Bu Blogda Ara

2 Haziran 2025 Pazartesi

Hakikatin Üstünü Örtenlerin Çöküşüne Tanıklık

 


Bir Zamanlar Hakkı Anlatmak Suçtu… Şimdi Hâlâ Öyle

Hakikatin sesi, çağlar boyunca hiçbir zaman hoş karşılanmadı. Tarih, gerçeği dillendirenlerin ya ateşe atıldığını ya da susturulduğunu yazar. Bugün de farklı değil. İnsanın kendi elleriyle çarpıttığı din, Allah’ın tertemiz mesajının yerine, çıkar odaklı bir menfaat mekanizmasına dönüşmüş durumda. Kutsal olanla kirli hesapların iç içe geçtiği bir çağda yaşıyoruz. Ve bu çağ, hakikatin en çok ihtiyaç duyulduğu çağdır.

Bugün resmi dini yapıların kabul ettiği, ancak Allah’ın kitabıyla çelişen yüzlerce uygulama var. Bizzat Kur’an’ın kendisini anlamaya çalışanların ise üzerine bir linç kampanyası yürütülüyor. "Resmi onaylı değil" denilerek dışlanan Kur’an tercümeleri, esasen halkın Allah’ın mesajına doğrudan ulaşmasını engellemek için oluşturulan duvarlardan başka bir şey değildir. Çünkü birileri Allah'ın kelamı üzerinde otorite kurmak, aracı olmak ve bu aracılığı menfaatlere çevirmek istiyor.

Oysa hakikat aracısızdır. Allah konuşur, kul işitir. Ne hacıya, ne hocaya, ne şeyhe, ne de ruhsatlı bir din görevlisine ihtiyaç vardır. Kur’an açık, anlaşılır ve rehberdir.

Din Tüccarları Çağı - Şarlatanlığın Kurumsallaşması

Cennette huri dağıtanlar, günah çıkarma seansları düzenleyenler, peygamberle rüya âleminde istişare edenler, şeyhinin mezardan kendisine talimat verdiğini söyleyenler, Allah’ın yerine geçip insanların amelini yargılayanlar… Bunlar bugün ekranları işgal etmiş durumdalar. Onlara göre Kur’an sadece kendi dillerinden geçerse anlaşılır. Oysa Kur’an, her dili konuşur. Ama bunların kurduğu "dil", halkla Allah arasına konulan sahte bir duvardır.

Bunlar Kur’an’ı değil, kendi egemenliklerini anlatırlar. Kur’an’ın ayetlerini örtmek için yeni kutsal metinler yazar, yeni dualar, yeni ritüeller icat ederler. Biri çıkıp "Bunlar Kur’an’a aykırı!" dediğinde, linç edilir. Medyasıyla, yargısıyla, kamuoyu oluşturucularıyla susturulmaya çalışılır. Bugün, şeyhini Allah’tan daha çok seven bir cemaatin, gerçekte neye taptığını sorgulamak dahi suçtur. Onların kafasındaki din; kendi yanlışlarını aklayan, hatalarını örten, günahlarını yok sayan, zenginliklerini kutsayan, iktidarlarını meşrulaştıran bir dindir.

Din Üzerinden Kurulan Siyaset - Allah’ı Anmadan Cennet Pazarlığı

"Allah’a şükür dünya liderimiz var" diyenlerin aklı, diniyle iktidarı birleştirmiştir. Onlara göre lider ne yaparsa doğrudur. Allah, liderin gölgesinde anlatılır. Liderin arzusu, Allah’ın hükmünün önüne geçirilir. Bu anlayış, Yezidi'n "halife" olduğu dönemin birebir kopyasıdır.

Dini kullanarak halkı yönetenler, halkı da kendi politik çıkarlarına göre eğitirler. Eğer bir grubun müridiysen, oy veriyorsan, destekliyorsan, sen fırkai Naciye'sin. Aksi halde "vatan haini", "din düşmanı", "fitneci "sin. Bu anlayış, dini bir ceza mekanizmasına dönüştürmüştür. Dini bir lütuf olmaktan çıkarıp bir sopa haline getirmiştir.

Bugün sabah akşam ekranlarda dönen "dinî programlar", aslında birer hipnoz seansıdır. İktidarın istediği şekilde düşünen, istemediği her şeyi şeytanlaştıran, sorgulamayan, dua eder gibi oy veren, huşu içinde kendini pazarlayan bir toplum inşa edilmektedir. Ve bu toplum, kendi kanını emenlere minnettar olmayı bir ibadet zannedecek kadar kandırılmıştır.

Tarihsel Gerçeklikler - Hüseyinler ve Yezitler

Kerbela sadece bir tarih değildir; bugünün aynasıdır. Hüseyin, her dönemde hakikati söyleyenin sembolüdür. Yezid ise her çağın zalimidir. Bugün Hüseyinler susturuluyor, iftiraya uğruyor, yalnız bırakılıyor. Yezidler ise güç, para, medya ve kurumlarıyla alkışlanıyor. Oysa tarih, Yezid’i lanetle anıyor; Hüseyin’i ise özlemle. Bu gösteriyor ki, hakikat güce değil sabra, kana, bedene yazılır.

Bizim vazifemiz de Hüseyin gibi hakikati korkmadan haykırmak, yalnız kalmayı göze almak, sürgüne razı olmak, ama doğru bildiğinden asla vazgeçmemektir. Hakikat, çoğunlukla değil azınlıkla gelir. Kalabalıkların coşkusuyla değil, çöllerdeki yalnızlıkla beslenir.

Bugünün Cahiliyesi - Modern Cehennemin Maskeli Tiyatrosu

"Ey cahiller, siz istemiyorsunuz diye sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı geçelim?"

Bugünün cahilleri üniversite mezunu olabilir, ama hâlâ Allah’tan başkasına kulluk etmeyi savunur. Modern cahiliyede putlar plastikten değil; makam, para, ekran, reyting ve oy şeklinde karşımıza çıkar. İnsanlar sevdiklerinin peşinden cenneti terk eder. Dünyevi sevgiler Allah’ın sevgisinin önüne geçer. Bu da ayetin haber verdiği en büyük sapmadır.

Korkak liderler, dalkavuk cemaatler, satılık ilahiyatçılar, yapay cennet vaadleri... Hepsi bir tiyatronun sahne oyuncularıdır. Oysa sahne çökmek üzeredir. Allah günleri evirir, çevirir. Bugün parlayanlar yarın sönecek, bugün ezilenler yarın yükselecektir.

Ey Hakkı Arayanlar! Uyanın ve Direnin!

Bugün yaşadığımız karanlık, Allah’ın nurunun bastırılamadığı bir karanlıktır. Biz susarsak zulum büyür. Ama konuşursak, hakikat yankı bulur. Her ne kadar zor olsa da, her taraf kararmış olsa da, biz hakikatin diliyle konuşmalı, dini yalnızca Allah’a has kılmalı, hiçbir aracıya eyvallah etmemeliyiz.

Ey kardeşim! Din sana Allah tarafından bir emanettir. Bu emaneti hiçbir kuruma, cemaate, kişiye, partiye, siyasi lidere, şeyhe teslim etme. Din, Allah’tandır. Ve Allah, seni yalnız bırakmaz. Karanlık ne kadar koyuysa, sabah o kadar yakındır. Hüseyin’in kanı yere düşmedi; zulme karşı başkaldırının kıyametini başlattı. Sen de kendi Kerbela’nda, kendi Yezid’ine karşı konuş! Yalnızsan da konuş! Sustukça kaybeden sen olacaksın.

  • Allah’ım! Bizi, hakikati söylemekten korkmayanlardan eyle.

  • Bizi, senin kitabına sarılanlardan ve onu anlayanlardan eyle.

  • Bizi, dini sadece sana has kılanlardan eyle.

  • Bizi, Yezidlerin karşısında Hüseyin gibi dimdik duranlardan eyle.

  • Bizi, hidayet üzere sabit kıl, kalplerimizi eğriltme, hakikati yalanlamaktan bizi koru.

Ey Rabbimiz! Bize zulmü fark edecek feraseti, ona karşı direnecek cesareti, yalnız kaldığımızda bile seninle beraber olmanın huzurunu ver.

Ve ey kardeşim!

Kendini yalnız hissediyorsan, unutma: Hakikati savunanlar her zaman azdır. Ama azlar, Allah'ın tarafındadır. Ve Allah’ın tarafı, galip olan taraftır.

Bu yazı, yeryüzünün her karışında baskıya uğrayan, susturulan ama kalbinde Allah’ın nuru olanlara bir çağrıdır. Direnin. Anlatın. Uyarın. Susmayın. Çünkü hakikat, konuşuldukça dirilir.

Ve ey insanlar,

Siz istemiyorsunuz diye sizi Kur’an’la uyarmaktan vaz mı geçelim? Siz bir gün anlayacaksınız. Keşke o gün gelmeden önce anlasaydınız…

Unutmayın:

“Allah günleri insanlar arasında evirir, çevirir…” (Âl-i İmrân, 3/140)

Bugün zalim olanlar, yarın zelil olacaklar. Bugün hakir görülenler, yarın yeryüzünün mirasçıları olacak. Allah’a inananlar için ümitsizlik yoktur.

Hakikat her zaman kazanır. Çünkü Hak, Allah’tır.

Ve Allah, nurunu tamamlayacaktır…

Erol Kekeç/29.05.2025/Namazgah/İST

Son perde kapanmadan Çığlıklarım Kesilmesin



Ey insan! Modern çağın parıltılı vitrinlerine aldanmış, gösterişli hayatların sahte gülüşlerine kanmış, dijital ekranlardan yayılan uyuşuklukla sessizce çöken sen... Bir dur ve bak! Görüyor musun neler olup bittiğini? Bir düşün: Bu çağ gerçekten insanlığın ulaştığı en yüce zirve mi, yoksa uçuruma doğru son adım mı?

Artık her şey ters yüz olmuş durumda. Gerçeğin yerini yalan aldı, merhametin yerini çıkar, adaletin yerini güç. Ve sen, tüm bu değişimin ortasında, hâlâ susuyorsun, hâlâ sıradanla yetiniyorsun. Oysa dünya, tarih boyunca hiç bu kadar ‘insanlıktan çıkmamıştı’. Özellikle eğlence adı altında yapılan o çılgınlıklar, Arap coğrafyasındaki yöneticilerin şatafatlı, şehvet yüklü maskaralıkları, toplumu uçurumdan aşağı yuvarlarken sadece izleyen, alkışlayan bir güruh haline geldik.

Bir toplum düşün ki, hayvani güdülerle hareket ediyor ama insanlık kelimesini dillerinden düşürmüyor. Bu ne büyük bir çelişki, ne büyük bir kandırmaca! Bugün yaşadığımız bu çağ; duygusuzluğun, ahlaksızlığın, vicdansızlığın zirve yaptığı bir çağdır. Eğlence merkezlerinde çılgınca dans eden, israf sofralarında hayvanlardan dahi farksız şekilde tüketen insan modeli, medeniyetin değil, çöküşün sembolüdür.

Enbiya Suresi'nin ilk ayeti tam da bu noktada tokat gibi iner yüreklerimize: “İnsanların hesap günü yaklaştı, ama onlar gaflet içinde yüz çevirmektedirler.” İşte budur gerçek! Gaflet…

Bu ayet, çağımızı en iyi özetleyen ifadelerden biridir. Çünkü insanlar ne olup bittiğini anlamak istemiyor. Gerçeklerle yüzleşmek acı veriyor, acı vermesin diye sanal dünyalara sığınıyor, eğlenceyle uyuşturulmuş kalpler, sorumluluktan kaçarak sahte cennetlerde yaşıyor. Ama o hesap günü, bir sabah güneş doğmadan önce gelecek. Ne bir dakika geri alınabilecek ne de bahane kabul edilecek.

Toplumsal yozlaşma sadece sokakta değil, evin içinde, okulda, devlet dairesinde, televizyon ekranında, camide, pazarda… Yani hayatın her yerinde karşımıza çıkıyor. İnsanlar birbirine güvenmiyor artık. Anne-baba çocuklarına yabancı, komşular birbirine selam vermez olmuş. Dostluk menfaatle ölçülüyor, sevgi gösterişle.

Ve sen, bu sistemin içine doğmuş bir birey olarak bir sabah uyanıyor, gün boyunca bir robottan farksız şekilde çalışıyor, akşam televizyonla uyuşturuluyor, gece uyuyorsun. Hayatın anlamını, amacını hiç sorgulamadan… Bu senin yaratılışına uygun mu gerçekten? Allah seni, sadece tüketmek ve izlemek için mi yarattı? Hayır!

Sana akıl verdi, kalp verdi, vicdan verdi. Bunları kullan diye… Ama sen, sana verilenleri kullanmak yerine sistemin sana sunduğu ‘kolay Hayat'ı seçtin. Düşünmemen gerektiği söylendiğinde sorgulamadın, konuşmaman istendiğinde sustun, görme denildiğinde gözlerini kapadın. İşte bu yüzden sistem işliyor. Çünkü sen sustun.

Zenginler daha zengin oldu, fakirler daha fakir. İnsani değerler yerini piyasa değerlerine bıraktı. “Kimin neye sahip olduğunun önem kazandığı bir düzende “kim olduğu” önemini yitirdi. Artık insanlar ne kadar ahlaklı olduklarıyla değil, ne kadar para kazandıklarıyla değer görüyor. Bu çarpık düzenin içinden çıkış yok gibi gözüküyor ama aslında en büyük çıkış, en derin fark ediştedir.

Çünkü hayat, sana sorular sorar: Neden yaşıyorsun? Kime hizmet ediyorsun? Neyin peşindesin? Eğer bu sorulara ‘gerçek’ cevaplar veremiyorsan, henüz yaşamamışsın demektir.

Unutma, her şeyin bir sonu var. Bu sistem de çökecek. O büyük perde inecek. Ve sen, o perdenin ardında kalırsan, sahnede olup bitenlerin hiçbir anlamı kalmaz senin için. Çünkü hayat dediğin şey, sandığın kadar uzun değil. Belki bu yazıyı okuduktan birkaç dakika sonra bile bir kırılma yaşayabilirsin. Çünkü insanın ‘uyanışı’ bir anda olur. Bir anda silkelenir, bir anda fark eder.

Fark etmek, ilk adımdır. Ardından değiştirmek gelir. Hayatını, ilişkilerini, düşüncelerini, değerlerini yeniden gözden geçirmek zorundasın. Çünkü zaman, tükeniyor. Çünkü gafletin sonu karanlıktır. Ve her karanlık, ancak hakikat ışığıyla aydınlanabilir.

Sen bu ışığın neresindesin? Hâlâ ekranlarda ünlülerin hayatını mı takip ediyorsun? Hâlâ birilerinin lüks yaşantısını kıskanıp kendi fakirliğine lanet mi ediyorsun? Hâlâ sosyal medyada ‘beğeni’ almak için sahte mutluluklar mı paylaşıyorsun? O zaman henüz uyanmamışsın demektir.

Uyan! Çünkü vakit çok dar. Çünkü hesap çok yakın. Çünkü Allah, yarattığını en iyi bilendir ve sana boş yere can vermemiştir. Sana düşen, o canı anlamlı bir hayatla şereflendirmektir.

O anlamlı hayat, yalnızca yaratılış kodlarına uygun yaşamakla mümkündür. O kodlar ise Kur’an’da, peygamberin sünnetinde ve vicdanında yazılıdır. Bu çağda en büyük cihat, insan kalabilmektir.

Bir sistem düşün, seni makineleştiriyor. Sabit bir hayat tarzı dayatıyor. Üretmeden, düşünmeden yaşamanı istiyor. Oysa insan, düşünen bir varlıktır. Ruhunu kaybetmiş bir bedenin yaşamı, sadece zaman öldürmektir.

Sen zamanını değil, cehlinle birlikte insanlığını da öldürüyorsun. Sen sadece kendini değil, senden sonrakileri de etkiliyorsun. Eğer bugün bir şey yapmazsan, yarın çocuklarına bırakacağın tek şey karanlık olacak.

Dünya bu hâliyle ‘medeniyetin zirvesi’ değil, ‘ahlakın çöküşüdür’. O yüzden seni bu yazıya çeken hissin peşini bırakma. O içindeki huzursuzluk, hâlâ diri olan vicdanındır. Onu susturma.

Bu yazı bir çığlık, bir uyarı, bir sarsıntıdır. Sana düşen, bu sesi duymak ve kendi içindeki sesi yükseltmektir. Haydi, şimdi kalk! Kitabını aç, sorularını sor, cevabını aramaya başla. Susma, suskunluk felakettir. Suskunluk, sistemin gıdasıdır. Sen konuşursan değişir, sen direnç gösterirsen çözülür.

Zaman daralıyor. Perde kapanıyor. Hesap yaklaşıyor.

Ve sen hâlâ susuyor musun?..

Erol Kekeç/01.06.2025/Sancaktepe/İST

1 Haziran 2025 Pazar

Sağır diliz Görmeyen Maymunlar çağında toplumsal haykırış

 


Bizi sağır, dilsiz ve görmeyen maymunlara çevirdiler. Haykıramayan, konuşamayan, duyamayan, görmeyen; sadece emir alan, tepki veremeyen, düşünemeyen bir güruha dönüştürüldük. Birileri için insan olmanın sınırları silindi; yerine programlanmış, sadece yaşaması gerektiği kadar yaşayan, sadece söyleneni yapması beklenen bir kalabalık yaratıldı.

Kim bu "birileri"? Kim bu aklı zayıf, vicdan yoksunu, kibirle şişmiş ekabir takımı? Bunlar halktan kopuk, halkın ne yaşadığından bihaber, lüks içinde hayat süren ama sürekli fakire sabrı öğütleyen, toplumun kaderi üzerinde Tanrı gibi hüküm süren beyin fukaralarıdır.

Sistem öyle kuruldu ki; insanlar sistemin sadece birer dişlisi olmak zorunda bırakıldı. Eğitim, bir düşünme sistemi olmaktan çıktı; kalıpların içinde ezber öğreten, bireyin ruhunu öldüren bir mekanizmaya dönüştü. Çocuk daha okul kapısından girer girmez susmayı, sıra dışı olmamayı, itaat etmeyi öğreniyor. Eleştirmeyi değil, tekrarlamayı ödüllendiriyorlar. Merak değil, ezber... Yaratıcılık değil, itaati kutsuyorlar. İşte o andan itibaren başlıyor insanın kendi içindeki sesini kaybetmesi.

Medya, sistemin en sadık uşağı olmuş durumda. Gerçeğin sesi değil, yalanın yankısı hâline gelmiş. Ekranlar, halkın gözünü bağlayan modern birer perde; gündemler ise halkın değil, sermayenin ajandasına göre belirleniyor. Asgari ücretlinin ay sonunu nasıl getirdiği, pazarda çürük sebze arayan annenin iç çekişi, işsiz gencin umutsuzluğu bu ekranlarda yok. Onların yerine; pembe dizilerle uyuşturulmuş zihinler, yapay krizlerle meşgul edilen akıllar, sansasyonlarla köreltilen dikkatler... Her şey halkın düşünmemesi, hesap sormaması, hak aramaması için ayarlanmış. Çünkü düşünen halk tehlikedir; konuşan, soran, sorgulayan halk sistemin korkulu rüyasıdır.

Sokakta konuşmaktan korkan insanlar olduk. Hakkını aramak isteyen, “terörist” ilan edilmekten çekiniyor. Adalet sisteminin terazisi şaşmış, güçlü olanın lehine tartıyor. Fakirin feryadı, karakol duvarında asılı dosyada çürürken; zenginin şikâyeti bir saat içinde sonuç buluyor. Oysa adalet, sadece mahkeme salonlarında değil, ekmek kuyruğunda, iş ararken, kira öderken yaşanmalıydı.

Korku topluma sindirilmiş. Biri konuşsa diğeri sus diyor, "bize ne, başımıza iş almayalım" diyerek. Toplum öyle bir şekillendirildi ki, cesaret artık delilikle eş değer görüldü. Hakkı savunmak bir tehdit, susmak ise bir erdem gibi sunuldu. Böylece büyüdü karanlık; sessizlikle beslendi.

Zengin ile fakir arasındaki uçurum bir çığlığa dönüştü. Biri altın kaplama klozette otururken, diğeri pazardan çürük meyve toplamaya çalışıyor. "Herkes çalışırsa başarır" masalıyla, başarısızlığın suçunu bile bireyin üzerine yıkıyorlar. Sistem kendini aklıyor; oysa başlangıç çizgisi herkes için aynı değil. Kimisi sıfırla doğuyor, kimisi milyonlarla. Sonra yarışın eşit olduğunu söylüyorlar.

Toplumu sürükledikleri uçurum açık: Sorgulamayan, itiraz etmeyen, kendi iç sesine bile yabancılaşmış bireylerden oluşan koca bir sürü... Ne düş kurabiliyorlar ne de yarına dair umut besleyebiliyorlar. Günlük telaşlarla boğulmuş, hayatta kalmaya indirgenmiş bir varoluşun esiri olmuşlar. Ve tüm bu yıkımın ortasında tek suçları; uzun süre susmaları, zulme alışmaları, kötülüğü sıradanlaştırıp kabullenmeleri...

Ve soruyoruz: Bu dipsiz sessizlik, bu adaletsizlik, bu körleşmiş düzen nereye kadar sürecek? Ne zamana dek susacağız, ne zamana dek göz yumacağız? Uçuruma yürüyen bu kalabalığa ne zaman dur diyeceğiz??

Bu yazının amacı haykırmak. Uyuyanı uyandırmak, alışanı sarsmak, görmeyene göstermek... Çünkü bu gidiş, sadece bir dönemin değil; gelecek nesillerin de kaybıdır. Eğer şimdi konuşmazsak, yarın sadece daha büyük sessizlik olur.

Zihinleri hapsetmiş bir eğitimden, vicdanları felç eden medyaya; adaletin gölgesinde ezilen yargıdan, ruhu kemiren ve insanı nesneleştiren ekonomiye kadar her alanda köklü bir silkinişe ihtiyaç var. Bu, ne bir kalkışma çağrısıdır ne de isyan; bu, öz benliğe dönüşün, hakikati yeniden inşa etmenin ve susturulmuş vicdanların yeniden ses bulmasının çağrısıdır.

Bir gün çocuklarımız gelip gözlerimizin içine bakarak, "Neden sustunuz, neden seyirci kaldınız bu karanlığa?" derse, başımız öne eğilmesin. Onlara diyebilelim ki: "Sustum sanmayın, yazdım, haykırdım, direndim, elimden geleni değil; elimden ne geldiyse ortaya koydum." Çünkü eğer bugün susarsak, sadece kendi sesimizi değil; onların yarınını da kaybederiz.

Unutma: Karanlık yalnızca ışığın çekildiği yerdir. Ve unutma, ışık olmak için önce yürekle yanmak, sonra cesaretle aydınlatmak gerekir.

Erol Kekeç/01.06.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!