Bu Blogda Ara

21 Mayıs 2025 Çarşamba

Tarihin Allah tarafından evirilişi (Bir gün her şey tersine dönecek)

 


Zalimler öldürdüklerini sandılar ama dirilik tohumu ektiler 

Zalimler hep şunu zannetti:
“Biz hakikati sustururuz.
Hakikati konuşanları öldürürüz.
Öldürürsek bu davayı da, bu uyanışı da ortadan kaldırırız.”

Ama Allah, onların tuzaklarını başlarına geçirir:

“Onlar tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Âl-i İmrân, 3/54)

Ey zalimler! Siz birini öldürdüğünüzde, arkasından bin kişinin uyandığını görmeyecek kadar körsünüz! Siz bir şehidi toprağa gömdüğünüzde, onun sözleri gökyüzüne ulaşır. Siz, hakikati bastırmaya çalıştıkça, Allah onun nurunu tamamlamaktan geri durmaz:

“Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Oysa Allah, nurunu tamamlayacaktır. Kâfirler istemese de.” (Saff, 61/8)

Gazze... Evet, Gazze bugün bir şehrin değil, bir çağın adıdır.
Gazze bugün, uykuda olan vicdanların çan sesidir.
Gazze bugün, öldürmek için atılan bombaların altında doğrulan hakikat çocuklarının mezar taşıdır.
Gazze bugün, her yere sıçrayan bir uyanış kıvılcımıdır.

Ve bilin ki:

“Biz istedik ki, o topraklarda ezilenlere lütfedelim. Onları önderler yapalım. Onları mirasçılar kılalım.”  (Kasas, 28/5)

Bu Allah’ın vaadidir. Tarih bunu hep böyle yazdı. Zalimlerin zulmü arttıkça, onların kendi sonları yaklaştı. Çünkü Allah’ın adaleti sabırlıdır, ama vakti geldi mi, bir daha geri dönmez.

Bugün uyanan dünya halkları tarihin yazanları olacaktır 

Ey halklar! Ey uyanan kalabalıklar!

Siz farkında mısınız?
Geceler boyunca meydanlarda haykıran, ateş yakan, sokakları titreten o kalabalıklar...
Onlar sadece Gazze için ağlamıyorlar!
Onlar sadece İsrail’e değil, tüm küresel zalim düzenin köklerine nefret kusuyorlar.

Bu bir nefret gösterisi değil sadece; bu bir dirilişin alametidir!

Bugün meydanlarda yükselen öfke; sadece bugünün değil, yüz yılın birikmiş kinidir.
Bugün haykıranlar sadece Gazzeli çocuklar için değil, Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Myanmar’da, Sudan’da ölenler için de haykırıyor.
Bu gösteriler, bir devrim çağrısıdır! Bu kalabalıklar, yeni bir dünyanın ilk adımlarıdır!

Bu bir seferberlik çağrısıdır!

Ey halklar!
Ey mazlumlar!

Yeter artık bölünmekten!
Yeter artık parçalanmaktan!
Yeter artık mazlumların birbirine sırt çevirmesinden!

Artık birleşmeliyiz.
Artık örgütlenmeliyiz.
Artık kendi organizasyonumuzu kurmalıyız.
Artık mazlumların küresel vicdan hareketini başlatmalıyız.

Bu bir seferberlik çağrısıdır.
Bu bir uyanış çağrısıdır.
Bu bir hakikat yürüyüşüdür.

Kur'an'ın vaadi gerçekleşecektir!

Biz inanıyoruz. Çünkü biz Allah’a inanıyoruz.
Zalimlerin saltanatı sürdürülebilir değildir.
Allah zalimlere süre verir, mühlet verir ama asla unutmaz:

“Zalimleri mühlet vererek azaba yaklaştırıyoruz. Gözlerini açamayacakları bir anda onları yakalayacağız.” (Araf, 7/182)

Onlar kendilerini güçlü sanıyor. Teknolojileri var, orduları var, istihbaratları var. Ama bizim Allah’ımız var!

Bugün ümmetin üzerine çöken bu zillet bulutları dağılacak.
Bugün gözleri yaşlı anaların ahı, dağları yerle bir edecek.
Bugün çocukların cesetleri üzerinden kurulan sahte medeniyetler yerle bir olacak.

Ve sonra:

“Yeryüzü, Allah’ın kullarına miras kalacaktır.” (Enbiya, 21/105)

Bugün zulme karşı susanlar yarın hesaba çekilecek 

Ey lüks saraylarda oturup Gazze’ye sadece sosyal medyadan bakanlar!
Ey yöneticiler!
Ey zalime diplomatik dil kullananlar!
Ey ticaretlerine dokunmasın diye zulmü görmezden gelenler!

Bugün susanlar, yarın hesap gününde konuşamayacaklar.
Bugün tarafsız kalanlar, yarın saf dışı kalacaklar.

“Zalimlerle beraber oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.” (Nisa, 4/140)

Siz sanıyor musunuz ki tarafsızlık sizi kurtarır?
Hayır! Tarafsızlık zulmün tarafı olmaktır!
Sessizlik, zalimin değirmenine su taşımaktır!

Mazlumlar artık bekleme zamanı değil yürüme zamanıdır 

Ey mazlumlar!
Siz güçsüz değilsiniz!
Siz yalnız değilsiniz!
Siz dağınık olduğunuz için etkisiz görünüyorsunuz.

Ama birleştiğinizde yeryüzü titrer!

Siz sadece ağlamak için yaratılmadınız!
Siz sadece şikâyet etmek için var olmadınız!
Siz yürüyün diye gönderildiniz. Siz adaletin şahitleri olun diye seçildiniz.

“Ey iman edenler! Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed, 47/7)

Çağrımızdır mazlumlar bir araya gelmelidir

Bugün ihtiyacımız olan şey sadece protesto değildir.
Bugün ihtiyacımız olan şey sadece slogan değildir.
Bugün ihtiyacımız olan şey örgütlü bir bilinç, dirayetli bir liderlik ve birleşik bir harekettir!

Diyoruz ki:

🔸 Her ülkede mazlumların sesi olacak yerel meclisler kurulmalı.
🔸 Her coğrafyada mazlumlar arası haberleşme ağı kurulmalı.
🔸 Alternatif medya, ekonomi, kültür ve eğitim ağları inşa edilmeli.
🔸 “Mazlumlar Birliği” adı altında küresel adalet için yeni bir direniş platformu başlatılmalı!

Bu platformun bayrağı, bir milletin değil, bir hakikatin bayrağı olacaktır!
Bu hareketin sınırı, bir ülkenin değil, bir vicdanın sınırıdır!

Zulüm devamlılık değil Yıkılma vaadi vardır!

Unutmayın, hiçbir zulüm kalıcı değildir.
Hiçbir diktatör ebedî değildir.
Firavunlar öldü, Nemrutlar gitti, Ebu Cehiller sustu.

Bugünün siyonistleri, emperyalistleri, kapitalist zalimleri de aynı sona mahkûmdur!

“Zulmedenlerin sonu gerçekten hüsrandır.” (Kasas, 28/83)

Ve yaklaşıyor! Allah’ın emri, hızla yaklaşıyor!
Zalimler kaçacak delik bulamayacak.
O gün geldiğinde sadece düşmanlar değil, sessiz kalanlar da titreyerek hesap verecek.

Sabırla bekliyoruz dirayetle yürüyoruz

Ey kardeşim!
Sen belki şimdi bir çadırdasın.
Belki yerin altına sığınmışsın.
Belki çocuğunu kaybettin.
Ama bil ki sen bugünün mağduru değil, yarının mimarısın!

Sabırla bekliyoruz. Ama bu sabır, pasif bekleyiş değildir.
Bu sabır, hazırlıklı bir duruş, imanlı bir yürüyüştür.
Bu sabır, Allah’ın vaadinin gerçekleşeceğine olan inançtır.

“Her haberin gerçekleşeceği bir zamanı vardır.” (En’am, 6/67)

O gün gelecek.
Mazlumlar gülecek.
Zalimler sarsılacak.
Ve adaletin güneşi yeniden doğacak.

Son sözüm şudur....

Biz inanıyoruz.
Biz diriliyoruz.
Biz yürüyoruz.
Ve biz birleşiyoruz!

Bu yazı, sadece bir çağrıdır.
Bu çağrı, mazlumun zaferine, zalimin helakine, insanlığın yeniden dirilişine bir davettir.

Kalk!
Sil gözyaşını.
Ayağa kalk.
Omzundaki yükleri bırak.
Ve saflara katıl.

Zulme karşı susma!
Direnişe katıl!
Hakikati yaşa ve yaşat!
Mazlumun duası ol, zalimin korkusu!

Allah’ın izniyle, biz kazanacağız.
Ve bu kez sadece Gazze değil, tüm yeryüzü kurtulacak!

Erol Kekeç/20.05.2025/Namazgah/İST

Soysuzların Mağduriyet Tiyatrosu Alçaklığın Yeni Sürümü

Dikkatli olun! Bu çağda en tehlikeli düşman, elinde silah olan değil, gözyaşlarını silerken sizi izleyen, kurban rolünü oynarken kurbanları kurban eden, kendi yarattığı yangında en önde "su getirin!" diye bağırandır. Bu bir oyun değil, bu insan aklının ve vicdanının köleleştirilme operasyonudur. Adına mağduriyet tiyatrosu diyoruz. Ve bu tiyatronun başrol oyuncuları, soysuzlardır.

Bakın kardeşim,

Dünyada bir düzen kurulmuş. Bu düzenin şifrelerini çözmeden ne yaşadığımızı anlayamayız. Önce sorun yaratılır, sonra o sorunun yaratıcıları "mağdur" rolüne bürünür. Ve sonrasında siz, tüm iyi niyetinizle onlara omuz verirsiniz, para gönderirsiniz, kapınızı açarsınız, duygularınızı onların acıklı sahnelerine bağışlarsınız. Ama farkında değilsinizdir: O kapıyı siz açtığınızda içeri sadece bir "mazlum" değil, soyunuzu kurutacak bir ideolojinin, bir ahlaksızlığın, bir emperyalist programın ajanı girer.

Bu bir komplo teorisi değil. Bu yaşanmışlığın ta kendisidir. Hatırlayın...

Siyonizm'in Kurban Maskesi

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, dünya kamuoyunun en çok duygusal yatırım yaptığı konu ne? Yahudilerin mağduriyeti. Evet, insan olan hiç kimse bir topluluğun katledilmesini meşrulaştıramaz. Ama sorun şu: Bu gerçek acı, yıllar sonra bir başka halkın imha edilmesini meşrulaştırmak için kullanıldı. Filistin halkı katledilirken, tankların üstünde ağlayan İsrail askerleri dünyanın duygularına oynayarak, “Biz acı çektik, şimdi güvenliğimizi sağlamak için her şeyi yapabiliriz” demeye başladı.

Oysa o "acının arkasından doğan kibir, vicdanı köreltti. O kibir şimdi, Gazze'de çocukları öldürüyor. Ve dünya, hâlâ 1940'ların Yahudi mağduriyetine ağlarken, 2025'in Gazze şehitlerini görmüyor. İşte mağduriyetin suistimali tam da budur.

NATO'nun Müdahale Gözyaşları

Bosna'da müdahale etmediler. Ruanda'da kıl kıpırdatmadılar. Ama Irak’a gelirken, “Halk acı çekiyor, Saddam bir diktatör, özgürlük getireceğiz!” dediler. Gözyaşları döktüler. Ama o gözyaşları, petrol kuyularını yıkayacak kadar boldu. Onların gözyaşı değil, o mazlumların kanıydı sahnede parlayan.

Bugün Ukrayna’da da benzerini görüyoruz. NATO medyası, sanki gökten düşmüş melekler gibi Ukraynalı askerleri kutsuyor. Peki Yemen'de neden kimseyi kutsamıyorlar? Çünkü Yemen, Batı’nın çıkarını temsil etmiyor. Demek ki mağduriyeti değil, işlerine geleni kutsuyorlar. Bu da demektir ki: Bu bir kurgu!

Mağduriyetin Soysuz Ruhları

Soysuz dediğimiz kişi, soyunu inkâr eden değil sadece; karakterini, ahlakını, kökünü satılığa çıkarmış olan kişidir. Ve bu kişiler bugün, her yerde var. Evet, yaşadığı topraklarda bir sorun yaratır, sonra o sorunun tam ortasında poz verir: "Bakın bana ne oldu!" der. Ardından destek ister. Alır. Sonra gelir, sana dişini gösterir.

Suriye'de bunu yaşadık. İç savaş başladığında gelenler arasında gerçekten mağdur olanlar vardı. Ama aynı zamanda gelenlerle birlikte, Türkiye'nin iç dinamiklerini değiştirmeye çalışan, istihbarat bağlantılı, mezhep fitnesi güden, suç şebekeleri kuran unsurlar da geldi.

Ve sen "aman insanlık ölmesin" diyerek herkesi o safa koydun. Ama o sırada kimlik değişti, toplum değişti. Asayiş değişti. Dil değişti. Ve şimdi kendi ülkesinde tanınmaz hale gelen insanlar mağduriyetin yeni mağdurları oldu.

Kendi Yangınını Yakanlar

Bakın, bugün Avrupa'da öyle örgütler var ki, önce kendi içlerinde şiddeti körükler, sonra o şiddet karşısında “bizi dışlıyorlar, bize baskı yapıyorlar” diye dünyaya feryat ederler. Bu feryatlar medya aracılığıyla duyurulur. Farkında olmadan zalime yardım edersiniz.

Tarih boyunca bu yöntem kullanıldı. Önce sorun yarat, sonra ağla, sonra gelen yardımı ideolojik veya siyasi çıkarına göre kullan. İşte bu, soysuzların mağduriyet koreografisidir.

Güncel Bir Yalan-LGBT Mağduriyeti

Bir bireyin tercihlerine saygı duymak, insan olmaktır. Ama bunu küresel bir projeye dönüştürmek, ideolojik bir yayılmacılık ve çocuklara yönelik propaganda ile bir dayatmaya dönüştürmek, özgürlük değil, sömürüdür.

Bugün LGBT kisvesi altında yapılan pek çok faaliyet, “biz dışlanıyoruz, baskı görüyoruz” sloganıyla başlıyor. Ardından devletlere baskı yapılır, fonlar sağlanır, okullara programlar dayatılır. Sonuçta aile kavramı çökertilerek, toplumun temel taşları yerinden oynatılır. Bu da bir başka sahte mağduriyet örneğidir.

Psikolojik Sömürü Dönemi

Soysuzlar artık sadece devletlerde değil, bireylerde de sahne alıyor. Bir birey size gelir, "ben acı çektim" der. O kadar içli anlatır ki, gözünüzde birden meleğe dönüşür. Ama sonra bakarsınız, o kişi çevresindekileri sömürüyor, her ilişkisini kendi menfaati üzerine inşa ediyor, acısını bir güç haline dönüştürmüş. Acı çekmek, ahlakın kanıtı değildir. Acıyı ne yaptığınız önemlidir.

Bir kişinin acısı, ona haklılık değil, sadece dikkat kazandırır. Ama o dikkat bir silah gibi kullanılıyorsa, burada bir ahlak sorunu vardır.

Uyanın! Gerçek Mağdurlar Sessizdir

Bakın etrafınıza. Gerçekten acı çekenler konuşmaz. Ağlamaz. Hikâyesini her gün anlatmaz. Göstere göstere sahneye çıkmaz. Onlar susar, ama gözleri konuşur. İşte o gözlerdir sizin dikkatinizi hak eden.

Ama ekranlarda, kürsülerde, sosyal medyada en çok bağıranlar, en çok öykü paylaşanlar, en çok fon toplayanlar... bunlar genellikle mağduriyetin tüccarlarıdır. Ve bu tüccarların soyu yoktur. Çünkü kendi soyunu, yani insanlığı, yani vicdanı çoktan satmıştır.

Ne Yapmalı?

  1. Her mağduriyet anlatısını analiz edin. Duyguya değil, veriye bakın. Bir acının ardında kim ne kazanıyor, ona odaklanın.

  2. Kurbanlaştırılan figürleri kim parlatıyor? Medya neden birine sürekli spot ışığı tutuyor? Bu bir PR çalışması mı?

  3. Gerçek mağdurlarla tiyatrocuları ayırın. Sessiz kalanlara kulak verin.

  4. Her ağlayana mendil uzatmayın. Belki o mendili sizden alıp sizi boğmak için kullanacak.

  5. Kendi acınıza sahip çıkın. Başkalarının trajedileriyle büyülenip kendi yaranızı unutmayın.

Tilkilere Bekçilik Yaptıranlar

Dünya bugün, tilkileri bekçi yapmış bir kümes gibi. Tavuklar, korkudan ses çıkaramıyor. Horozlar, susturulmuş. Tilkiler kürsüde nutuk atıyor. "Sizi biz koruyacağız" diyor. Ve her gün bir tavuk eksiliyor.

Bu çağ, sahte mağduriyetlerin, soysuz kurguların, ahlaki çöküşün çağından başka bir şey değil. Ve bu çağda uyanmayan herkes, kendi soykırımına alkış tutmuş olur.

Ey insanlık,

Duygularınızı çalanlara değil, size sessizce bakanlara bakın. Çünkü hakikat bağırmaz. Hakikat parlamaz. Hakikat sahneye çıkmaz. Ama hakikat, her zaman oradadır.

Ve unutmayın:

Soysuzların mağduriyet oyununa kanan toplumlar, kendi sonlarının zeminini hazırlarlar.

Erol Kekeç/19.05.2025/Namazgah/İST

20 Mayıs 2025 Salı

Ey Muhammed! Getirdiğin Dini Öylesine Bozdular Ki...


Bir Sözle Başlayan Sarsıntı

“Ey Muhammed! Getirdiğin dini öylesine bozdular, o hale getirdiler ki, görsen artık sen bile tanıyamazsın...”

Bu söz, sadece bir serzeniş değil; bir tokat, bir çığlık, bir uyarıdır. Sözüm ona “din” adına yapılan ama İslam’ın özüne, Peygamber’in ahlâkına, Kur’an’ın adaletine taban tabana zıt yaşantılara karşı bir haykırıştır. Bugün “din” adı altında yaşanan şey, çoğu zaman Allah’a yaklaşmak değil, cemaat liderlerine, hurafelere, geleneksel kodlara veya ideolojik kalıplara teslimiyet haline gelmiştir. Artık din bir hakikat yolu değil, bir kimlik göstergesi, bir kalıba girme şekli, bir oy toplama aracı, bir politik koz halini almıştır.

1. Suret Putu- Dinin Biçimlendirilmesi

Bugün din, ruhunu yitirip sadece şekle indirgenmiştir. Namaz kılınır, oruç tutulur, hacca gidilir… ama bu ibadetlerin ruhu, ahlâkı, kişilik dönüştürme gücü nerededir?
Bir adam günde beş vakit namaz kılıp, aynı gün içinde yalan söyleyebiliyor, rüşvet alabiliyor, haksızlık yapabiliyor, kadına zulmedebiliyor, işçisinin hakkını gasp edebiliyor. Bu neyin dini?

İbadet surete dönüşmüş, niyetler ortadan kalkmıştır. Oysa Kur’an şöyle der:

“Namaz, kötülükten ve fuhşiyattan alıkoyar.” (Ankebût/ 45)

Ama bugün namaz, sadece bir “işaret”tir. Camiye giden, dindar sayılır. Sakal bırakmak, başörtüsü takmak, tesettüre girmek; insanları “iyi” veya “kötü” diye damgalamak için ölçü olmuştur. Oysa dış görünüş, kalbin halini yansıtmaz.

Dinin surete hapsolması, onun putlaşmasıdır. Aynı bir zamanlar “lat, menat ve uzza” putları nasıl hakikatin önünü tıkadıysa, bugün de şekilcilik, taklitçilik, geleneksel kalıplar put gibi önümüzde durmaktadır.

2. Taklit Dini-Akla ve Sorguya Kapalı Yaşantı

Bugün din adına konuşan birçok kişi, düşünmeyi bir sapkınlık, sorgulamayı bir inkar, aklı kullanmayı bir bid’at saymaktadır. Oysa Kur’an yüzlerce yerde akletmeye, düşünmeye, araştırmaya çağırır:

“Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri mühürlü mü?” (Muhammed/24)

Ama ne yazık ki halkın büyük çoğunluğu dini, babadan kalma bir gelenek olarak yaşar. “Dedem böyle yaptı, hocam böyle dedi, cemaatim böyle yapıyor” diyerek kitaba değil, kişilere sarılır. Artık dinde ölçü Kur’an ve sünnet değil, şeyhlerin rüyaları, cemaat liderlerinin sözleri, tarikatların usulleri olmuştur.

Bu, dini tahrif etmektir. Bu, hakikatin önüne insanı koymak ve Allah’ın yerine başka birini oturtmaktır. Şirk budur!

3. Cemaat Dini-Allah’tan Çok Lider Korkusu

Bugün birçoğumuz için cemaatin dışına çıkmak, Allah’ın çizgisinden çıkmak gibi algılanıyor. Halbuki din, kişisel bir yolculuktur. Allah ile kul arasına hiçbir güç, hiçbir kurum, hiçbir şeyh, hiçbir “reis” giremez. Fakat cemaat yapılarında birey adeta yok olur. Kendi aklını, kalbini, vicdanını bir lidere teslim eder. Lider ne diyorsa doğrudur. Cemaatin doğrusu, Allah’ın kelamından önce gelir.

Birçok tarikat ve dini grup, kendi iç ahkamlarını oluşturmuş, kendi haramlarını helallerini tanımlamış, adeta dini yeniden yazmıştır. Kadın dışlanır, çocuk istismarı örtülür, rüşvet dinin adını kullanarak meşrulaştırılır.

Din değil; şirk, çıkar, biat kültürü yaşatılmaktadır.

4. Milliyetçi Dindarlık-İslam'ın Yerine Bayrak

 Bugün birçok “dindar”, dinini milletine, bayrağına, ırkına endekslemiştir. Allah’ın dini evrenseldir. Lakin biz, onu “bizden olanlar” ve “olmayanlar” diye ikiye böldük. Arap olan üstün sayıldı bir dönem, sonra Türk olan, sonra Acem olan... Oysa Kur’an der ki:

“Sizin en üstün olanınız, Allah’tan en çok korkanınızdır.” (Hucurât/13)

Ama biz bugün Allah’tan çok, “bizimkiler ”in yanında olmayı kutsadık. Zulüm yapan “bizimse” sustuk, başkasına yapıldığında bağırdık. Oysa zulüm kimden gelirse gelsin haramdır. Mazlum kim olursa olsun, yanında olmak vaciptir.

5. Kapitalist Dindarlık-Lüks, Şatafat ve Din Ticareti

Bugün “din” aynı zamanda bir sektör, bir ekonomi aracı haline gelmiştir. Lüks otellerde umre turları, parayla okunan hatimler, özel VIP hac organizasyonları, İslami giyim fuarları... Tefecilik yapan adamlar umreye gidiyor, helal gıda tabelasıyla alkol satan oteller dolup taşıyor.

Dini bir “tüketim nesnesi” haline getirdik. Sanki İslam zenginlerin süsü, fakirlerin ise tesellisi gibi gösterildi. Camilerden sadelik kalktı, şatafat geldi. Hutbelerde adalet değil, bağış kampanyaları konuşuluyor. Din adamları kravatlı diplomatlara dönüştü.

Dinin ruhu, adalet; görüntüsü, artık reklâm.

6. Kadına Bakış-Erdem Yerine Baskı

Bugün “din” adı altında kadın sadece bir örtüye, bir gölgeye, bir eve hapsedildi. Onun aklı, fikri, iradesi yok sayıldı. Oysa Kur’an kadınla erkek arasında değeri eşit, sorumluluğu ortak bir sistem kurar.

Ama kültürel gelenekler “dini” diyerek kadınları susturdu, ikinci sınıf yaptı, hatta bazı yerlerde mal gibi satılmasına göz yumdu. “Erkek ne derse odur” diyen bir anlayış din değil, cehalettir.

Dini şeklen yaşayıp, kadınlara zulmeden anlayış, Peygamber’in Veda Hutbesini dahi hiçe saymaktadır.

7. Siyasi Dindarlık-İktidara Tapan İman

Dinin siyasallaşması daima ürkütücüdür. Bugün en büyük bozulmalardan biri de budur. Dini, parti propagandası, oy makinesi, meşrulaştırma aracı haline getirenler, dinin en büyük düşmanlarıdır.

Siyasi liderleri “mehdi” gibi gören, onları eleştirmeyi dine karşı çıkmak gibi algılayan bir akıl, Allah’ın dinini kullara indirgemiştir. Bugün ülkemizde ve birçok İslam ülkesinde iktidar sahipleri her türlü haksızlığı yapıp ardından “elhamdülillah” diyerek meşruiyet üretmektedir.

Allah’ı kulların siyasetine alet etmek, en büyük iftiralardan biridir.

8. Dini Reddetmek Değil, Onu Temizlemek Gerek

Buraya kadar anlattıklarımız, dinin aslını değil; bozulmuş formlarını, yozlaşmış anlayışlarını eleştirmektedir. Bu, dine karşı olmak değil; dini yozlaştıranlara karşı olmaktır.

Bugün bize düşen görev, Kur’an’a dönmek, Peygamber’in ahlâkını yeniden kuşanmak, din ile gelenek arasındaki ayrımı yapmak, aklı, vicdanı, adaleti tekrar diriltmektir. Dini yeniden arındırmak, onu mezar taşlarından değil; yaşayan hayatın merkezine almak zorundayız.

Doğal Aromalı Din mi? Vahiy mi?"

Bak kardeşim...

Şimdi seninle biraz açık konuşacağım. 

İnan bana, içimden geçenleri susturamayacağım.

Çünkü etrafımda öyle bir dünya görüyorum ki; insanlar gerçek açlığını fark etmiyor. Ruhları aç ama bunu gidermek yerine ellerine ne geçerse onunla karnını doyuruyor. Kimisi yoga yapıyor, kimisi taş diziyor, kimisi yıldızlara bakıp ruhunu arıyor. Ama ne garip, bulamıyor.

Bazısı var, “ben maneviyatlayım” diyor ama vahiyden bihaber.
İçine biraz Kur’an katılmış bir çorba içiyor ama o çorba bildiğin "doğal aromalı"...
Yani içinde gerçek vahiy yok, sadece kokusu var.
Bir parça sabırdan bahsediyorlar ama sabrın gerçek anlamını bilmiyorlar.
Biraz tevazudan dem vuruyorlar ama aslında kibirle karışık bir ukalalık içindeler.
Güzel ahlak diyorlar ama o ahlakın kaynağını tanımıyorlar.

Peki neden?
Çünkü gerçek dinin kaynağından kopmuşlar.
Kur’an yerine kişisel gelişim kitapları, Resulün örnekliğinin yerine dizi karakterleri, İslam yerine “pozitif enerji” konuşuluyor.
Ve biz de zannediyoruz ki bu bize yeter.
Ama yetmiyor! Çünkü kalp, hakikati istiyor. Kalp, Allah’ın kelamını duymak istiyor!

Doğal Aromalı Dinler

Bak şimdi, sen pazara gidiyorsun...
Bir tezgâhçı geliyor: “Bu içecek doğal portakal aromalıdır” diyor.
Ama içinde portakal yok.
Yani sadece kokusu var.
Sen de “oh mis gibi” deyip içiyorsun.
Ama ne bedenine faydası var, ne ruhuna.

İşte şu an piyasada dönen din de aynen böyle!
Gerçek din değil, doğal aromalı din.
İçinde Allah’tan gelen vahiy yok.
Ama seni rahatlatan birkaç söz var.
İçinde Kur’an’ın devrimci ayetleri yok.
Ama seni avutacak birkaç tatlı cümle var.
Vicdanı uyuştur, sorumluluktan kaç, hayatın keyfine bak...
İşte sana sunulan sahte din bu!

Peki Vahiy Nedir?

Vahiy, Allah’ın kullarına gönderdiği mesajdır.
Hayatın anlamıdır.
Doğrunun kaynağıdır.
Ahlakın, adaletin, özgürlüğün, kulluğun temelidir.
Ve vahiy öyle tatlı tatlı anlatılmaz sadece...
O, insanı sarsar.
Yeri gelir uyandırır, yeri gelir ağlatır.
Ama hep yol gösterir.
O seni sahte aromalardan değil, kaynağın kendisine götürür.

Ve Kur’an tam da bunu yapar.
Der ki: “Size ne oluyor ki Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa/75)

Der ki: “Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, kalplerde olana bir şifa, inananlara bir rehber ve rahmet gelmiştir.”(Yunus/57)

Der ki: “Bu Kur’an öyle bir kitaptır ki, onda asla şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir yol göstericidir.”(Bakara/2)

Bir Seçim Yapmalısın

Şimdi sana soruyorum:
Doğal aromalı sahte bir maneviyatla mı yaşayacaksın?
Yoksa seni sarsacak, ama gerçeğe götürecek olan vahye mi kulak vereceksin?

Dürüst ol...
Sana yalan söyleyen, içini geçici olarak rahatlatan, sorumluluk yüklemeyen bir söz mü istersin?
Yoksa seni “kalk ve mücadele et” diye uyaran, hayatının hesabını sana hatırlatan Allah’ın kelamı mı?

İşte çağrım budur sana:
Vahye dön.
Kur’an’ı aç.
Onunla tanış.
İçine değil yalnızca; aklına, kalbine, ruhuna işlemesine izin ver.
Ve şunu unutma:
Allah’ın mesajı, sadece aromalı bir söz değildir.
O, hayatın bizzat kendisidir.

Bahadır Hataylı/16.05.2025/Sancaktepe/İST

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

"SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler.

Popüler Yayınlar

Bitsin Bu Zillet

Bitsin Bu Zillet
Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. KEMAL ATATÜRK

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...

Ağlatıpta gülene yazıklar olsun!...
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.

Senin rabbin sana senden yakın.....

Senin rabbin sana senden yakın.....

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!

omuzlarında dünyayı taşıyan küçükler!
Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar;Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetiştirir.

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....

Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!....
"Kuşlar gibi uçmasını,balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama insan gibi kardeşce yaşamasını öğrenemedik..."

kelebek gibi hafif olun dünyada

kelebek gibi hafif olun dünyada

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

Kevserin Başında Buluşmak Umuduyla

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!

çöllerden geçerek varılır havuzun başına!