah’ın kelâmıdır ve hakikatin güncellenmeye ihtiyacı yoktur.

Erol Kekeç/25.08.2025/Namazgah/İST

22 Ağustos 2025 Cuma

Bir Kişiye Dokuz Pul Dokuz Kişiye Bir Pul




Toplumsal yaşamın temeli, farklı mesleklerin birbirini tamamlamasına dayanır. Doktor, öğretmen, çiftçi, işçi, mühendis, sanatçı… Hepsi, toplumun devamlılığı için hayati roller oynar. Dolayısıyla, her meslek özünde değerlidir. Ancak mesele, mesleğin kendisinden çok, o mesleği icra eden bireyin işini ne kadar hakkıyla yaptığıdır. Çünkü bir meslek, ancak sorumluluk bilinciyle yerine getirildiğinde toplum için anlam kazanır.

Ne var ki, günümüz toplumunda işler bu noktadan kaymış durumda. Sistem, insanların zihninde bir kast düzeni algısı oluşturmuş; “Benim mesleğim bu, dolayısıyla ben zaten ayrıcalıklıyım. Bana verilen her şey hak ettiğimdir.” anlayışı, bireysel emeğin önüne geçmiş. Böylece, mesleklerin toplumsal işlevinden ziyade, unvanlar ve makamlar üzerinden bir üstünlük yarışı doğmuş.

Örneğin, bir doktorun ya da öğretmenin işini hakkıyla yapması toplum için paha biçilemezdir. Bir öğretmen, bilgiyi vicdanla ve özveriyle aktarıyorsa; bir doktor, hastasını sadece “hasta” değil “insan” olarak görüyorsa, yaptıkları işin değeri ölçülemez. Ancak diğer yandan, bu mesleklerin sağladığı statüyü sadece “ayrıcalık” kapısı olarak görenler, toplumsal dengeleri bozar. Çünkü o noktada meslek, artık bir hizmet değil, bir çıkar aracına dönüşür.

Ötekileştirilen kitleler ile kendilerini “devletin sahibi” gören ayrıcalıklı gruplar arasındaki uçurum da tam burada belirginleşir. Bir yanda, alın teriyle yaşamını idame ettirmeye çalışan işçiler, asgari ücretle ay sonunu getiremeyen emekçiler, emeklilikte sürünmeye mahkûm edilen yaşlılar vardır. Diğer yanda ise, toplumun kaynaklarını mirasyedi gibi tüketen, unvanını ya da makamını kişisel imtiyaz kapısına dönüştüren ayrıcalıklı zümreler. İşte bu tezat, toplumsal yaşamın adalet zeminini derinden sarsar.

Bugün, toplumun sokaklarına bakıldığında bu fotoğraf çok net görülebilir:

  • Bir yanda sabahın köründe simit tezgâhını açan, evine üç beş kuruş ekmek götürmeye çalışan bir baba.

  • Diğer yanda, makam aracının camından halkı “seyreden” ve vergilerle finanse edilen lüks yaşamını normal sayan bürokrat.

  • Bir yanda, mezuniyetine rağmen iş bulamayan ve umudunu yurtdışına taşımak zorunda kalan gençler.

  • Diğer yanda, liyakat değil torpil sayesinde koltuklara oturanlar.

Bu manzarada, “bir kişiye dokuz pul, dokuz kişiye bir pul” düzensizliği hüküm sürmektedir. Böyle bir düzenin infilak etmesi kaçınılmazdır. Çünkü adaletin olmadığı yerde huzur olmaz, huzurun olmadığı yerde de toplumsal bütünlük yaşayamaz.

Çözüm ise açıktır: Toplumsal adaletin tesisi. Bunun yolu da kimseye ayrıcalık tanımadan, her meslek sahibinin toplumsal rollerini hakkıyla yerine getirmesini sağlamak ve bunun karşılığında, işine verdiği emeğin hakkını almasını teminat altına almaktır. Bir çiftçi, tarlasında alın teri döküyorsa, ürününün ederini almalı. Bir işçi, fabrikada emeğini harcıyorsa, hakkı teslim edilmeli. Bir öğretmen ya da doktor, mesleğini özveriyle icra ediyorsa, toplum nezdinde değeri karşılıksız bırakılmamalı.

Adaletin olmadığı yerde mesleklerin kıymeti de gölgelenir, insanlar işini yaparken anlam da bulamaz. Ancak adalet sağlandığında, meslekler yeniden onuruna kavuşur, bireyler işlerine değer katmak için çabalar. İşte o zaman toplum, ayrıcalıkların değil, emeğin ve hakkaniyetin üzerine kurulu bir düzenle yoluna devam edebilir.

Erol Kekeç/20.08.2025/Sancaktepe/İST


Kirazdan Ülkeyi Okumak- Neden Bu Kadar Çelişki Var?

 


1) Kur bağımlılığı ve “ihracat paritesi”

  • Döviz ihtiyacına kilitlenmiş ekonomi, ihracat getirisine yerli tüketiciden daha çok değer verir.

  • Kur yüksekse, ihracatçı için yurt dışı fiyat = içeriye göre daha cazip olur; arz iç piyasadan dışarı kaçar, içeride fiyatlar gerilir.

  • Sonuç: Yurt içinde alım gücü düşerken, üretici dövizle nefes almaya çalışır, tüketici ise “aynı meyveye” ulaşamaz.

2) Tedarik zincirindeki asimetri (tarladan rafa)

  • Üretici → tüccar/komisyoncu → hal → perakende (veya doğrudan zincir market lojistiği).

  • Her halkada raf bedeli, listeleme ücreti, lojistik, fire, kredi/finansman maliyetleri, uzun vade eklenir.

  • Üretici peşin/erken paraya muhtaç; zincir market uzun vadeyle çalışır. Nakit gücü olan kazanır, küçük üretici ezilir.

  • Soğuk zincir, paketleme, kalibrasyon ve sertifika maliyetleri ihracat için zorunludur; içeride ise bu maliyetler yansıyıp fiyatı şişirir.

3) Piyasada yoğunlaşma ve pazarlık gücü

  • “Üç harfli” zincirler gibi az sayıda dev alıcı, on binlerce küçük üreticinin karşısında tekeller gibi davranır.

  • Raf hakimiyeti: Ürününü koymak için üretici; “promosyon, raf ücreti, iadeler, ceza kesintileri” gibi kalemleri üstlenir.

  • Ödeme vadeleri: 60–180 gün. Enflasyonist ortamda vadeyi beklemek başlı başına maliyet. Bu maliyeti de fiyat öder.

4) Tarımsal girdiler ve kırılgan üretim

  • Mazot, gübre, ilaç, ambalaj, işçilik, elektrik… Hepsi dövizden ve enflasyondan etkilenir.

  • Don, dolu, kuraklık, hastalık… Fire ve randıman riski yüksek. Üretici kendini güvene almak için fiyat hedefini yükseltir.

  • Sigorta ve krediye erişim pahalı/çetrefil; zarar edildiğinde üretici sezon dışına düşer, arz daha da düşer.

5) Mevsimsellik ve “erken sezon primi”

  • Kiraz, limon gibi ürünlerde sezon başı fiyatları yüksektir; talep canlı, arz sınırlıdır.

  • İhracatın en parlak dilimi bu erken pencere olduğundan, içerdeki fiyatlar daha da gerilir.

  • Sezon ortası/sonu geldiğinde fiyat normalleşir; ama tüketici hafızasında şok fiyat kalır.

6) Hal mevzuatı ve izlenebilirlik zaafları

  • Hal Kanunu yıllardır “reform” bekliyor. Şeffaf, anlık fiyat ve miktar verisi eksik; aradaki marjlar sis perdesi altında.

  • E-fatura, kantar entegrasyonu, fire kayıtları ve lojistik izlenebilirlik tam yaygın değil; bu da keyfi marjları mümkün kılıyor.

7) Sosyal politika ile piyasa gerçeği arasındaki uçurum

  • Çocuk/yoksul destekleri alım gücünü koruyamazsa, gıda enflasyonu en kırılganı ezer.

  • “Ucuz ihracat–pahalı iç piyasa” hissi büyür; adalet duygusu yaralanır. Mesele sadece fiyat değil, itibar ve güven meselesi olur.

8) Siyaset-iş dünyası gölgesi

  • Kur ve kredi tahsisinde “yakınlık” şüphesi doğduğunda, piyasa etiği çöker.

  • Sonuç: Üretici “oyunu adil görmez”, tüketici “raftaki fiyatı haraç gibi” okur. Devletin tarafsız hakemliği zedelenir.

Peki Çözüm? Sert, Net, Uygulanabilir 12 Adım

  1. İç Piyasa Önceliği Kuralı
    Kısa vadeli, otomatik bir “dengeleyici” mekanizma: İç fiyat belirli bir eşiği aşarsa esnek ihracat vergisi/ kota devreye girer. Yasak değil; kayan oranlı fren. Tedarik şokunda içeri nefes.

  2. Raf Bedeli ve Vade Sınırı
    AB’nin Haksız Ticari Uygulamalar Direktifi benzeri: Raf ücreti yasak/ sınır, iadeler şeffaf, vade azami 30–45 gün.
    Küçüğün finansmanını büyüğe yüklemeyi bitirir.

  3. Ulusal Taze Ürün Platformu (gerçek zamanlı şeffaflık)
    Hal, üretici, kooperatif ve zincir marketlerin tüm alım-satımını gerçek zamanlı gösteren dijital pano: fiyat, miktar, fire, navlun, vade.
    Veriye bakmadan politika olmaz; bu pano “kim nerede ne kazanıyor?” sorusunu somutlar.

  4. Kooperatifleşmenin gerçek anlamı
    Tabela değil, profesyonel yönetim, pazarlama, soğuk depo ve paketleme yatırımı.
    Koopa satılan ürün için alım garantisi ve kısa vade. Kooperatifler zincirle kurumsal sözleşme yapar; tek kişi pazarlığı biter.

  5. Soğuk zincire yatırım ve navlun desteği
    Üretici birliklerine hibe/krediyle soğuk hava + paketleme.
    Uzak havzalardan ana pazarlara navlun indirimi, ürün kaybını ve fiyatı düşürür.

  6. Girdi odaklı destek yerine çıktı odaklı prim
    Gübre/mazot sübvansiyonu yerine kalite ve verim primleri. Fireyi azaltan teknolojiye (örtü, sensör, biyolojik mücadele) destek.

  7. Erken sezon dengeleme fonu
    Sezon başı ihracatın içeriği boğmasını engellemek için, ihracatçıdan küçük bir pay alınıp iç piyasadaki dar gelirlilere meyve- sebze çeki olarak dağıtılır. Hem sosyal politika, hem piyasa dengesi.

  8. Okul Beslenmesi Her gün meyve-sebze
    Tüm ilkokullarda günlük meyve/sebze programı. Ürün doğrudan kooperatiften; kimse arada marj büyütemez.
    Yoksulluk ve israf aynı anda azaltılır.

  9. İthalat tamponu (mevsimsel ve kalitede)
    Kısıtlı, kontrollü, kalitede eşdeğer ürünlerle geçici tampon. Sürekli ithalat değil; tekelci fiyat davranışına karşı “sopa”.

  10. Rekabet hukuku diş gösterir
    Zincirler arası örtülü anlaşma ve “aynı anda aynı etiket” pratiklerine ağır yaptırım.
    Tedarikçiyi cezalandıran “keyfi iadeler/cezalar”a net yasak.

  11. Vergi-KDV sadeleştirmesi ve kaydın derinleştirilmesi
    Taze üründe KDV indirimi/istinası hedefli, ama karşılığında tam izlenebilirlik ve e-fatura şartı.
    Kayıtsız marj daralır, tüketici fiyatı geriler.

  12. Kırsal finansman ve sigorta yeniden tasarımı
    Ziraat üzerinden mevsim sonu ödemeli kredi, zarara karşı gerçek işleyen sigorta.
    Çiftçi nakde ulaşınca komisyoncuya mecbur kalmaz; pazarlık gücü artar.

Düz ve Sert Bir Son Söz

Bu tablo “tesadüf” değil, teşviklerin yanlış kurgulanmasının doğal sonucu. Dövizi önceleyen ama içeriğin alım gücünü umursamayan bir düzen, kirazı vitrinde parlar, vatandaşı rafta ezer.
Çözüm; yasakçı değil, akıllı dengeleyen ve şeffaflığı zorunlu kılan kurallarda. Üretici alın terinin karşılığını alacak, perakende adil davranacak, devlet veriyle konuşacak; tüketici de insanca fiyat görecek.

Kirazı konuşuyoruz ama mevzu kiraz değil: payın adaleti. Pay adil olmazsa, sezon biter; güven sezonu bir daha açılmaz.

Bahadır Hataylı/21.08.2025/Sanccaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!